Çin makyaj tazeliyor

Nüfus yönünden dünyanın en kalabalık ülkesi olan Çin’in her şey gibi ekonomik rakamları da büyük. İstatistikî verilerin arka planına yeterince bakılmadığında yanlış sonuçlara varılabiliyor. Gerçekten de “Çin mucizesi”, “Çin’in piyasa sosyalizmi” lafları da bunlardan biri. Aslında, Çinli yöneticilerin sürekli sözünü ettikleri, ”Çin‘e özgü”, “Çin karakterli sosyalizm” lafları, Çin’de gelişenin, bildik/tanıdık kapitalizm olduğunun üzerini örtmeyi amaçlıyor. Çin’in gelinen yerde, çok kutuplu emperyalist dünyanın önemli emperyalist gücü olarak tarih sahnesinde yerini alması; kapitalist emperyalizmin eşitsiz gelişme yasalarına uygun, sermayenin, yoğun ucuz emek sömürüsü sonucu gerçekleşmiş; anormal ve ‘özgün’ olmayan bir sonuçtur. Kapitalist Çin’in özellikle Deng sonrası, emperyalist bir süper güç olma hedefiyle sürekli ivme verdiği bu gidişat, gelinen yerde, “Çin Mucizesi”ne yeni bir makyaj dayatıyor. Çin, sadece dışarıdan, yabancı sermaye yatırımı çekerek büyüyen bir ülke olmanın ötesinde, dışarıya yönelerek, doğrudan sermaye yatırımlarını hızla artıran; bu sermaye ihracıyla da, dünya piyasasında diğer emperyalist güçlerle, barışcıl ya da askeri, ama daha keskin bir rekabete; nesnel olarak zorlanıyor. Dünya kaynaklarını yağmalama, rakiplerinin önünü kesme; salt Çin kapitalizmine özgü bir durum değil, kapitalist emperyalist gelişmenin zaten özünde olan bir şeydir.
Çin, doğrudan dış sermaye yatırımlarında, diğer emperyalist devlerle rekabette hayli mesafe aldı, ama önümüzdeki dönem katedilecek yolun sonunda, “ABD gibi süper bir dünya gücünün önüne geçip, geçemeyeceği” spekülasyonu; Çin ekonomisinin gelişme sürecinde bünyesinde barındırdığı zayıflıkları altedebilme kapasitesiyle doğrudan bağlantılı görünüyor. Bu yazıda esas olarak, istatistikî verilerin ışığında, Çin ekonomisinin aksak, topallayan yönlerini ve Çin’in son dönemde dünya sathında gerçekleştirdiği doğrudan dış sermaye yatırımlarını ele alacağız. Bu, Çin’in, emperyalistler arasında paylaşım ve rekabette giderek nasıl öne çıktığını ve rakiplerinin onu neden sürekli göz hapsine aldıklarını; ekonomik ve askeri stratejilerinde, Çin’in tutumunu niçin gözettiklerini anlamak açısından olduğu kadar, Çin emperyalizmini, nesnel ekonomik verileri tersyüz ederek ,”sosyalizmin ön aşaması” olarak piyasaya süren, “liberal solcu” tezlerin yaslandığı zemini görmek açısından da gereklidir.

‘ÇİN KAPLANI’NIN ÖZGÜN OLMAYAN EKONOMİK GELİŞMESİ
Mao Ze Dung’un ölümü ardından Deng Siao Ping’le birlikte, ulusal kapitalist gelişme modelinden batılı tekelci sermayenin ülkeye buyur edilmesine geçiş; Çin’deki kapitalistleşme sürecini hızlandırdı ve Çin’i, diğer emperyalist güçlerle rekabete girişen ve ekonomik, politik ve askeri hegemonya mücadelesinde en birinci olmayı hedefleyen bir güç olarak ortaya çıkardı. Kapitalistleşmedeki gelişim süreci, Asya ülkelerinin (“Asya kaplanları”, Güney Kore, Japonya vb.) daha önce gerçekleştirdiğine benziyor. Ama bu, ekonomik standartları, yaşam ve refah düzeyi yönünden de, batılı emperyalistler ve Japonya düzeyine ulaştığı anlamına gelmiyor. Çin halen orta gelişmişlik düzeyinde bir ülkedir. Çin, dünyanın ikinci büyük ihracatçısı ve dünyanın üçüncü büyük ithalatçısı durumuna geldi. Yüzlerce serbest bölgede, batılı emperyalistlerin yüzlerce tekeli ve markası, Çin’in doğu sahillerini, “Dünyanın atölyesi” haline getirmiş, üretimlerini oraya taşımışlardı. Buradan dünyaya ihraç edilen ürünler de, Çin’in ihracatı olarak görünüyor.
Çin, bugün dünya ihracatından aldığı payı arttırmış görünmektedir. Dünyanın ikinci büyük ihracatçısı konumuna gelmiştir. 2008 yılında ABD dünya ihracatının %8’ini, Hindistan % 11‘ ini gerçekleştirirken, Çin bir çeyreğini (%25) yapar düzeye geldi. Ancak, bu rakamın ardına bakıldığında, Çin’in ülke içinde eklemiş olduğu gerçek değeri görmek mümkün. Çin’deki bazı firmalar, iç piyasa tarifesine girmeden ihraç ürünlerinde kullandıkları girdileri, serbest bölgeden ihraç edebiliyorlar. Bunların çoğu, sahipleri yabancı olan şirketlerdir. Bu yabancı şirketler, aynı zamanda büyük çaplı üretimlerinde yüksek ithalat avantaji sağlayan “kıyaklar”a sahipler. Teknolojiyle bağlantılı ürünlerde gerçekten içeriden eklenmiş değere baktığımızda, bu çok düşük düzeydedir. Bu eklenen değer, kompüterlerde %4, telekomünikasyon parçalarında % 15 kadardır. 2002 yılında telekomünikasyon alanındaki son giriş ve çıkış tablosuna baktığımızda, ülke içinin eklediği değer payı, diğer ürünlerde %88 olmasına karşın, telekomünikasyon alanında bu %18 olarak görünmektedir. İçerideki özel şirket ve firmaların ihracata eklediği değer payı, %84 gibi yüksek bir rakamken, sahibi yabancı olan firmalarda bu oran, şimdilik %3 düzeyindedir. Bu, göreli düşük değer eklenmesinden ötürü, Çin ekonomisinin iddia edilen ihracata bağımlılığı, göründüğü gibi değildir. İhracata bağımlılığı daha düşüktür. 2008 yılında ihracat malları, bu bağlamda, Çin ulusal hasılasının %33’ü kadar bir gelir payına sahipti.Yapılan hesaplamalara göre, ihraç ürünlerinde eklenen değer payı %49 dur. Sadece ihraç gelirlerinin payında ise, %16 dır. Gayri safi hasılanın ihracata bağlılığı giderek düşüyor. Önceden vergi avantajına sahip firmalar, Çin’deki serbest bölgelerdeki üretimlerinde ve özellikle telekomünikasyon alanında, Vietnam, Kore vb. Asya’nın diğer bölgelerinden hammadde, yarı mamul madde ithal ederek üretimlerini gerçekleştiriyor, Çin’in bu üretimlerdeki katkısı düşük kalıyor.. Yabancı firmalar, böylece değerin yarıdan fazlasını eklediğinden, kârlarına ek kâr katıyorlar. Yani ihracatın önemli bir bölümü yabancı firmaların kendi ihracatıdır. Bu nedenle Çin’in açıkladığı büyüme rakamlarını (daha önceleri %10 -12 olarak açıklanmış rakamlar son yıllarda % 7.5’a düşürülmüştü) gerçekçi bulmayan, bunun yanıltıcı olduğunu ileri süren ekonomistler de vardır.
Tüm bunlara karşın, Çin kuşkusuz ki büyüyor, ama bu büyümede bir hız düşüşü olduğu Çinli yetkililerin kendi beyanlarıyla da sabittir. Çin, büyüme esnasında doğabilecek görece düşüşün sınırını, daha önce %7 olarak belirlemişti. 2006 yılında Çin Bilim ve Teknoloji Bakanı Xu Guanhua, Xinhua, ajansına verdiği bir demeçte, “Çin’in refah ve zenginliği için, 40 yıl boyunca %7 büyümesi zorunluluğunu” dile getirmişti. Yabancı birçok uzman, zaten Çin ekonomisi için %6  ‘lık büyümeyi, büyüme değil, ciddi bir kriz unsuru olarak görmekte. Çin’in ekonomi uzmanları Daily People’da yazdıkları makalelerde, “Çin ekonomisinde tasarruf ve yatırımların yapısında dengesizlik bulunduğunu, Çin’in geleceğinin planlanmasından (Dünya kapitalizmiyle entegre olmuş, krizlerin etkisine açık Çin, bunu nasıl becerecekse !)” bahsediyorlar.. Ve 2013 ekonomik büyüme hızının % 7.5’a düşürülmesini; “Makro ekonomik dengeleri kontrol altına almak ve büyümeyi istikrarlı sürdürmek” gerekçesiyle açıklayarak; ekonomik daralmayı ve krizden etkilenme düzeylerini, açıkça kabule yaklaşmıyorlar. (Bkz. 11.Temmuz 2012 tarihli Peoples Daily. No second dip in China’s economy: Experts).
2008’le başlayan dünya krizinden etkilenmediği, aksine dünya büyüme oranlarına ve batı ülkelerinin ekonomisine katkı yaptığı söylenen  Çin; elbette ki krizden derinden etkilendi, çünkü 2008 dünya krizi ‘aşırı üretim’ kriziydi ve bunun dünyanın atelyesi haline gelmiş, dünya ekonomisine entegre olmuş Çin’i etkilemeyeceğini ummak mantık dışı boş bir kuruntuydu.. Çin nasıl dünyanın atelyesi oldu? Ucuz emek cenneti ve köle işçiler sayesinde. İşgücü fiyatının, ücretlerin ucuz tutulmasıyla yabancı sermayeyi çekti. Ama dünya kriz sürecinde, dünyadaki talep daralması, Çin’de dünya pazarları için üretilen mallara talebi de düşürdü. İhracata belli ölçüde bağlı Çin ekonomisi; içeride de işgücü bedelinin düşüklüğü, reel talebin yetersizliği (Gerçekte, Çin emekçileri birçok mal ve metadan yoksundur, yani potansiyel talep çok yüksektir.) nedeniyle, ihracatta daralma yaşadı. Benzer durumu, daha önceki Asya Kaplanı Japonya da yaşamış, sürekli hızlı büyümenin ardından, bir yavaşlama sürecine girmişti.
ABD ve Avrupalı emperyalistler, Çin’deki bir krizin, dünya için yıkım haline dönüşeceğini biliyor ve “bunun hiç olmamasını ya da mümkün olduğu kadar geç olmasını“ arzu ediyordu. Çin’in geçen yılki, büyüme oranının düşmesi, bu yilki hedefin de %7.5 olarak belirlenmesi, Avrupa ve dünyadaki talep azalışı, ihraç ekonomisinin aşırı birikimi, kapasite kullanımının düşmesini ve küçülmeyi de beraberinde getirdi. Bu yılki Davos’ta, yine Çin’den hizmet bekleyen -Çin’in birikmiş 4 trilyon doları bulan Federal Rezervlerinden nemalanmak gibi- batılı emperyalistler, Çin başkanının konuşmaları ve aldırmaz tavırlarından, “Çin’in içerideki talebi artırmaya yöneleceğini, bir parça içe dönerek yaralarını sarmakla meşgul olacağını, dışarıya yönelme stratejisi izleyeceği” mesajını net olarak aldılar. Zaten, bir süredir batılı sermaye, işgücü bedelinin görece yükselmesinden ötürü, ücretlerin daha düşük olduğu Meksika ve Asya’nın diğer ülkelerine kayma eğilimine girmişti. Çin, artık “yabancı sermayeyi her ne pahasına olursa olsun çekme ‘anlayışı’ndan ‘dışa yönelme’ ve etkili büyüme-gelişme konsepti”ne geçti. Geçtiğimiz yılın 14 Kasım’ında toplanan Ç‘K’P 18. Kongresi’nde, parti genel sekreteri Xi Jinping; selefi Hu Jianto’dan devraldığı, önümüzdeki dönemde de kesinlikle sürdürüleceğini açıkladığı‚ “Çin’e özgü, Çin karekterli sosyalizm” palavrasını kutsayarak; ekonomide dışa kırılan direksiyonu ve bu vites değişikliğini ilan etmişti.

ÇİN DOĞRUDAN DIŞ SERMAYE YATIRIMLARINI HIZLANDIRDI
Çin uzun süredir, dünyada rekabet edebilir konumda olan kendi öz markalarına sahip olamamaktan yakınıyordu. Sıfırdan dünyada rekabet edebilecek firmalar kurması ve bunları yaratması hayli zordu. Çoğu kapitalist devlet sektörü dışından gelme 18.000 Çinli kapitalist firma, bu zorluğu, son 10 yılda, özellikle 2008 dünya kriziyle birlikte aştı. Zor duruma düşen, iflas yaşayan işletmeleri satın alma, ortak olma ve hisse satın alma yoluyla, dünya çapındaki doğrudan yatırımlardan daha çok pay almaya, bu arada yeni markalara da sahip olmaya başladı.
Çin’in 178 ülkeye yayılmış durumda, 1.5 trilyon dolarlık toplam servete sahip 18.000 şirketi bulunmaktadır. Bu firmaların, denizaşırı dış yatırımlarında çalıştırdığı işçi sayısı ise, 1.2 milyona ulaştı. Çin’in denizaşırı doğrudan yatırımları, 178 ülke ve bölgede 437.3 milyar dolara ulaştı. 2002 yılı itibariyle ise, Çin’in dış sermaye ihracı, sadece 35 milyar dolardı. Bu, dünya doğrudan yatırım toplamının binde sekizi, Amerika’ nın binde beşi, Japonya’nınkinin yüzde biri ediyordu. Oysa günümüzdeki Çin, dünya bazında denizaşırı doğrudan sermaye yatırımlarında bulunan ülkeler arasında 6. sıraya yükseldi. Ayrıca Çin, 2020 yılına kadar da, doğrudan dış sermaye yatırımlarını 1-2 trilyon dolara çıkarmayı planlıyor. Bu sermaye ihracıyla, Çin, sadece kendi ülke işçi sınıfının sömürüsünden değil, ek olarak küresel düzeyde de işçilerin sömürüsünden pay almakta ve azami kâr peşinde koşmaktadır. Ayrıca 750.000 civarında Çinli emekçi, Başta Japonya ve Singapur olmak üzere yurtdışı yatırımlarda istihdam edilmektedir.
Çin, özellikle ABD’ye olan denizaşırı doğrudan yatırımlarında, ABD Hükümeti’nin çeşitli oyunlarıyla önünün kesildiğini düşünüyor, bu nedenle ABD özelinde fazla ısrarcı olmayıp Avrupa’ya yöneliyor. Avrupa’daki firmaların ABD’deki kadar büyük olmaması, orta ölçekli firmaların daha kolay yoldan satın alınabilir ve yutulur olması, ortak girişimler ve hisse satın alımlarının Avrupa’nın kriz ortamında daha kolaylaşması; Çin’in Avrupa tercihinin önemli nedenleriydi. Çin bu şekilde dünya markalarına kestirmeden sahip olma şansını yakaladı. Çin ayrıca kendi ürün ve markalarıyla ülkesinin tanıtımına da büyük önem vermekte. Çin, dünya reklam piyasasında yaptığı harcalamalar açısından da, ABD ve Japonya’nın ardından dünya üçüncüsüdür. 2016 yılına kadar, Çin’in yapacağı reklam ve tanıtım harcamalarının 70 milyar doları aşması bekleniyor.
Bir çok batılı firmayı bünyesine katması, Çin emperyalistlerinin bu konuda becerikli olduğunu ve hayli yol katettiğini gösteriyor. Burada, alım değeri yüksek olan Çin’in bazı satınalımlarını vereceğiz. Çin, sadece Avrupa bazında, son yıllarda satın alma ve birleşme yöntemleriyle, ölü değeri 11 milyar euro tutan iş organizasyonu ve yatırım gerçekleştirdi. Çin’in oto imalatçısı Zheijang Geely Holding Groups, Volvo’nun Belçikada kurulu fabrikasının yönetimini ele geçirdi. En son Kanada’nın enerji alanındaki Nexen şirketini, China National Oil Corp 15.1 milyar dolara satın alarak, enerji alanındaki en büyük kazanımını zor olsa da gerçekleştirdi. Ayrıca bir başka büyük satın alma da; devlet holdingi olan Dalian Wanda Group Corp tarafından, dünyanın ikinci büyük tiyatro ve sinema devi olan AMC Entertainment Holding Inc’ın (Carly Group, Apollo Global Managment ve Bain Capital’den oluşuyor), 2.6 milyar dolara satın alınmasıydı. Çin’in Avrupa özelinde satınaldığı şirketler ve hisse alımı yoluyla ortak olduğu işletmeler hayli artmış durumda. Çin, 2011’de onaylanan 12. Kalkınma Planı’na göre, 27 endüstri kolunda, 2015 yılına kadar, 1 trilyon 200 milyar euroluk yatırım yapmayı planladı. Çin’in halihazırda 64 milyar doları bulan Avrupa’daki yatırımlarının yarıdan fazlası, 2010 yılından sonra gerçekleşti. Çin Macaristan’da 1.7 milyar dolara kimyasal madde üreten bir kuruluş satın aldı. İspanyol devi Rapsöl, Brezilya’daki iştiraklerini, 7 milyar dolara Çin Şirketi Sinopec’e devretti. Çin, ayrıca Norveç’te önde gelen bir slikon üretecisi firmayı, 2 milyar dolara satın aldı.
Çin, 2011 yılında, 50 milyar dolarlık dış yatırım hedefine ulaştı. Sinopec, Petrogal Brasil’in %30 hissesini 4.8 milyar dolara satın aldı. China Three Georges Corparation, Enerjias de Portugal ile 3.5 milyar dolarlık stratejik ortaklık antlaşması imzaladı. China İnvestment Corparation, GDF Suez’in (doğal gaz alanında) araştırma ve üretim bölümü için 4.3 milyar dolar yatırma kararını verdi. Çin şirketleri ayrıca Avustralya ve ABD’de petrol ve doğalgaz alanlarını kendi yararlarına işletme, kullanma hakkı elde etti. Komputer sektöründe Lenova, NEC’in kişisel komputer (PC) işlerini satın aldı ve Almanya’nın eletronik mallar üreticisi Medion’da %37 hisse sahibi oldu. Ayrıca Çin, 2011’de uluslararası liman satın alma operasyonlarına da imza attı. Çinli şirketler 2012’de özellikle tarım ve gıda sektöründe, cesur satın almalar gerçekleştirdi. Sinopec, Devon Energi’s US’ın (petrol ve doğalgaz alanında) bir başka azınlık hissesini 2.44 milyar dolara satın aldı. China Guandong Nuclear Power Holding’s, Avustralya’nın uranyum şirketi olan Extract Resources’in, % 57 hissesini 1.3 milyar dolara satın aldı. Yine Sany Heavy Industry’s 700 milyon dolara Alman beton pompaları üreticisi Putzmeister’i satın aldı. Çin, 2013 yılının ilk çeyreğinde, bir önceki yıla oranla dış yatırımlarını %30 artırdı ve 88.7 milyar dolara çıkardı. Ayrıca ilk kez, özel sektör kapitalistleri, kapitalist devlet şirketlerini, denizaşırı doğrudan yatırımlarda solladılar. Çin’in son yıldaki yatırımları, en çok ASEAN ülkeleri ve AB ülkelerine yöneldi. 2013 yılının tüm satın almaları ve dış yatırımlar panoraması ise, henüz tamamlanmış değil.. Çin’in denizaşırı aktivitelerinde, dış yatırımlarda göze batan 50 şirketi arasında 5 şirketi çok etkin. Bunlar sırasıyla, IT devi Lenovo Group, informatik ve komünikasyon alanında Huawei, elektronik cihazlar üreticisi Haier Group, petrol devi CNOOC Ltd ve China Petrochemical Corporation (Sinopec Group) olarak sıralanıyor.
Çin’in doğrudan sermaye yatırımları, daha çok enerji, petrol, madencilik, altyapı, inşaat, gıda, parekende satış sektörlerinde yoğunlaşmış görünüyor. Bunu 2005-2012 yılları arasında Çin’in dış yatırımlarının yöneldiği sektör paylarını gösteren istatistikî verilerde de görmek olanaklı:
Enerji ve hammadde kaynakları %28, dayanıklı tüketim malları, nakliye %18, imalat sanayi %17, teknoloji, medya ve telekomunikasyon %15; global malî hizmetler endüstrisi %6, diğer alanlar %16.
Çin, özellikle gerek ülke içinde gerekse yurtdışında yaptığı altyapısal yatırımlar yönünden şu anda dünya birincisi ülke konumuna geldi. Bu alanda yapılan yatırımlar, yol, enerji, demiryolu, su, telekom, liman ve havalanı inşası alanlarındadır. Dünya ülkeleri arasında toplam altyapı yatırımlarına harcama açısından, ABD ulusal gelirinin % 2.6’sını, AB ülkeleri % 2.6’sını ayırırken Çin altyapıya ulusal hasılasının % 8.5’unu ayırmaktadır.
Çinli firmaları denizaşırı yatırımlarında en çok zorlayan faktörler, ideolojik ve kültürel farklılıklar oluyor. Ama Çin yaşadığı dış pratiklerden hızla ders çıkararak bu dezavantajını kapamaya çalışıyor. Çin, salt Avrupa’da değil, Kanada, Asya, Ortadoğu ve özellikle de, Avrupa ve Afrika kıtasında yatırımlara yöneldi.
Özellikle Kara Afrika alanı, emperyalist rekabette, Çin için kilit önemde görünüyor. Kıtanın halen talan edilmeyi bekleyen önemli yeraltı doğal kaynaklarına sahip oluşu, petrol ve doğal gaz rezervleri, batılı emperyalistler gibi, Çin’in de iştahını kabartıyor. Ve bu nedenle, daha önceki yağmacı batılı güçlerden özellikle Fransa ve ABD ile kıta özelinde karşı karşıya gelişinin, salt barışcıl ve yumuşak sınırlar içinde geçmeyeceğinin şimdiden birçok işareti var. Çin’in Afrika somutunda geliştirdiği “Kazan, kazan” politikası, hem Afrika’nın hem de Çin’in, her iki partnerin de yapılan ticaretten ve Çin sermayesinin Afrika’ya akışından kazançlı çıktığını vurguluyor. Çin Sosyal Bilimler Akademisi, Batı Asya ve Kuzey Afrika araştırmaları Enstitüsü‘nde Afrika Çalışmaları Başkanı olan By He Wenping; emperyalist yayılma stratejisini, tıpkı diğer emperyalistler gibi, şu sözlerle kamufle ediyor: “Çin, Afrika’da batının yapamadığı şeyin üstesinden geldi. Batı, Çin’in Afrika’ya gelişinden daha önce geldi, ama, Batı az gelişmiş kıtaya somut bir değişiklik getirmedi. Çin Afrika’ya 20 milyar dolar yatırım yaptı, bir sonraki 3 yıl içinde 20 milyar dolar daha yatırım yapacak. Çin, Afrika piyasasına daha öncelik vererek saldıracak, Çin, içtenlikle kendi büyümesi ve dönüşümüne yardımcı olan Afrika ülkelerinin de, daha hızla gelişeceğine inanmaktadır. Bu, ‘Kazan, kazan’ durumudur.”  Bu bakış açısıyla Afrika’ya çok eski dönemlerden bu yana önem veren Çin emperyalizmi, Afrika ile, 2000 yılında 10 milyon dolar olan ticaret hacmini, 2012 yılında 200 milyar dolara çıkardı. 2009’da ise, Afrika ile ticareti en fazla olan ABD’yi solladı. Çin Afrika’ya olan doğrudan yatırımlarının düzeyini, 10 yıl önceki 500 milyon dolardan, 2013 Nisan sonunda 15.3 milyar dolara çıkardı. Afrika’da 50 ülkeyi kapsayan Çin’in doğrudan sermaye yatırımları, daha çok ticaret, taşıma, tarım, üretim ve kaynakları geliştirme alt yapı inşasına yönelmektedir. Çin, Afrika’da 2000 km.’den daha fazla demiryolu, 3.000 km.’den daha fazla yol, 100’den fazla okul, 60’dan daha fazla hastahane inşa etti. Çin, ek olarak, Afrika ülkelerinin kendine olan 3,2 milyar dolarlık borcunun üzerine çizgi çekti, geri almaktan vazgeçti.
Çin’in dünya geneline yayılan dış yatırımlarının kıtalara göre coğrafi dağılımı ise şöyledir: Batı Avrupa %18, ABD %17, Güneydoğu Asya %15, Avustralya %15, Kuzey Asya %9, Kuzey Amerika %8, Güney Asya %5, Diğer yerler %13.
Çin, emperyalist sermaye ihracını artırmaya koşut olarak, yeni markalar edinmede  belli mesafeler katetse de, en birinci dünya gücü olma iddiasındaki bir ülke için, bu henüz yeterli değildir. Çünkü, Çin tüm çabalarına karşın, halen uluslararası piyasalarda satış cirosu ve kârları yönünden; dünya klasmanında en üst sıralarda bulunan ünlü markalara sahip değildir. Özbe öz Çin markası sayılan IBM’den melezleme Lenova, bilgisayar sektöründe, yine China Mobil, mobil telefon sektöründe belli başarıları yakaladı. Ancak bu firmalar, halen dünyanın bu alandaki ünlü markalarını, ancak beşincilikten, altıncılıktan itibaren izler konumdadır.Yani kendi alanlarında ilk üç içine girememişlerdir.. Kaldı ki, Çin’in, ihracat düzeyi, dış yatırımları vb.’den hareketle, yakında (2020) ABD’yi geçeceği spekülasyonu yapılmaktadır. Oysa şu an, tüm gelişmesine karşın Çin’in, dünya ölçeğinde en büyük 500 firma listesine, orta sıralardan girebilmiş sadece 13 şirketi mevcuttur. Kişi başı ulusal gelirini, bırakalım emperyalist büyük ülkelerle kıyaslamayı, Türkiye’ninkinden bile 5 bin dolar daha düşüktür. Yani her şey yolunda gitse bile, Çin’in ABD’yi geçebilmesi için daha alması gereken çok yol vardır.
İşçilerin durumu çok kötü ve uzun süre daha ‘bir tas pirinç çorbasıyla, bir koğuş ranzası’na katlanacak durumda değiller. Buna karşın, Çin’de ücretlerin görece iki kat artış gösterdiğini, ortalama 656 dolara (1180 TL) çıktığını belirtelim. Ama bu rakam şimdiki düzeyiyle yine de dünya ücret ortalamasının yarısı kadardır.  Çin’de aslan payını hep büyük sermaye kapmaktadır. OECD kaynaklarına göre, ulusal gelir içinde sermayenin payı sürekli artmakta, işçilerse yoksullaşmaktadır. Örneğin 1998 ile 2008 yılları arasında ulusal gelirden emeğin aldığı pay azalmıştır. %9’luk büyüme içinde sermaye payı %6’ya çıkarken, emeğin payı %0.7’den 0.3’e düştü.
Çin’in hane halkı gelir düzeyinde görece bir iyileşme olmakla birlikte, bu yeterli olmayıp, Çin’in 5 yıl önce belirlemiş olduğu; “gelir durumu gelişkin, her türlü elektronik tüketim araçlarına sahip, evi, arabası olan ve dış ülkelere seyahat edebilir durumda olan 400-500 milyonluk orta sınıf (ortadirek) yaratılması” hedefinden hayli uzak bir iyileşmedir(!). Şehirlerde elektrikli ev aletleri (klima, renkli TV, mobil telefon, mikrodalga fırın ve kompüter) sahibi olanların sayısı bir miktar arttı. 65 metrekarelik evlere sahip olanların sayısı da bir miktar çoğaldı. Ama bu, yine de 50 milyon hane halkı sayısının ancak küçük bir kesimini, yani toplam hane halkının ancak % 30’nu oluşturmaktadır. Gerçekten, şehirlerdeki bu hane halkı kesiminin geliri, ABD’deki aynı kesimin gelirlerinin % 30’u kadardır. Kırsal kesimdeki hane halkı gelirleri ise çok daha düşüktür. Şehir hane halkı gelirinin % 60’ı kadardır. Çin’de, 2007 yılında, nüfusun üçte ikisi yoksul kategorisindeydi. Tüketim gelirleri düzeyine göre yoksulluk sınırı altında yaşayan nüfus; toplam nüfusun % 4’üydü.  En yoksul nüfus kategorisinin büyüklüğü, 2001’deki 90 milyondan, en iyimser durumda günümüzde 30 milyona düşmüş olabilir.
İşşizlik her geçen yıl artıyor. Resmi rakamlara göre işşizlik 16 milyon. Her yıl istihdam bekleyen 10 milyon kişi yedek sanayi ordusuna ekleniyor. OECD’nin Raporu’na göre, 2008 yılında, şehirlerde yaşayan işçi sayısı, toplam 774.8 milyon olan çalışan emekçi sayısının 302.1 milyonudur. 472.7 milyon ise kırsal alanda yaşamaktaydı. 1. sektör olarak bilinen üretim araçları üreten sektörde 306.5 milyon işçi çalışırken, 2. Sektör olarak bilinen tüketim araçları sektöründe ise 211.3 milyon işçi çalışmaktadır. İşşizlik ise, bu durumda %5.7 itibariyle 16 milyon olarak görünmektedir.  Gerçekte ise, işşizliğin daha fazla olduğu hesaba katılmalıdır. Çin’de her yıl çalışan nüfus sayısı 10 milyon artmaktadır. Ayrıca Çin’deki işletmelerde sözleşmeli olarak çalışanların sayısı 103.7 milyon olarak görünüyor. İşçilerin büyük çoğunluğu haksız, hukuksuz, kayıt dışı konumda bulunuyor.
Emeğin %40’ı kırsal alanda istihdam edilmiş durumda. 10 yıl içerisinde, kırsal alanda yaşayan 200 milyon insanın daha şehirleşmiş alanlara dahil olması bekleniyor. Kırsaldan şehirlere serbest dolaşım ise yoktur. Emeğin şehirlere serbest akışı ve dolaşımı, yani göçü engelleniyor. ‘Hukou’ adı verilen sistemle, kırsal alanda ikamet eden yüz milyonlarca kişinin hareketi kayıt altına alınmış durumda. Şanghay, Pekin vb. büyük kentlere kırsal alandan geçişler, pasaportla (izinle) yapılabiliyor. Kırsal alanda çalışanların saat ücreti çok düşüktür ve şehirdekiler gibi sosyal güvenlik sistemine dahil değildirler.  Ayrıca bu alandaki insanlar, şehire göç ettikleri durumda, kendi bölgelerinde daha önce sahip oldukları haklardan, Hukou Sistemi gereğince mahrum bırakılmaktadır. Hükümetin doğrudan denetiminde bulunan tek sendika ise, işçi eylemlerini kontrol alıp bastırmakla yükümlü olup, serbest bölgelerde çalışan milyonlarca işçinin hiçbir sendikal hakkı ve hukuku yoktur. Her yıl binlerce, protesto ve işçi eylemi kaydediliyor.
Şehirleşmiş alanlarda ikamet eden işçilerin sektörel dağılımına bakacak olursak, OECD kaynaklarına göre görülen şudur: 2008’de toplam 302.1 milyon işçinin 36 milyonu tarımsal işlerde, 59 milyonu diğer işlerde çalışırken, serbest meslek olarak çalışanların sayısı 36.1 milyona çıkmıştı. İşçilerin 171.1 milyonunun 106.5 milyonu özel sektörde, 64.5 milyonu devlet sektöründe çalışıyordu. Devlet sektöründe çalışanların 15.5 milyonu endüstri kesiminde, 13.1 milyonu hizmet alanında, 35.8’i ise hükümetin resmi idari yönetsel işlerinde çalışmaktaydı. Kamu sektöründeki hizmetli memur vb. çalışanları çıkardığımızda, kamu sektörü denen devlet kapitalizmi altında çalışan işçi sayısı hayli düşüktür. Zaten bu durum ihracat içindeki kamunun payında da görünmektedir. 2004’teki istikrar sonrasında, yabancıların kontrolündeki şirketler ve içerideki özel şirketler toplam ihracatın %85’ini gerçekleştirirken; devlet işletmeleri ihracatın ancak %5’inden daha azını yapıyordu. Zaten 2007 yılında ülkedeki özel şirketlerin mal varlığı, devletin 100 büyük işletmesinin mal varlığını aşmıştı. Ayrıca bu özel şirketlerin yurt dışında sahip oldukları mal varlıkları da buna eklendiğinde, çoktan devlet işletmelerinin malvarlığını geçmişlerdi. Bu da, “kamu sektörü” kapitalizminin Çin’de ne kadar cılızlaştığını, “özel sektör” kapitalistlerinin ne ölçüde büyüdüğünü gösterir. Aslında iki sektör de kapitalist, ne fark ediyor denebilir. Orası öyle de, Çin kapitalizmini kendilerine kâbe yapan, “Çin halen kamu sektörünün hakim olduğu sosyalizmin ön aşamasında yaşayan bir ülke” diye kafa bulandırmaya çalışan‚ “piyasa sosyalizmi” savunucusu Doğu Perinçek/Aydınlık çevresi manüplasyon peşinde. Bu nedenle belirtme gereği duyduk.
Çinde emek üretkenliği düşük düzeyde olduğu gibi, altyapı yetersizliği ve eskimişliği de Çin’in emperyalist politikalarını frenlemektedir. Tarımda istihdam edilen emek gücünün halen %40’larda olması bir yana, bu alandaki emek ürtekenliği, diğer ülkelere oranla 6 kez daha düşüktür. Yani kas gücüne daha fazla dayanan bir üretkenlik sözkonusudur. Çin’in ulusal geliri içinde sektörlerin aldığı paya bakıldığında, tarımsal alanda emeğin % 40’ının istihdam edilmesine karşın, tarımın aldığı payın %10.1 düzeyinde bulunması, kırsal alandaki sömürüyü, kentlere ve batılı tekellere değer akışını gösterdiği gibi, Çindeki kır–kent çelikisinin vahim düzeyini de yansıtmaktadır.
OECD’nin 2013 Raporu’na göre, Çin’deki toplam ulusal gelirden, sektörlerin aldığı pay şöyledir:

Tarım- Ormancılık- Balıkçılık ……… %10.1
Endüstri…………………………………… %40.1
Alt yapı-inşaat……………………………%6.7
Hizmetler ………………………………… %43.1

Çin, kır ile kent arasındaki çelişkileri azaltmak, Batılı tekellere kaptırdığı değer akışını engellemek için; her durumda emek üretkenliğini artırıcı yatırımlara girmeye kendini zorunlu hissediyor. Çünkü Çinli yatırımcı ve üretici firmalar, mobil telefon, komputer ve bilgisayar programı vb. alanlarda yabancı firmalara yüksek düzeyde patent bedeli ödemek zorunda kalıyor. Bu nedenle Çin, emperyalist rekabette de üstünlük sağlayıcı önemli bir araç olarak emek üretkenliğini artıracak yeni teknoloji üretmeye dönük yatırımları öncelikli yatırım hedefi olarak belirlemiş durumdadır. Ay’da üs kurma, Mars’a araştırma amaçlı araç yollama, uydu fırlatma kapasitesini arttırma vb. uzay teknolojilerini geliştirmeye dönük projelerle uğraşmasının asıl amacı; teknolojik atılım sağlayarak üretimi modernize etmek, emek üretkenliğini artırarak Batılı ülkelere yetişmek,”azami kârın” azamisini gerçekleştirmektir. Bu nedenle, son yıllarda Çin, araştırma ve geliştirme harcamalarına ayırdığı pay açısından dünya lideri konumuna geldi. Çin şirketlerinin araştırma – geliştirmeye neden fazla pay ayırdığını ve diğer emperyalistleri yakalama çabasını, onun şimdiki cılız üretkenlik düzeyini, bazı ülke ve ülke topluluklarıyla mukayaseli olarak gösteren aşağıdaki tablodan görmek olanaklı:

OECD, Avrupa ve Diğer bazı ülkeler ( 2005)    ÇİN
Eklenen Değer (%)    OECD    ABD    Japonya    Avrupa    2005    2007
Yüksek teknolojili şirketler     30.2    38.3    29.2    24.3    3.9    5.0
Orta düzeyde teknolojili şirketler     10.1    10.3    14.6    8.4    2.7    2.7
Düşük teknolojili şirketler     0.6    0.7    0.6    0.4    0.7    0.8

Tablo -1 Bazı ülke şirketlerinin teknolojik düzeyiyle, üretime kattıkları değer ve Çin’in pozisyonu:(KAYNAK: OECD, R&D araştırma Geliştirme veri tabanı ve Ulusal İstatistik Bürosu mikro veri tabanı.)

Gelir dağılımı, hem bölgeler arasında hem de hane halkı bazında giderek daha da bozuluyor. Çin’in geniş bir orta sınıf yaratma hedefi gerçekleşmiyor, aksine her yıl milyar dolarlık kişisel serveti olanların sayısı artıyor. 2.7 milyon kişinin kişisel servetleri 6 milyon yuandan ( 950.000 Dolardan) daha fazladır. Bu tabakaya mensup 63.500 kişi, süper net varlıklara ve kişisel servete (100 milyon Yuandan fazla) sahiptirler. Yaş ortalaması 41 olan bu türedi süper zengin tabakanın uğraş alanları, işletme sahipliği, gayrımenkul spekülatörlüğü, profesyonel yatırımcılık ve tefecilik olarak saptandı.
Çin, Forbes Dergisi’nin bu yıl açıkladığı “Dünya Milyarderler Listesi”nde dünya ikincisi olarak klasmana girdi. Listede Anakara Çin’den 122, Hong Kong’tan 39, Taywan’dan ise 26 milyarder bulunuyor. 2012 yılında Çin’in milyarder sayısı, 2011‘ deki 110 rakamından 95’e inmişti. Bu yılın Forbes listesinde, dünyadan toplam 1426 milyarder yeralıyor. Klasmanda ABD 442 milyarderle birinci, ardından Çin 122 miyarderle ikinci, Rusya 110 milyarderle üçüncü ve 58 milyarderle Almanya dördüncü sırayı paylaştı. Çin’in en zengin kişisi olana Hangzhou Wahaha Grubunun başı olan Zong Qinghou, 11.6 milyar dolarlık servetiyle, Forbes listesinde 86. sırada bulunuyor. Bu şahıs, bir önceki yıla oranla sıralamada 60 basamak yukarı fırladı. Gelir dağılımındaki adaletsizlik böyle devam ederse, Çin milyarderleri, sayı ve servet yönünden çoğaldıkça; Çin’in bir orta sınıf yaratma ve iç talebi canlandırma politikaları, bu yönde yaptığı hesaplar hüsranla sonuçlanacaktır. Sınıflararası uçurumun derinleşmesi, sert sınıf çatışmalarını gündeme getirecek görünüyor.
Çin’de, bilindiği gibi, burjuvazinin tüm kesimleri, 80 milyon üye sayısına sahip sözde “Çin Komunist Partisi”ne üye olabilmektedir. Milyarder ve milyon dolarlık serveti olan birçok kişinin Parti üyesi olduğu ise biliniyor. Ç‘K’P içindeki gruplaşmalar ve yönetime gelme hesapları bu eksende gelişiyor. Toplumdaki mevcut burjuvalaşma, doğal olarak parti safları ve üst kademelere de yansımakta, suyun başını tutmaya yönelik gruplaşmalar, hizipler her dönem karşı karşıya gelmektedir. Özellikle ekonomik politikaların saptanmasında, kişisel servetlerin hangi parti politikasıyla artırılacacağı, işçilerin sömürüsünün ülke bütünlüğünü bozmadan nasıl gerçekleştirileceği tartışmaları belirleyici rol oynuyor. Bu bağlamda, yönetime gelme hesaplarında ve ayak kaydırmalarda; yöneticilerin rüşvet aldığı ya da zimmetlerine para geçirdiği suçlamaları, sık sık dünya basınına sızıyor. Partinin ve sembollerinin varlığı, tek merkezi yönetim ve yerel parti örgütleri; istikrarlı bir sömürü ortamının devamı açısından zorunlu görülüyor. Çin, ister dışarıdan sermaye çekme yoluyla, isterse de dışarıya sermaye akıtarak dış piyasaların sömürüsü üzerinden büyüme rakamlarını dengelesin; sonuçta Çin emekçileri kazanmıyor, büyümeden onların payına yoksulluk düşüyor. Fakat bazıları Ç‘K’P yöneticisi olan milyarder oligarklar ise yağmadan büyük pay kapıyor.
“Çin ekonomik mucizesi” bitiyor mu diye sorulabilir? Ortada bir mucize olmadığı, sanırız şimdiye kadar söylenenlerden anlaşılmıştır. Ama Çin’in kapitalist emperyalist yolculuğunun ve diğer Batılı emperyalist güçlerle olan rekabetinin nasıl seyredeceği, güç kapasitesi; ele almaya çalıştığımız bu veriler ışında değerlendirilmek durumundadır. Dahası, Batılı emperyalistlerin ve özellikle ABD’nin, Çin’i “kendi geleceklerini tehtid eden şeytan” olarak gösteren manipülatif propaganda; “Çin mucizesi”, “Çin dünya süper gücü oluyor” söylemlerini besleyen ana etkendir. Çin, öncelikle bulunduğu Asya bölgesinde eskiden beri dünyanın önemli bir gücüdür, Asya’da güç olunmadan da dünyada süper güç olunmayacağı ise bellidir. Çin, ABD’nin Asya’daki etkisini kırmaya, kendi etkisini artırmaya yönelik bir çaba içerisinde, ayrıca emperyalist sermaye ihracıyla tüm kıtalara da yayılmakta, rakipleriyle rekabete girişmektedir. Çin, bu rakebeti, “barışcıl ekonomik gelişme ve rekabet olarak” adlandırıyor. Ama ekonomik durumu güçlendikçe, aslan payını salt ekonomik olarak değil, askeri olarak da almaya girişmesi elbette kaçınılmaz olacaktır.
Çin, BRİCS ülkeleriyle ve özellikle Rusya ile ekonomik işbirliğini, yeni bir dünya Rezerv parası belirleme vb. girişimlerinde ortaklığını geliştirirken, BM’de veto gücüne sahip ülke olarak, dünya diplomasisi alanında söz sahibi olmaya, Suriye’ye müdahale gibi sorunlarda Rusya ile ortak davranmaya çalışıyor. Rusya gibi, Çin de, ABD’nin Asya’daki girişimlerinden, bölgeye ağırlık koyma çabasından rahatsız ve bunu her fırsatta dile getiriyor. Aslında gerek Asya’da, gerekse dünya çapında emperyalist saflaşmada, özellikle ABD karşısında, Rusya ve Çin ekseninin oluşmakta olduğu söylenebilir.

SONUÇ OLARAK
Çin’in resmi devlet rakamları ve OECD kaynaklarına göre, “Çin’e özgü piyasa sosyalizmi”nin, “Çin mucizesi”nin manzarası özetle böyle.. Çinli yöneticilerin oynadığı bu sözde “sosyalizm”  oyununu, Deng’ten miras olarak devralınan süper emperyalist dünya gücü olma hedefiyle yapılmış, barışcıl ya da zora dayalı olarak emeğin sömürüsüne ilişkin planları bozacak yegane gücün ise, bugünden geleceğe büyüyen, bilinci ve öfkesi giderek bilenen işçi sınıfı olduğu ve olacağı açıktır. Son olarak “dışa yönelme konsepti” makyajıyla dışarıya yoğun sermeye akıtmaya başlayan, yenilenmiş “Çin mucizesi”, ABD’yi tahtından ederek, süper emperyalist bir dünya gücü olmaya evrilebilecek mi? İzleyelim hep birlikte göreceğiz.

Yorumlar kapatıldı.

Özgürlük Dünyası 2022

Yukarı ↑