Bilimsel sosyalizmin bir yol haritası: Ateşi Çalmak

Geride kalan 2000 yılında en çok okunan kitaplar içinde tarihi romanların ilk sırayı tuttuğu, herkesçe üzerinde anlaşılan bir saptama oldu. Gerçekten de bu sıralar adeta tarihi romanlarla yatılıp kalkılıyor. En çok okunanlar listesinde ilk sırada yer alıyorlar. En çok onlar hakkında yazılıyor, en çok onlar hakkında konuşuluyor. İnsan ilk bakışta, sıkıcı ders kitaplarıyla köreltilmiş tarih merakının uyandığı izlenimine kapılıyor.
Ama bu ilginin tarihin doğru anlaşılmasına yardımcı olduğunu düşünmek saflık olur. Başka birçok şeyin yanı sıra, bu kitaplar insanları bugünün sorunlarından uzaklaştırmak, geleceğe dair umutsuzluğa sürüklenmiş insanları geriye bakmaya yöneltmek gibi bir işlev görüyorlar; en azından böylesi bir amaçla pompalanıyorlar.
Bu genelleştirme, elbette şimdilerde pek rağbette olan sultanların, kralların vb. yaşamlarını anlatan, tarihin eğlenceli olayların bir fonu olarak kullanıldığı kitaplarla sınırlı. Oysa gerçek tarihi romanların önemi büyük. Ve hatta bu türden ‘tarihi’ romanlara karşı materyalist bir anlayışıyla yaratılmış tarihi romanları öne çıkarmak özel bir önem taşıyor.
Bu türde alternatif romanlardan biri hiç kuşkusuz “Ateşi Çalmak”. Bilimsel sosyalizmin kurucuları, işçi sınıfı hareketinin örgütçüleri ve pratik önderleri olarak Karl Marx ve Friedrich Engels’in yaşamlarını eksen alan roman aynı zamanda 19. yüzyılın bir panoramasını da veriyor. Bu eser bir bakıma işçi sınıfının yüz yıllık mücadelesinin de tarihidir. Avrupa işçi sınıfı, yaşam koşulları, moral özellikleri, kültürel seviyesi ile yansıtılır. Romanda o yüzyılın büyük çalkantıları, devrimler ve yenilgiler, adeta bir kamera tutulmuş gibi ayrıntılarla canlandırılır.
Sovyet yazar Galina Serebryakova tarafından onlarca yıllık titiz bir araştırma ve incelemeden sonra kaleme alman “Ateşi Çalmak”ın ilk cildi Türkiye’de 1994 yılında yayınlanmıştı. 2000 yılı Aralık’ında dördüncü cildi de yayınlanarak yüzyıl başlarından Marx’ın ölümüne kadar uzanan dönem okuyucuya sunulmuş oldu. Yayınlanmış dört cildi 2200 sayfa kadar tutan bu nehir roman hem bir devrimler yüzyılı olan 19. yüzyılı tüm zenginliği ile tanımak ve hem de Marx ve Engels’in örnek yaşamlarını, mücadelelerini, sosyalist teorinin doğuş ve biçimleniş koşullarını, gelişim özelliklerini anlayabilmek için başvurulması gereken temel önemde bir yapıttır. “Ateşi Çalmak”, kuşkusuz bir teori kitabı değildir; ama Marx ve Engels’in yapıtlarında en rafine haliyle karşımızda duran sosyalist teorinin anlaşılmasını kolaylaştıran, bilgi veren, bilgilerin kökleşmesini sağlayan bir yardımcı eserdir. Eserin roman türünde olması, okuyucunun, dönemi, olayları ve kişileri daha ayrıntılı, sosyal ve kültürel ortamla birlikte daha yakından tanımasını sağlar ve öğreticiliğinin yanında ona edebi bir haz da verir.
Marx’ın bir yapıtını okurken, eserin son, tamamlanmış hali vardır karşımızda. Bu eser karşımızda içeriği ile durur; ama çoğunlukla nasıl bir ihtiyaca karşılık olarak, hangi tartışmaların içinden süzülerek, hangi güçlükler içinde yazıldıklarına dair bir fikir vermez. “Ateşi Çalmak” ise bir yandan Marx ve Engels’in temel düşüncelerini, kimi yerlerde çarpıcı alıntılarla, kimi yerlerde ateşli tartışmalar içinde, kimi yerlerde ise işçilerle diyalog içinde özetler; ama öte yandan dönemin ortamı, yaratıcıların yaşamları, onların eserlerini yaratırken çektikleri sıkıntılar hakkında bizi bilgilendirir.
“Ateşi Çalmak”, geniş kapsamı, zengin olaylar örgüsü, Marx ve Engels’in çok değişik alanlarda gerçekleşen tüm çalışmalarını ele almış olması bakımından pek çok yönüyle değerlendirilebilecek niteliktedir. Ama bir dergi yazısı ile eseri tüm yönleriyle değerlendirmek olanaksızdır. Bu nedenle bu yazıda eser, tüm yönleriyle değil, daha çok sosyalist teorinin oluşumu, gelişimi ve yaratıcılarının yüksek devrimci nitelikleri bakımından değerlendirilmeye çalışılacaktır. (Ateşi Çalmak’a ilişkin genel bir değerlendirme için Özgürlük Dünyası’nın Aralık 1994 tarihli 74. sayısına bakılabilir.)

BİLİMSEL SOSYALİZMİN KAYNAKLARI
Bilimsel sosyalizmin başlıca üç kaynaktan beslenerek şekillendiği bilinmektedir: İngiliz politik ekonomisi. Alman felsefesi ve Fransız sosyalizmi. Kuşku yok ki, bu beslenme, adı geçen düşünce akımlarının fikirlerinden kimi unsurların dışarıda bırakılması, kimilerinin de bir araya getirilmesi gibi basit, mekanik bir işlem değildir. Bu beslenme, insan düşüncesinin o güne kadarki gelişiminin en yetkin hali olarak bu akımların görüşlerinden elbette yararlanıldığını, hatta onların bazı görüşlerinin benimsendiğini ifade eder. Ama aynı zamanda Marx ile Engels’in, teorinin inşası sürecinde en büyük savaşı da bu akım temsilcilerine karşı verdiğini gösterir. Marksizm, bu akımların derin bir eleştirel incelemeden geçirilerek kapsanması sonucunda doğmuştur.
En önemli temsilcilerini İngilizlerin oluşturduğu politik ekonomi; Hegel’de doruğa varan idealist felsefe; ağırlıklı olarak devrimler ülkesi Fransa’da kök salan sosyalizm akımları ve pratiği… Bunlardan beslenmek ve bunları aşmak ne demektir acaban Bu sorunun ayrıntılı bir yanıtını “Ateşi Çalmak”ta buluyoruz.
Yukarıda da belirtildiği gibi bu üç akım, insanlık düşüncesinin o güne kadarki tüm gelişimini temsil ediyordu. Marx ve Engels, birer peygamber olmadıklarına ve gerçekler onlara gökten vahiy yoluyla gelmeyeceğine göre, her şeyden önce mevcudu incelemek zorundaydılar. Bu akımlar burjuva çerçevedeki gelişimlerini tamamlamışlardı, yeni bir aşamaya yükselemediklerinden tıkanmışlardı, içerdikleri olumlu özellikler burjuva bir kabuk içindeydi. Marx ile Engels, bir yığın saçmalık, laf kalabalığı içine sıkışıp kalmış olumluluğa ulaşmak için her şeyden önce bu yığını enine boyuna incelemek zorundaydılar. Bu yığın ise yüzlercesi tarafından yazılmış binlerce kitap, rapor ve belge demekti. Sadece bu da değil. Aynı zamanda bunların ışığında değerlendirilerek tüm doğa bilimlerinin de incelenmesi gerekiyordu. İşte “Ateşi Çalmak”ta Marx ve Engels’in ayrı ayrı yollardan giderek aynı noktada buluşmaları, o güne kadarki insanlık birikimini nasıl bir titizlikle incelediklerini heyecan içinde gözleriz.
Marx’ın 1844 yılında hukuk biliminin Hegelci kavranışından “Hegel’in Hukuk Felsefesinin Eleştirisi” çalışması ile gerçekleştirdiği köklü kopuşa kadarki süreçte az yıla sığdırılmış yoğun bir inceleme dönemi vardır. İlerdeki arayışı içinde bilimsel bir şekle kavuşacak soruyu daha lise bitirme tezinde sormaya başlamıştır: Mutluluğun yolu insanlığı mutluluğa kavuşturmaktan geçmektedir.
Lise öğreniminin ardından hukuk öğrenimi görmek için yazıldığı Bonn ve ardından eğitimini sürdürdüğü ve doktorluk unvanı almasıyla sonuçlanacak olan Berlin günleri, Köln’deki “Ren Gazetesi” dönemi ve en sonu ülkesini terk etmek zorunda kaldıktan sonra yerleştiği Paris’te; “varolan her şeye cesurca saldırmak” ilkesi ile günler ve geceler boyunca okumuş, düşünmüş, sancı çekmiştir. Babasının da yakındığı gibi, bugün kurduğu sistemi yarın yıkarak, bir sonraki gün bir diğerini inşa etmeye koyularak ilerlemiş, düşünce dünyasında fırtınalar yaşamıştır.
İşte Berlin günlerinden bir sahne:
“‘Her şey hareket ediyor, her şey değişiyor. Dünya, nesneler, insanlar,’ diye tekrarlıyordu Karl bu berrak gerçeği ve Kopernik’in dünyanın döndüğünü kanıtladığı zaman duyduğu sevincin aynısını duyuyordu. Yüce, basit bir gerçek. (…)
”Bir aydan fazla bir süredir dışarı çıkmamak için hastalığını bahane ederek Hegel’i sayfa sayfa inceliyordu. Bu yeni fikirleri savaşa hazır bir düşman gibi karşıladı, ama kendini esir alınmış buldu. Hegel’den öncekilerin fikirlerini Hegel’in yıkıcı teorisine karşı savunmaya hazırdı, ama yenildi. Yaşamın anlamını ve gerçeğin kendisini bulma fırsatı; hareketli, olağanüstü, cesur bir beyin için çok çekici bir şeydi. Karl hiç acımadan kendi Olimpos’unu yıktı, Tanrıları tahttan indirdi ve onların burada, yeryüzündeki arayışı anlamalarını istedi. Kant, Schelling, Fichte; yakın bir zamana kadar onlara saygı duymuştu ama şimdi tozların içinde yenilmiş bir halde yatıyorlardı. Hegel, Karl’a dünyanın kapılarını açıyordu. İnsanlığın tarihini ve sosyal ilişkilerinin yapısını tanımasına yardım ediyordu.” (1. Cilt 3. Basım, sf. 300–301)
“Felsefenin karanlık, geçit vermez ormanlarında” ilerleyecek, dönemin en radikal, tanınmış profesörlerinin fikirlerini inceleyecek, bizzat mektuplaştığı Feuerbach’a da Hegel’e duyduğuna benzer bir hayranlık duyacaktı. Ama ruhu bir türlü uslanmayacak, arayışım sürdürecek, pratik eyleme karşı aşağılayıcı bir soğukluk taşıyan Feuerbach’a karşı sorular soracaktı:
“Mademki bilim, hayatın bilmecelerini çözmüyor, o halde biz ne yapalım? Dine mi dönelime Ama bu, yağmurdan kaçarken doluya tutulmak anlamına gelir. Hayır. Yaşamın gerçekleriyle, pratikle iç içe olmamız gerekiyor. Teorinin çözemediği kaygıyı, güncel pratik çözecek.” (1. Cilt, sf. 584)
Marx, “devrimin canlı kitabı” olarak nitelendirdiği Paris’tedir artık ve Milli Kütüphane’de Fransa sınıf mücadeleleri tarihini incelemektedir:
“Yapılan fırtınalı tartışmaların ateşi hâlâ içinde canlıyken oradan, Milli Kütüphane’ye gitti. Kitaplar, orada onu bekliyordu. Kambur, çökmüş kütüphane görevlisi, Marx’ı saygılı bir şekilde karşıladı. Bu Alman, olağan bir okuyucu değildi. Kütüphaneci, hayranlıkla ona kitapları getirdi. Kitapları önünde tutarak getiriyordu. Sanki kamburu yer değiştirmişti. Adam Smith, Ricardo, James Mili, Say, Schulze… Fransız, kitapları mümkün olduğu kadar dikkatli bir şekilde masanın üzerine bıraktı ve ikinci postayı getirmek için hemen gitti. İkinci postada başka isimler vardı. İhtiyar, Marat’nın yazılarını, Robespierre’in, Mirabeau’nun ve Brissot’nun konuşmalarını, konvansiyon raporlarını, Desmoulins’in gazetesinin birkaç sayısını, Madam Rolland ve Lavoisier’in anılarını göğsüne bastırarak getirdi.” (1. Cilt, sf. 603–604)
O birinci büyük devrimi çözümlemekle uğraşırken Engels de İngiliz işçi sınıfının yaşamını derinliğine anlamak için fabrika müfettişlerinin raporlarını incelemektedir.
“Hegel’in Hukuk Felsefesi’nin Eleştirisi” ile insanlığın kurtuluşunun proletaryanın eylemi ile gerçekleşeceği net bir şekilde vurgulanmakta, Feuerbach üzerine incelemede ise ünlü 11. Tez formüle edilmektedir: “Felsefeciler şimdiye kadar dünyayı değişik şekillerde yorumlamakla yetindiler; oysa asıl yapılması gereken onu değiştirmektir.”
Teorinin temelleri atılmıştır ama daha kat edilecek çok yol vardır. Marx’ın karşısında burjuva politik ekonomisinin ‘saygın’ temsilcileri durmaktadır ve Marx, ilk ürününü 20 yıl sonra alabileceği bir çalışmaya girişmek için divitini silmektedir.
Kitap, en canlı betimlemelerle okuru Marx ile Engels’in yaratma süreçleri üzerine çeker. Kısacık bir cümlede dile gelen bu ‘beslenme’, ‘kapsama’ ve ‘aşma’ gerçeğinin ne büyük düşünsel çalışmaya ve sinirsel gerginliğe mal olduğunu okuyucunun zihnine kazır.

MARX’IN ESERLERİNİ OKUMA KLAVUZU
Kitapta, Marx ile Engels’in yaşamlarının ayrıntılı çizgileri, alışkanlıkları, beğenileri, sevdikleriyle ilişkilerinin yanında, onların eserlerinin hangi koşullarda, ne amaçla ve nasıl yazıldıkları da anlatılır.
Bu büyük devrimcilerin her bir yapıtı insanı hayrete düşürecek ölçüde parlak, derinlikli, gelişkindir. Bu yapıtları okuduğumuzda onların derin kavrayışları, sarsılmaz öngörüleri ve ezici polemik yetenekleri karşısında hayran kalırız. Peki, ama bu mükemmelliğe nasıl ulaşılmıştır, ne gibi sancılar çekilerek, ne gibi iç tartışmalar yapılarak, hangi yoksulluk ve üzüntülere katlanılarak ortaya çıkmıştır bu eserlere
Kitabın en büyük başarılarından biri, dönemin ekonomik, toplumsal ve politik ortamını oldukça ayrıntılı olarak betimlemesi ve böylece okuyucuya, teorik eserleri yazıldıkları dönemin koşullarıyla bağını koparmadan değerlendirme olanağı sunmasıdır. Ve okuyucu, Marx ile Engels’in eserlerini, hem evrensel özellikleri ve hem de yaratılış vesileleri ve dönemsel özellikleriyle öğrenir. Kitaplar sırf içerdikleri bilgilerle değil, zengin bir arka planla birlikte karşımızdadırlar. Marx, “Kapital”de kullanacağı bir örnek için bir makinenin işleyişini öğrenmek istemektedir ve kitapta böylesi küçük görünen bir ayrıntı için nasıl günlerce araştırdığına, mektupla Engels’ten yardım istediğine tanık oluruz. Ve görürüz ki, bu teorisyenlerin eserleri sadece yaratıcı zekâlarının değil, aynı zamanda olağanüstü bir titizliğin ürünüdür.
Buna bir başka örnek, en ünlü sosyalist eser olan ”Komünist Manifesto”nun yazılışı sırasında Marx’ın gösterdiği ve artık Jenny’ye bile isyan ettiren titizliktir.
“Karl, ha bire cümleleri düzeltiyor ve fazlalık olarak gördüğü şeyleri atıyor, dikkatli ve yavaş bir tempoyla çalışıyordu. Her düşünce ve her sözcük üzerinde uzun uzun düşünüyor, sözcükleri seçiyor, deniyor ve değerli taşları işleyen sabırlı ve titiz bir usta gibi onları düzenliyordu. (…)
“Jenny, onun elyazmasını tekrar tekrar temize çekiyordu ve kâh şaşırıyor, kâh isyan ediyordu:     Metnin tamamını tam üç kez temize çektim, tek tek sayfaları ise, kaç kez temize çektiğimi artık ben de bilemiyorum.” (2. Cilt 2. Basım, sf. 234–285)
Serebryakova, evrensel bir değer kazanmış eserlerin doğum anına götürür okuru. Okur başka kitaplarda karşılaşmadığı çarpıcı ayrıntılarla karşılaşır. Örneğin Marx, o çok ünlü 11. Tez’ini, kargacık burgacık yazısı ile (kafasında şekillendiği anda eline ilk geçen kâğıt olduğu için olsa gerek) karısı Jenny’nin alışveriş hesabını tuttuğu bir deftere, yazmıştır… Yıllarca süren çalışmaya mal olan ve özünde ekonomik bir kavram olarak paranın işlendiği kitap, parasızlık yüzünden Engels’e gönderilememiştir…
Bu özellikleriyle ”Ateşi Çalmak”, bir yönüyle Marx ve Engels’in eserlerini okuma kılavuzu olarak da görülebilir.

PROLETARYA KAHRAMANLARI OLARAK MARX VE ENGELS
Marx ve Engels, dünyayı düzeltsinler diye gönderilen ve doğuştan her şeye muktedir Mesihler veya kâhinler değillerdir. Bu iki insanın bilimsel sosyalizmin kurucuları olmalarını sağlayan, onların üstün zihinsel ve insani özelliklerinin yanı sıra uygun toplumsal koşullardır. Toplumsal koşullar yeterince olgun olmamış olsa idi, bu kişilerin yetenekleri toplumsal gelişmenin yasalarını bulmaları sonucunu doğuramazdı. “Ateşi Çalmak”, bu gerçeği tüm roman boyunca işler. O güne kadarki kahramanlar (elbette ki eski düzenin emrindeki tarihçiler marifetiyle), kahramanlaştıkça insani özelliklerini kaybetmiş, insanüstü, tanrısal varlıklar olarak insandan uzaklaşmışlardır.
Buna karşılık, birer proletarya kahramanı (bir anlamda anti-kahraman) olarak Marx ve Engels, gerçekte olduğu gibi romanda da o güne kadar kendisi dışındaki hareketlerin yedek gücü olarak kalmış proletaryanın kendi tarihsel rolünü ve gücünü kavramasını sağlayan ve kahramanlar olarak zihinlere kazınırlar.
Aynı şekilde Marx ile Engels, kapandıkları laboratuarlarda icatlar yapan, sonra da bunları kehanet gibi açıklayan âlimler değillerdi. Tüm yaşamları boyunca işçilerle iç içe oldular. İşçilere doğrulan açıklamakla yetinmediler, bütün sınıfın olduğu kadar kişi olarak tanıştıkları tek tek işçilerin kaderleriyle yakından ilgilendiler, en iyi dostlarını işçiler içinden edindiler.
Bu tarihi gerçek, “Ateşi Çalmak”ta bir dizi ayrıntılı örnekle ete kemiğe bürünür. Ve görülür ki, bu iki proletarya önderi sadece işçi sınıfı için yazmadılar: onlarla birlikte barikatlarda savaştılar, onlarla aynı örgütlerde yer aldılar, evlerini, paralarını onlarla paylaştılar. Ve en önemlisi son derecede yoğun teorik çalışmalar içinde oldukları halde, pratik görevlerini aksatmadılar.
Eserin 4. Cildinde Marx ile bir işçi dostu arasındaki vefalı ilişkiyi tasvir eden dokunaklı bir sahne özellikle ilgi çekicidir: Bir Alman işçisi, sürgün ve Komünistler Birliği’nin aktif bir üyesi olan, Engels’in “gerçek bir insan” diye andığı Karl Schapper ölüm döşeğindedir. Marx başucunda ona moral vermeye çalışmaktadır ve iki dost geçmiş mücadele günlerini anmakta, geleceğe olan umutlarını dile getirmektedirler, (sf. 192–196)

ÖRNEK ARKADAŞLIK
Marx ve Engels, insanlığa sömürüden, eşitsizlikten kurtuluşun ilkelerini sunmakla kalmadılar, geleceğin insani değerlerinin, böylesi içten, eşit ilişkilerin olabileceğini bizzat kendi yaşamlarıyla kanıtladılar. Onların hem çevrelerindeki insanlarla hem de kendi aralarındaki ilişkileri, komünist ahlakın da en parlak örneğini oluşturur. Tam bir karşılıklı güvene, sonsuz paylaşıma, feragate ve adanmışlığa dayanan bu ilişki, gerçek yoldaşlığın dayanması gereken ilkeler hakkında da bütünlüklü bir fikir verir.
1844’te birlikte çalışmaya karar vermelerinden yaşamlarının sonuna dek hiçbir kesintiye uğramadan süren bu dostluk, dört ciltlik eserin önemli bir boyutunu oluşturur. Bu arkadaşların kırk yıldan daha uzun süre hemen her gün mektuplaşması yeterince çarpıcı bir örnektir sanırız. Dostluklarının daha ilk yıllarında Marx’ın, ağırlıklı olarak kendi kaleminden çıkan ”Kutsal Aile”ye Engels’in imzasına kendisininkinden önce yer vermesi, bilimsel sosyalist teorinin geliştirilmesinde Engels’in rolünü hiçbir zaman ikincil olarak görmemesi ve daima bu teoriyi onun adıyla birlikte anması; Engels’in ise yaşam boyu Marx’ın kalabalık ailesine maddi yardımda bulunması, sırf Marx çalışmalarını aksatmasın diye Marx’ın gazete yazılarını yine Marx imzasıyla yazması, Marx’a “Kapital”i yazma olanağı sağlamak için bir çeyrek asır boyunca hiç sevmediği ticaret işinde gönüllü bir tutsaklığa katlanması ilk akla gelen örneklerdir. Engels’in aynı tutumu kitaptaki şu sözlerde tüm yalınlığı ile dile gelir:
“Marx’la arkadaş olmadan önce de, onunla 40 yıllık çalışmam sırasında da söz konusu teorinin hem temellendirilmesine hem de hazırlanmasına bir dereceye kadar bağımsız olarak katkıda bulunduğumu inkâr edemem. Fakat ekonomik ve tarihsel alandaki temel öncü düşüncelerin çok büyük bölümü, dahası onların nihai formülasyonu Marx’a aittir. Marx yaptıklarını, belki iki-üç spesifik alan dışında, bensiz de kolaylıkla yapabilirdi. Ama Marx’ın yaptıklarını ben hiçbir zaman yapamazdım. Marx daha yukarıdaydı, daha uzağı görüyordu, bizden daha çok ve daha çabuk yorumluyordu. Marx dahi idi, biz ise olsa olsa yetenekliydik. Bizim teorimiz o olmadan hiç de bugünkü yerinde olamazdı. Bu nedenle, bu teori haklı olarak onun adıyla anılıyor,’ diyordu Engels.” (4. Cilt, sf. 505)

SONUÇ
Dünya gericiliğinin 150 yıldır bilimsel sosyalizme, onların yaratıcılarına, izleyicilerine ve bir sistem olarak uygulamalarına karşı sürdürdüğü savaş, tarihin belki de en kindar, gözü dönmüş savaşıdır. Dünyanın monarşist, demokratik veya faşist tüm burjuva iktidarlarının, kaba kuvvetten adam satın almaya, yalandan iftiraya her yolu kullanarak sürdürdükleri, bütçelerinin hatırı sayılır bölümünü uğrunda harcadıkları bu savaş, sosyalizmin büyük zaferler kazanmasını engelleyemedi. Bugün, “sosyalizm öldü, yok oldu, bir daha belini doğrultamaz,” çığlıkları, aslında mezarlıktan geçerken duyduğu korkuyu yüksek sesle türkü söyleyerek yenmeye çalışan adamınkine benzer bir ruh halinin ifadesi.
19. yüzyıl, Marksizm’in yükseliş yüzyılı olduysa, bunun temelinde kapitalizmin vahşi sömürüsü bulunuyordu. Bugün eğer tekelci burjuvazi, emekçilerin yüz yıllık kazanmalarını ortadan kaldırarak 19. yüzyılın vahşi sömürü koşullarını yeniden egemen kılmak istiyorsa, 19. yüzyıldaki gibi büyük kalkışmalar beklemek, sosyalizmin yeni bir yükseliş yaşayacağını öngörmek neden hayal olsun?
Geleceğin işaretleri, şanlı bir geçmişte fazlasıyla mevcuttur. Ve Ateşi Çalmak, geleceği aydınlatan bu geçmişin romanıdır. Gelecek, işçi sınıfının, bu sınıfın özlemlerinin bilimsel bir ifadesi olan sosyalizmin olacaktır. Engels’in Marx’ın mezarı başında söylediği gibi: “Onun adı çağlar boyunca yaşayacaktır, eseri de!”

Ocak 2001

Yorumlar kapatıldı.

Özgürlük Dünyası 2022

Yukarı ↑