Ekim (7 Kasım) 1917’de Rus proletaryası, yoksul köylülükle ittifak kurarak Bolşevik Partisi’nin önderliğinde ayaklandı ve politik iktidarı ele geçirdi. Rus proletaryasının bu büyük tarihsel eylemiyle birlikte insanlık tarihinde yeni bir çağ, proleter devrimler çağı başlatılmış oldu…
Ekim Devrimi, sömürücü sınıfların tasfiyesi, sosyalist inşa, savaş ve ardından sosyalizmden komünizme tedrici geçişin başlatılması; kısacası Sovyetler Birliği’ndeki işçi sınıfının bütün bu dönemde kaydettiği başarılar ve gerçekleştirdikleri, insanlık tarihi açısından “ilkler” dönemi oldu.
1871’de 72 gün boyunca proletarya diktatörlüğü bayrağını dalgalandıran Paris Komünü bir tarafa bırakılırsa, tarihte ilk kez sömürünün olmadığı modern bir toplumsal düzen; varlık koşullarını yok etmek üzere kurulan yeni bir devlet ve gerçekten de “yeni bir hümanizma”ya doğru gelişen bir kültür ortaya çıktı. İnsanlar arasında yepyeni ilişkiler gelişti, toplumsal bilincin tamamıyla yeni biçimleri oluştu. Tarihte ilk defa, insanlığın maddi ve entelektüel güçlerinin kesintisiz ve çok yönlü gelişmesinin koşulları yaratıldı.
Açlık, yoksulluk, işsizlik, cehalet, sömürü ve ulusal baskı, halkların, işçi ve emekçilerin yaşamlarından koparılıp atıldı. Örneğin 1933’te Sovyetler Birliği, işletmelerin çoğunluğunda 7 saatlik işgününün, sağlığa zararlı işyerlerinde de 6 saatlik işgününün uygulandığı ilk ülke oldu. Toplumlar tarihinin en ileri ve en demokratik anayasasında ilk defa bir ülkenin yurttaşlarına iş ve emeğinin niceliği ve niteliğine göre ücretlendirilmesi garantilendi. Kısacası, ilk köle ayaklanmalarından beri yüz milyonlarca ezilenin yüzlerce yıl hayalini kura-geldiği bir toplumsal yaşam, gerçek haline geldi.
Kuşkusuz insanlar, önceleri de kendi tarihlerini kendileri yapıyorlardı, ancak bu o zamana kadar, bütünlüklü bir plana dayanan toplu bir iradeyle olmuyordu. Ekim Devrimi’nden sonradır ki, insanlar kendi tarihlerini ilk defa birlikte ve sadece emekçi halkın çıkarlarını ifade eden bütünlüklü bir plana göre yapmaya başladılar. Ve ancak böylelikle o zamana kadarki “insan akıbetinin ezeli çöpçatanı olan kader”, Ekim Devrimi ile birlikte insanların yaşamlarından sökülüp atılabildi. (Anton Makarenko edebiyatta mutluluk konusunu işlediği makalesinde şunları söyler: “Ancak Ekim Devrimi, ilk kez dünya tarihinde hakiki, esasen temiz ve saf bir mutluluğun doğuşunu sağladı… Bizim mutluluğumuz, Sovyet yurttaşının oldukça karmaşık, ama son derece de zengin duygularının bütünlüğüdür. Bu bütünlükte, aşk sevinci de soluk alır: çünkü bu sevinç yalıtılmış değildir, çünkü asıl ve doğal şeklindeki anlamını yitirmemiş, (aksine) bütün özellikleriyle alevlenmekte, gerçek ve şiddetli sıcaklığıyla yanmakta ve herhangi bir ailenin yoksul kulübesinde insanların acılarını dindiren bir uyuşturucu işlevi görmemektedir… Her duyumumuzda insanları ve insanlığı düşünme yatar ve bu yüzden mutluluğumuz sadece sosyal değil, aynı zamanda tarihsel bir olgudur da. Ve sırf bu yüzdendir ki mutluluğumuz eza verici tesadüflerin ve geçiciliğin etkilerinden arınmıştır ve daha önceleri insan akıbetinin ezeli çöpçatanı olan kaderle hiçbir ilişkisi kalmamıştır.” -Makarenko, Eserler, Cilt 7, s. 39–1–1.-)
Tarihte hiçbir dönem emekçi kitleler, içinde bulundukları tarihsel süreçle bu denli bilinçli ve devrimci bir ilişki kurmadılar. Sosyalist Sovyetler insanının şahsında yepyeni bir insan tipi kristalleşti: Neyi ve ne için yarattığını bilen, yaşamının ve uğraşının amacı konusunda fikri berrak, insan olarak tüm yeteneklerini geliştirebilen, karşısına çıkan engelleri yeni bir tarih bilincinden esinlenerek aşma kudretini gösteren ve geleceğe umutlu ve iyimser bakabilen bir insan tipi.
Sosyalist Sovyetler Birliği, kendisinden önceki toplumların 200 yılda sağladığı gelişmeyi 20 yıla sığdırarak gerçekleştirmişse; uzun savaşlarda harap olmuş geri bir ekonomi devraldığı halde en ileri kapitalist ülkeleri birçok yönden geçebilmişse ve bunu, insanlığı faşizm belasından kurtarmanın ağır yükünü büyük oranda omuzlayarak başarmışsa; kültür ve sanatta, bilim ve teknikte, sosyal ve ekonomik gelişmede dünyanın işçi ve emekçilerine ve aydınlarına ilham ve umut kaynağı olmuşsa; işte bütün bunların sırrı tam da bu yeni insan tipinin belirtilen karakteristik özelliklerinde yatmaktadır.
İnsanlık tarihinin bu en dinamik toplumunu ve yeni insan tipini yaratan ise, dünya görüşü Marksizm-Leninizm olan proletarya partisinin önderliğinde kurulan sosyalist sistemdi.
“KARŞILIKLI GÜVEN”
Büyük Sosyalist Ekim Devrimi’nin üzerinden 83 yıl geçti.
Bugün, yeni bir yüzyılın (binyılın) başında, dönüp geriye baktığımızda, bu 83 yıllık sürenin insanlık tarihi açısından esas olarak iki farklı dönemi kapsadığını görürüz: İnsanlığın toplumsal gelişmesi bakımından bir doruk oluşturan, tarihte eşi olmayan yepyeni bir uygarlığın kurulduğu dönemle; (ölçü olarak bu düzey ve uygarlık alındığında) giderek geriye doğru savrulduğu, insan toplumu olarak gittikçe kendini tüketmeye ve inkâr etmeye başladığı dönem.
İnsanlık tarihinin sayısız dönemeçleri vardır, ancak hiçbir dönemde insanlık, Ekim Devrimi’nden bu yana geçen dönemde olduğu kadar ileriye doğru gelişmemiş ve aynı zamanda böylesi bir gelişme düzeyinden bu denli geriye savrulmamıştır. (Son 40 yıla ilişkin “geriye savrulma” tespiti ilk bakışta abartılı görülebilir. Hatta kaba bir bakışla “insanlar bugün 100 yıl öncesine göre daha iyi yaşıyorlar” da denilebilir. Ancak insanlığın toplumsal gelişme düzeyine, böylesi zamansal ‘kıyaslama’ yöntemiyle bakılamaz. Gerçek ölçüt burada, toplumsal yaşamın temeli olarak maddi üretimin gelişmişlik düzeyi olabilir ancak. Buradan bakıldığında, toplumsal maddi üretimin bugünkü kapitalist dünyadaki gelişmişlik düzeyiyle, dünya halkları ve emekçilerinin kimseye sır olmayan ağır yaşam koşulları, yoksulluğu ve sefaleti arasındaki uçurum kolaylıkla görülebilir. Aynı uçurum, insanlığın genel kültürel birikimiyle, bugünkü işçi ve emekçi yığınlarının içinde tutuldukları kültürel kölelik arasında da tespit edilebilir.)
Böylesi büyük altüst oluşlara sahne olan bu tarihsel sürecin merkezinde duran sınıf, işçi sınıfıdır. Onun zaferiyle insanlık gelişmesinin doruğuna ulaştı, onun yenilgisiyle de yeniden geriye savruldu. Ve bu nedenle bugün, emperyalist burjuvazi ile ideologlarının mağrur bir edayla ”baldırı-çıplaklar bir daha yeni bir dünya kurma cüretkârlığını göstermesinler!” diyerek, pervasızca uluslararası işçi sınıfına saldırdığı koşullarda yaşıyoruz…
Lenin pek çok eserinde, işçi sınıfının komünizmin zaferinin kaçınılmazlığı konusunda eğitilmesinin önemine dikkat çeker. Seçilen yolun doğruluğu konusundaki kesin inancın devrimci eylem gücünü ve coşkuyu yüz kez artırdığını söyler.
Denilebilir ki, sosyalizmin toplumsal bir sistem olarak ilk yenilgisinin ve karşıdevrimin bu ilk ve geçici yenilgiye yaslanarak boyutlandırdığı ideolojik saldırının modern proletaryanın saflarında yarattığı en büyük tahribat, sosyalizme ve kendi gücüne olan inancı proletaryanın elinden almasıydı.
Her yenilgi inanç yitimine yol açmaz. Nitekim proletaryanın tarihinde, devrime kalkıştığı ama yenildiği pek çok olay vardır. Dolayısıyla, geçici de olsa, bu yenilginin ayırt edici özelliği, yenilginin kapsamında (bu, proletaryanın kaydettiği zafer oranında büyüktü) ve yarattığı tahribatta yatmaktadır. Ve biliyoruz ki, bu tahribat dalgası proletaryanın ileri unsurlarını da kapsayarak gelişti.
Lenin, bir yerde, Bolşevik Parti ile emekçi yığınlar arasındaki ilişkinin özünü tanımlamak için, “karşılıklı güven” ifadesini kullanır. Belirtmeye gerek yok ki, karşıdevrimin ideolojik saldırısının da bütün özü ve amacı, tam da bu “karşılıklı güven”i sarsmak ve yıkmaktır.
Bugün gerek işçi hareketinin sosyalizmle birleşmesinin, gerekse sosyalizmin işçi hareketiyle birleşmesinin çok yönlü ve aynı zamanda çok özgün sorunları vardır. Ancak, “karşılıklı güven” sorunu, bugün bu sorunların en genel ve aynı zamanda en özgün olanıdır.
Kesin inanç… Türkiye’de olsun, dünyanın başka ülkelerinde olsun, proletaryanın sınıf bilinçli ileri unsurlarında bu inanç esas olarak vardır. Nitekim partimiz bu inancın Türkiye topraklarındaki ifadesidir. Fakat bununla birlikte şunu da vurgulanmalıyız ki, modern revizyonist ihanet ile karşıdevrimin ideolojik saldırısının ve genel olarak günümüz burjuva toplumlarının içinde bulundukları tükeniş ve çözülme sürecinin neden olduğu çok yönlü tahribatın etkileri, sınıfın bugünkü ileri unsurları üzerinde de kendisini hissettirmeye devam etmektedir. Ve bu etkiler esas olarak ideolojik biçimler altında ortaya çıkmamakta, aksine: Bireyin “kendine dönüşü” (bireycilik) ve giderek insan olma niteliklerine yabancılaşması sürecinde; işçi sınıfına, partiye, önderliğine, geleceğe, sosyalizmin zaferine karşı gelişmiş bulunan tereddüt, kuşku ve inanç sarsıntısı, daha çok örgütsel çalışma alanında şu veya bu pratik tutum ve eğilime bürünerek ortaya çıkmaktadır… (Bilinmektedir ki, burjuvazi egemen olduğundan bu yana, hiçbir dönem yalnızca tank, tüp ve tüfekle, yalnızca baskı ve zorbalıkla saldırmadı işçi sınıfına. Bunların yanı sıra, ideolojik silahlar da (demagoji, tahrifat, dezenformasyon. Karşı propaganda, satın alma vb. vb.) hiçbir dönem onun savaş cephaneliğinden eksilmedi. Bu silahların seçimini ise, her zaman sınıf mücadelesinin somut durumuna, güçler dengesine, düşmanının o koşullardaki üstünlükleri ve zayıflıklarının somut tahliline göre yaptı. Demek ki, burjuvazinin saldırı silahlarının çok çeşitli oluşu bilgisi değil sadece, aynı zamanda burjuvazinin, sınıf mücadelesinin cereyan ettiği somut tarihsel koşulların özgünlüğünde, hangi silahını öne çıkardığı, hangisine ayrı bir rol biçtiği ve hangisiyle de gerçekten başarı kaydettiği bilgisi de gereklidir. Buradan bakıldığında görülecektir ki, burjuvazinin ideolojik silahlarıyla saldırısı, genellikle proletaryanın iktidar adayı olduğu ya da doğrudan iktidar olduğu dönemlerde ayrı bir ağırlık kazanır. Nitekim Marksizm’in işçi hareketinde egemen olmasından bu yana, sosyalist hareket içersinde Marksizm maskesini kullanan iki ana revizyonist akım ortaya çıkmıştır. Birincisi Almanya’daki Bernstein revizyonizmi, ikincisi SB’deki modern revizyonizmdir. Her iki revizyonist mihrak da, devrimci işçi hareketinin ya nispeten en güçlü olduğu ya da iktidarının zirvesinde olduğu dönemde ortaya çıkmıştır.)
Nesnel olarak tarihsel yazgısı yeni bir dünya kurmak olan bir sınıfın karakterine ve değerlerine tümüyle yabancı bu etkilerin aşılması sorunu; tek başına olmasa da, bir eğitim ve aydınlanma sorunudur. (Eğitim denilirken, anlaşıla-gelen soyut bilgi edinme kastedilmiyor burada. Aksine, burada sözü edilen, esas olarak görev almaya ve iş üzerinden öğrenmeye dayanan bir eğitimdir.) Dünyayı sarsarak son yüzyıla damgasını vuran bir sınıfın ileri öğeleri olarak, burjuva ideologlarının her türlü araçla aşılamaya çalıştığı kuşkuya, nihilizme, pragmatizme ve “boş ver, hayatın tadını çıkar” ilkelliğine daha bilinçli ve kararlı karşı koymak zorundayız. Eğer Marksizm-Leninizm’in ruhu, tarih karşısında yeni bir devrimci tutum almakta yatıyorsa; o zaman ne geçmişi ne de geleceği olan “şimdiki zaman insanının ufuksuzluğuyla değil de, tarihsel materyalist bir bilinçle “dünü bugüne, bugünü yarına bağlayarak”, “insanlığın nereden gelip nereye doğru gittiği” sorusunu iyi özümsemek ve de böylesi bir ufuk genişliği ile işe sarılmak durumundayız.
Yalnızca Ekim Devrimi ve sosyalist düzenin “tarihten bir sapma” olup olmadığı sorusunun açık yanıtı değil, aynı zamanda Sovyet proletaryası ve emekçi halkının kurduğu toplumsal düzenin insanlık tarihindeki gerçek yeri ve değeri de ancak böyle bir perspektiften bakıldığında tam manasıyla anlaşılabilecektir. Geleceğin konusu olan proletarya devriminin kaçınılmazlığının da, Ekim Devrimi’yle birlikte pratik ve tarihsel olarak kanıtlandığı daha bir açıklık kazanacaktır. Yalnızca Ekim Devrimi’nin bugünkü anlamı değil, çalışmamızın ve dolayısıyla sorumluluklarımızın da gerçek boyutları bu perspektiften bakıldığında daha kolay görülebilecektir. Kararlılık ve şevk, kesin inanç ve umut; tarihsel dönemimizin bugünkü devrimci kuşağından talep ettiği daha fazla yeteneği ve daha geniş ufku kazanmanın belli başlı dürtüleri olarak, daha derinden ve daha bilinçli hissedilebilecektir.
HER SINIF TARİHE KENDİ MEVZİSİNDEN BAKAR
Burjuvazinin ideologları, Ekim Devrimi’nin ve Sosyalist Sovyetler Birliği’nin proletaryanın özgüveni açısından taşıdığı derin anlamı bildiklerinden, proletaryaya yalnızca yenilgisini hatırlatmakta, yeni bir dünya kurma amacıyla devrime yönelmenin nafile olduğunu işçi ve emekçilerin beyinlerle kazımaya çalışmaktadırlar.
Burjuva tarih anlayışına göre, tarihte tayin edici rolü oynayan, kitleler değildir. Sömürülen ve ezilen kitleler buna rağmen devrimler gerçekleştirerek sömürüşüz bir toplum kurmaya yeltenmişseler, burjuva kafası tarafından bu, mevcut sömürü “sistemin alternatifi olmadığından” baştan itibaren anlamsız ve yenilmeye mahkûm bir girişim olarak değerlendirilir ve böyle propaganda edilir. Burjuvazinin propaganda aygıtlarının bu konudaki tüm yazılı ve görsel yayınlarının amacı, dünya proletaryasının kendi tarihine bu gözle bakmasını sağlamaktır.
Fakat öte yandan, dizginlerinden boşalmış emperyalist kapitalist saldırganlığın kendisi bizzat, dünya işçi sınıfını kendi tarihini farklı bir mevziden yeniden hatırlamaya sürüklemektedir.
Bugün Rusya’nın yeni “özel girişimciler”i “işsizlere küçük bir gelir kaynağı olsun diye” (!), bu onurlu sınıfın evlatlarını, boyunlarına asılan reklâm panolarıyla Moskova sokaklarında dolaştırmaktadırlar! İkinci Dünya Savaşı’ndan beri sürekli yanmakta olan “Meçhul Asker”in ateşi, bugün artık sokak çocuklarının körpe bedenlerini geceleri ısıtmaya yaramaktadır! Açlık ve soğuktan telef olmamak için böylesi bir işi ve yaşamı kabullenmek zorunda bırakılan Rus işçisi ve gençliği, kendilerinden önceki işçi kuşaklarının kurduğu düzeni, burjuvazinin ideolojik saldırısıyla engellemeye çalıştığı bir mevziden mutlaka yeniden hatırlayacaktır. Bu mevzi, işçi sınıfının özgücüne güven duyması mevzisidir.
Uluslararası proletarya hareketi, bugün, özellikle özgüvenini yeniden kazanacağı bir süreçten geçmektedir. Ve açıktır ki, gerek kendi saflarından yeni ileri unsurları ortaya çıkarmasının, gerekse partileşmesi ve sosyalizmi yeniden benimsemesinin bir basamağıdır bu süreç. Bu nedenle de, sosyalizmin başta işçi sınıfı olmak üzere insanlığa sağlamış olduğu tarihsel ve toplumsal kazanımlarının somut propagandası sosyalist görevlerimizin başında gelmektedir.
Günümüz dünya proletaryası açısından Ekim Devrimi ve sosyalizm, kendi sınıfının nelere muktedir olduğunun, en modern sınıf olarak en ileri toplumları yaratacak yegâne güç olduğunun tarihsel kanıtıdır. İşçi sınıfının tarihteki en büyük eylemi, en değerli eseri ve insanlığa şimdiye kadar sunabildiği en büyük hizmetidir.
Ekim Devrimi, insana ve yaşama dair inanç ve güvende içerili olan o devasa kudretin ifadesidir aynı zamanda. Demek ki, Ekim Devrimi’nin mücadelemizdeki bugünkü anlamı; başta modern proletaryaya ve onun tarihsel rolüne olmak üzere, insana ve yaşama olan inancın yeniden kazanılması ve kazandırılması, insanın yaratıcılığına ve gücüne ve yaşamın eşsiz güzelliğine dair güvenin ve şevkin yeniden edinilmesi ve edindirilmesidir.
Ekim Devrimi, insanlığın geçmişinde kalmış değil. Bugün onun yol açtığı insani ve toplumsal gelişmeden geriyiz. Ekim Devrimi, insanlığın önünde duruyor.
Kasım 2000