Sovyetler Birliği Komünist Partisi (Bolşevik) Merkez Komitesi Sekreteri Andrey Aleksandroviç Jdanov’un, Moskova İşçi Delegeleri Sovyet’inin, parti temsilcileri, toplumsal örgütler ve Sovyet Ordusu’nun katılımıyla Büyük Ekim Devriminin 29. yıldönümü nedeniyle gerçekleştirilen toplantıya sunduğu son derece önemli saptamalarda bulunan raporu okuyucuların dikkatine sunuyoruz. Türkçesi ilk olarak yayınlanan belge, Olcay Geridönmez tarafından çevrildi.
Yoldaşlar! Sovyetler Birliğinin emekçileri bugün, Sosyalist devrimimizin 29. yıldönümünü kutluyorlar.
Geçen yıl büyük bayramımızı, Alman faşistlerinin, ardından Japon emperyalistlerinin yok edilmesiyle son bulan anavatan savaşının bitiminden kısa bir süre sonra kutlamıştık.
1945 yılı, Sovyet halkının ve özgürlük tutkunu diğer halkların faşizm ve saldırganlık karşısında kazandıkları büyük zaferin yılı olarak tarihe geçti.
1946, savaş sonrası ilk yıldır. Sovyet halkı, faşist saldırganlarla yürütülen ölüm kalım savaşından zaferle çıkaktan ve barışçı çalışmalarına döndükten sonra, bütün gücünü savaşın ağır sonuçlarını ortadan kaldırmaya, sosyalizmin sağlamlaştırılması ve geliştirilmesine yoğunlaştırdı. Bu görevlerin yerine getirilmesi mücadelesinde Sovyet halkı, tıpkı anavatan savaşı sırasında olduğu gibi, ne gücünü esirgedi ne de emeğini vermekten sakındı, ülkenin ve devletin çıkarlarının tüm gereklerini yerine getirdi.
Sovyet halkı, savaş sonrası güçlükleri büyük bir fedakârlıkla ve sosyalist düzenin yıkılmaz iktidarına dayanarak aşıyor, Lenin’in bize gösterdiği, Stalin yoldaşın bize önderlik ettiği yolda başarıyla ilerliyor. (Şiddetli alkışlar)
I) SAVAŞ SONRASI İLK YIL
Geçen yıl Sovyet ülkemiz, barışçı sosyalist gelişmesine yeniden başladı. Sovyet devleti ekonomisini, barış dönemi koşulları ve görevleri doğrultusunda yeniden düzenlemektedir. Bütün çalışmamız, Stalin yoldaşın Sovyet devletinin acil görevlerine ilişkin verdiği direktifler ışığında yürütülmektedir. “Biz,” demişti Stalin yoldaş, “ulusal ekonominin savaş öncesi düzeyini en yakın gelecekte önemli oranda aşmak, halkın maddi refah düzeyini yükseltmek, Sovyet devletinin askeri ve ekonomik gücünü daha da sağlamlaştırmak için, düşmanın ülkemizde açtığı yaratan en kısa zamanda sarmalı ve ulusal ekonomiyi yeniden savaş öncesi düzeyine ulaştırmalıyız.”
Her birimiz, bu görevlerin kolaylıkla gerçekleştirilemeyeceğini biliyor. Alman faşist saldırganlar, Sovyet ekonomisine çok büyük zararlar vermiştir. Faşist barbarlar, on binlerce fabrika, devlet çiftliği, kolektif çiftlik, Makine ve Traktör İstasyonu’nu yakıp yıktılar. Ülkemizin batısındaki demiryolu ağını tamamıyla tahrip ettiler. Faşistler, koca bölgeleri tümüyle harap ederek buraları çöle çevirdiler, Sovyet insanının yıllar boyu ortaya koyduğu cefakâr emeğinin meyvelerini yok edip milyonlarca Sovyet köylüsünü evsiz bıraktılar.
Vatanımızın tarihinde, şu son savaş kadar çok sayıda insan fidanını İcran, kentlerde, köylerde, sanayide, ulaştırmada ve tarımda böylesi eşi görülmemiş bir kıyım yaratan bir savaş görülmedi. Böyle büyük bir yıkım karşısında kapitalist devletlerin her biri, en büyük ve moderni dahi, onlarca yıl geriye düşer, tali bir güç haline dönüşürdü. Ancak Sovyetler Birliği’nde böyle olmadı.
Sovyetler Birliği, İkinci Dünya Savaşı’ndan güçlü, kudretli bir biçimde çıktı. Kapitalist devletlerden farklı olarak ülkemiz, barışçı yeniden inşaya geçişi, kriz ve sarsıntı geçirmeden gerçekleştirdi. Üstelik İkinci Dünya Savaşı’nın Sovyetler Birliği’ne, Hitler Almanya’sına karşı savaşan öteki tüm ülkelerle; toprakları düşman işgaline uğramayan ve bu nedenle ulusal ekonominin savaş sonrası yeniden inşası görevleriyle karşılaşmayan Birleşik Devletler ve İngiltere gibi ülkelerle ise hiç mi hiç karşılaştırılamayacak kadar büyük bir zarar verdiği bilinmektedir. Ne var ki bu ülkelerde savaş sonrası döneme, ağır ekonomik ve politik krizler eşlik etmektedir.
Savaş döneminden barış dönemine geçiş, kapitalist ülkelerde, pazarın son derece daralmasına, üretimin düşmesine, fabrikaların kapanmasına, işsizliğin artmasına yol açtı. Örneğin Amerika Birleşik Devletleri’nde sanayi ürünleri toplamı, 1946’da 1943 yılına göre üçte biri aşan bir gerileme gösterirken, işsiz sayısının resmi verilere göre üç milyon sınırını aştığı bilinmektedir.
Savaştan barışa geçişle birlikte Sovyet ordusu mevcudu önemli oranda düşürülmüş, askeri bütçe üçte iki oranında azaltılmış, fabrika ve işletmeler barış üretimine göre düzenlenmiştir; buna karşın, Sovyetler Birliği’nde fabrika ve işletmelerin kapatılması, üretimin düşürülmesi ve işsizlik gibi durumlar yaşanmamıştır.
Sovyet halkı, ekonomik kriz ya da işsiz kalma korkusu duymaksızın güvenle yolunda yürümektedir. Çünkü Sovyetler Birliği’nin ekonomik örgütlenmesi, ne krizler ne de işsizlik tanıyan farklı, daha üstün sosyalist sisteme dayanmaktadır.
Ne var ki bu, savaş sonrası ulusal ekonominin yeniden inşasının, işçilerin, devlet çalışanlarının ve köylülerin ortak dava uğruna fedakârlıklarda bulunmaksızın gerçekleşebileceği anlamına gelmiyor. Savaşın ağır mirasını -yıkım ve tahribat- ortadan kaldırmanın ve ulusal ekonomiyi yeniden inşanın, ancak ciddi fedakârlıklar yaparak olanaklı olduğunu göz önünde bulundurmalıyız. Buna karşın bu fedakârlıklar, kapitalistlerin savaş sonrası toparlanmanın bütün yükünü işçilerin, köylülerin ve memurların sırtına yıktığı kapitalist devrederdeki işçi ve emekçilerin olağanüstü büyük fedakârlıklarıyla karşılaştırılamaz. Kapitalist ülkelerde bu yük her şeyden önce, milyonlarca işçi ve emekçinin işyerlerinden atılarak işsizliğin devasa boyutlara ulaşmasından oluşmaktadır.
Bizde işsizlik sorunu yoktur ve olmayacaktır da. Bu, ülkemiz işçi ve emekçileri için büyük bir rahatlamayı ifade eder. Kalkınma dönemlerini, ekonomik sistemin tamamını temellerine kadar sarsan, yarını belli olmayan emekçilerde sürekli bir endişe yaratan kriz dönemlerinin takip etmesine yol açan kapitalist sisteme özgü üretim anarşisi bizde yoktur. Bizim ekonomik yaşamımız ulusal ekonomik bir plan tarafından yönlendirilmektedir.
Savaştan önceki barışçı inşa döneminde Sovyet devleti, ulusal ekonomimizin sosyalist dönüşümünü bütünlüklü bir plan uyarınca gerçekleştiriyordu. Savaş yıllarında ise ülkemizdeki bütün yardımcı kaynaklar planlı olarak cephenin ihtiyaçları için seferber edildi. Şimdi de Sovyet devleti, aynı biçimde SSCB’nin ulusal ekonomisinin yeniden kurulması ve geliştirilmesi işlerini, yeni beş yıllık plan ışığında örgütlemektedir. Genç sosyalist bir güç olarak SSCB’nin yeniden doğuşunu ve ilerleyişini sağlamak amacındaki yeni beş yıllık plan kapsamında kadın-erkek her Sovyet yurttaşı gücünü, yetenek ve becerisini onurla kullanma alanı bulacaktır. (Şiddetli alkışlar)
Sovyet yurttaşı, bütün halkın ve devletin çıkarlarını her şeyin üstünde tutmayı ilke edinmiştir. Genelin sorunlarını, en özel kişisel sorunu olarak görür. Bu nedenle Sovyet halkı yeni beş yıllık planı, kendi yaşamsal ve acil gereksinimlerine uygun bir mücadele programı olarak algıladı.
Yaratıcı Çalışma
Yaratıcı çalışmanın coşkusu milyonlarca insanı sardı. Beş yıllık planı gerçekleştirmek ve aşmak üzere girişilen sosyalist yarış bütün ülkeye yayıldı. İlerleme arzusu içindeki Sovyet halkı, ulusal ekonominin ve kültürün her dalını daha da geliştirmenin yol ve olanaklarını bulmakladır. Savaşın sınamalarından geçmiş SSCB halklarının sağlamlaşmış ve çelikleşmiş dostluğu, barış dönemindeki kültürün ve ulusal ekonominin atılımı ve gelişimi için güçlü bir dayanaktır.
Stalin Yoldaş, ”Komünist Parti önderliğindeki Sovyet halkı, yeni beş yıllık planı yalnızca yerine getirmek için değil, aşmak için de hiçbir güç ve çabayı esirgemeyecektir,” demişti. Şimdi herkes, önderimizin bu yüreklendirici sözlerinin başarıyla yaşama geçirildiğini görmektedir.
Ulusal ekonomimizin yeniden kuruluşunun ilk sonuçları alınmıştır. Düşmanın yaraladığı ülkemiz yeniden canlanmakta, yıkıntıların arasından binlerce fabrika, maden ocağı, kolektif çiftlik, devlet çiftliği, okul, yüksek okul, bilimsel araştırma enstitüsü yükselmektedir. Savaş öncesi beş yıllık planlar doğrultusunda kurulmuş, şimdi ise, küllerle molozların içinden yeniden yaşama dönmekte olan fabrikaların onarılıp faaliyete geçiş haberleri ülkemizde büyük bir doyum duygusuyla karşılanıyor. Stalingrad’lı ve Harkovlu traktör fabrikaları, Rostov’daki tarım makineleri fabrikası, Aşağı Svir’deki hidroelektrik santrali, Baktık Denizi-Beyaz Deniz kanalı ve daha birçok dev girişim yeniden faaliyete geçmiş bulunuyor. Yeniden inşa edilen Dinyeper Enerji Santralı kısa sürede faaliyete başlayacak. Almanlar tarafından tamamen yıkıma uğratılmış Donetz Havzası, kömür üretimini savaş öncesi düzeye çıkarma yolunda güvenle ilerlemektedir. Faşist düşmanlarca ne büyük bir titizlikle yıkıma uğratıldıklarını ve şanlı adlarının yeniden, Sovyetler Birliğinin faaliyette olan ve adları emek kahramanlıklarıyla öne çıkan fabrika ve işletmelerinin arasında yer almaları için Sovyet halkının vermek zorunda kaldığı olağanüstü çabayı bildiğinden, halkımız, bu işletmelerin yeniden doğuşunu, ölüleri dirilmişçesine büyük bir sevinçle selamlamaktadır.
Bu süreçte bir dizi yeni fabrika da kurulmaktadır. Kurulmakta olan yeni makine ve demir-çelik fabrikalarının bir kısmı üretime geçmiş bulunuyor. Maden işletmeleri, enerji santralleri, demiryolu hatları, tekstil, kimya ve daha birçok sanayi dalında ki fabrikalar üretime başladı. Ulusal ekonominin onarımı ve geliştirilmesi, yeni teknik donanımlar eşliğinde yürütülüyor. Sanayi tüketim mallarının toplam üretimi 1946 yılının ilk dokuz ayında, bir önceki yıla oranla yüzde 19’luk bir artış gösterdi. Demiryollarında, yüklenen günlük ortalama vagon sayısı aynı süre içinde yüzde 12 arttı.
Alman işgaline uğramış bölgelerde tahrip edilmiş köyler, kentler ve kültürel yapıların yeniden inşa çalışmaları geniş kapsamda ele alındı. Ne var ki, yıkımın büyüklüğü ve yeniden inşa çalışmasının kapsamı göz önünde bulundurulduğunda, buralarda atılmış ilk adımlardan söz edebiliyoruz henüz. Stalin yoldaş, .Alman işgalcilerinin harabeye çevirdiği bölgeleri yeniden ayağa kaldırmak için altı-yedi yıl, hatta daha çok zaman gerekeceğine işaret etmektedir.
Ardımızda bıraktığımız yıl, ülkemizin hızlı bir ilerleme için büyük olanaklara sahip olduğunu göstermiştir. Buna karşın, beş yıllık planı uygularken, üstesinden gelmemiz gereken birçok güçlükle karşılaşacağız. Tek başına ulusal ekonominin savaş üretiminden barışçı gelişmeye dönüştürülmesi bile, beraberinde önemli ekonomik, örgütsel ve teknik güçlükler getirmektedir. Bunun yanı sıra devletimizin, salt hali hazırdaki üretim temelinden yararlanmakla yetinemeyeceğini, ayrıca sanayinin üretim temelini olduğu gibi, ulusal ekonominin öteki dallarını da yeniden faaliyete geçirme ve geliştirmeyi de amaçladığını göz önünde bulundurduğumuzda, bu görevin yerine getirilmesinin ne kadar çok malzeme ve para gerektirdiği daha açık bir biçimde ortaya çıkacaktır.
Yeni beş yıllık plan çerçevesinde, yalnızca ulusal ekonomiye yapılacak merkezi sermaye yatırımlarının iki yüz elli milyar Rubleyi aşması öngörülüyor. Bu masrafın karşılanmasını güvence altına almak için ekonomik yönetimin sosyalist yöntemlerim, tutumluluk ve verimlilik sistemine dayanan rejimi güçlendirmemiz ve geliştirmemiz, kötü ekonomik yönetimi, aşırı şişmiş personel istihdamını ve yüksek üretim masraflarını kararlılıkla ortadan kaldırmamız ve ulusal ekonomimizin onarımı ve geliştirilmesi için gerekli olan bütün yardımcı kuvvetlerimizi ve bütün yedek kaynaklarımızı seferber etmemiz gerekmektedir.
Bazı iktisatçılarımız, Lenin ve Stalin’in birçok kez sözünü ettikleri tutumluluk rejiminin, kısa süreli bir kampanya olmadığı, tersine, ekonomi yönetiminin sosyalizme özgü yöntemlerinden biri olduğunu bugüne kadar kavramış değiller. Sovyet halkı bu direktifi daima belleğinde canlı tutmalı ve çalışmasını titizlikle bu doğrultuda yürütmelidir.
Barış dönemine geçiş süreci, karne sisteminin kaldırılmasını ve normal ticarete dönüşü de hedeflemektedir. Büyük bir savaş yürütüldüğünde, onu tek yönlü bir savaş karakterine büründürmek üzere ulusal ekonomiyi altüst etmek zorunda kalındığında, cephedeki orduya düzenli iaşe akışını sağlamak için cephe gerisindeki tüketimin kısıtlanmasını ve fiyat farklılıklarını kabullenmek durumunda kalındığında, karne sistemi belası kaçınılmaz olur. Savaş bitip seferberlik kaldırıldığında, karne sisteminin gerekliliği ortadan kalkar. Bu kez de fiyat farklılıkları belası baş gösterir. Normal bir ticarete, üretimin ve tüketimin her açıdan daha yüksek bir gelişimine ulaşmak için bu belayı ortadan kaldırmak zorunludur. Bir dizi bölgede yaşanan kuraklık ve devletin besin maddesi stoklarındaki erime, karne sisteminin kaldırılmasının 1946’dan 1947’ye ertelenmesini zorunlu kıldı. Yüksek ticari fiyatları aşağı çekmek ve karneye bağlanmış besin maddelerinin aşırı düşük fiyatlarını artırmak, karne sisteminin kaldırılması ve 1947’de tek fiyat uygulamasının ön koşullarını yaratmak için, bir dizi kaçınılmaz geçiş önlemi almak yine bir zorunluluk oldu.
Sovyet hükümeti, karneye bağlanmış gıda maddeleri fiyatlarının zamlanmasının getirdiği güçlükleri göz önünde bulundurdu ve bu nokrada, işçi, devlet çalışanı ve köylülerden büyük fedakârlıklar talep etmek zorunda olduğunu gördü. Çünkü bu tür fedakârlıkla! olmaksızın, savaşın ağır mirasını bertaraf ermek ve temelinden sarsılmış ulusal ekonomiyi onarmak olanaksız olacaktı. Sovyet hükümeti, düşük ya da ortalama bir ücret alan işçi ve emekçilerin kayıplarını gidermek için bir dizi önlem aldı.
Ticaretin geliştirilmesi ve tüketim malları üretiminin arttırılması sorunu, şimdi Sovyet devletinin özel bir önemle eğildiği görevlerinden biridir. Karne sisteminin kaldırılmasına bağlı olarak uygulamaya konuları ortak devlet fiyatlarının tutarlı bir biçimde düşürülmesinin ön koşulunu yaratmak istiyorsak, devlet, kooperatif ve yerel sanayilerin tüketim malları üretimini önemli oranda arttırması bu noktada belirleyici olacaktır. Ticaretin gelişmesi için, kentlerde ve işçi semtlerindeki devlet ticaretinin, yanı sıra kooperatiflerce yürütülen ticareti de geliştirmek yoluyla her türlü yardımcı kaynaktan yararlanmak bundan sonra da bir zorunluluktur. Ticareti ne kadar kapsamlı geliştirirsek, emekçilerin refah düzeyi de o kadar çabuk düzelir, yaşamsal ihtiyaçları karşılanır, reel ücretlerin düzeyi yükselir ve ruble istikrar kazanır. Bu acil görevleri yerine getirmek için, Sovyet ve para organlarımızın, ticari örgütlenmenin ve tüketim maddeleri üretiminin iyileştirilmesine verdikleri önem kesin bir biçimde artmak durumundadır. “Ülkenin ekonomik yaşamının serpilip gelişmesinin ve sanayiyle tarımın, üretimlerini daha da arttırmak doğrultusunda bir teşvik görmelerinin,” diyor Stalin yoldaş, “bir başka önkoşulu daha vardır. Bu da, kent ve kır arasında, ilçeler ve bölgeler arasında, ulusal ekonominin çeşitli dalları arasında gelişmiş bir ticarettir.”
Sanayi işletmeleriyle inşaat projelerimize daha güçlü bir işgücü donanımının sağlanması sorunu yakıcı hale gelmiştir. Para ve malzeme stokları gibi üretim etmenlerine sahip olunabilir, ancak işgücü yetersizse para ve malzeme stoklarından gereken verimlilikte yararlanılamaz ve üretim planı havada kalır. Sovyet devleti, kapitalist devletlerdeki gibi köylü ekonomisinin yıkımı ve kent küçük burjuvazisinin iflas ettirilmesine dayanan işgücü takviye kaynaklarına sahip değildir. Sosyalist sisteme sahip bizim devletimizde işgücünü takviye eden bu tür kaynaklar ortadan kaldırılmıştır. Oysa ulusal ekonominin onarılması ve geliştirilmesi planının uygulanmasının en belirleyici önkoşulu, sanayi, ulaştırma ve inşaat alanlarına işgücü sağlanmasıdır. Bu, devletin büyüyen ulusal ekonomideki işgücü açığını kapatmak üzere yeni yollar aramak durumunda olduğu anlamına gelmektedir.
Henüz savaşa girmemişken Sovyet devleti, bu sorunu, devletin ihtiyaç duyduğu yere gönderdiği, resmi yedek işgüçleri aracılığıyla çözmek yoluna girmişti. Ve savaştan sonra bu sorun, ne kadar da yakıcı hale gelmiştir! Alman saldırıları, Almanlarla çarpışmalar sırasında, Alman işgali ve Sovyet insanlarının zorunlu işçilik yapmak üzere Almanya’ya götürülmesi sonucu Sovyetler Birliği’nin yaklaşık yedi milyon insanını geri getirilemez bir biçimde kaybettiği biliniyor. Bu devasa kayıp, Sovyet toplumundaki emekçilerin en aktif bölümünü hedef almıştır. Bu kaybın yeniden inşa çalışmalarımıza olumsuz bir etki yaptığı açıktır.
Bu sorun, mesleki ve teknik okullarda eğitilmiş işgücü kaynaklarının artırılması, Urallar’da, Sibirya’da ve Uzak Doğu’da, maddi durumlarıma iyileştirilmesi ve barınma sorunlarının çözülmesi temelinde -ki bilindiği gibi bakanlar kurulunun aldığı karar da bunları öngörmektedir- sabit işgücü kontenjanlarının yaratılması, ayrıca işgücü kaynaklarının üretimin gereksinimi doğrultusunda sanayi içerisinde yeniden dağıtımı, yoğun bir emek-gücü gerektiren üretim süreçlerinin hızlı bir dönüşümle mekanikleştirilmesi ve de verimliliğin artırılması yoluyla çözülebilir ve çözülmek zorundadır.
Tarımın görevleri
Tarımın yeniden kurulması ve geliştirilmesi alanında da çözülmesi gereken birçok sorunla karşı karşıyayız. Savaş tarımsal üretim temelini fazlasıyla sarsmış bulunuyor. Büyükbaş hayvanlarla ve çeşitli işlerde çalıştırılan atların sayısında büyük bir düşme yaşandı. Makine ve traktör envanteri düştü. Kolektif çiftliklerde işgücü azaldı. Savaşın neden olduğu güçlüklere, ülkedeki bir dizi bölgede yaşanan kuraklıklara bağlı olarak ortaya çıkan olumsuzluklar eklendi.
Hasadın coğrafi dağılımındaki değişim ve dengesizliği karşısında bu yılki tahıl tedarik planının yerine getirilmesi son derece büyük bir önem taşımaktadır. Altaylar’daki köylü kolektiflerinin inisiyatifiyle birçok bölgedeki köylüler geçtiğimiz haftalarda, tahıl tedarik olanını belirlenen tarihten önce yerine getirme ve aşma yükümlülüğü altına girmişlerdir. Bu olgu ancak Sovyet köylüsünün derin yurtseverliğinin yeni bir ifadesi olarak yorumlanabilir. Parti ve Sovyet organları örgütsel, ideolojik, politik çalışmalarıyla köylülerin devlete karşı yükümlülüklerini yerine getirmelerine yardımcı olmalıdırlar.
Şimdi, tarımda önemli bir atılım söz konusu olduğu için sanayimiz köylere geniş bir destek başlatmak, onları traktörler, biçerdöverler ve diğer tarımsal makine ve yedek parçalarıyla donatmak durumundadır. Ancak sorun bununla bitmiyor. Ayrıca, kolektif çiftliklerin yönetim sorunlarının ciddi şekilde ele alınması ve iyileştirmelere gidilmesi zorunludur. Sen yıllarda bir dizi bölgede, tarımsal üretim kooperatiflerinin statüleri ciddi bir biçimde ihlal edildi ve bu, kolektif çiftlik sisteminin temellerini sarsmıştır. Kolektif çiftliklere ait kamu arazilerine el konulması ve kolektif çittik mülkiyetlerinin zimmete geçirilmesi olaylarının yaygınlık kazandığı saptandı. Kolektif çiftliklerin ortak mülklerini yıkımdan korumak ve kolektif çiftlikler sisteminin temeli olan tarımsal üretim kooperatiflerinin daha güçlendirilmesini sağlayacak önlemler almak durumunda kalındı.
Bu bağlamda SSCB Bakanlar Kurulu ile Sovyetler Birliği Komünist Partisi Merkez Komitesi’nin, kolektif çiftliklerdeki tarımsal üretim kooperatiflerinin statüsünü ihlallerin ortadan kaldırılmasına yönelik önlemler konusunda, Stalin yoldaşın inisiyatifiyle aldığı kararın ne büyük bir öneme sahip olduğu açıktır. Hükümet bünyesinde kolektif çiftlikler sorunlarıyla ilgilenecek bir kurul oluşturuldu. Bu kurulda, tarımsal kooperatiflerin statülerinde bir düzeltine yaratmak, toplumsal kolektif çiftliklerin sistematik bir biçimde yayılmasını, tarımsal üretim kooperatifleri statüsünün korunmasının sıkı bir denetimini sağlamak ve yönetmeliği ihlal etme girişimlerine karşı kolektif mülkleri koruma altına almak doğrultusunda alınacak önlemleri hazırlamak üzere kolektif çiftlik sisteminde doğrudan yer alan işçilerden oluşan büyük bir grup yer almaktadır.
Alınan bu kararların kolektif çiftlik düzeni davası için taşıdığı olağanüstü önemin ayrıca ortaya konulmasına gerek yoktur herhalde. Kolektif çiftlik düzeni sorunlarında Bolşevik çizginin bu tahrifatına ve bu tahrifatın sorumlularına etkili bir darbe vurulmuştur. Toplumsal ilkelerin zayıflatılmasına yol açan ve kolektif çiftliklerde açgözlü, spekülatif unsurların gelişmesine meydan veren kolektif çiftlik yaşamındaki ciddi eksiklikler, kesin bir açıklıkla ortaya konulmuştur. Bakanlar Kurulunun ve Sovyetler Birliği Komünist Partisi Merkez Komitesi’nin kararı, kolektif çiftliklerde düzeni sağlamak için ve ortak yaşamın sarsılan birçok dayanaklarını yeniden kurmak için tüm dürüst kolektif çiftçilerin eline güçlü bir silah vermiştir. Bu karar, kolektif çiftliklerde büyük bir hoşnutlukla karşılanmıştır. Tek tek nahiyelerde temsilcileri bulunan Kolektif Çiftlikler Sorunları Kurulu bünyesinde, kolektif çiftlikler sisteminin çıkarlarını güvence altına alan güçlü ve belirleyici bir örgüt yaratıldı. Stalin Yoldaşın müdahalesi ve yardımıyla kolektif çiftliklerimizin sağlamlaştırılmasının güçlü bir temele oturtulduğuna ve tam bir başarıyla taçlandığına kuşku yoktur. (Alkışlar)
Sovyet kültür çalışması
Yoldaşlar! Büyük inşa görevlerinin ve ulusal ekonomimizin yeniden onarılmasına ve daha da geliştirilmesine ilişkin planların yerine getirilmesi,, yüksek bir ideolojik düzey ve eğitim, kültür çalışmalarının daha geniş bir kapsama ulaştırılmasını gerektirmektedir. Bilinçli bir Sovyet yurttaşı olmak, partinin ve Sovyet devletinin politikalarını kavramak, bu politikaların gerçekleştirilmesine var güçle katılmak anlamına gelir. Sosyalist bilinç, Sovyet toplumunun gelişmesini hızlandırır, gücünün ve iktidarının kaynaklarını zenginleştirir. Bu nedenle, halkın politik ve kültürel düzeyinin sürekli olarak geliştirilmesi, Sovyet sistemi için yaşamsal bir zorunluluktur. Sovyetler Birliğinin anavatan savaşındaki zaferi, birçok açıdan partinin, gençliğimize sürekli olarak cesaret ve kendi gücüne güven aşılayarak emekçi kitlelerin arasında gerçekleştirdiği eğitim çalışmasının bir meyvesiydi.
Savaş yıllarında, o zamanlar egemen olan koşullar nedeniyle, Sovyet halkının ideolojik ve kültürel ihtiyaçlarını yeterince karşılayacak durumda değildik. İdeolojik ve kültürel gereksinim artmıştır. Bütün bunlar, halkın ve devletin eğitim, kültür, sanat alanındaki gereksinimleri doğrultusunda hizmet vermekle karşı karşıya olan Sovyet aydınlarına büyük bir sorumluluk yüklemektedir.
Parti Merkez Komitesi’nin, kısa bir süre önce, edebiyatımız ve sanatımızda, kabul edilemez bir ideoloji yoksunluğu ve apolitik bir yaklaşım saptadığını biliyorsunuz. Bu ideoloji yoksunluğunun niteliğinin bilincindeyiz. Bunlar, kapitalizmin insan bilincinde bıraktığı, aşılması ve yok edilmesi gereken kalıntılardır. Sovyetler Birliği Komünist Partisi Merkez Komitesi’nin ideolojik ve politik çalışmanın sorunlarına ilişkin aldığı son kararlar, her türden ideolojik bozuşmaya karşı Bolşevik uzlaşmazlığın sağlamlaştırılmasına yöneliktir ve sosyalist kültürümüzün tüm araçlarını -basın, propaganda, ajitasyon, bilim, edebiyat ve sanat- yeni ve daha üstün bir düzeye çıkarmayı amaçlamaktadır.
Genç neslimizin politik eğitimi özellikle büyük bir önem taşır. Sovyet sistemi, gençliğin ideolojik yoksulluk, politikayla uyuşmazlık doğrultusunda eğitilmesine tahammül edemez. Gençlik, zararlı etkilerden korunmalı, eğitim ve öğretimleri Bolşevik ideoloji doğrultusunda gerçekleştirilmelidir. Sosyalizmi inşa edecek yürekli, davamızın zaferine inanan, gözü pek, zorluklar karşısında yılgınlığa düşmeyen ve bütün engelleri aşmaya hazır bir ustalar neslini ancak bu yolla yetiştirebiliriz.
Sovyet devleti bilimin gelişmesine özel bir önem vermektedir. Komünist partinin önümüzdeki döneme ilişkin planlarında Stalin yoldaş, bilimin güçlendirilmesinin olağanüstü önemini vurgulamaktadır. Sovyet hükümetinin, bilim adamlarımızın bilimsel çalışmalarını geliştirmeleri için ve Stalin’in önlerine koyduğu, bilimin yurtdışındaki kazanımlarını yalnızca en yakın gelecekte edinmeyi değil ayrıca aşma görevini yerine, getirmeleri için gerekli koşulları yaratmak üzere ne gibi etkili önlemler aldığı bilinmektedir. Bilimsel araştırma enstitüleri ile bilim çalışanları sayısının şimdiden savaş öncesindeki sayıyı önemli oranda aştığını rahatlıkla söyleyebilirim. Bilimsel çalışmalar nicelik ve nitelik bakımından sürekli bir yükseliş göstermektedir. Sovyet bilim adamları bundan sonra da yenilikler yolunda yürüyecek ve bilimsel kazanından üretime de kararlılıkla uygulayacaklardır. Ayrıca sosyal bilimlerdeki gelişmişlik düzeyinin doğa bilimleri ve teknik alanlardan geri kalmaması istenmektedir. Bu açıdan Sovyetler Birliği Komünist Partisi Merkez Komitesi’nce şu günlerde kurulmuş bulunan Sosyal Bilimler Akademisi’nin büyük bir rol oynaması bekleniyor. Bu akademi, sosyal bilimler alanında yeni bir bilim adamları neslinin yetiştirilmesi ve geliştirilmesinden sorumludur.
Sovyet aydın tabakasının, halkımızın eğitilmesini üstlenmek, kültürü korumak, halkımıza yeni bir beğeni kazandırmak ve onun yeni ihtiyaçlarını geliştirmek, ahlaki politik bütünlüğünü sağlamlaştırmakla sorumlu grupların görevleri son derece önemli ve değerlidir. Özelde propagandacılarımızın, yazarlarımızın, sanatçılarımızın, öğretmenlerimizin ve bilim adamlarımızın, genelde de Sovyet aydınlarının tümünün görevlerini layıkıyla yerine getireceklerinden kuşku yoktur. (Şiddetli alkışlar)
Yoldaşlar! Halkımızı büyük görevler beklemektedir. Lenin’in öğretisinin savunucuları olan bizler, bu görevlerin başarıyla yerine getirileceğinden kuşku duymamaktayız. SSCB’deki sosyalist kuruluşun tüm deneyimleri Bolşevik Partisinin ve onun önderi Stalin Yoldaş’ın politikası, bütün halkımızın parti politikasını elbirliğiyle desteklemesi bunun kanıtıdır. Kısa bir süre önce bütün dünya, Sovyet halkının Bolşevik Parti politikalarına verdiği desteğe tanık olma fırsatını elde etti. SSCB Üst Sovyet’i seçimlerini kastediyorum. Bu seçimler, bugüne kadar görülmemiş politik bir coşkuyla gerçekleştirildi ve Sovyet demokrasisinin gücünü, ülkemizdeki halkların parçalanmaz bütünlüğü ve dostluğunu gözler önüne serdi.
Bu, tüm Sovyet halkının, benin ve Stalin’in partisinin politikasını desteklediği anlamını taşıyor. Halkımız, Bolşevik Parti politikasını ülkemizin bundan sonraki ilerlemesinin güvencesi olarak görmektedir. Bu, bütün Sovyet yurttaşlarının şanlı partimizin bayrağı altında birleştiği ve onun önderi J.V. Stalin’e sonsuz güven ve büyük bir sevgi duyduğu anlamına gelmektedir. (Şiddetli alkışlar)
II) SOVYETLER BİRLİĞİ VE KALICI BARIŞ İÇİN MÜCADELE
Yoldaşlar! Özgürlük sevdalısı ülkelerin Alman ve Japon saldırganlar karşısında elde ettikleri zafer, barışçı gelişmenin yolunu açmış ve ulusları, savaştan sonraki barışçı inşanın sorunlarını çözmeyi başlayabilecekleri bir ortam hazırlamıştır. Dünyadaki tüm özgürlük tutkunu halkların beklentisi nedir? Halklar, İkinci Dünya Savaşı’nın kendilerinde açtığı yaraları sağaltabilecekleri ve büyük küçük her ulusa bağımsız gelişme olanağı ve her insana varlığını sürdürebilme güvencesi sağlayan sağlam, kalıcı, demokratik bir barış özlemi duymaktadırlar. Hitler Almanya’sına karşı özgürlüklerini, bağımsızlıklarını, barış içinde, yaşam haklarını kanlarıyla savunan “‘sıradan insanların” tutkuyla diledikleri şey budur.
Sovyetler Birliği, savaş yıllarında faşizme karşı kurtuluş mücadelesinin öncülüğünü yürüttüğü gibi, barış için mücadelede de demokratik halkların öncülüğünü yürütmektedir. Sovyetler Birliği’nin uluslararası meselelerdeki politikası açık ve kesindir. Bu politika, halklar arasında sürekli, demokratik bir barış sağlama mücadelesidir ve barışsever ulusların dostça işbirliğinin sağlamlaştırılması politikasıdır.
Geride bıraktığımız yıl, faşizme karşı zafer kazanıldıktan sonra barışsever halkların, savaş sonrası inşa sorunlarını çözmeye başladıkları bir yıldı. Savaştan barışa geçişin kolay bir iş olmadığı ve demokratik bir barışın yaratılması mücadelesinin bir dizi engelle karşılaştığı görüldü.
Demokratik bir barışın yaratılmasına engel olan güçlüklerin kaynağı nedir? Çeşitli devletlerin savaş sonrası inşaya ilişkin birbirinden farklı görüşler taşımasının nedeni nedir?
Faşist bloğa karşı mücadele eden halklar için, İkinci Dünya Savaşı, anti-faşist bir kurtuluş mücadelesi karakteri taşıyordu. Haklı bir anti-faşist savaşın, haklı bir demokratik barışla taçlanması kuşkusuz beklenen bir şeydi. Bütün ülkelerin halklarının yakıcı istemleri ve çabaları bu doğrultudadır. Sürekli, sağlam bir barışın güvence altına alınması, ne saldırganın cezasız kalabildiği ne de kurbanların göz ardı edilebildiği bir barışın sağlanması demektir. Faşizmin kalıntılarının yok edilmesini ve eski düşman ülkelerde demokratik ilkelerin sağlamlaştırılmasını amaçlayan, bu devletlerin bağımsızlığına saygı gösteren ve ekonomik bakımdan köleleştirilmelerine izin vermeyen bir barışın güvence altına alınması demektir. Böyle bir barış, müttefiklerin kurtarma amaçlarına denk düştüğü gibi, faşizm boyunduruğunu üstlerinden atmış, demokratik gelişme yoluna girmiş tüm halkların çıkarlarına da denk düşer.
Sovyetler Birliği’nin böyle bir barışın kurulması için hiçbir çabadan kaçınmadığı çok iyi bilinmektedir. Dış politikacılarımızın Dışişleri Bakanlığı’ndaki uzun erimli, çok yönlü çalışmalarının ve kısa sure önce sonuçlandırılan Paris Barış Konferansı’ndaki uğraşlarının amacı buydu. Genel bir barışa ilişkin bu açık ve somut programın, çok büyük engeller ve anlaşmazlıklarla karşılaşmaksızın uygulanabileceği varsayılıyordu; ne var ki olaylar bu yönde gelişmedi. Tersine, bu barış programı, başlarında İngiltere ile ABD’nin bulunduğu bir dizi ülkedeki gerici unsurların örgütlü direnişiyle karşılaştı. Bunlar (her ne pahasına olursa olsun Anglo-Amerikan politikanın kulvarlarında yüzmeye hazır olduklarını ilan eden belli bazı küçük devletlerden yararlanarak) bütün mantıklarını bir kenara iterek, galip devletlerle Hitler Almanya’sının müttefikleri arasındaki barış sözleşmelerinin hazırlığı için yürütülen ortak çalışmaları bozmaya, engellemeye çalıştılar.
Paris Konferansında barış antlaşmaları taslakları üzerine yürütülen tartışmalarda bu ve bunlara benzer anti-demokratik eğilimler, Triest’in statüsünün belirlenmesi ve Tuna nehrinin uluslararasılaştırılması sorununun görüşüldüğü tartışmalarda özellikle açık bir biçimde ortaya çıktı. Barış sözleşmelerinin hazırlığına bağlı olarak öne sürülen bir dizi ekonomik talep, hiçbir biçimde adalet ilkelerine uymamaktadır. Barış konferansında böylece son derece haksız bir ilke baştacı edildi. Bu, gerçekten de ekonomik olarak güçlü ülkelerin, savaş sırasında büyük zararlar görmüş ve yaralarının sarılmasını uzun bir sürece yaymak zorunda olan küçük ülkeleri köleleştirme isteğini yansıtan “eşit olanaklar” ilkesidir. Paris Konferansı sürecinde, faşizmin artıklarının yok edilmesi ve savaşa katılmış ülkelerin demokratik düzenlerinin istikrarının sağlanması gibi, demokratik barışın olmazsa olmaz ilkelerinden birine önemli bir direniş gösterildi.
Bu koşullar altında, Almanya’nın eski müttefikleri ile yapılan barış sözleşmelerinde yer alan birçok soruna ilişkin tatmin edici kararlar alınamadı. Güçlerin eşit haklara sahip olması ilkesi konferansta, İngiltere ve ABD temsilcileriyle bunlara bağlı ülkelerin temsilcilerinin kendi isteklerini, savaş sonrası sorunların karara bağlanması sırasında kendi bağımsızlık hakları için mücadele eden ülkelere dikte ettirmeye çalışmasıyla ihlal edildi.
Konferans, savaş sonrası politikaya ilişkin iki farklı akımın varlığını ortaya çıkardı. Bu iki âlem, uluslararası işbirliğinin bugün hangi yönde geliştirilmesi gerektiği sorununda özellikle belirgin bir biçimde ortaya çıktı. Yalnızca Sovyetler Birliği’nin izlediği politik çizgi, barışın sağlamlaştırılması ve saldırganlığın önlenmesi için gerekli her şeye sahip olan Birleşmiş Milletler’in yetkili bir uluslararası örgüt olma ilkesinin tam anlamıyla gerçekleştirilmesinden oluşmaktadır. Bu ilkeye temel oluşturan düşünce, bu uluslararası örgütün, Milletler Cemiyeti’nin talihsiz bir kopyası olmaması, tersine barışı ayakta tutabilecek ve yeni bir saldırganlığı önleyebilecek yeteri güce ve etkili bir prestije sahip olmasıdır.
Birlik Ruhuyla
Stalin Yoldaş, böyle bir uluslararası örgütün alacağı önlemlerin ancak, Hitler Almanya’sına karşı yürütülen savaşın ana yükünü omuzlarında taşımış büyük güçlerin gelecekte de birlik ve uzlaşma ruhuyla hareket ettikleri takdirde yeterince etkili olacağına dikkat çekmişti. Sovyetler Birliği’nin, bu ilkelere sadık kalınmasını güvence altına almak yolunda verdiği çabaları burada yeniden hatırlatmaya gerek yoktur. Sovyetler Birliği, sağlam, sürekli ve adil bir demokratik barış davasını, uluslararası işbirliğinin sağlamlaştırılması davasını gün gün, adım adım savundu. O tarihlerde bütün dünya Sovyetler Birliği’nin uluslararası işbirliğine verdiği önemi ve Sovyetler Birliği’nin dış politika alanında attığı her adımın ne ölçüde bu bedele yönelik olduğunu, Stalin Yoldaş’ın, United Press Haber Ajansı müdürü Bay Hugh Baillie’nin sorularına verdiği yanıtlara dayanarak görme olanağını buldu. Uluslararası politika çizgilerinden biri budur.
Diğer çizgi, daha dün yaptıkları açıklamayı geri almaya, Birleşmiş Milletler Örgütü’nün temelini sarsmaya, yayılmacı ve saldırgan güçler için yol açmaya eğilimli olan gerici güçlerin ve çevrelerin çizgisidir. Bu çizgiyi geliştirenler, şimdi Güvenlik Konseyi’nde görüşülecek sorunların kararlaştırılmasında büyük güçlerin oy birliği ilkesine şiddetle saldırmaktadırlar. Bu ilkeye karşı acımasız bir kampanya açılmış bulunuyor. Bu kampanyanın amacının uluslararası işbirliğini ve Birleşmiş Milletler Örgütü’nün temellerini sarsmaktan ibaret olduğu tamamen açıktır. Uluslararası işbirliğinin normal ilkelerinin, dünya egemenliğini ele geçirmek üzere yayılmacılık ve saldırganlık için elinin kolunun serbest kalmasını isteyen söz konusu emperyalist çevrelerin planlarına uymadığı biliniyor. Ancak ülkemiz halkları kanlarını, dünya hegemonyacılığının yeni adaylarına yol açmak uğruna oluk oluk akıtmadı. Birleşmiş Milletler örgütünün en önemli görevi, dünyayı egemenliğine alma iştahı ve isteğinin karşısında durmaktır.
Kalıcı bir barışın gizli ve açık düşmanları, uluslararası işbirliğini boşa çıkarmayı amaçlayan bu saldırılarını, kindar bir Sovyet karşıtı kampanya eşliğinde yürütmektedirler. Askeri politik gizli ajanlar ve yardımcılarının yoğun olarak sürdürdükleri dizginsiz Sovyet karşıtı “Atom”‘ propagandası, yeni bir savaş tehdidi ve şantajı, yalnızca Churchill ve yandaşları gibi, yeni bir savaşı kışkırtanların yararınadır. Bu Sovyet karşıtı kampanya, savaşın kendileri için kar sağlayan bir girişim anlamı taşıyan, kalıcı demokratik bir barış istemeyen ve dolayısıyla demokratik barışın gerçek öncüsü olan Sovyetler Birliği’ne karşı bir karalama kampanyası açabilmek için öfkelenen en genci emperyalist çevrelerce yönetilmektedir.
Yeni bir savaş propagandasına temel oluşturan hareket noktası da, halkların demokratik çabalarından ürken gerici çevrelerin korkusudur. Demokratik hareketin öncüsü olarak Sovyetler Birliği, bu kampanyanın ana hedefini oluşturmaktadır. Sovyetler Birliği, saldırganlığa ve yayılmacı politikaya karşı, demokrasi için mücadelenin en tutarlı savaşçısı olduğundan, bu doğaldır.
SSCB’ye karşı karalama kampanyasının son dönemlerde özellikle büyük bir kapsama ulaştığını saptamaktan kaçınmak mümkün değil. Bu kampanya, geniş ölçekte yürütülmekte ve demokratik ülkeler halklarının Sovyetler Birliği’ne karşı duydukları güveni, onun artan prestijini sarsmak üzere planlanmıştır. Kuşkusuz, Sovyetler Birliği’ne, rejimine ve yurttaşlarına karşı bir nefretin ısrarla yayılmaya çalışılmasının yeni bir şey olmadığı ve bu türden kışkırtmaların kışkırtıcılar açısından birden çok defalar hüsranla sonuçlandığını anımsamaktan da kaçınılamaz. ABD ve İngiltere gibi ülkelerdeki birçok gazete ve derginin, Sovyetler Birliği’nden gelen her şeyin düşmanlık, kuşku ve tereddütle karşılanmasını ve SSCB’deki yaşam ve koşullar hakkında olabildiğince az gerçeğin sızmasını sağlamaya çalıştıkları bilinmektedir. ABD ve İngiltere’deki birçok gazete sütununu kaplayan Rusya hakkındaki “bilgilerin”, yalan konusunda kapsamlı deneyimlere sahip birçok burjuva politikacısına bile bıkkınlık vermeye başladığı da bilinen bir gerçektir. Rusya hakkında bir şeyler yazmak için şimdilerde, biraz yalan, biraz bilgisizlik biraz da pervasızlık yeterli oluyor.
Olaylar öyle bir hal almıştır ki SSCB hakkındaki doğru bir bilginin yayınlanması istisnai ve sıra dışı olmuştur. Gerçekleri çarpıtmak zorlaştığında ise durum gerçeklerin daha da aleyhine dönmektedir: Gerçekler basitçe suskunlukla geçiştirilmektedir.
Kısa bir süre önce Amerikan gazeteleri bir habere yer verdiler. Habere göre, ABD kamuoyu araştırmaları enstitüsünün yönelttiği, Sovyetler Birliği’nde partisiz insanların seçim hakkına sahip olup olmadığına ilişkin soruyu az sayıdaki denek doğru yanıtlamış. Soruya muhatap olan çoğunluk, ya partisizlerin böyle bir hakka sahip olmadığı ya da bu konuda bir yorum yapamayacağı cevabını vermekteydi. SSCB’de herhangi bir dine bağlı olmanın yasak olup olmadığı sorusuna ise çoğunluğun verdiği yanıt, buna izin verilmediği ya da bu soruya yanıt bulamadığı biçimindeydi. Böylece ortalama bir Amerikalı, SSCB hakkında ya hiç bilgi alamamakta ya da bilgiyi çarpıtılmış, karalanmış biçimiyle almaktadır.
Son zamanlarda, genelde Sovyet insanlarının karakteri, özelde de Rusların ulusal kişilikleri üzerine birçok “araştırma” yayınlandı ve bu türden makalelerin yazarları, Sovyet halkını en olumsuz bir tarzda gösterebilmek için hiçbir çabadan kaçınmadılar. Rusların ne kadar çabuk değiştiklerine ilişkin yazılar yazılıp şaşkınlığa düşülüyor. Kanımız savaş meydanlarında oluk oluk akarken cesaretimiz, mertliğimiz, üstün moralimiz, sınırsız yurtseverliğimiz karşısında hayran olurlardı; şimdi ise, öteki uluslarla işbirliği yapmak istediğimizde, uluslararası meselelere katılım konusunda eşit haklarımıza sahip çıktığımızda ise, tahammülsüz ve kuşkucu bir karaktere sahip olduğumuzu söyleyerek bir karalama ve çarpıtma dalgasıyla üstümüze çullanıyorlar, aşağılamaya ve saldırmaya başlıyorlar. Bize karşı takınılan bu tavır, kendilerini “dünyanın en değerli varlıkları”, uygarlığın “‘yaratıcısı” sayan bu insanların varabildikleri arsızlığın ve kültürsüzlüğün derecesi karşısında, elden, şaşırmaktan başka bir şey gelmiyor. Halklar arasına yeniden nifak ve düşmanlık tohumu ekme yoluna gidenler, bugüne kadar halklara nice acı ve mutsuzluklar getirmiş, ilericilik ve özgürlük güçlerine, gericiliğin, kötülüğün ve şiddetin güçleri karşısında zafer kazandıran şu son savaştan hiçbir ders çıkarmadılar. Bay Wallace birkaç gün önce yaptığı konuşmalardan birinde, “Pravda” da yayınlanan her satır ABD eleştirisine karşılık Amerikan basınında en az bin satır Sovyet karşıtı eleştiriler yayınlanacağını söyledi. Bay Wallace’in bu açıklamasının gerçek duruma uymadığını söylemeye olanak yok doğrusu.
Sürekli barışın düşmanlarınca öyle çok belirsizliğin ve huzursuzluğun taşınmakta olduğu böylesine karmaşık uluslararası bir durum söz konusu olduğu bir sırada, dünyaya Stalin Yoldaşın, barış ve güvenliğe özlem duyan ve Stalin’in her sözünün değerini bilen bütün insanların yüreğini cesaret ve umutla dolduran sakin, güvenli ve bilge sesi, büyük bir yankı bularak yayıldı. (Şiddetli alkışlar) Stalin Yoldaş, yeni bir savaş tehlikesi söylentisini yayanlara, bu kampanyanın şantajcı ve spekülatif özünü açığa çıkararak ve “yeni bir savaş” çıkma tehlikesinin var olmadığını ortaya koyarak gereken yanıtı verdi. Stalin Yoldaş, Sovyetler Birliği’nin “yeni bir savaş” tehlikesi şantajı ya da spekülasyonu aracılığıyla sindirilemeyeceğini böylece göstermiş oldu.
Sovyet anavatanın yeni başarıları üzerine
Büyük devrimimizin 29. yıldönümünü kutlamak üzere bir araya toplandığımız şu anda, New York’ta düzenlenen Birleşmiş Milletler’in genel toplantısında Sovyet devletini temsil eden yoldaşlarımız, uluslararası işbirliği ilkesini ve barış davasını yalpalamaksızın savunmaktadırlar. Sovyetler Birliği’nin barışın güvence altına alınması yolunda Sovyet delegasyonu adına Molotov Yoldaş’ın savaş amaçlı atom enerjisi üretiminin ve kullanımının yasaklanması, silahlanmaya genel bir sınırlama getirilmesi doğrultusundaki önerisi, Sovyetler Birliği’nin barışın güvence altına alınması yolunda bulunduğu yeni dünyadaki ilerici insanların sempatisini ve desteğini sağlayan olağanüstü bir öneridir.
Sovyetler Birliği, dünyanın karşısına hep yeniden gerçek ve sürekli bir demokratik barışın ve gerçek uluslararası işbirliğinin öncüsü olarak çıkmaktadır. Kalıcı, genel bir barışın kurulmasına ve güvence altına alınmasına direniş gösteren güçler her kim olursa olsun, bu mücadelenin başarıyla sonuçlanacağından en ufak kuşkumuz yoktur. Barış için çalışan güçlerin her gün çoğalması ve bunların sağlam bir temele dayanması gerçeği bu güvenimizi güçlendiriyor. Bu güçler, giderek daha iyi örgütlenip güçleneceklerdir.
Sovyetler Birliği, sürekli demokratik bir barış ve ulusların kolektif güvenliği mücadelesinde yalnız değildir. Sovyetler Birliğimin barışsever politikası, yurtdışındaki milyonlarca insanın desteğiyle karşılanmaktadır. “Dünya halkları” diye vurguluyor Stalin yoldaş, “savaş sefaletinin bir kez daha tekrarlanmasını istemiyorlar. Barışın ve güvenliğin sağlamlaştırılması uğruna ısrarla mücadele ediyorlar.”
Eşi benzeri görülmemiş savaşın neden olduğu kayıplar ve yıkımlar, Hitler Almanyası ve emperyalist Japonya karşısında kazanılan zafer, dünyada yeni bir politik durum yarattı, halk kitlelerini sarstı, politik katılımlarını canlandırdı ve bütün ülkelerde demokrasinin gelişmesinde büyük bir itilim kazandırdı. Gericiliğin güçleri, eski konumlarını geri kazanmaya ve halkların demokratik gelişimini engellemeye çalışmalarına karşın zayıflamış, demokrasi güçleri ise artmış, çoğalmıştır. Yugoslavya, Çekoslovakya ve Polonya gibi kardeş Slav ülkelerdeki demokrasinin elde ettiği parlak zaferleri anmak yeterlidir. Hitler’ci faşist boyunduruğa karşı büyük, kutsal mücadele sırasında temelleri atılan, halkların kanlarını akıtarak kazandığı yeni, gerçek bir demokrasi serpilip gelişmektedir. Bu ülkelerin halkları, ülkelerinin kaderlerini kendi ellerine alarak demokratik bir sistem kurdular ve gericiliğin güçlerine, yeni bir savaşın kışkırtıcılarına karşı aktif bir mücadele yürütüyorlar.
Demokrasi, daha dün Almanya’nın müttefikleri olan ülkelerde de -İtalya, Bulgaristan, Romanya, Macaristan ve Finlandiya- bugüne kadar görülmedik bir gelişme gösteriyor ve halk kitleleri güçlü bir etkinlik gösteriyor. Kısa bir süre önce, savaş sonrası Avrupa’sında demokratik güçlerin sağlamlaşmakta olduğuna işaret eden Bulgaristan’daki anavatan cephesinin önemli bir zaferine tanık olduk. Yanı sıra, İngiltere’de muhafazakârlar seçimi kaybederken İşçi Partisi’nin zafer kazanmasının, aynı şekilde Fransa’da gericiliğin sol blok karşısında yenilgiye uğramasının, bu ülkelerde önemli bir sol dalga yaşandığı anlamına geldiğini unutmamak gerekir. Sömürge ve bağımlı ülkelerdeki halkların da, uluslarının bağımsız gelişimleri uğruna mücadele eden özgürlük ve gelişkin bir demokrasi arzusuna kapıldıkları bilinmektedir. Milyonlarca emekçi, bütün ülkelerde barış davasını savunmak üzere örgütlenmektedirler. İşçilerin uluslararası işbirliği yolunda aktif bir politika yürüten dünya sendikalar birliğinin önemini, sonra Uluslararası Demokrat Kadınlar Birliği ve Demokrat Dünya Gençlik Birliği’nin çalışmalarını kastediyorum. Demokrat ülkeler arasındaki kültürel ilişkiler gelişip sağlamlaşıyor. Demokrasi güçleri büyüyor ve bunlar, barış davasının başarısına bir kanıttır. (Şiddetli alkışlat)
Yoldaşlar! Savaştan sonra geride bıraktığımız ilk yıl, beklendiği gibi son derece zorlu bir yıl oldu. Sovyet devleti, dört yılı aşkın süren acımasız savaşın ağır sonuçlarının üstesinden gelmek zorunda kaldı. Sovyet, halkının çabalarının ilk meyvelerini verdiği rahatlıkla söylenebilir. Barışçı inşa süreci başarılı bir gelişme göstermektedir. Şimdi, ülkemizin sağlam ve güvenli adımlarla hızlı bir yeniden inşa, ekonomi ve kültürün tüm alanlarında savaş sonrası devasa bir gelişme yolunda yürüdüğünü söyleyebiliriz. Diğer ülkelerle ilişkiler açısından Sovyetler Birliği, adil demokratik bir barış için ara vermeksizin sürdürdüğü mücadelesiyle ve küçük halkların çıkarlarının güvenilir savunucusu olarak uluslararası konumunu güçlendirmiş, halklar arasında barışçı, iyi komşuluk ilişkilerinin kurulmasına önemli katkılar sağlamıştır.
Sovyet devletinin otuzuncu yılına giriyoruz. Son yıllarda Sovyet devleti iki kanlı, yıkıcı savaş geçirdi. Bu savaşlar, Sovyet devletinin kurulup var olmayı sürdürdüğü toplam sürenin yaklaşık dörtte birine denk gelmektedir. Savaşın yarattığı yıkımların ortadan kaldırılmasının olağanüstü çabalar gerektirdiği göz önünde bulundurulduğunda, devletimizin bugüne kadar barışçı inşa için ne kadar kısa bir süreyle yetinmek durumunda kaldığını rahatlıkla anlayabiliriz. Bu kısa tarihsel süreçte ülkemiz iki savaştan -müdahalecilere karşı savaş ve İkinci Dünya Savaşı- zaferle çıkmışsa, güçlü bir sosyalist sanayi ve üstün bir gelişime sahip bir tarımı başarıyla kurabilmişse, halk kitlelerinin kültür ve refah düzeyi önemli oranda arttırılmışsa, bu, Sovyet sisteminin tükenmez yaşam gücüne ve halkımızın Büyük Ekim Devrimi’ni gerçekleştirdiği sırada uğruna mücadele ettiği davanın yenilmezliğine işaret eder. (Şiddetli alkışlar)
Yaşasın Sovyet halkı, yaşasın güçlü vatanımız Sosyalist Sovyet Cumhuriyetler Birliği!
Yaşasın Bolşeviklerin şanlı partisi!
Yaşasın Sovyet iktidarı!
Yaşasın, ülkemizdeki komünizmin zaferini tamamlamak için Sovyet vatanımızı yeni başarılara doğru götüren önderimiz Stalin Yoldaş!
(Jdanov’un konuşması, sık sık alkışlarla kesintiye uğradı. Konuşmasını bitirdiğinde Stalin’in onuruna müthiş bir alkış koptu, dinleyiciler ayağa fırlayarak Stalin’i büyük bir coşkuyla alkışladılar)
Kasım 2000