Kapitalizmi yenmek için

İşçi sınıfı bakımından temel sorun, aynı zamanda işçi sınıfının varlık koşulunu da oluşturan sömürü koşullarıdır. İçinde yaşamaya mahkûm edildiği ağır sömürü koşullan; işçi sınıfını tanımlayan temeli sağladığı gibi, giderek kendisine kaderi olarak sunulan ve tek tek işçilerin de böyle hissetme eğilimi gösterdikleri kapitalizmin tüm yıkıcı sonuç ve kötülüklerini, dayanılmaz çalışma ve yaşama koşullarını, gelir dağılımı uçurumunu, işsizlik, yoksulluk, sefalet, hak ve özgürlük yoksunluğu, kültürel gerilik ve cehaleti koşullandırır.
Kapitalizm, işgücünü satarak geçinen milyonlarca işçiyle bu işgücünü satın alarak sermayeye dönüştüren, dolayısıyla işçilerin yarattıkları emek ürünlerine karşılığını ödemeden el koyan sermaye sahipleri arasındaki uzlaşmaz karşıtlığa dayanır. Sermayedar, burjuvazi, işçi sınıfının emeğine karşılıksız olarak el koymadan edemez. Ücret olarak işçilere ödediği kırıntının ötesinde işçilerin ürettikleri bütün değerlerle yalnızca kendi mülkiyetini büyütür. İşçilerin yarattığı artı-değer, kapitalist patron tarafından kendi kârı sayılır ve sermaye böylece işçilerin sırtından birikir. İşçilerin sırtından biriken sermayenin durmaksızın büyüttüğü kapitalist mülkiyet sahipliği, sermayenin egemenliğini ifade eder. Kapitalizmde egemen olan sermayedir; tüm ilişkiler sermaye ilişkileri olarak şekillenir, her şeyin para ile alınıp satılır olması, işçilere nefes alacak bir alan bile bırakmaz. Artık su bile parayladır!
Sermayenin gözü kördür. Gözü paradan başka bir şey görmeyen insanları tanımlamak üzere söylenmiş “dini imanı para” özdeyişi, aslında, burjuva aldatıcılığıyla sömürüsünü kamufle etme ihtiyacı duymayan vahşi kapitalistlere yöneltilmiştir. Sermayeyi suçlayan bu özdeyiş, demagog burjuvalar tarafından, “iyi” sermayedarları, dolayısıyla sermaye egemenliği ve kapitalizmi olumlayan içeriğiyle yüceltilerek dönüştürülmüştür. Oysa “iyi” ve “kötü” sermayedar ayrımı tam bir sahtekârlıktır ve gözü kör olan yalnızca “kötü” sermayedarlar değil, sermayenin bizzat kendisidir. Birikmeden, dolayısıyla işçi sömürüsünden beslenmeden edemeyen, aksi halde sermaye olmaktan çıkacak olan sermaye, sömürü demektir. Sermaye ilişkileri, sömürü ilişkileridir. Bu ilişkiler içinde işçiler; bizzat kendileri sömürüldükleri kadar, kapitalistler tarafından karşılığı ödenmeksizin el konulan tüm değerleri, artı-değeri üreterek sömürünün gerçekleşmesi ve devamının aracı kılınmışlardır.
Bu nedenle işçi bakımından temel sorun, sömürüye dayanan koşulların, sermaye egemenliğinin işçi sınıfına dayatılmış olmasıdır. Değiştirilmesi gereken, sömürülmekten kurtulmak için son verilmesi zorunlu olan sermaye egemenliği ve kapitalizmdir.
Sermaye ilişkileri içinde kalındıkça sömürü ancak hafifletilebilir, ancak sömürüden kurtulmak olanaksızdır. Nispeten iyileştirilmiş çalışma ve yaşam koşulları, sermayeye karşı mücadeleye bağlı olarak elde edilebilir. Sermayeye karşı mücadele içinde ücretlerin yükseltilmesi ve bir dizi sosyal haklar sağlanabilir. Ancak sermaye ilişkileri sürdükçe sermaye egemenliği devam eder ve bu, ücretlilik sisteminin, emeğini onun karşılığını hiçbir zaman ve hiçbir koşulda ödemeyecek olan sermayedara satmanın devamı demektir, sömürüye boyun eğme ve köleliğe katlanma zorunluluğu anlamına gelir.
Üstelik sermaye, kendisine karşı mücadele içinde elde edilen kazançları sürekli geri alma eğilimindedir. Sermayenin egemenlik koşulları sürdükçe sömürüden kurtulmak olanaksız olduğu gibi, işçi sınıfının elde etmiş olduğu kazanımların da hiçbir garantisi yoktur. Sınıf mücadelesi az çok tavsadığında ya da sermaye ile emek arasındaki güç ilişkileri sermaye lehine az çok değiştiğinde, sermaye, vermek zorunda kaldığı tavizleri geri almak üzere hemen karşı saldırıya geçer. Öte yandan kapitalizm içinde kalındıkça, egemenliklerinin doğal sonucu olarak kapitalistler, işçi sınıfının elinden kazanımlarını geri almak için -enflasyonist politika izlemek vb.- türlü olanakları kullanırlar.
Söylendiği gibi, sömürü çarkının dişlileri arasında ezilmekten kurtulmak için, sermaye egemenliğine son vermek zorunludur; aksi durumda ücretli kölelik sürecektir.
Kapitalizmde, sermayenin işçi sınıfı karşısındaki üstünlüğü, sermayenin bu ekonomik bakımdan egemenlik durumundan türer. Mülkiyet sahibi olan, toplumsal gelişmenin sermaye birikimiyle özdeş sayıldığı sömürücü kapitalist toplumda mülkiyeti giderek daha az elde daha büyüyerek toplayan sermayedarlar, hükmetmeye yarayan bütün maddi olanakları kendi ellerinde bulundururlar.
Bu olanaklardan ilki, sermayenin görünüş biçimi ve gerçekleşme aracı olan, paradır. Bu nedenle, sermayenin egemenliği paranın egemenliği olarak tanımlanabilir. Parayla para kazanmak, kapitalistlere özgüdür. İşçilerin eline geçen para ise, hemen tamamen geçim araçları uğruna tüketilir. İşçiye, kendisini ve çocuklarını eğitmek ve sağlığını korumak için bile para kalmaz ya da yetmez.
Burada birinciden türemiş ikinci üstünlük nedeni/aracına geliriz, işçiler, kapitalizmde kültürel bakımdan kendilerini geliştirme olanaklarına sahip değilken, bilgi de, ekonomiyi tekellerinde tutan kapitalistlerin tekelindedir. Kapitalistler, kafa ile kol emeği arasındaki işbölümünden bu yana sömürücü sınıfların tekeline geçen ve onların belirli bir tabakası tarafından (aydınlar) kullanılan bilgi tekelini, uçurumu işçiler aleyhine derinleştirerek devralmışlardır, işçi, ağır ve uzun çalışma koşullarının yaratmış olduğu baskıdan başını kaldırıp kendisini kültürel bakımdan geliştirmeye, bu amaçla okuyup yazmaya, eğitimine vakit bulamaz.
Zorlukla vakit ayırdığında ise bu kez eğitimini finanse etmek için para bulamaz. Kapitalizm, burjuvazi kendisini ve çocuklarını yurtiçi ve dışında en gelişkin olanaklardan yararlanarak eğitirken, işçinin cehalete mahkûm edilmesidir. Bilgi tekeli, modern iletişim süreçleri geliştikçe, kendisi de dev bir sektör haline gelen iletişim alanındaki tekelle tamamlanır. Bilginin dolaşımını sağlayan iletişim tekeli, bilgi tekelini neredeyse yıkılmaz kılar.
Öte yandan bilgi tekeli, yönetim tekeli ile iç içe girmek üzere bir ikinci tekel durumu ile daha birlikte yan yana bulunur. Yönetme tekelini koşullandıran sermayenin ekonomik egemenliğidir ve bu tekel bilgi tekeli ile güçlendirilir, işçiler, kendileri açısından ekonomik bakımdan gerçekleşmesi olanaksız olan yönetim süreçlerinin dışında kalırlar, devlet işlerini yürütmeye katılamazlar. Her egemen sınıfın olduğu kadar kapitalist toplumda burjuvazinin bir tabaka ya da kast oluşturan adamları ya da bir bölümünü oluşturan bürokrasi, sermayenin egemenliğine dayandığı gibi, işçi sınıfı ve diğer ezilenlerin cehaletinden de güç alır.
Bürokrasinin yanında, silahlandırılmış özel birlikler, ordu ve polis, toplumsal aykırılıkları suç sayıp cezalandıran mahkemeler ve yargılanıp cezalandırılanların takıldıkları cezaevleri ve bütün bu zor aygıtını finanse etmek üzere vergi toplamak için örgütlendirilmiş maliye, devlet adı altında, toplumun resmi temsilcisi, gözetim altında tutucusu, koruyup kollayıcısı ve sürüp gitmesinin sağlayıcısı durumundadır. Ancak toplum, sömürüye dayalı bir toplum ve işçiler bakımından boyun eğilme konusu edilen ücretli kölelik sistemi olduğu için, korunup kollanan, devamı için uğraşılan sömürü ilişkileri ve sömürücü toplum koşullarıdır. Dolayısıyla devlet, kapitalistlerin üstünlüklerinin en başta geleni olarak karşımıza çıkar ve sömürü koşullarına yönelik karşı çıkışları bastırıp cezalandırmak üzere kapitalistlerin yönetim tekelini resmen temsil eder. Öyle ki, ücretli kölelikten kurtulmak için işçi sınıfı ve tüm emekçileri baskı altında tutan burjuva devletinden, kısacası burjuvazinin ekonomik egemenliğinin doğrudan sonucu ve uzantısı olan siyasal egemenliğinden kurtulmak ve işçi sınıfının siyasal egemenliğini, işçi iktidarını kurmak zorunludur.
Bu noktada burjuvazinin sözü edilmesi gereken bir diğer önemli üstünlüğüne geliriz. Diğer üstünlükleri gibi tam bir tekel durumu oluşturmasa bile, yine temel bir üstünlük etkeni olan örgütlenme tecrübe ve alışkanlığı, binlerce yıldan bu yana bir egemen sömürücü sınıftan diğerine miras kalarak günümüzde kapitalist sınıfın elinde birikmiştir. İşçilerin en çok bir-iki yüzyıldır sahip oldukları sandık ve sendika gibi iktidar amaçlı olmayan örgütlerin kendilerine sağladıkları örgüt ve örgütlü mücadele tecrübesi dışında pek fazla birikimleri yoktur. Belirli bir süre iktidarı eline almış Sovyetler Birliği ve diğer ülkelerin işçi sınıflarının siyasal örgütlenme tecrübeleri, kuşkusuz bir birikim oluşturmaktadır, ancak bu birikime ulaşabilen yalnızca sınırlı sayıda -aydınlanmış- işçi olmaktadır. Burjuvazi ise, sınıflı toplumların oluşmasından bu yana biriktirilen egemenliğinin örgütlenmesi tecrübesini elinde tutmaktadır, ekonomik egemenliği dolayısıyla edindiği toplumsal örgütlenme tecrübelerinin de katılımıyla, burjuvazi sınıf olarak bu birikimi alışkanlık düzeyinde içselleştirmiştir.
Ücretli kölelikten kurtuluş için, işçi sınıfı iktidarı zorunludur. Bu, kuşkusuz kolay iş değildir ve bu amaçla yürütülecek politik mücadeleyi, bu mücadelenin aracı olan işçi sınıfı partisine olan ihtiyacı dayatır. İşçi sınıfının iktidar amaçlı mücadelesi ve bu mücadeleyi yürütmede vazgeçilmez aracı olan partisinin, son derece elverişsiz koşullarda ve son derece kısıtlı olanaklarla yüz yüze olacağı ortadadır. Öte yandan, son derece küçük ve tekelleşme sürecinin ilerleyişine paralel olarak giderek daha da küçülme durumundaki bir azınlığın, tüm dünyada birkaç bin ailenin milyarlarca ezilenden oluşan büyük çoğunluğa kendi azınlık çıkarlarını dayatması ve hükmetmeye devam etmesinin koşulları, daha da elverişsizdir ve olanakları daha da daralmaktadır. Devasa zenginliklere sahip birkaç bin aile, zenginlik ve üstünlükleri ne denli büyük olursa olsun, milyarlarca ezilene hükmetmeye devam edemez. Kapitalistlerin en temel olanaksızlığı buradadır, İşçi sınıfı ve emekçiler üzerindeki sömürünün yoğunlaşması, dolayısıyla çalışma ve yaşama koşullarının ağırlaşması dayanılmaz hal aldıkça, kapitalizm sonuna yaklaşır. İçinden çıkamadığı ve üstesinden gelemediği krizler bunun işaretidir.
Ancak kapitalizm kendiliğinden devrilmeyeceği gibi, elindeki dev olanakların kapitalistlere sağladığı üstünlükler, sermaye egemenliği ve kapitalizme karşı zorlu bir mücadeleyi koşullandırır.
Kapitalizm er geç sona erecektir. Bu çürümüş sömürü sistemi sonsuza kadar ayakta kalamaz. İşçi sınıfına düşen, tarihsel bakımdan sona ermesi kaçınılmaz olan kapitalizme karşı, burjuvazinin iktidarına son verecek bir mücadeleyi örgütlemektir.
Öte yandan, işçi sınıfı, kapitalizme karşı mücadelesinde, kendisi gibi emeğiyle geçinenlerden başka kimseyi yanında bulamaz. Demokrasi mücadelesinde onun yanında yer alabilecek olan ara sınıflar, -küçük burjuvazi vb.- sermaye iktidarına son verme mücadelesinde işçi sınıfının yanında yer almazlar. Bunun anlamı, kapitalizme karşı mücadelesinde işçi sınıfının kendisine güvenmek zorunda olduğudur. Burjuvaziye karşı eşitsiz olanaklarla yürütmek durumunda olduğu mücadelede, bu nedenle, işçi sınıfı, bütün olanaklarını seferber etmek zorundadır, işçiler, zaten büyük üstünlüklere sahip burjuvaziyi başka türlü yenemez, onu başka türlü iktidar mevkilerinden indiremez.
İşçi sınıfının burjuvaziye karşı mücadelesinde sahip olduğu olanaklar ve bunlardan kaynaklanan üstünlükleri var mıdır, varsa nelerdir?
Burjuvaziye karşı mücadelesinde işçi sınıfının en önemli üstünlüğü, kapitalizmin kendisine hiçbir gelecek sunmamasının yanında kaybetmekten çekinip kaçınacağı hiçbir kazanç, mülkiyet, gelir vb. sağlamamış ve sağlamayacak olmasıdır. Kapitalizm, işçi sınıfını üretim araçlarından, dolayısıyla sermaye olarak kullanılacak ve emek dışında gelir getirecek tüm maddi araçlardan ayırıp kopararak var olur. Özetle, işçi sınıfı, kapitalizm içinde sömürünün nesnesi olmak dışında bir yer edinme imkânına sahip değildir, insanca yaşayabilmesinin tüm olanakları kapitalizmin dışındadır ve kapitalizmin sona erdirilmesini gerektirir. Bu nedenle işçi sınıfı, zaten sahip olmadığı şeyleri kaybetmekten korkmasına hiç gerek olmadan, insanlığını ve bütün zenginlikleriyle birlikte dünyayı kazanmak üzere kapitalizmi sona erdirmek için mücadele etme yeteneğindedir.
İşçi sınıfı, bütün ezilen sınıflar içinde örgütlenmeye en yatkın sınıftır. Binlerce işçiyi tek bir üretim biriminde, fabrika ve işletmelerde toplayan kapitalizm koşullarında bundan doğalı yoktur. Üstelik bu, alelade bir toplanma da değildir; fabrika, vardiya vardiya, bölüm bölüm, bantlar ve aralarındaki diğer bağlantılarıyla tam bir örgüttür. Kapitalizm, amansız sömürü ve baskısıyla işçi sınıfını kendisine karşı mücadeleye teşvik ederken aynı zamanda ona örgütlü davranmayı öğretir.
Yine üstelik fabrika örgütlülüğü aracılığıyla, işçi sınıfı, sadece örgütlenmeyi değil kolektivizmi ve dayanışmayı öğrenir, yaşar ve benimser. Birinin işini ancak fabrikadaki diğerlerinin bütünlediğini, üründe tüm işçilerin emeğinin bulunduğunu, biri olmadan diğerinin üretemeyeceğini, emeğin toplumsal karakterini kendi şahsında yaşayarak sınayan işçi, kendisini kolektif çalışmasıyla kavrar ve tanımlar. Buradan, başka işçilerle dayanışma zorunluluğunu çıkarır.
İşçi, örgütlenmeye, kolektif çalışmaya ve dayanışmaya yatkındır.
Sendikal örgütlenme içine girişi, dayanışmacı eğilimini güçlendirir. Örgütlü birliği, kolektivizmi ve dayanışmacı tutumu olmadan bir grevi kazanamayacağını yaşayarak öğrenir; patrona karşı birliğini ve mücadelesini geliştirir. Sendika ve sendikal mücadele içinde kendi mücadelesini kendisinin finanse etme zorunluluğunu anlar ve uygular; bu ona hiç aykırı gelmez, patrondan kendisine fayda gelmeyeceğini ve patrona karşı mücadelesinde başkalarına bel bağlayamayacağını öğrenir.
Bunlar, kapitalizmin işçi sınıfına kazandırdığı üstünlüklerdir. Kapitalizmin gelişmesi, işçi sınıfına bu üstünlükleri kazandırmadan edemez.
Bundan sonrası için ise, kapitalizm, işçi sınıfı karşısında tam bir duvardır. Kapitalizm, karşıtı olması kaçınılmaz her adımı engelleyici, baskıyla dağıtıcı, dışlayıcıdır. Kapitalistlerin ve kolektif kapitalist olarak onların devletlerinin başlıca çabası, işçileri politik yaşamdan dışlama, en çok çeşitli kapitalist fraksiyonların yedeği olarak burjuva politikası yapmaya yöneltme, ama bağımsız bir sınıf olarak örgütlenmesini ve mücadelesini önlemeye yöneliktir.
İşçi sınıfının iktidarını kurup kapitalizme son vererek kendisini kurtarabilecek işçi sınıfının ise, kapitalizmin kazandırdığı üstünlükleri kullanarak kendisini bağımsız bir sınıf olarak örgütleme, kendi bağımsız sınıf partisi içinde örgütlenme ve politik mücadele yürütmekten başka çaresi yoktur.
İşçi sınıfı politik örgütlenme çalışması ve politik mücadelesine, mücadele deneyleriyle birlikte bütün üstünlüklerini en son noktasına kadar aktarmak durumundadır. Politik mücadelesinde kapitalizmin kendisine kazandırdığı üstünlükleri, insanlığın düşünce ve bilgi birikimiyle yoğurarak kendisini yenilmez kılmak zorundadır. Bu düşünsel birikimin doruğunu oluşturan Marksizm, işçi sınıfına onun dışından ulaşmış olsa bile zaten işçi sınıfının bilimsel dünya görüşüdür. Kapitalizmin kaçınılmaz sonunu gösterir ve kendi kendisini kurtaracak işçi sınıfının kendisiyle birlikte tüm insanlığı kurtaracağını söyler.
Geriye sermayedarların üstünlüklerinin üstesinden gelmek kalır. Onların çok yönlü güçlü tekellerini kırmak ve mücadelesini karşıtının sahip olduğu üstünlüklere rağmen zafere ulaştırmak…
İşçi sınıfının üstülükleri buna yetecek güçtedir. Sorun, bunları kullanmaktadır.
Mücadeleye, sınıfın ileri unsurları, aydınlanmış, işçi sınıfı iktidarını kurmak gerektiğini bilen işçiler başlayacaktır. Ve sorun, ileri unsurları, öncüyü aslanın ağzına atmak değil ama sınıfın politik örgütlenmesini gerçekleştirmektir. Kendileri, örgütlenme zorunluluğunu bilen, kolektif çalışma ve dayanışma ihtiyacını kavrayan, burjuvazinin bilgi tekeline rağmen gerçek bilimsel bilgiye ulaşmış ve bunu durmaksızın zenginleştirme ve politik mücadelenin kaldıracı olarak kullanma durumunda olan ileri unsurlar, kendilerinden geri sınıf kardeşlerinin örgütlenmesine, kolektivizmi ve dayanışmacı tutumu benimsemelerine ön ayak olacaklardır.
İşçiler bir kez ne yapacaklarını kavradıklarında çoğunluğun yenilmez gücünün kendi kollarında olduğunu göreceklerdir. Bunun için ileri unsurların en temel görevi, kendilerinden geri sınıf kardeşlerini aydınlatmaktır. Bu, onlara gerçek bilgiyi sürekli ulaştırarak ve onların bu bilgiyi kendi tecrübeleriyle sınamalarının önünü açarak gerçekleştirilebilir.
Burada birinci olarak, burjuva iletişim tekeliyle güçlendirilmiş bilgi tekeli ve ikinci olarak, tecrübe kazandırıcı mücadeleleri aldatmanın yanında, zorla dağıtıp bastırmayla görevli yönetim tekelinin aşılması zorunluluğu kendisini dayatır. Bu, en örgütlü, en akıllı taktikler uygulayan, dayanışmacı bütün eğilimleri teşvik eden kolektif bir çabayla kapitalizmin üstünlüklerini alt etmek üzere fedakârca bir mücadeleyi ve görevler üstlenmeyi gerektirir. İşçi sınıfı, eğer doğru biçimde teşvik edilirse, fedakâr bir mücadeleye hazırdır. Kapitalizmin bugününü ve geleceğini kararttığı ve insan olmaktan çıkardığı işçiler, eğer aydınlatırlarsa, kapitalizmin sonunun kaçınılmazlığını kavrar ve kendi çabalarıyla tarihe karışacağına inanırlarsa, içinde yaşamaya mahkûm edildikleri pislikten, haksızlık ve kötülüklerden kurtulmak için feda etmeyecekleri şey olamaz. Tarih, kendi yememiş yoldaşına yedirmiş, onu kurtarmak için göğsünü siper etmiş, kapitalist egemenlere karşı kurdukları barikatlarda binlerle can vermiş, anayurdunu savunurken milyonlarını feda etmiş işçilerin örnekleriyle doludur.
Çözüm, davasının haklılığına ve kazanılabilir bir dava olduğuna işçinin bir kez inanmasındadır.
Bu, bilgi tekeli koşullarında, bütün bir okul ve medya ordusu karşısında işçi sınıfının kendi eğitimini tamamlaması sorunudur. İşçi basınının var edilmesi, yaşatılması ve fabrikalarda dağıtımının gerçekleştirilmesi, bildiriler, broşürler, diğer yayınlarla güçlendirilmesi, bunun için zorunludur. 24 saat gerçeğe aykırı bilgilerle bombardıman edilen işçi sınıfı ve emekçilerin kendileri ve tarihsel görevleri konusunda aydınlanmalarının temel yolu, burjuva bilgi tekelinin karşısına işçi basınının dikilmesidir. Bunun örgütlü olmanın yanında fedakârca bir çabayı gerektirdiği kesindir. Başka türlü, sınıfın, kapitalizmin karşıtı bir güç olarak ileri adımlar atması olanaksızdır.
Bizzat kapitalist bilgi tekelini kıracak işçi basınının örgütlenmesinin ciddi bir maliyetinin olduğu tahmin edilebilir. Öte yandan, afiş, bildiri vesaire mücadele araçları yine bir finansman sorunu yaratır. Üstelik bir işçi örgütünün, eğer adına layık bir örgüt olacaksa, 24 saat sınıfın ve örgütünün sorunlarına kafa yoran, çözüm arayan ve uygulamaya çalışan görevlilere ihtiyaç duyması, bunun da yine 24 saat çalışacak bu görevlilerin ihtiyaçlarının karşılanması sorununu gündeme getireceği ortadadır. Ancak en az kapitalistlerin örgütü kadar güçlü, dolayısıyla en az onlarınki kadar profesyonel (bu, kuşkusuz para karşılığı çalışmak anlamında değil ama işini iyi bilen ve iyi yapan anlamındadır) bir politik sınıf partisi olmadan kapitalizmin üstesinden gelinemeyeceği kesindir. Dolayısıyla finansman sorunlarının çözülmesi zorunludur. Çözüm, sermayedarlara bel bağlamak ve partilere devletin yaptığı yardımların peşinde koşmakla değil ama mutlaka işçilerin küçük küçük katkılarıyla sağlanabilir. Sendikasını finanse eden işçi, gerekliliğine inandığında partisini finanse etmekten kaçınmayacaktır. Aydınlanmış işçinin yapacağı, yine kendinden geri sınıf kardeşlerini aydınlatmak ve davasına inandırmak olmaktadır.
Aydınlanmış işçinin bildiği gerçeği bütün işçi sınıfına ulaştırmak gerekiyor: Kapitalizm sona erdirilecekse, işçi sınıfı iktidarını kurarak kendi kurtuluşunun yolunu açacaksa, bu, her yönüyle işçilerin eseri olacaktır. Bunu örgütlenmesi ve mücadelesiyle, kolektivizmi ve dayanışmasıyla, kendi örgüt ve mücadele araçlarını aidatları ve bağışlarıyla kendisi yaşatarak, basınını kendisi dağıtarak, eğitimini kendisi örgütleyerek, kapitalizme son verecek birliğini sağlayarak yapacaktır, işçi sınıfını ancak kendisi kurtarabilir. Bu dava zordur, ileri ölçüde fedakârlık ister, ama başarıya ulaşması kaçınılmazdır. Ve insan toplumunun ilerlemesinin başka hiçbir yolu yoktur.

Kasım 2000

Yorumlar kapatıldı.

Özgürlük Dünyası 2022

Yukarı ↑