GATT’tan DTÖ’ye emperyalist tarım politikaları

57. Hükümet tarafından uygulamaya konulan “tarım reformu”nun asıl karakterini, sermayenin uluslararası hareketi ve emperyalist ülkelerin uluslararası ticaretteki yeni “denge” arayışları belirlemektedir. Sübvansiyonların kaldırılmasından tarım ürünlerinin fiyatının dünya fiyatları baz alınarak oluşturulmasına, tarımsal birlik ve kooperatiflerin bünyesindeki sanayi işletmelerinin ve tarımsal iktisadi kuruluşların özelleştirilmesinden gümrük tarifelerinin indirilmesine, yeni ithalat rejimine kadar bir dizi uygulama, Türkiye’nin yanı sıra birçok ülkede de Uluslararası Para Fonu’nun (IMF) istekleri doğrultusunda uygulanıyor. Örneğin, dünyanın önde gelen pirinç üreticilerinden olan Haiti, IMF’nin isteği ile bütün pazarını ithalata açtı ve yerli üretime verdiği desteği kesti.
Türkiye tarımının karşı karşıya kaldığı emperyalist dayatmalar ve tasfiye politikaları, aynı zamanda hükümetin “reform” programının da temel dinamiğidir. Özellikle 1994 yılı sonrasında ilan edilen “uluslararası yeni ticaret rejimi”nin yasal çerçevesi ve yükümlülükleri birçok ülkenin taraf olduğu Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ) Tarım Anlaşması dâhilinde düzenlenmektedir. Bu anlaşmanın temel hedefi; dünya ticaretinde katı ve yoğun bir korumacılığın olduğu ve bizzat devlet kurumlan tarafından düzenlenen bir sektör olan tarımda uzun vadeli ve aşamalı bir serbestleştirmenin gerçekleştirilmesidir.
Uzun süren bir tartışma ve görüşme sürecinde olgunlaşan DTÖ Tarım Anlaşması, aslında kapitalizmin girdiği ekonomik krizlerin sonucunda emperyalist ülkelerin, bir yandan kendi “ulusal pazarları”nı korumaya alırken diğer yandan da ürettikleri fazlalığı değerlendirebilecekleri yeni pazar arayışlarının dolaysız bir sonucu olarak şekillendi. Nitekim DTÖ’nün öncülü olarak kabul edilen Gümrük Tarifeleri ve Ticaret Genel Anlaşması (GATT) süreci, 1994 yılında DTÖ’nün kurulmasıyla sonuçlandı. Dolayısıyla Türkiye tarımının karşı karşıya kaldığı ve ileriki süreçte kalacağı bütün dayatmalar ve sorunlar, GATT ve DTÖ’nün uygulamalarında somutlanır. Bu nedenle uluslararası ticarette tarım politikalarının değerlendirilmesinde ve tek tek ülkelerin tarımsal üretiminin karşı karşıya kaldığı emperyalist tasfiye sürecinin incelenmesinde, GATT’tan DTÖ’ye uzanan gelişmelerin ele alınması önemlidir.

YENİ TİCARET POLİTİKASI
Türkiye’de bugün uygulanan “tarım reformu”nun hedefini ve içeriğini belirlemede, 2. Dünya Savaşı sonrasında başlayan ve DTÖ’nün kurulması ile sonuçlanan GATT görüşmelerinin önemli bir yeri vardır. Nitekim ABD’nin başını çektiği Yeni Dünya Düzeni’nin uluslararası ticaret politikasının oluşturulmasında çok taraflı anlaşmaların başlatılması temel bir dönüm noktası, GATT ise dünyadaki ilk çok taraflı ticaret anlaşmasıdır.
Ticaretin serbestleştirilmesi, 2. Dünya Savaşı bitmeden başta ABD olmak üzere Avrupalı emperyalistlerin de gündemine girmişti. Böyle bir isteğin gerisinde yatan başlıca neden, 1929 ekonomik bunalımı ile birlikte kapitalist merkezlerdeki kâr hadlerinin düşmesi, buna karşın krizin etkisinden korunmak için birçok ülkenin ithalata kotalar getirmesi ve kambiyo denetimleri koyarak yerli sanayiyi korumaya çalışmasıydı. Dış ticarette korumacılığın yükselmesine ABD, 17 Haziran 1930’da yürürlüğe koyduğu Smoot-Hawley Yasası ile öncülük etti. Bu yasayla, ABD’nin ithalata uyguladığı efektif tarife oranlan yüzde 50 oranında yükseltildi. ABD’nin korumacılığa yönelmesi, diğer emperyalist ülkelerin de aynı yola girmesine neden oldu. Krizi izleyen yıllarda her ülkenin, ithalatı kısmayı amaçlayan politikaları benimsemesi, dünya ticareti ve dolayısıyla da karlar üzerinde daraltıcı bir etki yarattı. Öyle ki, 1929–1932 yıları arasında ABD’nin tarım ürünleri ihracatı yüzde 66 oranında gerilemişti.
2. Dünya Savaşı sonrasında önce Japonya, ardından da Batı Avrupa ülkeleri, “beslenme” gibi hayati bir alanda dışarıya karşı bağımsızlığı sağlamlaştırma ve kırsal sosyal yapıyı koruma stratejilerinin zorunluluğu doğrultusunda, müdahaleci tarım politikalarına yöneldiler. Örneğin, GATT’ın gümrük tarifelerini azaltarak dış ticarette serbestleşmeye doğru yöneldiği bir dönemde Avrupa, Ortak Tarım Politikası (OTP) gibi, korumacı ve içerde yüksek fiyatlarla destekleme yapan bir politikalar demetini uygulamaya sokmuştu.

DÜNYA TARIM PAZARININ PAYLAŞIMI
Avrupa’nın GATT’a karşı OTP atağına, dönemin “soğuk savaş” koşullarından dolayı ABD kesin bir tavır alamamıştır. Bunun bir diğer nedeni de söz konusu dönemde dünya tarım piyasalarında talebin yükseliş sürecinde olmasıydı. Emperyalist bloklar arasındaki karşılıklı “ödünler” 1960’ların sonlarına doğru Atlantik’in iki yakası arasında çok önemli bir iş bölümü ve pazar paylaşımının da doğmasına neden olmuştu. Nitekim Avrupa, Atlantik ötesinden gelen düşük fiyatlı hayvan yemine dayanarak süt ürünlerine, ABD ise tahılda dünya pazarlarına doydu.
1960 ve 70’li yıllarda tahıl ürünlerinde, özellikle buğdayda net ithalatçı duruma gelen Avrupa Topluluğu, 1980 sonrasında ihracatçı konuma yükselerek dünya buğday piyasasının yüzde 20’sini ele geçirirken, tarım pazarlarını uzun yıllar kontrol altında tutan ABD’nin dünya buğday piyasalarındaki payı yüzde 45’ten yüzde 25’lere geriledi. ’80’li yıllara gelindiğinde sadece tahılda değil, diğer ürünlerde de pazar alanını önemli ölçüde kaybeden ABD’nin tarımdaki pazar payı, yüzde 17,5’ten yüzde 13’e kadar düşmüştü. Aynı dönemde Avrupa Topluluğu’nun en önemli tarım ürünleri ihracatçısı olan Fransa ve Hollanda’nın pazar payı toplamı yüzde 14,5’ten yüzde 18’e yükseldi. ABD’nin pazar payının gerilemesinde Avrupa Topluluğu’nun ihracata sağladığı sübvansiyonlar kadar, Reagan dönemindeki ekonomi politikaları çerçevesinde uygulamaya sokulan “değerli dolar-yüksek faiz” politikasının da rolü büyüktür.
Tarım pazarında meydana gelen bu güç değişimi, dünya tarım piyasalarındaki durgunluğun da başlıca nedenini oluşturdu. On yıl içerisinde yaklaşık 5 katlık bir büyüme ile önemli bir gelişme göstererek 1970’ten 1980’e, 50 milyar dolardan 233 milyar dolara yükselen dünya tarım ticareti, takip eden 5 yıl boyunca 210 milyar dolara kadar indi. Uzun bir aradan sonra 1990 yılında 300 milyar dolara çıkan bu rakam, günümüzde aşağı yukarı 450–500 milyar dolar civarındadır.
1980’li yıllarda genel ekonomik krizden kaynaklanan tarım ticaretindeki daralma, iç pazarlarda doyum noktasına ulaşmış, dolayısıyla da kâr hadleri giderek düşen, ABD ve Avrupalı emperyalistler arasında dünya tarım pazarı paylaşımını da beraberinde getirmiştir. Bu pazar savaşı kendini bir “sübvansiyonlar savaşı” olarak ortaya koydu.

STOKLARI ERİTMEK İÇİN SERBESTLEŞTİRME
50 milyon ton ile “tahıl dağlarına” dönüşen stoklarını eritmek için ABD, ihracatta önemli ölçüde fiyat indirimine gitmiştir. Dünya fiyatlarının ancak sekizde birine denk gelen fiyat üzerinden Mısır’a tahıl ürünleri satması, yaşanan krizin boyutlarını göstermek bakımından çarpıcı bir örnektir.
Dünya tarım piyasalarındaki “sübvansiyon savaşı” tarımsal ürünlerin fiyatlarını aşırı oranda düşürürken, ihracatçı ülkelere de giderek ağırlaşan bir maliyete neden oldu. Örneğin, 1979–81 arasında 15 OECD ülkesinde 116 milyar ECU olan sübvansiyona dayalı tarım politikalarının maliyeti, beş yıl sonra iki katma çıkarak 230 milyar ECU’ya ulaşırken, gümrük koruması yüzde 41’den yüzde 79’a çıkarken, dünyada ortalama buğday fiyatı da ton başına 200 dolardan 100 doların altına düştü.
İşte bu kâr kısır döngüsü ve kriz ortamından çıkmak ve “bakir pazarların” kapısını açmak üzere “uzlaşan” emperyalist ülkeler, GATT Uruguay Anlaşması’nı yürürlüğe koymuşlar ve kendileri dışındaki bütün tarım pazarlarındaki korumacılığa, tarımın sosyal temellerine, sübvansiyonlara karşı amansız bir savaş açmışlardır.
GATT müzakerelerinin en uzunu ve çetini, ama aynı zamanda da en kapsamlısı olan GATT Uruguay Round görüşmeleri, 1986 yılında başlamış ve Aralık 1993’te sonuçlanarak nihai anlaşması 15 Nisan 1994 tarihinde 125 ülke tarafından imzalanarak yürürlüğe girmiştir. Anlaşma bir bütün olarak dünya ticaretini emperyalistler lehine yeniden düzenlerken, en önemli noktasını tarımsal üretim ve ticaretinin serbestleştirilmesi oluşturdu.
Bu düzenlemelerin amacı, tarım politikalarını devlet müdahalesinden ve sosyal boyutundan arındırıp, tarımsal üretim ve değişimi piyasa mekanizmasının “insafına” bırakmaktı. Aslında 1980’li yıllara kadar GATT çerçevesinde yapılan anlaşmalardan farklı olarak Uruguay görüşmelerinde tarımın daha ağırlıklı olması ve en kritik noktayı oluşturmasının sebebi, arzın talebi aşması sonucunda başta emperyalist ülkelerde olmak üzere dünya tarım pazarlarında ortaya çıkan kâr daralması ve yüksek maliyetli pazar mücadelesidir.

ABD VE AVRUPA KENDİ PAZARINI KORUYOR
Oysa GATT’ın tarımı tartışma konusu yapmadığı yıllarda en korumacı tarım politikaları yaygın biçimde en başta emperyalist ülkelerde uygulanmış ve 1980 sonrasında baş hedeflerden birisi durumuna gelen yüksek sübvansiyonların tohumları da bu dönemde atılmıştır. Bunun yanında uluslararası ekonomik ilişkilerde neoliberal politikaların başat olduğu bir dönemde ABD, tarımda korumacılığı ilk uygulayan ülkedir. ABD, GATT görüşmelerinin başlamasından kısa bir süre sonra kendi süt üreticisini koruyamadığı gerekçesiyle 1933 yılında çıkan Amerikan Tarım Yasası’na dayanarak 1955 yılında GATT’a kendi “ilga hükmünü” kabul ettirmiş ve bu hüküm gereğince de tarımsal pazarını doğrudan etkileyecek olan süt, pamuk ve şeker gibi çok sayıda tarımsal ürünün ithalat miktarında kısıtlamaya gitmiş, özel gümrük vergileri uygulamıştır.
Bu avantajı ile kendi tarımsal ürünlerini dış rekabete karşı korumaya alan ABD, zamanla oluşan tarımsal stoklarını dış pazarlarda eritme aracı olarak da, 1954 yılında ABD Kongresi tarafından “barış için yiyecek” sloganıyla kabul edilen ünlü “Public Law” uygulamasını sık sık kullandı. Dünyada açlık çeken ülkelere “gıda yardımı” yapmak gerekçesiyle çıkarılan yasa, takastan düşük faizli kredi tahsisine kadar çeşitli ihracat teşvikleri ile Amerikan tarım stoklarını eritmede önemli bir rol üstlenmiştir.
Görüldüğü gibi, emperyalistler kendi tarımsal sektöründe desteklemeyi ve korumayı sonuna kadar uygularken, yeni pazar olarak gördükleri bağımlı ülkeler üzerinde, devlet desteğini kaldırmaları için militarist baskıdan politik baskıya, ekonomik baskıdan ambargoya kadar her yolu denemişlerdir. Kısaca Uruguay Anlaşması, ABD ile Avrupalı emperyalistler arasında dünya tarım pazarını paylaşma konusundaki “uzlaşmanın” bir temsilidir.
Uruguay görüşmelerinin temel tartışma konusu, Avrupa Topluluğu’nun kendi tarım pazarını korumak amacıyla uygulamaya koyduğu Ortak Tarım Politikası’dır. ABD, OTP’yi “serbest ticarete darbe” olarak niteleyerek eleştirmiş ve uygulamadan çekilmesini istemiştir. Ancak ABD’nin eleştirilerindeki kaygı, Avrupalı emperyalistlerin bu politikalara geçişteki kaygılarından farklı değildir. Her iki emperyalist blok da, kendi iç pazarını korumaya alıp, stoklarını eritmek için bağımlı ülkelerin pazarlarının kapılarının açılmasını arzulamaktadır. Kendi pazarını dış rekabete karşı “sağlık ve beslenme kuralları”, “ilga hükmüne dayalı kotalar” gibi yöntemlerle koruyan ABD, yeni pazarları ele geçirmek için de devlet desteğini sonuna kadar kullanmıştır. Tarım ürünlerine düşük faizli kredi tahsis eden Karma Kredi Programı (Blendet Credits), ihracatçılara ucuz ürün sağlayan İhracatı Geliştirme Programı (Export Enchancement) gibi uygulamalar bunlara örnektir. ABD’de sübvansiyon sağlanarak ihraç edilen buğdayın miktarı, toplam buğday ihracatı içindeki payı bu programlar sayesinde 1981’den 1987 yılına kadar yüzde 16’dan yüzde 75’e yükselmiştir.
Ülke içerisindeki tarım kesimine sağlanan devlet desteği ise, Avrupa Topluluğu’nda yüksek destekleme fiyatları ile, ABD’de ise fark giderici ödemeler yoluyla doğrudan yardım yöntemleri ile yapılmaktadır. ABD’de federal bütçeden tarım kesimi için ayrılan harcamalar, 1980 yılından 1986’ya kadar 24 milyar dolardan 60 milyar dolara kadar çıkmıştır. Yani Avrupalı ülkeler ile ABD arasında tarımsal sübvansiyonlar konusundaki tek fark, biçimlerindedir.
Bu gelişmeler emperyalistlerin etkin teknoloji kullanımı, koruma yöntemleriyle aşırı oranda verimliliğini artırdığı tarımsal ürünlerde stok birikimine yol açmış, iç pazardaki tüketimi kısmış, dolayısıyla kâr hadlerinde önemli bir düşüşe neden olmuştur. Sonuçta emperyalistler, kendi ülkelerinde biriken stokları ihracat yoluyla azaltma ve kâr hadlerini artırmak amacıyla bağımlı ülkelerdeki korumacılığı kaldıracak yeni formül arayışlarına girmişlerdir. İşte bu arayışların ilki Uruguay Round Anlaşması, ikincisi ise DTÖ Tarım Anlaşması’dır. Her iki anlaşma da bugün Türkiye’de uygulanan “tarım reformu”nun temelidir.

DTÖ TARIM ANLAŞMASI NE GETİRİYOR?
1995 yılında imzalanan DTÖ Tarım Anlaşması, GATT’ın bir devamıdır ve anlaşmanın genişletilmesine, yeni düzenlemelerin getirilmesine dönük tartışmalar halen devam etmektedir. Bu amaçla önümüzdeki sonbaharda yeni bir toplantı süreci başlatılacaktır.
DTÖ’nün tarım anlaşması ile güttüğü temel amaç, Türkiye gibi “gelişmekte olan ülke” kategorisindeki ülkelerin tarımsal üretiminin liberalizasyonunun sağlanmasıdır. Bunun nedeni ise “gelişmekte olan ülkelerin” emperyalistler için 1990’lı yılların başından beri gerek mal ve hizmet, gerekse sermaye ihracı bakımından yeni pazarlar olarak görülmesidir. DTÖ’nün Tarım Anlaşması da bu açıdan dikkat çekicidir ve getirdiği yükümlülüklerin ağırlıklı kısmı bu ülkelerin aleyhinedir.
GATT görüşmeleri sonucunda dünya tarım pazarında yeniden kurulan dengeler, 1989 ve 1994 yıllarında ortaya çıkan finansal krizlerin etkisiyle yeniden ele alınmaya başlandı. Bu krizler, dünya mal ve ticaret hacmi içinde tarımsal ürünlerin aşırı oranda düşmeye başladığını gösteriyordu. Teknoloji, suni tohumlar ve gübreler, genetik değişiklik gibi yöntemlerle ABD ve Avrupalı ülkelerin iç pazarlarında aşırı bir verimlilik ortaya çıkmış, stoklar bu ülkelerin tüketeceğinden daha fazla artmıştır. İşte DTÖ Tarım Anlaşması da tıpkı GATT’ta olduğu gibi “yeni bir liberalleşme” akımının tarım sektöründe başlatılmasını öngörüyor. 20 bin sayfayı bulan bu anlaşmayı bugüne kadar tam 117 ülke imzaladı.
DTÖ Tarım Anlaşması başlıca üç konu üzerinde duruyor. Bunlar, ithalat vergileri (pazara giriş koşulları), ihracat sübvansiyonları (ihracat rekabeti) ve iç desteklerdir. Anlaşmada her bir alan için belli yasaklar ve kurallar getirilmekte, bu alanlar için gerekli indirimler (liberalleşme) düzenlemekte ve yükümlülükler yerine getirilmediği takdirde teminat ve garantiler öngörülmektedir.
Pazara giriş
Pazara giriş konusunda anlaşmanın en belirgin amacı ithalat kısıtlamalarını azaltmaktır. İthalat kısıtlamaları GATT tartışmaları boyunca da en fazla gündemi işgal eden konudur. Çünkü pazara giriş koşullarının katılığı stokları biriken emperyalist ülkeler için oldukça büyük bir engel teşkil etmektedir. Anlaşma böylece “pazara giriş”te ciddi bir liberalleşmeye gidiyor. Buna göre; gelişmiş ülkelerin gümrüklerde yüzde 36 oranında indirim yapması öngörülürken, indirim gelişmekte olan ülkeler için yüzde 24’tür. İndirimler gelişmekte olan ülkelerde 10, gelişmiş ülkelerde 6 yılda gerçekleştirilmek zorundadır.
İlk bakışta gelişmekte olan ülkelerin gelişmiş ülkelere göre daha avantajlı bir konuma sahip oldukları görülüyor. Oysa bu durum tam tersine, gelişmekte olan ülkelerin aleyhine bir işleyişi beraberinde getiriyor. Çünkü gelişmiş ülkeler (Avrupa Birliği ülkeleri ile Kanada ve ABD) ithalatta ne kadar gümrük vergisi uyguladıklarını kendileri bildirmişler ve genelde bildirilen oranlar mevcut durumun üzerinde olmuştur. DTÖ’de “bağımsız” bir denetim mekanizmasının olmaması bildirilen gümrük oranlarının ne derece gerçeğe yakın olduğunu tespit etmeyi imkânsızlaştırmıştır. Bu durumda gelişmiş ülkeler DTÖ Tarım Anlaşmasının öngördüğü yüzde 36 oranındaki gümrük indirimini gerçekleştirseler bile bildirdikleri oranlar gerçek durumdan yüksek olduğundan dolayı yine de gelişmekte olan ülkelerden daha fazla gümrük uygulayacaklardır. Nitekim bizzat DTÖ tartışmaları sırasında bu “hileli gümrük tarifeleri” gündeme gelmiş ve bu durum birçok ülke tarafından “kirli tarifelendirme” olarak nitelendirilmiştir. Diğer yandan gümrükler için baz alınan yıl 1986–1988 ortalamasıdır ki bu yıllar ABD ve Avrupa Topluluğu’nun tarımda en yoğun korumacılığı yaptığı yıllardır.
İhracat rekabeti
Bu konudaki amaç, ülkelerin ihracata verdikleri destekleri azaltmaktır. Anlaşma da bu desteklerin mümkün olduğu kadar indirilmesini öngörüyor. Böyle bir indirimin gelişmekte olan ülkeler için sakıncası ise bütün bir ekonomik yapının sarsılmasıdır.
Çünkü ithalat-ihracat dengesizliğinin zaten yoğun olduğu ve ödemeler dengesi sürekli açık veren bu ülkeler, ihracatlarına yaptıkları destekleri azalttıkları oranda ithalat oranı büyük bir hızla artmaktadır. Özellikle Türkiye gibi ülkelerin ihracatında tarımın rolü büyüktür. Nitekim Cumhuriyet döneminden 1980’lere kadar ihracatın motoru tarımsal ürünler olmuş ve bu durum sanayinin gelişiminin de önünü açmıştır.
İhracat desteklemelerinde yapılacak indirimler de yine gümrük vergilerinde olduğu gibi gelişmiş ülkeler için yüzde 36, gelişmekte olan ülkeler için yüzde 24’tür.
İç destekler
İç destekler, anlaşmanın en kritik maddesini oluşturuyor. Anlaşmanın amacı fiyat desteğinden gelir desteğine dönüşü sağlamaktır. Yani üreticilere taban fiyatı vermek ya da belli ürünler için fiyat belirlemek yerine prim, “doğrudan gelir desteği” gibi uygulamalarla gelir desteği sunulması öngörülmektedir. Ancak burada ciddi bir eşitsizlik ortaya çıkıyor. Çünkü Türkiye’de destekleme sistemi yaygın biçimde ürün fiyatları üzerinden yapılmaktadır. Buna karşın emperyalist ülkelerin destekleme sistemleri oldukça farklıdır ve bu farktan dolayı DTÖ Tarım Anlaşması’na göre emperyalist ülkeler uyguladıkları sübvansiyonlarda indirim yapmak zorunda değiller. Örneğin ABD ve Avrupa Birliği ülkelerinde destekler “gelir desteği” olarak yapılıyor. Ancak asıl önemli destekleme yöntemi teknoloji, tohumluk, gübre, depolama ve pazara ulaştırma konusundadır. Ayrıca devletten bağımsız kooperatif sisteminin varlığı bu kooperatifler aracılığı ile destekleme yapılmasını beraberinde getiriyor. Bütün bunlar DTÖ’nün yasakladığı iç destekler kategorisine girmemektedir. Oysa DTÖ’nün yasaklan, Türkiye gibi ülkelerdeki destekleme sisteminin tasfiyesi anlamına geliyor.

TÜRKİYE’NİN GATT VE DTÖ’YE VERDİĞİ TAAHHÜTLER
Türkiye’nin GATT çerçevesinde imzaladığı taahhütler temel olarak iki başlık altında toplanıyor:
— Madde bazında tarifeler en az yüzde 10 ve 1995 yılından itibaren 2004 yılı itibariyle ortalama yüzde 24 oranında ve eşit dilimler halinde indirime tabi tutulacaktır.
— Türkiye ihracat sübvansiyonlarını on yıllık uygulama süresi içerisinde değer ve miktar olarak sırasıyla yüzde 24 ve yüzde 14 oranında azaltacaktır.
Bu taahhütlerin hedefi, özellikle sanayinin bel kemiği sayılan tekstilin ve yağ sanayinin hammaddelerindeki korumanın kaldırılmasıdır. Çünkü GATT ile Türkiye’nin, net ihracatçı olduğu ve sanayisinde ara mal olarak kullandığı bitkisel yağlar, ipek ve pamukta tarife indirimleri ile sübvansiyon indirimleri oldukça yüksek tutulmuştur. Ayrıca Türkiye’nin Avrupa Topluluğu’na başvurması dolayısıyla gümrük oranları da Avrupa Gümrük Birliği Anlaşması çerçevesinde bu oranlara tabi olacaktır.
Diğer yandan Türkiye GATT’a attığı imza ile fiyat ve girdi desteklerinin oranını düşürmeyi taahhüt etmiştir. Tarıma en büyük darbeyi de bu iki uygulamanın kısılması vuracaktır. Çünkü Türkiye tarımında verimlilik nüfus artışı oranında sağlanamamaktadır. Öte yandan Türkiye’de önemli bir kesim tarımla uğraşmasına rağmen, kır ile kent arasındaki gelir adaletsizliği diğer ülkelere oranla oldukça fazladır. Bunun en temel sebeplerinden birisini de iç ticaret hadlerinin sürekli olarak tarım aleyhine gelişmesidir. Liranın döviz kuru karşısındaki zayıflığı ve devalüasyon sarmalında bulunması, tarım kesimi açısından “gizli bir vergilendirme” anlamına gelirken, üreticinin reel alım gücü de düşmektedir. Bu nedenlerle devletin üreticiye yaptığı fiyat ve girdi destekleri hayati öneme sahiptir.
Türkiye GATT Anlaşması çerçevesinde yerine getirmeyi taahhüt ettiği uygulamaları büyük oranda yaşama geçirmiş bulunuyor. Nitekim zeytinyağı, buğday, pirinç gibi maddelerde ithalat sınırlamaları kaldırılmış ve her yıl bu ürünlere yenileri ekleniyor.
Türkiye’nin DTÖ’ye verdiği taahhütler ise iç destekler ile tarımsal birlik ve kooperatiflerin yeniden yapılandırılması, tarımsal KİT’lerin özelleştirilmesi konusunda yoğunlaşıyor. DTÖ Tarım Anlaşması çerçevesinde hazırlanan “tarım reformu”nun kilit konusunu da üreticiye yapılan desteklemeler oluşturuyor. Türkiye gümrük vergilerinde tarım mallarının tümünü DTÖ’ye bağlamış, fakat tam anlamıyla bir tarifelendirme yapmamıştır. Bunun nedenlerinden birisi Türkiye’nin dış ticaretini özellikle 24 Ocak Kararları ile başlayan süreçte önemli ölçüde liberalleştirilmesidir. DTÖ Tarım Anlaşması kapsamında Türkiye toplam 44 ürün için ihracat sübvansiyonunu sınırlama garantisi vermiştir. Taahhütler sübvansiyon için bütçeden yapılan harcamalar ve miktar konusunda ayrı ayrı yapılmıştır. Toplam ihracat sübvansiyonu baz alınan dönem itibariyle 140 milyon doları buluyor. Türkiye’nin ihracatlarında devlet desteğinden yoksun bıraktığı ürünler ise üreticilerin yoğun biçimde ektiği ve ülkenin gerek iç tüketiminde gerekse ihracatında önemli bir payı bulunan buğday ve arpadır. Yani bu ürünler 2004 yılına kadar kademe kademe destekten yoksun bırakılırken, ithalatları da aynı oranda artacaktır. Benzer gelişme birçok üründe yaşanıyor. Nitekim bu yıl hükümetin narenciye ve bakliyata verdiği ihracat sübvansiyonunu kesmesi, üreticinin elinde büyük bir stokun birikmesine yol açarken, aynı ürünlerde ithalatın ciddi bir patlama gösterdiği dikkati çekiyor. Bu durum üreticinin ürününü yok pahasına tüccara satmak zorunda kalmasını beraberinde getiriyor.
DTÖ Tarım Anlaşması’nın hedefi her ne kadar anlaşma metninde “Hakça ve piyasaya duyarlı bir tarım sisteminin oluşturulması” olarak belirlense de uygulamaların sonuçlarına bakıldığı zaman hedefin, bağımlı ülkelerin tarımsal üretiminin çeşitli yollarla tasfiye edilip yabancı ülkelerin tarım tekellerinin bir pazarı haline getirilmesi olduğu açıkça görülüyor.
GATT anlaşmasından DTÖ’ye kadar geçen süreçte dünya tarım politikası büyük oranda bu amaç doğrultusunda, emperyalistlerin ticaret politikalarına göre düzenlenmiştir. Bu durum bugün de devam ediyor. Tarım gibi beslenme ile doğrudan bağlantılı bir üretimin birkaç büyük ülkenin çıkarı doğrultusunda yeniden yapılandırılması, sadece üretici kesimi değil bütün bir ülkeyi ilgilendiriyor. Asıl tehlike de burada yatırıyor.

Ağustos 2000

Yorumlar kapatıldı.

Özgürlük Dünyası 2022

Yukarı ↑