Newroz’da Kürtler, yaşadıkları hemen her yerde alanlara çıkarak bir kez daha, baskıyla sürdürülen egemenliğe karşın sorunlarını sahiplenmeye kararlı olduklarını dile getirdiler. Eşitlik, Özgürlük ve Kardeşlik için çıktılar alanlara. İzin verilmeyen yerlerde, baskı ve teröre rağmen saldırıları göze alarak, yasakları parçalayarak ve Newroz ateşini yakarak halaya durdular. Onlar, kollarını kaldırıp, başaracaklarına inançlarının ifadesi olarak zafer işaretleri yaparak, bazen sarı-kırmızı-yeşil renkleri dalgalandırarak, bazen halaya durarak, birikmiş/bastırılmış tüm duygu ve özlemlerini ortaya koydular. O gün, aslında, yüz yıllardır paslı zincirlerle kuşatılmış tutsaklıklarına demirci Kawa’nın balyozuyla bir darbe daha vurarak bağırdılar, BİJİ NEWROZ, BİJİ AZADİ diyerek. Kürsülerden ifade edilmeyeni, diplomasi ve protokol kaygısı duymadan yüz binler olarak toplanan halk; geçmişe dair hiçbir anı unutmadıklarını, ama özgürlük ve barış istediklerini, sloganları ve tutumlarıyla bildikleri ve anladıkları biçimde, açıkça, kendi dilleri ve Türkçe olarak dile getirdiler.
Diyarbakır’da üç yüz bini aşkın insanın katıldığı Newroz kutlaması, tüm gözlerin üzerine kilitlendiği kutlama alanıydı. Herkes biliyordu ki, eğer geleceğe ilişkin bir mesaj varsa buradan verilecek ve egemenler de buradan alacaklardı mesajı. Diyarbakır halkı, onurlu ve davasının sahibi bir halk olarak, olması gerekeni yaparak, alanı hıncahınç doldurdu. Artık orası Fuar alanı değil, Newroz Alanı’dır. Newroz’la, Kürtler ağır sorunlar altında olduklarını ve mevcut durumlarını değiştirmek, diğer halkların sahip olduğu demokratik hak ve özgürlükleri kullanmak istediklerini ortaya koydular, eşit ve özgür yaşam taleplerini belirttiler. Onlar, kültür, dil, kimlik ve tarihiyle yaşamak isteyen bir halk olarak, bu Newroz’da bir kez daha tüm dünyanın dikkatlerini üzerlerine çektiler. 21 Mart 2001, Kürtler için sadece bir bayram kutlanması değil, mevcut statükoya itirazla birlikte baskı ve zorun gücüyle bir gerçeğin yok edilemeyeceğinin dile getirilmesi, buna direnileceği ve kendi kaderi üzerinde söz ve karar sahibi olmak istendiği gerçeğinin de ilanıdır.
Diyarbakır’daki kutlama herkesin nefesini tutarak beklediği kutlamaydı. Baskı ve yok sayma politikasında direnen egemen sınıfa ve tüm dünyaya, bir halk olarak, hak ve özgürlük talepleri için verilecek mesaj önemliydi. Yığınsal katılımla ilk mesaj verilmişti. Alana önceden asılan pankartlardaki sloganlar oldukça “ölçülü”ydü. “Barışla herkes kazanacak”, “Ne inkâr ne ayrılık, demokratik cumhuriyet”, “Kürt sorununa demokratik Çözüm “, “Köye dönüş sağlansın, zararlar karşılansın”. Ancak, alanı dolduran yoksul ve işsiz çoğunluğun, yüz binlerce emekçinin özlemleri daha kapsamlıydı. Sarı-kırmızı-yeşil renklerle bezenmiş Kürt kadınlar ve gençler taleplerini dile getirmede başı çekiyorlardı. Ellerinde salladıkları resimleriyle HADEP Silopi İlçe başkanı ve üyesinin akıbetlerini soruyorlardı. Bir önceki Newroz’da binlerce emekçi ellerindeki dövizlerle taleplerini tüm dünyaya ilan ederken, bu Newroz’da yöneticiler “sizin bu sahiplenmeniz her şeyi söylüyor” dercesine yaşanan sorunları yeterince dile getirmediler. Terör ve baskı politikasıyla bölge halkını sindirmek isteyenlerin bir kontrgerilla yöntemiyle katlettikleri Emniyet Müdürü Gaffar Okan ve beş polisin ölümünden sonra, hizbi-kontra korkuluğuyla halkı taleplerinden vazgeçirip etkisizleştirmek isteyenlerin yarattığı havanın yok olmamış etkisi gözlenebiliyordu.
POLİS VE ASKER BASKISI VE KONTGERİLLA PROVAKASYONU OLMAZSA.,.
Diyarbakır, Batman, Van, Mardin, Malatya, Antep, Tunceli, Elazığ, Urfa, Bingöl, Hakkâri ile Ankara, Bursa, İzmit, Mersin, Adana, İzmir, Osmaniye, İskenderun, Ceyhan, Tarsus, Kayseri, Kırşehir, Konya, Denizli, Aydın ve Manisa’da izinli olarak kutlanan Newroz; Iğdır, Siirt, Bitlis, Muş, Adıyaman, Muğla, Tekirdağ, İstanbul gibi merkezlerde izin verilmediği halde, alanlarda toplanan halk tarafından kutlandı. Kürtler, Türk emekçi kardeşleriyle el ele vererek, baskıları protesto ederek kutlamayı gerçekleştirdiler. Böylece; eşitlik, özgürlük ve kardeşlik için alanları dolduran yüz binler, onlarca kent, şehir, kasaba ve köyde ortak taleplerini hiçbir olaya meydan vermeden dile getirdikleri Newroz’u kutladılar.
Newroz, Kürtlerin kültür ve tarihlerindeki güçlü etkisini, halkın üzerindeki direniş ve coşku duygusunun derin izlerini göstermektedir. Kutlamalar, halkın ulusal kültürlerine karşı duyarlığını ve kıskançlıkla sahiplenmesini de belgeler düzeydedir. Bu kutlamalarda, içselleştirilmiş ve egemenlerle efsanede olduğu gibi bir hesaplaşma isteğini görmek mümkün. Baskı ve esareti dayatanlara gerçeği kabul ettirmek için büyük bedeller ödeyen Kürtler, bu özlemlerinin gerçeğe dönüşmesindeki kararlılıklarını, bu yıl daha büyük bir katılımla göstermiş oldular. Barış taleplerini dile getirdiler ve barış içinde kutladılar Newroz’u,
Ortadoğu, Balkanlar ve Orta Asya halklarının kültür ve tarihlerinde farklı biçimlerle algılanan ve kutlanan Newroz (Yeni gün) ya da Nevruz, barış ve kardeşlik içinde kutlanabiliyor. Polis ve askerlerin, Jitem ve kontrgerillanın provokasyonlarıyla yıllardır ekranlara kan ve ölüm görüntüleriyle taşınan Newroz, bu yıl olumlu bir havada kutlanmış oldu. Böylece yıllardır karışıklık yaratanların adresi de belli oldu. Peki, bu geçmişin hesabını kim verecek?
Newroz kutlamalarının barış içinde geçtiğini ekranlara yansıtan medya, alanları dolduran yüz binlerin Kürt olduklarını söylemekten özenle kaçınsa da, bir halkın bu denli güçlü bir kalabalıkla renkleri, kültürü, folkloru ve özlemleriyle, ama büyük bir coşkuyla haykırdıkları taleplerine kulak tıkayanlar, gerçeklere daha ne kadar set çekebilecekler? Oysa bu Newroz’dan çıkarılabilecek sonuçlar vardır. Emekçi sınıfların da çıkaracağı sonuçlar önemlidir.
NEWR0Z KUTLAMALARI VE NEVRUZ TÖRENLERİ
Türkî cumhuriyetlerinde de Nevruz bayramı kullandı. Türkmenistan, Özbekistan, Kırgızistan, Türkmenistan ve Azerbaycan’da, ayrıca Irak, İran, Suriye’yi kapsayan bölgede yaşayan Kürtler ve diğer halklar Newroz’u kutladılar. Aleviler de, Hz. Ali’nin doğum günü olarak kutladılar Newroz’u. Artık, araştırmacılar, sarı, kırmızı ve yeşil renklerin Türklerin ve Kürtlerin ve tüm bölge halklarının kültüründe de yer ettiğini belirterek, renklere ve Kürtlerin tarihine karşı gösterilen ırkçı yaklaşımın ilkelliğine dikkat çekmektedirler. Sarı-kırmız-yeşil renklerin ve “Nevruz”un Türk ve Kürt toplumların ortak günü olarak kabul görecek duruma gelmesinde Kürt halkının bir rahatsızlığı olamaz. Buna işaret eden herhangi bir emare yoktur. Her halk, kendi olanaklarıyla, hiçbir baskı görmeden ve özel devlet ilgisiyle resmi törene dönüştürülmeden bayramını kutlamalıdır.
Diyanetin adına hutbe okuttuğu Nevruz’da. Cumhurbaşkanı N. Sezer, Başbakan ve yardımcıları ile birçok bakan mesaj yayınladı ve Nevruz törenlerine katılarak, demir dövüp yumurta tokuşturdular. Hemen her devlet yetkilisi ve ilgili ilgisiz herkes yaptığı açıklamada Nevruzun evrenselliğinden söz etti. Ortadoğu, Orta Asya ve Balkanlarda kutlanan bayramın birçok halkın kültüründe yer ettiğini ve geleneksel bir bayram olduğunu belirtiler. Oysa yıllardır Kürtler tarafından yasaklara rağmen kutlanan, on yıl öncesine kadar inkâr edilen, onca insanın kutlamalarda hayatını yitirdiği, kanla anılan Newroz, ancak 1991’den sonra Kültür Bakanlığı aracılığıyla resmi bir etkinlik olarak kutlanmaya başlandı. Ayrıca, Newroz’un evrenselliğinin Kürtler için de geçerli olduğunu, ne yazık ki, hâlâ kabul etmemektedirler.
Mesut Yılmaz, Nevruz için, “Bizi biz yapan, birbirimize bağlayan tarihi, kültürel ve sosyal bağlara her zamankinden daha güçlü sahip çıkmamız gerekir” derken, DYP Genel Başkanı Tansu Çiller ise; “Nevruz Bayramı, geleneksel ve kültürel boyutuyla kırgınlıklara, ayrılıklara ve bölücülüğe karşı bir simgedir.” dedi. Çiller, Newroz’a günün görevlerinden birini de yükleyerek. “Nevruz’un, iç ve dış mihrakların oyunlarına karşı da bir kalkan görevi üstlendiğini” belirtti. MHP Genel Başkanı Bahçeli, “Nevruz, ne yazık ki yozlaştırılarak, bölücü-ayrılıkçı terörist şiddetin en fazla sergilendiği günler haline getirilmek istenmiştir. Ancak milletimizin sağduyusu ve kültürüne olan derin tutkusu, bu emellerin tahakkukuna izin vermemiştir.” diyerek, Ergenekon’dan çıkış günü dediği “Nevruz”da ırkçı ve şoven, inkârcı ve şiddet savunucusu olarak, Kürtlerin varlığını ve kültürlerini reddetme tutumunda ısrarını bir kez daha dile getirmiş oldu.
NEWROZ’DA BASKI VE TERÖR, YASAKLAR VE TOPLATMALAR DEVAM ETTİ
Newroz’a Evrensel gazetesinin bir hafta kapatılmasıyla girildi. OHAL’in resmen devam ettiği illerde ve fiilen OHAL uygulanan illerde Evrensel ve diğer birçok yayın bulunamıyor. Newroz öncesi EMEP’in Kürt illerindeki hemen tüm parti binaları basıldı. Newroz bildirileri toplatıldı, bildiri dağıtan parti üyeleri ve gençler göz altına alındılar. EMEP Urfa il örgütü mahkeme kararıyla basıldı ve arama yapılarak il örgütünün Newroz’da baskı ve sömürüye, IMF programına karşı emekçileri mücadeleye çağıran bildirilerine el konuldu. G. Antep Nöbetçi 2. Sulh Ceza Mahkemesi, İl örgütünün bildirilerini KAWA ve NEWROZ sözcüklerindeki ‘W harfinden dolayı toplattı ve bunu ”Siyasi Partiler Türkçeden başka dil kullanamazlar” gerekçesiyle yaptı. Kutlama başvurularında dilekçelerdeki NEWROZ sözcüğünün NEVRUZ olarak değiştirilmesini dayattılar ve bunu birçok yerde izin vermemenin gerekçesi yaptılar. Bir defa Washington deyince ağızlarından bin Washington çıkaranlar, gülünç bir gerekçeyle partinin kitlelere yönelik faaliyetini engelliyorlar. Oysa “Adriyatik’ten Çin Seddi’ne kadar Türk âlemi” rüyalarıyla kalkıp oturduklarından dolayı Türkî Cumhuriyetleri’ne yönelik yaptıkları yayın faaliyetleriyle bu harfi Alfabe’ye yerleştirmiş olduklarından bihaberler. Henüz kurumlarını bilgilendirmemiş olmalılar! Oysa 29 harf olan alfabeye birçok harf gibi ‘W’ da eklenmiş bulunuyor. Ve bu, 1997 Kasım tarihli ve 2482 sayılı Milli Eğitim Bakanlığı Tebliğler Dergisi’nde yayınlanarak resmiyet kazanmış olmasına rağmen, savcılar ve hâkimler, dünyanın tüm dillerinde mevcut olan ve tüm Türkçe daktilo ve bilgisayar klavyelerinde yer alan ‘W’ harfinden kalkarak, Kürtçe kullanıldığı gerekçesiyle bildirileri toplatmakta ve bu kararı tüm Türkiye’ye emsal kılmaktadırlar. Bu kararın ardından, Malatya, Elazığ, Tunceli ve Diyarbakır il örgütleri basılarak bildiriler toplatıldı. Ayrıca, Malatya DGM bildiri için soruşturma başlattı. Kürt illerindeki EMEP örgütleri, Malatya ve Antep’te HADEP İl örgütleriyle oluşturdukları tertip komiteleriyle Newroz kutlamalarına katılırken, Urfa, Dersim, Adıyaman, Elazığ ve Diyarbakır’da kitlesel olarak kutlamalara katılarak baskılara karşı demokrasi ve özgürlük taleplerin haykırdılar.
BUGÜNÜ GELECEĞE TAŞIMAK İÇİN TÜRK-KÜRT EMEKÇİ BİRLİĞİ
Newroz’a ağır ekonomik ve siyasi sorunlarla birlikte girildi. Newroz’dan bir gün önce borçları ödemek için yeniden borçlanan devlet, rantiyecileri bir kez daha emekçilerden aldıklarıyla zenginleştirdi. Emekçilere, faturası 600 trilyona yaklaşan yeni bir borç yüklendi. 19 Şubat kriziyle yüzde elliye yakın yoksullaşan emekçilerin sırtından, büyük sermaye karına bir kez daha kâr katmış oldu. Yıllık yüzde 193 bileşik faizle para bulan Derviş’e övgü dizenler bilmektedirler ki, bu borcu Derviş ve onun temsil ettiği sermaye kesimi değil emekçiler ödeyecek. TÜSİAD başkanı Tuncay Özilhan’ın, Le Monde gazetesi ve Nord-Sud Export firmasının Paris’teki toplantısında ekonomik programa işadamları olarak tam destek vereceklerini açıklaması ve “Ekonomik Ulusal Kurtuluş” olarak ilanlarla açıkladıkları bu programın başarısı için sarf ettikleri çaba; iki sınıfın karşılıklı çıkarları için dişe diş bir mücadeleye gireceklerini ve bunun kaçınılmaz olduğunu göstermektedir. Isparta ve Elazığ’da krizin ağır etkisi altındaki halk, mitinglerle hükümeti protesto ederek krizin faturasının kendilerine yıkılmasına karşı mücadele edeceklerini ilan ettiler. TZOB Emek Platformu’nda yer almanın kaçınılmaz olduğunu açıkladı. Emekçi kesimleri temsil eden tüm kurumlar, aşağıdan yükselen tepkinin sonucu olarak, emek cephesinde yer almayı uygun görmektedirler. Toplumsal tepki derinliği ne ve genişliğine yayılıyor.
Diğer yanda siyasi olarak yıllardır sömürü ve baskıyla varlığını sürdürmüş sistem, ekonomide olduğu gibi, AB’ye katılımın gereği olarak da bir “Ulusal Program” açıkladı. Ulusal programın açıklandığı gün, Trabzon’da gözaltına alınan esnaf Asım Ceylan, ailesine ölü teslim edildi. Köylerinden sürülen, evleri yakılan ve yıkılan baskı ve terörün yarattığı ortamın sonucu olarak göç eden Kürt emekçilerin varoşlarda yaşadığı dram, Aydın’da bir Kürt emekçinin sürülen polis arabasıyla ezilmesi üzerine, bir kez daha gündeme geldi. Metropollerin varoşlarında işsizlik ve açlık içinde, eğitim ve sağlıktan yoksun, baskı ve şiddet altındaki Kürt emekçilerin bu gidişe dur demek için mücadele edecekleri, Aydın’da görülmüş oldu. 30 siyasi tutuklunun hunharca katledilmesinden sonra, F tipinde, baskı ve terörde ısrar eden egemenler, Newroz günü Sincan F tipi cezaevinden, 151. gününde ölüm orucundaki Cengiz Soydaş’ın cenazesini ailesine teslim ettiler. Ekonomik ve siyasi kapsamlı saldırılar için hazırlıklar yapılıyor. Meclis’te kıdem tazminatının ortadan kaldırılması için çalışmalar ve emek düşmanı politikaların uygulanması için canhıraş bir çaba var. Derviş’in vekâletinde yürütülen ekonomik “ulusal program” ve hükümetin AB’ye üyelik için hazırladığı “Ulusal Program” halktan yanıt bekliyor. Emek Platformu’nun eylem kararları, geniş tepki ve başlayan mitinglerle dile getirilen emekçi itirazı, henüz lokal olsa da aşağıdan yükselen homurtular, Emek Programı’nın açıklanmasıyla büyük seslere dönüşeceğinin işaretleriyle dolu.
Kürt halkı açıklanan “Ulusal Program”a karsı tutumunu Newroz kutlamalarıyla ortaya koymuş oldu. Hakları inkâr edilen halk, Newroz’la “Ulusal Programa” da yanıt verdi. Sözde “UP”da açıklananlarla, Türkiye AB’ye “sürekli aday” olmuştur. Bu statüde kalmak, hem Türkiye egemen sınıfları, kem de emperyalist batı için istenen ve kabul gören bir durumdur. Böylece, içeride halkları “demokratikleşme” oyunuyla oyalayabileceklerini, her zor durumda liberal ve reformist kesimleri işçi ve emekçilerin temsilcisi olarak gündeme getirmeyi başaracaklarını düşünmektedirler. Avrupa’nın Türkiye’yi bünyesine almakta hiç acelesi olmadığı da bilinmektedir. Zira Gümrük Birliği anlaşmaları, Tahkim, MAI, MIGA gibi anlaşmalar ve en son meclis iç tüzük değişiklikleriyle çıkabilecek her problemlerini anında çözecek bir duruma ulaşan batılı tekeller için, Türkiye’nin AB’ye girişinin bir esprisi zaten yoktur.
“Avrupa standartlarında bir demokrasi” vaat ederek Kürtlerin haklarından söz edenlerin, demokrasi ve özgürlük düşmanı oldukları, baskıcı ve sömürücü sistemin devamı için aldatma ve yedekleyip yönetmede ne denli mahir oldukları görüldü. Sözde “Ulusal Program”da Kürtler için öngörülen ve onların taleplerini karşılayan hiçbir şey yok. Aksine, yok sayma politikasında ısrar var. Kültürel haklar, ana dilde eğitim, yayın ve kimlik talepleri, barış ve ülkenin demokratikleşmesi yönündeki talepleri görmezden gelen egemen sınıflar, MGK’nın “tavsiye” kararını onaylayarak geleceğe dair düşüncelerini ve alacakları tutumu açıkladılar. İnsan hak ve özgürlükleri, düşünce ve konuşma özgürlüğü gibi haklara ilişkin bir iyileşme içermeyen, Kürt sorununu hiç dikkate almayan Avrupacı “Ulusal Program”, özetle, seksen yıllık sömürü ve zulüm tarihinin devamı ve savunusu olarak açıklanmış oldu. Baskı ve kölelik boyunduruğunu kabullenmeyen Kürtlerin demokratik hakları için verdikleri mücadele ve çabayı görmezden gelen egemen sınıflar, yıllardır anlattıkları demokratikleşme masalıyla oyaladıkları yığınların büyük öfkesini karşılarında bulacaklardır. “Solcu”, “sosyalist”, “liberal”, “İkinci Cumhuriyetçi” ve Kürt sorununun AB’ye girişle çözüleceğini düşünenler, yaşamın gerçeğiyle ve emekçilerin güçlü birliğiyle demokratikleşme için mücadeleye mahkûm olunduğunu görmelidirler.
Bu açıdan Newroz, yeni birleşik mücadele olanakları yaratmış oldu. Bu yıl Newroz, bugüne kadar kutlanan bayramlardan farklı olarak, ırkçı ve şoven dalganın estirilmesinin önünü de kesti. Yıllardır yaşanan ortamın yarattığı görüntülerle kışkırtılan milyonlar, son bir yıl içinde, ülkeyi yönetenlerin emperyalizme ve işbirlikçilerine sunduğu olanakları daha net gördüler. Artan açlık, işsizlik ve gelir dağılımındaki derin uçurum, anti-demokratik, gerici ve baskıcı uygulamalarla eğitim ve sağlıkta oluşturulan vahim durum, özelleştirmedeki talan, batık banka sayısındaki ve bir avuç egemen sınıfın lüks ve safahatındaki artış ve milyonlarca işçi ve emekçinin yoksullaşması, aynı zamanda, işçileri, kamu emekçilerini, üretici köylüleri, küçük esnafı, işsizleri ve kır yoksullarını, daha çok birleşmeye ve ortak mücadeleye doğru zorlamış oldu. Artık emekçiler, yıllardır savaş ve şiddet perdesiyle üzeri örtülen sömürü ve baskının tüm emekçiler için aynı anlama geldiğini, Kürtlerin demokratik hak ve özgürlükleri, emekçilerin ekonomik ve sosyal hakları ve ülkenin demokratikleşmesi gündeme geldiğinde “ülkenin bütünlüğünü” hatırlayanların, “ülkenin düşmanlarla kuşatılmış olduğunu” belirtenlerin, aslında ülkeyi nasıl IMF ve DB ve onların işbirlikçilerinin ellerine teslim ettiklerini görmektedirler. Hükümetlerin yıllardır birbirlerine devrettikleri ülke yönetiminin, her dönem artarak, sömürü ve yağmada yabancılara açıldığını, ekonomide, siyasette ve ülkenin tüm kaderi üzerinde emperyalist ülkelerin söz ve karar sahibi olduklarını, özelleştirmeyi dayatan emperyalist tekellerin ülkenin tüm kaynaklarını yağmaladıklarını, son ekonomik kriz, fazlasıyla ortaya çıkarmış oldu. Şimdi artık, yaratılan şoven ve ırkçı ortamın sonuçlarına ve yaşadıkları açlığa daha çok katlanmış olan Kürtler, demokratik hak ve özgürlüklerine sahip olmak için verdikleri mücadelede, Türk işçi ve emekçileri kendi taleplerinin karşısına değil yanına koyma ihtiyacını daha çok hissedeceklerdir. Ortak mücadele imkânları, bundan böyle daha da güçlenecek ve bağımsız ve demokratik Türkiye, bir halklar hapishanesi olmaktan çıkışın başlangıcı olacaktır.
Kendilerini etkilemek üzere yürütülen gerici propagandanın boşa çıkarılmasında, Kürt işçi ve emekçilere de görevler düşmektedir. Kürt illerindeki işsizlik, açlık, sefalet ücreti, sendika, sigorta, toprak, iş, ekmek ve özgürlük talepleri. Emek Platformu’nun ortaya koyduğu mücadele programıyla birleştirilerek; Newroz’daki güçlü potansiyeli, emekçilerin taleplerini kapsayacak biçimde ve gerçekten ulusal tek program olan Emek Programı’yla birleştirerek, birleşik emek cephesini yaratmak göreviyle karşı karşıya bulunulmaktadır. Bunun emek hareketinin birleşik eylemiyle 1 Mayıs’a taşınmasıyla yaratılacak güçlü dalga, sömürü ve zulmün iktidarını sarsacak ve Kürt-Türk kardeşliğinin, eşit ve özgür birliğinin önünü açacaktır.
Kürtlerin; kültürel, etnik, dil ve diğer tüm haklarını dile getirdikleri her platformu, “terör ve anarşi”, “bölücü örgütlerin provokasyonu” gibi gerekçelerle şiddetle karşılık vererek bastırmaya yönelen faşist baskıcı uygulamaların ve kışkırtmaların kaynağının anlaşılması için, bugün dünden daha fazla olanak mevcuttur. Düşmanlık duygularının toplumda derinleşmesinden egemen sınıflar ezelden beri medet ummakta ve bunu bir yönetme taktiği olarak derinleştirmektedirler. Bu, Türk işçi ve emekçileri tarafından artık daha açık görülmüş olmalıdır. Her yıl Newroz’dan günlerce önceden estirilen kışkırtıcı, bölücü ve düşmanlaştırıcı rüzgârlar hafızalardadır. Tarayıp çıkardıkları arşivlerindeki görüntü ve çarpıtılmış propaganda ile yaratılan gerilim ve provokasyon ortamı bilinmektedir. Tüm iletişim olanaklarını, tüm kolluk güçlerini, istihbarat uzmanlarını, sözde bilim adamlarını hemen her alanda seferber ederek toplumda “Newroz sendromu” yaratanlar; toz-duman arasında her an bir katliamın gerçekleşebileceği psikolojisiyle, her Newroz ve 1 Mayıs’a karşı, ezilen ve sömürülen on milyonları kendi cephesinin siperlerine çekmeye çalışmışlardır. Bu yıl Newroz’da bu olanaktan yoksun kaldılar. Newroz’u belleklerden silip yok edemeyenlerin, bu gerçeği ters yüz etmek üzere başvurdukları “Nevruz Türk âleminin bayramıdır” yaklaşımı ise, onların hesaplarının aksine, Kürtlerin-Türklerin ve Ortadoğu ve Orta Asya halklarının değişik kültür ve inançla kutladıkları bayramı, daha da meşru bir düzeye çıkarmış oldu. Ancak devlet erkânının resmi kutlamaları, halkın güçlü katılımı ve gür sesinin yanında etkisiz kaldı.
KATILIM ORTAKLIĞI BELGESİ’NDEN “ULUSAL PROGRAM”A
Helsinki’de 10 Aralık 1999 tarihinde yapılan Avrupa Konseyi toplantısında Türkiye’ye aday üyelik statüsü tanınmış ve bilindiği gibi, bu, geniş bir çevrede sevinçle karşılanmış ve kutlanmıştı. AB Komisyonu, Türkiye’nin eline, AB’ye üyelik için izlemesi gereken ‘yol haritası’nı, yani KOB’u, 8 Kasım 2000 tarihinde tutuşturmuş ve bunu tüm AB bileşenlerine sunmuştu. Ancak 20 Kasım 2000 tarihinde AB Dışişleri Bakanlarınca ele alınan Türkiye KOB’u, Yunanistan’ın itirazlarıyla karşılaştı. Ege ve Kıbrıs’a ilişkin tavizler isteyen Yunanistan’ın önerileri üzerine sonuçlandırılmayan Belge’nin kabulü için, Avrupa Konseyi 4 Aralık’ta tekrar toplandı. Fransa’nın dönem başkanlığında yapılan toplantıda, ‘kriz’, ileriye atılarak ertelenmiş oldu. 25 Şubat 2001’de, Türkiye’ye verilecek mali “yardımları” düzenleyen ve KOB’un hukuki geçerliliğini sağlayan çerçeve yönetmelik, AP Dış ilişkiler Komisyonu’nda kabul edilerek Avrupa Parlamentosu Genel Kurulu’ndan geçti. Son olarak 8 Mart 2001 tarihinde, KOB, onaylandı ve AB’nin resmi gazetesinde yayınlanarak resmileşti. Böylece, Türkiye’ye Helsinki’de verilen AB’ye adaylık statüsü, bir belgeye bağlanmış oldu. Ardından “UP”ın hazırlanması aşamasına gelindi. “UP” ile 2004 yılına kadar, 94 yasa değişikliği ve 89 yeni yasal düzenleme yapılması taahhüt ediliyor. Bunların arasında, Devlet İhale Kanunu, Pasaport Kanunu, Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayınları Hakkında Kanun, Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu, Türk Ticaret Kanunu, Katma Değer Vergisi Kanunu, T.C. Merkez Bankası Kanunu, Karayolları Trafik Kanunu, Sendikalar Kanunu, İş Kanunu, Toplu Sözleşmeler, Grev ve Lokavt Kanunu, Deniz-İş Kanunu, Petrol Kanunu, Milli Eğitim Temel Kanunu, Türk Ceza Kanunu, Terörle Mücadele Kanunu, Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu, Polis Vazife ve Salahiyetleri Kanunu, DGM Kanunu, Türk Medeni Kanunu’nda bazı değişiklikler var. Orta ve uzun vadede gerçekleştirileceği belirtilmekle beraber, Kürt sorunun demokratik ve halkçı çözümüne ilişkin beklentiler için ise, sadece “ayrılıkçı terör örgütüyle mücadele” biçimindeki bir ibareyle çağrışımda bulunuluyor.
Kopenhag ekonomik kriterleri için; “Türkiye, son zamanlarda yaşanan ve daha çok ülkenin mali yapısına ilişkin sorunlardan kaynaklanan krize rağmen, serbest piyasa ekonomisini tüm kurum ve kurallarıyla güçlendirici politikalarını sürdürmektedir. Bu çerçevede, enflasyonun uzun yıllardan beri Türk ekonomisine verdiği zararın giderilebilmesi, kamu açıklarının sürdürülebilir bir boyutta tutulması ve makro-ekonomik dengesizliklerin ortadan kaldırılabilmesi amacıyla, mali sektör reformu, tarım reformu gibi yapısal değişikliklerin tamamlanması ve özelleştirme sürecine hız verilmesi hedeflerini benimsemiştir. Türkiye, Kopenhag ekonomik kriterlerine bu hedeflere ulaşmak suretiyle uyum sağlayacaktır.” diyerek, Türkiye’yi sömürü ve yağmaya sonuna kadar açan egemen sınıflar; “siyasi kriterler” bölümünde, kısa ve orta vadede ele alınacağı söylenen tasanlar için ise, değiştirme ve demokratikleşme değil, “gözden geçirme” biçiminde ibareler kullanarak, ülkeyi baskıyla yöneteceklerini ilan ettiler ve demokratikleşme beklentisi içindeki kesimleri hayal kırıklığına uğratmış oldular, idam cezasının kaldırılmasına bile yer vermeyen ve Bakanlar Kurulu tarafından onaylanarak açıklanan Ulusal Program AB Komisyonuna teslim edildi. Ancak AB hayranları, bunun, Avrupa’nın (ve kuşkusuz kendilerinin) beklentilerine yanıt vermeyen bir program olması nedeniyle buruklar. AB hayranlarının temsilcisi durumunda olan M. Yılmaz, onların da duygularına tercüman olarak; “Bence Türkiye bu kadar dönüşüm için daha fazla risk alabilecek bir ülkedir. Benim umudum, zaman içinde Türkiye’deki anlayışların da değişmesi ve revizyonların gündeme gelmesidir” diyerek, “orta vade” ile kast edilenin ise beş yılı aşmamak olduğunu açıkladı.
KOB, “Ulusal Program” ve ilerleme raporunda Türkiye’den yerine getirmesi istenen yasal düzenlemeler arasında, gereği yapılamayacak birçok madde bulunuyor. KOB ve ilerleme raporunda “şiddet yanlısı olmayan” tüm görüşlerin ifade edilmesinin güvence altına alınması istenirken, düşünce ve ifade özgürlüğü konusunda yapılması gerekenler, “Toprak bütünlüğü, güvenlik, laik ve demokratik cumhuriyet ve üniter devlet yapısının korunması” gibi şartlara bağlanıyor. Demokrasi ve özgürlük savunucularının her söz ve eylemini büyük cezalarla karşılayan Terörle Mücadele Yasası’nın 7. ve 8. maddelerinin “gözden geçirileceği”, TCK’nın 312. maddesinin ise, “koruduğu değerlerin zedelenmemesi” şartıyla “gözden geçirileceği” belirtiliyor. Yine KOB’da en yakın sürede idam cezasına ilişkin fiili uygulamama tutumunun muhafaza edilmesi ve uzun vadede idam cezasının kaldırılarak, AİHS’nin 6. Protokolü’nün imzalanması gereği belirtilmekteydi. Oysa “UP”de, bu sorun, TBMM’ye havale edilerek belirsizleştirilmiştir.
Anadilde eğitim ve yayın hakları gibi haklar için; “Resmi ve eğitim dili Türkçedir. Bu, günlük yaşamda farklı dil, lehçe ve ağız kullanımına engel değildir. Bu serbestlik ayrılıkçı ve bölücü amaçla kullanılamaz” denilerek, böylece, zaten tüm baskı ve yasaklamalara rağmen unutturulamayan ve giderek bir eğitim dili düzeyinde gelişen ve yaygınlaşan, kitaplar, dergiler, görsel ve işitsel araçlarla güçlenen Kürtçenin mevcut durumu bile tartıştırılarak yeni yasaklamalara kapı aralanmıştır. Anadilde eğitim ve yayın. Kürtçe televizyon ve radyo gibi hakların Kürtler tarafından kullanılabilmesi için kısa vadede öngörülenler KOB’da şöyle belirtilmişti: “Türk vatandaşlarının televizyon ve radyo yayıncılığında anadillerini kullanmalarını yasaklayan hukuki düzenlemeler var ise, kaldırılmalıdır. Uzun vadede ise; tüm vatandaşlar için kültürel hakların garanti edilmesi ve kültürel çeşitliliğin sağlanması, eğitim alanı da dâhil olmak üzere bu hakların kullanılmasını önleyen tüm yasal hükümlerin kaldırılması.”
KOB’da gözaltı süresi ile ilgili uygulama ve usuller kısa vadede gerçekleştirilmesi gereken kriterler olarak sıralanmış iken, “UP”de belirsizliğe ya da orta vadeye ertelenmiş ve yine burada duruşma öncesi gözaltıyla ilgili Anayasa’nın 19/6. maddesinin gözden geçirilmesi ve CMUK’taki değişik ilkler, orta vadede yapılacaklar kategorisine alınmıştır. KOB’da insan hakları ihlallerinin tümüne ilişkin tashih imkânlarının güçlendirilmesi kısa vadede yapılacak düzenlemeler içindeyken, “UP”de orta vadeye bırakılmış durumda. Milli Güvenlik Kurulu için KOB’da öngörülen, diğer AB üyesi devletlerinkine benzer bir danışma organı olarak Avrupa normlarına uyumunun sağlanmasıydı; ancak “UP”de, ”Anayasal bir kuruluş olan MGK”nın ulusal güvenliği ilgilendiren alanlarda bir “danışma organı” niteliği taşımaya devam edeceği, yani mevcut durumun süreceği savunulmuş oldu. Böylece anadilde eğitim ve yayın hakkı, idam cezasının kaldırılması ertelenmiş ya da uygun görülmemiş, OHAL’in devamının gerekli olduğu da belirtilmiş oluyordu.
BİRLEŞİK EYLEM İÇİN…
Kürt emekçiler, görkemli Newroz kutlamalarını yarına taşıma görev ve sorumluluğu altında 1 Mayıs’a giriyorlar. 1 Mayıs’a giden süreç, aynı zamanda, Emek Platformu’nun IMF ve hükümet programına karşı ekonomik ve demokratik haklar için mücadele süreci, IMF’nin dayattığı ve büyük sermaye kesiminin sömürü ve baskı programım parçalayıp atacak ve halkın ekonomik ve demokratik taleplerine yanıt verecek bir program etrafında birleşik güçlü mücadele ile baskı ve sömürüden kurtuluşun önü açılabilir. Kürt, Türk, Arap ve diğer kardeş emekçilerin emperyalizme ve işbirlikçilerine karşı mücadelesiyle halkların eşit ve özgür birliğinin yolu açılacak ve Kürt sorununun demokratik ve halkçı çözümünün önündeki engeller yıkılacaktır. Kürt kimliğinin tanınması,
Kürt dili ve kültürü üzerindeki yasakların kaldırılması, Kürtçe televizyon, yayın ve eğitim hakkı, bölgede yaşamın normalleşmesi, resmi ve fiili OHAL’in son bulması, Bölge Valiliği ve diğer özel örgütlenmelerin dağıtılması, topraksız köylüler lehine bir toprak reformunun yapılması, GAP’ta emperyalist yağmanın engellenmesi ve yeni bir düzenlemeyle bu projenin bölge halkının çıkarlarına uygun hale getirilmesi, köye geri dönüşlerin tüm zararların tazmini ve isteğe bağlı olarak gerçekleştirilmesi, işçi ve emekçilerin sendikalaşma ve örgütlenmesi önündeki tüm yasal ve fiili baskıların son bulması, kayıpların bulunması, faillerinin açıklanması ve sorumlularının cezalandırılması, Newroz ve 1 Mayıs üzerindeki yasakların kaldırılması ve resmi tatil ilan edilmeleri ve diğer talepler için birleşik işçi ve emekçi mücadelesi, Newroz’un içini ısıttığı emekçileri beklemektedir. Fabrikalar, işletmeler, işyerleri başta olmak üzere, işçilerin, kamu emekçilerinin, üretici köylülüğün, küçük esnafın, gençliğin, kadınların, ezilen ve sömürülen tüm kesimlerin, bulundukları her alanda, sermayeye karşı emeğin dünyası için, zulme ve sömürüye karşı eşit, özgür ve sömürüşüz bir dünya için mücadele göreviyle yüz yüzeyiz.
Mart-Nisan 2001