Coğrafi esnekliğin, sermayenin daha hızlı ve kârlı alanlara doğru kayışına ve bu nedenle üretici güçlerin yer değiştirmesine, alınıp satılmasına kolaylık sağlayan coğrafi düzenlemeler olduğunu, Özgürlük Dünyası’nın Ocak 2001 tarihli geçen sayısında açıklamıştık. Kısaca hatırlarsak, sermayeye daha hızlı devinim sağlatacağı, üretim süreçlerine ve üretici güçlere egemen olmada daha sınırsız olanaklar elde edeceği bir süreci, mekânsal esnekliği artırarak yapmaktadır.
Sermaye, bir yandan, IMF, DB, GATT, WTO vb. merkezli zirveler, konferanslar, vs. gibi uluslararası kurumları aracılığıyla, diğer yandan toplam kalite yönetimi içinde yer alan standardizasyon tekniği ile bu amacına ulaşmayı hedeflemektedir. Coğrafi düzenlemeyle, hangi ürünün, dünyanın hangi bölgesinde ve hangi koşullarda üretileceğini organize ederken, her bölgedeki ekonomik ve siyasal ilişkilerini de bu amaca uygun kurumlaştırdığı açıkça görülmektedir.
Örneğin; daha çok ABD’nin Türkiye’yi, Lübnan, İsrail ve Mısır’ın da içinde olduğu bir çerçevede, bu ülkeleri ve başka bölge ülkelerini de, bölgedeki enerji koridoru, enerji geçiş yollarının bekçileri olarak yönlendirmeye çalıştığı biliniyor. Ortadoğu ve Orta Asya petrollerini, doğalgazını sadece kaynak ülkelerde egemenliğini pekiştirerek değil, aynı zamanda geçiş yollan ve bu yolların güvenliğini de elinde tutarak, dünya hegemonyasında etkinliğini artırmayı amaçlıyor.
En küçük üretim birimlerinden başlayarak, işletmelerin bütününü ve ulusal-uluslararası endüstriyel ilişkileri de kapsamak üzere bir dizi coğrafi uygulamanın, ekonomi-politik ve ideolojik etkileriyle birlikte tüm üretim süreçlerini kapsayarak geliştirilmeye çalışıldığını söylemiştik. Mekânsal parçalanmışlık, zamansal parçalanmışlığı kolaylaştıracağı gibi, üretici güçlerin tümünde sömürünün artmasının da aracı olmaktadır.
COĞRAFİ ESNEKLİKLE GELEN YAPISAL DEĞİŞİM
Tekellerin, üretimde (burada üretim kavramını, genel anlamda, yani hammadde teminiyle başlayan, yeniden üretimi, dağıtımı ve tüketimi içeren bütün süreci ifade etmek için kullanıyoruz) dünyayı coğrafi olarak düzenlemeye çalıştıkları süreci ve yöntemleri, bu amaçla kullandıkları araçları ve örgütsel yapılaşmayı örneklerle açıklamaya çalışalım.
Tüm ülkelerde ’70 sonrası başlayan de-regülasyon hareketi ile, büyük işletmeler parçalanmaya ve her parçası çeşitli yerlere dağıtılmaya başlamıştı. Büyük işletmeciliğin yerini parçalı üretim veya tam zamanında, stoksuz üretim olarak tanımlanan küçültülmüş ölçekli ve sipariş üstüne üretim almaya başladı. Bir yandan büyük işletmeler parçalanırken, diğer yandan küçük ve orta ölçekli üretimin belli merkezlerde toplandığı, dikey ve yatay örgütlenmelerin oluşturulduğu gözlenir. Ve aynı süreç, sermayenin daha büyük ve artan bir şekilde tek merkezde toplanması ve tek elden yönetimi süreciyle iç içe olarak ilerlemiştir.
Yeni iş organizasyonu olarak karşımıza çıkan coğrafi esneklik, eşzamanlı ve birbiri içine geçen iki oluşum süreci ile daha net görülebilir:
1. De-santralizasyon (Parçalama ve Dağıtma);
2. Santralizasyon (Toplama ve Örgütleme).
1. De-santralizasyon = Parçalayarak Dağıtma
Bunu bir benzetme ile açıklamaya çalışalım: Evlerde kullanılan mutfak robotuna birkaç parça et, bir soğan ve birkaç parça patates atarak düğmeye basalım. Önce içine atılan malzemelerin parçalandığını, sonra bu karışımın merkezden uzağa doğru, kabının dibine ve duvarlarına doğru hızla yapıştığını görürüz. Dönme hızı ile birlikte merkezkaç bir kuvvet etkisi ile homojen bir dağılımın tüm kabın duvarlarına eşit bir biçimde dağılması ve ortada çok az bir kısmının kalması, santrifüj etkisi ile dağılma, de-santralizasyon olayını tarif eder.
Üretimin de-santralizasyona uğratılması da, merkezinde tekeller olmak üzere, üretim güçlerinin ve üretim araçlarının daha etkin olarak parçalanarak, her yana ve her sektöre hızla dağıtıldığı yayılma olarak görülebilir. En başta çokuluslu tekeller, onların altında uluslara ait holdinglerin olduğu, bunların altında faaliyet gösteren ana işletmeler ve bunlara bağlı, küçültülmüş alt işletmelerin veya taşeron işletmeciliğin geliştiği bir yayılma politikası güdülüyor. Ana işletmelerde çok az sayıda kalifiye işçi çalıştırmak üzere, on-binlerce alt işletmeye parçalanmış küçük firmalarda milyonlarca kalifiye olmayan işçi çalıştırılıyor. Aynı biçimde, tekellerin merkezinde tüm bilgilerin toplandığı ama kollarını en küçük birimlere ve işletmelere kadar uzatan bilgisayar ağlarının (Network Ağları) yayılması, merkezinde dev bankaların olduğu ama her ülkede onlarca küçük bankaya, borsaya, sermaye kuruluşlarına dağıtılmış sermaye, vs. bu de-santralizasyon etkisiyle üretici güçlerin coğrafi dağılımının yapısını açıklar. Aynı zamanda üretimde kullanılan mekânların, makinelerin, üretimin miktarının da küçültülmesi ve yer değiştirmesi kolaylaştırılır.
Üretimde rol oynayan faktörler olarak: üretim güçlerindeki bu dağılmanın, üretim araçlarının dağılımında görülen hızlı ve etkin yöntemlerin, aynı süreçte, üretim araçlarının kullanımına dair teknik ve pratik uygulamaların da, her işletmede yaygınlaşmasını da gerektiren bir düzenlemeye ihtiyaç duyulur. Parçalanan üretimin bütünlüğünü sağlayan bu tekniğin yaygınlaşması, kalite standardı olarak, üretimin tekel merkezlerine bağlı örgütlenmesinin de en vazgeçilmez aracı olmaktadır. Bu nedenle ISO–9000 standardı (veya benzeri birkaç standart), coğrafi olarak esnetilmiş üretimin örgütlenmesinin en önemli aracı olarak tüm işletmelere dayatılır. ISO standardını: 1. Ürünün standardı, 2. Üretim tekniğinin standardı, 3. Personel veya istihdam rejiminin standardı olarak, temel üç alanda yürütülen faaliyetler toplamı şeklinde görebiliriz.
Üretim süreci, bir yandan parçalanarak, bir yandan bu parçalar da kendi altında dağıtıma uğratılarak, taşeronlaştırılarak, yer değiştirilerek de-santralize edilirken, diğer yandan ise, küçültülmüş ve dağıtılmış parçaların yeniden örgütlenmesi, belli bölgelerde toparlanması sağlanmaya çalışılıyor. Büyük mekânların yerini küçük mekânlar, bir veya birkaç mekânın yerini, yüzlerce hatta binlerce mekân almaya başladı ki merdiven altı işletmeciliğinin artması bunun uç örneğini verir.
Küçük ve Orta Ölçekli İşletmecilik olan KOBİ’lere ’80 sonrası verilen önem ve Türkiye’de imalat sanayindeki işletmelerin yüzde 99,2’si, istihdamın yüzde 55,6’sı KOBİ’lerde olması, bu etkinin boyutlarını vermektedir. Bu amaçla 1990’da, Sanayi ve Ticaret Bakanlığının hazırladığı kanunla, Küçük ve Orta Ölçekli Sanayi Geliştirme ve Destekleme İdaresi Başkanlığı “KOSGEB” kuruldu. KOSGEB, “Ülkenin gelişmesinde, Küçük ve Orta Ölçekli Sanayi İşletmelerinin payını ve etkinliğini arttırmak, rekabet güç ve düzeylerini yükseltmek, sanayide entegrasyonu ekonomik gelişmelere uygun biçimde gerçekleştirmek” amacı ile hizmet ve faaliyetlerini yürüttüğünü söylemektedir.
KOSGEB faaliyetlerini, Ankara’da bulunan başkanlığın dışında, ülkemizin muhtelif yörelerinde kurduğu, hizmet merkezleri ile yürütmektedir. Bu hizmet merkezleri:
– Küçük İşletmeleri Geliştirme Merkezleri,
– Teknoloji Geliştirme Merkezleri,
– Bölgesel Kalkınma Enstitüleri,
– Pazar Araştırma ve İhracatı Geliştirme Enstitüleri,
– Girişimciliği Geliştirme Enstitüleri olarak yapılanmıştır.
Benzer kurumlar, diğer ülkelerde de oluşturulmuş, örneğin, İtalya’da SPI, aynı amaçla kurulmuştu. Küçük sanayilerin coğrafi bölgelerde ihtisaslaşma alanları ve yeni üretim teknikleri konusunda kendilerini yenileyebilmeleri için çalışmalar yapıyor. İtalya’da, 1990’da İtalyan Dış Ticaret Enstitüsü’nün desteği ile kurulan Bölgesel İhracat Konsorsiyumu, aynı çeşit ürünlerin belli bölgelerde toplanmasını sağlayan düzenlemeler yapmaktadır.
De-santralizasyonun, üretim sürecinde yarattığı etki, sadece üretimle sınırlı kalmayıp sosyal, toplumsal tüm örgüt ve kurumlarda da parçalanma yaratacağı görülebilir. Özellikle kamu kurumlarının sosyal yapılarında ve kitle örgütlerinin tümünde, üretimdeki rekabet ve parçalanmışlığa eşdeğerde, kitlesini kategorize edici uygulamaları izleyebiliriz. Partilerin, sendikaların kitlesel küçülmesi gibi.
Üretim sürecinin de-santralizasyonuna otomobil sektöründen bir örnek verirsek: Ford tekelinin dünyanın çeşitli ülkelerine yaydığı üretim yerlerinden birkaçını, Ford Koç ortaklığı ile yapılan yatırımlar ve ana işletmeler olarak açılan fabrikalarla, Türkiye’ye de yaydığını söyleyebiliriz. Kadıköy’de bulunan Otosan’a parça üreten pek çok alt işletme, Dudullu Organize Sanayi Bölgesi’nde açılmış ve bunlar sadece Otosan’a üretim yapan şirketler durumundadır. Birkaç yıl öncesine kadar 2 binden fazla işçinin çalıştığı Kadıköy-Otosan’ın bugünkü işçi sayısı 300-400 civarına düşmüştür, ama toplam üretimi artmıştır.
Ford-Otosan, büyüyen üretiminin önemli kısmını Eskişehir ve Kocaeli Organize Sanayi Bölgelerine açtığı 2 yeni fabrikaya kaydırarak, bunların ara mamullerini, bu organize bölgelerdeki alt işletmelere yayarak, her bir aksamını ayrı işletmelerden sipariş üstüne temin yolunu seçmektedir.
Bu işletmelerde, ana işletme olsun, alt işletmeler olsun, hepsinde kalite standardı uygulanır, çalışan her işçinin birer performans kartı vardır. Günlük ürettikleri parça adedi, performans durumu, çalıştıkları süre, hata oranı, bu karta yazılıdır. Buralarda çalışan işçilerin sadece iş yaşamını değil, sosyal ve kültürel yaşamını da bu kartlar belirler hale gelmiştir. Her gün, her işçinin performansı, işçi gruplarının performansı, bu kartlardan bilgisayarlara işlenir ve bu bilgi, her zaman merkez şube tarafından (Otosan), dolayısıyla Ford tekeli tarafından (ABD) denetlenir durumdadır.
Bunun Ford tekeli için çok yönlü yararları olduğunu; ucuz işgücü sağlamak, Türkiye’ye ve onun ilişkilerini kullanarak Ortadoğu veya Yakındoğu pazarlarına vasıtalı olarak girme olanağı yakalamak, üretim teknolojisini bu ülkelere kolayca sokabilmek ve teknolojiye ait ürünlerini satmak, gümrük, üretim, hisse senedi, arsa vs. vergilerden muaf olarak azami kâr elde etmek ve üstelik ideolojik ve politik egemenliğini pekiştirmek, işçi ve emekçi sınıflan “eğiterek” gücünü zayıflatmak, böylece artık-değeri azami hadlere yükseltmek, vs. gibi pek çok kâr alanı sayabiliriz. (Burada sözü edilen eğitim, yeni sisteme adaptasyon eğitimidir.)
Alt işletmelere ait üretim planları, hatta parça kalıpları, ana firma ve bağlı olduğu tekelin merkezindeki Ar-Ge tarafından yapılarak, tüm işletmelere dağıtılır. Böylece, üretim standardı en başta tekel merkezleri tarafından örgütlenir. Mühendis, tekniker veya ustabaşı gibi ara kademelerin fonksiyonları azaltılır, hatta çoğu işsiz kalır. Böylece holding veya tekellerin merkezlerinde yüksek gelirlerle çalışan dar bir teknokrat kesimi ile çok düşük ücretlere razı olan taşeron teknokratlar olarak ayrım derinleştirilir. Bugüne kadar, işletmelerde üretimin planlanmasında en etkin rolü oynayan mühendislerin, mimarların, artık, belli standartları yerine getiren ve plan yapmaktan uzaklaştırılmış, yani bir anlamda taşeronlaştırılmış olduklarını görürüz. İşçiliğin ustalaşma olanakları da en aza indirilerek, işçilerin “yarı robot” haline gelmesi istenir.
Daha önemlisi, ulusal çapta üretimin planlanması, neredeyse olanaksız duruma getirilir. Bütün ulusal işletmeler, çokuluslu şirketlerin taşeronu olarak işlev görmeye başlar. Tabii ki, var olan KİT’ler halen bu gelişimin en önemli ayak bağları olarak değerlendirilmektedir.
Örneğin; dünyanın tanınmış elektronik tekellerinden Vestel, elektrik aksamını Çerkezköy’deki işletmesinde yaptırarak, montajı için Almanya’ya taşımaktaydı. Böylece, ara mamul üretiminde Türkiye’deki işletmesini, taşeron olarak kullanmaktaydı. Bugün ise, Vestel’in Manisa Organize Sanayi Bölgesinde açtığı yeni fabrikasında (TV üretiliyor), üretiminin ara mamullerini, bölgelerdeki alt işletmelere yayarak yaptığını biliyoruz.
Alt işletmelerin en belirgin özelliği, aynı ara ürünü yapan pek çok firmanın kendi aralarındaki kıyasıya rekabet sonucu, en ucuza mal üretmek olduğu ve üretime ara verileceği dönemlerde sorunsuzca kapanıp bir süre sonra tekrar açılır veya taşınır hale getirilebilmesidir. Stoksuz çalışma veya sipariş üstüne çalışma, işin düzenliliğini bozmaktadır. Yani kolay işten çıkarma, çok düşük ücretlerle, çok yoğun çalıştırmanın koşullan sağlanarak, azami kâr elde edilmesi, ayrıca işçiler arasında rekabetin kışkırtılarak birliğinin dağıtılması, sermayenin bugünkü genel eğilimi olan alt işletmeciliğin nedenini açıklar.
2- Santralizasyon = Toplama, yani merkezde yeniden örgütleme
Santralizasyon, coğrafi esnekliğin ikinci adımıdır.
Burada, İTÜ Öğretim Üyesi Hacer Ansal’ın “Teknolojinin Taraflılığı ve Üretim İlişkileri” yazısından bir paragraf aktaralım:
“… Sermayenin emek sürecini kontrol altına alma mücadelesi, yaratılan artık-değer miktarını maksimuma çıkarma amacının yanında, bu miktarı garanti altına alma ve sürekliliğini sağlama gibi birbirini ekonomik ve politik olarak bütünleyen amaçlara da yöneliktir. Sermaye, emek sürecinde işçinin işi yapış yöntemleri, hızı, becerilerini ve bilgisini kullanma biçimi üstünde tam bir denetim elde ederek, hem yaratılan artık-değer miktarını maksimuma çıkarmaya, hem de bunları yapılış ve hız açısından katı kurallara bağlayarak bu maksimum miktarı sürekli bir biçimde elde etmeyi garanti altına almaya çalışır. İşçi çeşitli nedenlerle grev, iş yavaşlatma gibi mücadele yollarına başvurduğunda artık-değer üretiminin sürekliliği tehlikeye girdiğinden, sermaye emeğe olan bağımlılığını olanaklar ölçüsünde sürekli en aza indirmeye çalışır. Giderek makinelerin emeğin yerini alacak biçimde geliştirilmesi rastlantısal değildir. Tarihi olarak, çeşitli teknik buluşların ve makinelerin işçi direnişlerine bağlı olarak nasıl geliştirildiğini, belirli dönemlerde grevlerin ya da grev tehlikesinin icatların başlıca nedenini oluşturduğunu çeşitli kaynaklardan görmek mümkündür… Yani sermaye, kendi amaçları doğrultusunda üretim teknolojisini dönüştürerek, emeğin, sermayenin gerçek boyunduruğu altına alınmasını sağlamıştır…”
Dağıtılmış üretimin yeniden örgütlenmesi ve denetim altına alınması, sadece artı değerin artırılması ve doğal rezervlere çok ucuza el koymak için değil, aynı zamanda sermayenin elde ettiği artı değerin devamlılığı ve garantisi için gereklidir.
De-santralizasyonla parçalanmış emek güçlerine karşın, sermaye, üretim teknolojisini yenileyerek, hem kendini güçlendirecek, hem de üretimi kontrol edecek örgütlemeye hız vermektedir.
Sermayenin, üretimi ve sermaye hareketini denetlemek üzere oluşturmaya çalıştığı örgütlenmeyi iki kategoride inceleyebiliriz: Dikey örgütlenme ve yatay örgütlenme.
Dikey örgütlenme olarak, uluslararası tekelleşme, bu tekellerin ülkelere uzattıkları kolları olan holdingler, bunlara bağlı ana işletmeler ve ana işletmelerin etrafında oluşan alt işletmeler (taşeron işletmeler, eve iş verme, bireysel üretim) ağının örgütleri akla gelir. Tekellerin yönetim kurulları, daha alttaki işletmelerin de yönetim kurullarını belirler, bağlı şirketlerin yönetimlerini de kontrol altında tutar.
Üretime, egemenliğin araçları olarak, Toplam Kalite Yönetimi içinde geliştirilen Ar-Ge Yönetimi, kalite sistemleri, geliştirme teknikleri, halkla ilişkiler ve insan kaynakları şirketleri, think-tank merkezleri (kapitalist ideolojileri üreten ve yayan örgütler) içinde geliştirilen “benchmarking = endeksleme” sistemi, teknopoller ve network ağları, internet siteleri, danışmanlık şirketleri, vs., gibi yeni teknolojinin kullanıldığı denetim hizmetleri sokulur. Ki, bunların, üretimi kontrol ettikleri gibi, tekellerin dünya ekonomisine müdahalede toplumları ve devletleri yönlendiren en önemli araçlar olduğu görülür.
Örneğin, TBMM’de açılan BTYK (Bilimsel Teknolojileri Yenileme Komisyonu) ve TÜBİTAK – Ulaştırma Bakanlığı’nın işbirliği içinde oluşan TUENA (Türkiye Ulusal İnovasyon Sistemi ve Enformasyon Altyapısı Master Planı), “ulusal devlet”in bugünkü kapsamını açıklamaktadır. TBMM’nin, bu plana uygun “Ar-Ge’ye dayalı tedarik” kapsamında aldığı en önemli kararlardan birinin “Kamu alımlarında % 1 payın. Ar-Ge faaliyetlerini desteklemek üzere bir fona ayrılmasında olduğu gibi, yenilikçi stratejileri desteklemesi, devletin her kurumuna yaygınlaştırılmaktadır.
Taylorist üretim modelinin, kafa ve kol emeğini birbirinden ayıran, planlama ve uygulamanın farkını artırarak, emek sömürüsünü artırmak olduğu hatırlanırsa, coğrafi esnekliğin gereği üretim teknolojisindeki uygulamalarda bu ayrım, had safhaya getirilmektedir. “Bilimsel teknolojik gelişme” olarak karşımıza çıkan bu üretim teknolojisinin “tarafsızlığı”na (toplumun genel kanısı ‘bilim tarafsızdır ve karşı çıkılmaz’ yönündedir), üstünlüğüne, toplumun, özellikle üretim planlamasında en büyük etkiye sahip mühendis ve mimarların, en çok da işçi sınıfının, itiraz etmeden boyun eğmesi dayatılmaktadır. Kalite yönetimi, kafa ve kol emeği arasındaki farkı derinleştirerek pekiştirir. Üretimin ve üretim sürecinin denetimi, halktan ve işçi sınıfından tümüyle kopartılmış bir üretim planlaması olarak karşımıza çıkar. Yani insani üretime uygun; ‘düşün-planla-uygula’, yerini, daha çıplak bir biçimde, ‘düşünme-planlama-sadece uygula’ kıskacına bırakmaktadır. “Demokratik bir yöntem” olduğu propagandası yapılan kalite yönetimi, bu anlamıyla tam bir hiyerarşik baskı içermektedir. Kalite yönetimi için kullanılan elektromekanik ve elektromanyetik sanayisi de bu açıdan hızlı bir gelişme içindedir. Örneğin; dünya elektronik devleri olarak bilinen Bili Gates’in Microsoft’u, ABB, GE, ITT, Northern Elektrik gibi tekeller, son yılların dünya üretimi sıralamasının en başında geliyor.
Kalite yönetimi içinde, think-tank merkezleri tarafından geliştirilen ve üretimi denetleyen “benchmarking = endeksleme sisteminin önemine değinmek gerekir. Çokuluslu şirketlerin (ÇUŞ) dünyadaki en büyük lobi faaliyetlerini yürüten örgütsel birliği olan ERT (1983’te kurulmuş, Avrupa İşadamları Yuvarlak Masası), Türkiye’deki yatırımları açısından da önemlidir. Bu kuruluş, ABD Ticaret Odası ile de sürekli-sıkı ilişkide olup, temsil ettiği şirketler arasında; Bayer, BP, Daimler-Benz-Chrysler, Ericsson, Fiat, Nestle, Nokia, Petrofina, Philips, Renauld, Schell, Siemens, Solvay, Total ve Unilever, Investor AB vs. gibi 45 ÇUŞ’tan oluşan üye bileşimine sahiptir.
Dünyanın en önemli think-tank merkezlerinden biri olan ERT’nin, son yıllardaki en önemli hedefinin “Benchmarking = Endeksleme” sistemi olduğu biliniyor. Örgütün kendi ifadesiyle, “Endeksleme, tüm dünyayı tarayarak, ‘Nerede?’, ‘Ne var?’, ‘Ne yapılıyor?’, görmek ve en iyi olanı saptayarak buna ulaşmak ve bunu aşmak için çalışmak.” Bu amaca ulaşmada, muazzam bir karayolu ağı kadar, muazzam bir network ağının kurulması gerekiyor ve ERT, bunun finansmanı için üyelerini ikna ediyor. Aynı süreçte, Otomobil ve bilgisayar sektörüne yatırımlarda hızlı bir artış gözleniyor.
Böylece, hızla genişleyen taşımacılık sektörüne mal ve hizmet taşımacılığı yanı sıra yeni bir sektör eklenmiştir; “bilgi” taşımacılığı.
ERT, gerekirse, önüne gelen devlet engellerini, acil yardım olarak kurduğu “kriz önleme merkezi” ihracı ile aşıyor.
Örneğin; uluslararası Unilever tekelinin Brüksel bürosu ile aynı binayı paylaşan PR (halkla ilişkiler) şirketi Burston Marsteller, Arjantin, Güney Kore ve Endonezya gibi diktatörlüklerin yaşandığı ülkelerde, rejimin kredibilitesini, saygınlığını artırıcı yöntemlerle yeni imaj yaratma, kamuoyunu ikna etme ve krizi hafifletmek üzere yalan ve yanıltıcı kampanyalar yürütme işini üstlenmiştir.
Endeksleme sistemine ne yazık ki, bütün Avrupa sendikaları da destek vermektedir. Basın yayın kuruluşlarından önemli gazeteciler, dünyadaki gelişmeleri “en sıcak” biçimde izleyen kişiler olarak think-tank merkezlerinin danışmanlık kurulunda yer almaktadırlar.
Yatay örgütlenme olarak, işletmelerin iç örgütlenmesi, yerel ve bölgesel birliklerin, işbirliklerinin, platformların, konferansların vs. örgütlenmesi olarak karşımıza çıkan ekonomik ve politik oluşumları alabiliriz.
İşletmeler arası bölgesel örgütlenmeler, ülke içi, ülkeler arası bölgesel örgütlenmeler, şirket içi örgütsel yapılanma ve mal mübadelesi tarzında ortaya çıkan değişimi, yeni ortaya çıkan ve önem kazanan yatay örgütleri, bunların her biri üstünde ayrı ayrı durarak açmak daha kolay olacaktır.
COĞRAFİ OLARAK ESNETİLMİŞ ÜRETİMİN ÖRGÜTLENMESİ
Üretimi, hammaddeden, tüketicinin kullanımına hazır hale gelene dek süren üretim sürecinin bütünlüğü içinde düşünmek gerekir. Bu süreci, anlatım kolaylığı açısından, aynı sürecin birbirine bağlı parçaları olarak devinen üretici güçlerin uğradığı değişimi, üç kısma ayıralım. Bu ayrım, ardı sıra birbirine sıkıca bağlı süreçlerin, bir kısmını dondurarak, izlenen bir filmin parçaları gibi, düşünülebilir;
1. Ülkeler arası üretimin kaydırılması,
2. Ülke içinde bölgeden bölgeye üretimin kaydırılması,
3. Aynı firma içinde kısımların kaydırılması veya alt işletmelerin yer ve isim değiştirmesi,
1. ÜRETİM FAKTÖRLERİNİN ULUSLARARASİ YER DEĞİŞİMİ
Bir ülkedeki işletmelerin, kendi topraklarında yaptığı üretimin belli kısımlarından veya hepsinden vazgeçip, ucuz emeğin ve hammaddenin, sorunsuz işgücünün olduğu ülkelerde üretime kaydırmasını ifade eder. Ki bu da, sermayenin daha serbest dolaşımının ve daha kârlı alanlara hızla kaymasının önündeki engelleri süpürmekle başlar. Ulusal sanayilerin yok edilmesi, ulusal çıkarların terk edilmesi, halk için üretimden vazgeçip, doğrudan “uluslararası pazarlar için üretime açılma” politikasının güdülmesi, coğrafi esnekliğe uygun üretimin yaygınlaşabilmesinin gereğidir.
Gelişmiş kapitalist ülkeler, sanayilerini ana merkezlerini kendi ülkelerinde tutmak üzere, işletmelerinin bir kısmını dünyanın kırsal alanı olarak gördükleri, endüstriyel hammaddenin bol bulunduğu, aynı zamanda havayı ve çevreyi kirlettiği için toplumsal baskı görmeyecekleri, azgelişmiş ülkelere kaydırmaya ve yaymaya başladılar. Daha ucuz işgücü elde ettikleri bu ülkelerde, ucuz topraklara sahip olarak, yeraltı ve yerüstü zenginliklerine el attıkları, adaletsiz, yabancı sermayeyi koruyan vergi sisteminden ve öteki kolaylıklardan yararlandıkları, ve böylece daha çok rant elde etme çabasına girdikleri görülür. Bu rantın toplandığı merkezler, yani tekeller ve gelişmiş kapitalist ülkeler de aynı hızla güçlenmektedir.
Bu nedenlerle, tekellerin egemenlik ve hegemonya aracı olarak işlev gören IMF, GATT ve WTO vb. örgütleri, bazen de onların seçtiği her kademeden devlet yetkilileri ya da sivil görevliler (ABD elçisi başkanlığından CIA elemanları ve ABD’li iş adamlarının GAP bölgesine yaptığı geziler, bu bölge ile yapılan araştırmalar, inceleme seferleri gibi) ülke ülke gezerek, araştırmalar yapıp, (yaptırıp) raporlar hazırlayarak her ülkenin tarım ve sanayi potansiyelini belirleyip, uygun politikaları empoze ediyorlar. Her devletin tarım politikalarına ve tarımsal endüstrisine de müdahale ederek, “dışa açılma”, “rekabet”, özelleştirme zorunluluğu vb. gerekçeler arkasında tarımsal endüstriyi açmaza sokup, tarımı çökerten bir mecraya itiyorlar.
Örneğin; AB üyesi ülkeler, üretimlerinin bir kısmını, Doğu Avrupa’nın kapanan veya eskiyen işletmelerini çok ucuza satın alarak, buralara kaydırmaya, eski makinelerini de geri kalmış ülkelere satmaya çalışıyorlar. Ya da dünyanın kırsal alanı olarak bilinen ülkelerin çimento, demir çelik, maden, vb. alanlarını ele geçirip kendi ülkelerindeki üretimi bu tür ülkelere taşıyorlar.
Türkiye’de 50 yıldır üretim yapan GE (General Elektrik – Topkapı) firmasının son 2 yıl içinde Macaristan’a taşınması, (İzmir -Torbalı’daki GE-Opel fabrikası bu yüzden kapatılıyor) aynı amaçlıdır. Son 10 yıl içinde AB ülkelerindeki istihdamın %10 azalması, buna karşın Doğu ve Orta Avrupa ülkelerindeki istihdamın artmasına ilişkin verilerden bunu izlemek mümkün olmaktadır. Nitekim ’92’den bu yana işsizlik oranları Polonya’da %16’dan %14’e, Macaristan’da %12,3’ten %11’e, Slovakya’da %14’ten %13’e düşmüştür.
Örneğin, Alman tekeli Siemens, 1992 yılına kadar Almanya dışı faaliyetine %53 pay ayırırken, bugün bu oranını %70’e çıkarmıştır. Siemens Genel Müdürü bu artışı şöyle açıklamaktadır;
“Almanya’da saati 46 DM’a çalışan işçinin yaptığı işi, Doğu Avrupa’da saati 4-5 DM’a yaptırabiliyorsak, kimse bizi aksine zorlayamaz. Almanya’da bir işçinin saat ücreti olan 46 mark ile Çin ‘de 50 işçi çalıştırabilirsiniz.”
Ekonominin nispeten doğal gelişimi içinde ortaya çıkan sektörel işbölümü, bu doğal gelişime müdahale eden tekellerin eliyle, coğrafi esnekliğin olanakları ölçüsünde, hızla değişime uğratılıyor. Taşımacılık, bilgisayar, çeşitli hizmetler, reklâm, pazarlama sektörleri önem kazanıyor. Bir ülkenin devleti, sanayi ve tarım kuruluşları tarafından belirlenen, coğrafi özelliklerine uygun olarak geliştirilen ve desteklenen işbölümüyle gelişen sanayi ve tarım sektörleri, uluslararası sermayenin daha çok etkisine giriyor. Tekeller, hangi ülkenin ne üreteceğine, hangi üretime ağırlık vereceğine de ilişkin düzenlemeler yapıyor. Örneğin, Tekstil üreten ülkeler, enerji üreten ülkeler, tarımsal ürünlere ağırlık veren ülkeler, tahıl üreten ülkeler, vs. gibi ülkelerarası doğal işbölümüne ilişkin organizasyonlarda coğrafi özelliklere göre yeniden belirleniyor. Doğal endüstri hammaddesi olarak üretilen, tarım ürünlerine müdahale artırılıyor. Virginia tütünü, Seylan çayı, ithal meyveler, salça üretimi için hormonlu domates, pamuk, pancar, vs. gibi pek çok tarım ürünü, hibrit tohumlama ile suni’leştirilerek, üretimlerinde dışa bağımlılığı artırılıyor.
Hangi ülkenin, hangi yeraltı rezervinin, ne zaman ve ne kadar çıkarılacağı ve nerede işleneceği belirleniyor. Tabii ki çevre faktörü, ülkeden ülkeye farklı ölçülerde değerlendirmeye tabi tutuluyor.
2. ÜRETİM FAKTÖRLERİNİN ULUSAL SINIRLAR İÇİNDE YER DEĞİŞTİRMESİ
Aynı ülke içinde, bir fabrikadaki veya işletmedeki üretimi parçalayarak, ürünün her kısmını başka alanlarda veya bölgelerde üretmek üzere taşınması, ülke içi coğrafi esnekliği açıklar.
Böylesi bir gelişmeyi, Avrupa’nın en demokrat ülkelerinden biri olarak bilinen İsviçre’nin Bern kentinden bir örnekle açıklayalım. Burada çalışan bir Türkiyeli işçi şöyle anlatıyor;
“Bühler adlı bir tekstil firması, yarısını Türkiyeli, diğer yarısını Tibet, İtalyan, Portekiz, İspanyol, Kosovalı, Sırp ve Hırvat işçilerden oluşan bir fabrikasını, 1991–94 yılları arasında 3 kez kapatıp açtı. Aslında 1990 yılında aldığı 2 fabrikadan birini iki ay sonra kapatmıştı, işçilerin tümünü tazminatsız işten atmıştı. İşçilere de, tekrar açıldığında, %40 düşük ücretle tekrar işe alınabileceklerine ilişkin birer mektup göndermişti. Kapatma nedeni ise, “fabrikada böcek var, iplikleri yiyor” idi. Bir yıl sonra, bu fabrikasını tekrar açtığında, sigortadan yüklüce bir para da almıştı.
Diğer fabrikasını ise, “yakından tren geçiyor” gerekçesiyle kapatırken, yine yüzlerce işçisini tazminatsız işten attı. Fabrikasını taşıdığı için devletten yüklüce bir tazminat alan, bir süre sonra başka bir yerde açarken, %40 düşük ücretle aynı işçileri geri çağıran patron Gasser büyük kazanç sağlamıştı. ’94 Martında aynı şeyi tekrar etmek isteyince, işçilerin direnişiyle karşılaşan patron, bu sefer, “ben direniş yapan işçiyi çalıştırmam diyerek hepsini atmak isteyince, bütün işçiler greve başlamıştı…” (9 Nisan 1994, Gerçek dergisi)
Benzer birkaç örneği Türkiye’den vermek gerekirse, ülkemizdeki son yıllarda yakından izlediğimiz bazı gelişmelere değinebiliriz:
Örneğin 1990’dan itibaren, İstanbul-Zeytinburnu’ndaki Kazlıçeşme Deri Sanayi İşletmeleri, sendikalaşmanın artışı karşısında, önce Tuzla Organize Bölgesi’ne taşındı. Burada da, sendikal mücadelenin yükselmesi nedeniyle, işletmelerin bir kısmının, kırsal bölge işçisinin yoğun olduğu Trakya ilçelerine taşınması, bir kısmının tekrar Zeytinburnu’ndaki küçük atölye işletmeciliğine dönmesi, coğrafi esnekliğin nasıl kullanıldığının en iyi örneklerinden biridir.
Benzer biçimde, yakın tarihlere kadar Merter’de kurulu bulunan tekstil fabrikaları da Trakya köyleri başta olmak üzere Batı Anadolu ve İç Anadolu il ve ilçelerine taşınarak, aynı zamanda İstanbul’un çeşitli semtlerine parçalanarak dağılmıştır.
Hemen her sektörde, büyük sanayi merkezleri olarak bilinen İstanbul, İzmir, Adana, Samsun, İzmit gibi kentlerdeki fabrikaların, parçalanarak, Batı Anadolu, İç Anadolu, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’nun hiç sanayileşmemiş bölgelerine kaydırıldığını görürüz.
Son 10 yıldır Anadolu Kaplanları olarak tabir edilen Orta ve Batı Anadolu ile özellikle son yıllarda hızla büyüyen Doğu ve Güneydoğu Anadolu’daki organize bölgeler, buralardaki iş yaşamı, coğrafi kayışın en uygun alanlarını oluşturur. Balıkesir, Manisa. Eskişehir, Konya, Yozgat, Çorum, Denizli, Aydın, Bursa, İnegöl, vs. gibi, GAP bölgesinde, Antep, Urfa, Diyarbakır, Maraş gibi illerde ve ilçelerimizde yeni yeni açılan organize sanayi bölgelerinde, kır kökenli yeni işgücü, coğrafi esnekliğin yeni bakir alanlarında tekellerin hizmetine uygun, verimli üretici gücünü oluştururlar. Kolay eğitilen ve yönetilen bir işçi sınıfı, hem tarımda hem de sanayide çalışan, kazanılmış haklarını kullanmaya uzak, örgütsüz kitlelerinden oluşan ucuz işgücü cenneti olarak görülür.
Kentlerde veya kent yakınlarında yeni kurulan sanayi bölgelerinde de, kolay işçi çıkaran, sigortasız ve sendikasız üretim yapan işletmelere bakarsak, sanayideki bu kayışın amacı ortaya çıkar: Üretim maliyetlerini en aza düşürmek. Sermayenin bugünkü sözcülerinin “üretimde emeğin önemi azalmıştır” iddiası, böylece kof bir yalandan ibaret kalmıştır; “hiç işçi çalıştırmadan, ya da çok az bir kalifiye işçi ile üretim yapılabilir ve teknolojik olarak yüksek verimlilik sağlanabilir!”, ya da “canlı emeğe ihtiyaç, teknolojinin gelişmesiyle azalmıştır” deniyor. Alt işletmelerde, bütün parçaları sendikasız, sigortasız ve kayıtsız işçilikle çok ucuza üretilmiş yarı mamullerin ana işletmelerde montajı için, çok az kalifiye işçi yeterli olabilir, hatta robotlara montaj yaptırılabilir, canlı emeğe çok az gerek duyulabilir. Ama üretimin bütününü ele aldığımızda, ana işletmelerde kullanılan az sayıda canlı emeğin değeri, taşeron işletmelerde binlerce ucuz emek gücünün desteğiyle yaratıldığı, geçmişteki sisteme göre çok daha yoğun emek sömürüsünü içerdiği yadsınır. Daha doğrusu saklanmak istenir.
Coğrafi esnekliğin sağladığı olanaklarla, çok sektörlü tekelleşmenin yaşandığını söylemiştik. Örneğin. Sabancı Holding’in, İMKB’deki 14 “halka açık şirketi”nin dağılımına bakarsak, Carrefour-Sa marketçilik, Akbank bankacılık, Aksigorta sigortacılık, Akçansa, Çimsa, Niğde Çimento, Ak Yatırım Ortaklığı yatırım, Brisa lastik, Bossa tekstil, Kordsa çadır bezi, Olmuksa karton, Sasa naylon, Yünsa yünlü dokuma, Sabancı Holding enerji, telekomünikasyon, tarım, vs. gibi sektörlere yayılma sürecinde olduğu görülür.
Ülke İçinde Bölgesel Örgütlenme ve Siyasal Yapılaşma
Diğer ülkelerde de, Türkiye’dekine benzer veya farklı bölgesel örgütlenmeler olduğunu düşünerek, konuyu sadece ülkemizdeki örneklerle sınırlayalım.
Ekonomik oluşumlar olarak; OSB’ler ve serbest bölgeler, sanayi siteleri, devlet eliyle oluşturuluyor. Böylece:
Bir yandan küçük ve orta işletmeciliğin teşvikiyle parçalanmış, özelleştirme sonucu dağıtılmış, diğer yandan çeşitli nedenlerle yer değiştiren KOBİ’lerin belli sanayi bölgelerinde konuşlandırılması amaçlanıyor. Bu bölgeler, ister eski tamir ve bakım merkezleri olarak kurulan sanayi sitelerinin yeniden düzenlenerek genişletilmesi sonucu olsun, isterse sanayileşmeye yeni açılan yerler olsun, ara mamul üretimi veya alt işletmecilik olarak açılan işletmelerin toplandığı bölgeler olarak ortaya çıkmaktadır. Böylece, 10 yıldır, kentlerin yakınlarında veya kırsal alanlarda kurulmaya çalışılan ve altyapısının devlet tarafından yaptırıldığı organize sanayi bölgeleri (OSB), serbest bölgeler (SB), sanayi kooperatiflerinin birleştirilmesiyle oluşan sanayi siteleri örgütlenmesi geliştirilmektedir.
Her OSB’de de, sektörlere göre işletmelerin ayrıştığı alt bölgeler oluşturulmaktadır. Örneğin, Türkiye’nin en büyük OSB’si olan İstanbul-Dudullu OSB, 1977 yılından itibaren oluşmaya başlayan, 105 fabrikalı fabrikalar bölgesi olan İDOS, Modoko (mobilyacılar sitesi), İMES (1050 KOBİ işletmesinden oluşan madeni eşya sanayicileri), Kadosan (oto sanayicileri), DES (demirciler), KEYAP (keresteciler) sanayi bölgelerini içine alan, çok geniş bir organize bölge olarak şekillenmektedir.
Türkiye’de 45’i tamamlanmış, 256’sı tamamlanmak üzere olan veya bazıları proje aşamasında olan OSB’ler, 4.500 kooperatif örgütlenmesi olarak kurulmuş sanayi siteleridir. Örneğin; İstanbul-İkitelli OSB, henüz yapımı tamamlanmayan, 36 kooperatif ve 3 kooperatif girişiminden oluşmaktadır. En örgütsüz ve en ucuz işçiliğin yoğunlaştığı bu bölgesel birlikler, KOBİ işletmeciliğinin emek yoğun üretiminin eşit koşullara bağlandığı bölgelerdir. Bölgedeki tüm işletmelerde, OSB veya site yönetimleri tarafından belirlenen, kuralsız ve örgütsüz, çalışma koşulları, kazanılmış tüm haklardan uzak tutulan kurallar işletilmektedir.
OSB’lerin bugünden önemli bir kısmı serbest bölge kapsamındadır. Yeni Endüstriyel Bölgeler Yasası ile birlikte bu bölgesel örgütlenmenin hukuki dayanakları da hazırlanmaktadır.
OSB’ler ve Serbest Bölgeler (SB), limanlara ve havaalanlarına yakın bölgelerde, gümrüksüz ve kuralsız ticaretin yapıla bileceği, ulusal devlet sınırlarını kaldıracak kadar açıkça yabancı sermayeye peşkeş çekildiği merkezler olarak örgütlenir. Van-OSB’den Edirne-OSB’ye kadar, Adana-OSB’den Bafra, Giresun-OSB’lerine kadar, her ilde veya illerin arasında organize sanayi bölgeleri, altyapı çalışmaları hızlandırılmaktadır. Hava ve deniz limanları yapımı, karayolları ağının genişletilmesi de, ticaretinin altyapısı olarak hızla örülmektedir.
Örneğin, serbest bölge olarak kurulmuş Gebze Organize Sanayi (GOSB) Bölgesi (ki Tuzla Deri Sanayi Bölgesi de bunun alanı içindedir) yeniden restore edilen Dilovası Limanına ve Kurtköy’de açılan havalimanına yakın olması nedeniyle, uluslararası taşımacılığın kolayca yapılabileceği bölgede konuşlandırılmıştır. GOSB, Gebze Sanayi ve İşadamları Derneğinin (GSİAD) desteği ve öncülüğünde geliştirilmektedir.
Samsun Organize Sanayi Bölgesi, serbest bölge olarak yeni gelişmekte olan ve Karadeniz işbirliği açısından önem kazanan bir sanayi örgütlenmesidir, vs.
Politik oluşumlar olarak;
Türkiye’ye özgü örgütlenmeler; TUSİAD (Türkiye Sanayici ve İşadamları Derneği) ve her il ve ilçede buna bağlı SİAD’lar, TİSK (Türkiye İşadamları ve Sanayicileri Kuruluşu), TÜGİAD (Türkiye Giyim İşadamları Derneği) ve bağlı GİAD’lar, MÜSİAD ve bağlı dernekler, vakıflar, TOBB (Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği) ve bağlı odalar, TV ve radyolar. ÖİK (Özelleştirme İdaresi Kurumu), MPM (Milli Prodüktivite Merkezi), Halk Bankası, KOSGEB, KOSGEV, Bankalar Birliği vs. gibi kuruluşların, coğrafi bölgeleri oluşturmada stratejik rolleri olduğu görülür. Ticaret odaları, sanayi odaları, tabip odaları, mimar-mühendis odaları, barolar, ziraat odaları, sendikalar, üniversiteler, vs. gibi kurumlarda da, bu yeniden yapılandırma çalışmalarına hız verilmiştir. Bu kurumların devleti de şekillendirdiği, hatta devlet-tekel ilişkilerinin de pekiştiği gözden kaçmaz. Bunun bir örneği, TMMOB yapısında, uzman mühendis-mimar kurumunun bağlı olduğu hukuksal düzenlemedir. (22 Kasım 2000 tarihli Resmi Gazete’ye göre, mühendis ve mimarlar standartlara uygun hukuksal düzenlemelerden de sorumlu tutulmaktadır.)
Siyasal örgütlenmeler içerisinde değerlendirebileceğimiz, kulüpler, vakıflar, Rotaryen veya Lions kulüpleri gibi sermaye örgütleri, özde “sivil toplum örgütleri”, ideolojik bir kurumlaşma yaratılmasında etkili olmaya çalışmaktadır. Sık sık gündeme getirilen kalite günleri, kariyer günleri ve konferanslar, bu sivil örgütlenmenin en önemli tarzını oluşturur. Üniversitelerde açılan kulüplerin, holdinglerin danışmanlığını yapan üniversite profesörlerinin de, kürsülerini yabancı tekellere açan kurumlara dönüşmesi istenir. Holdinglerden proje alan kürsü hocaları, bu projelere ait alt çalışmaları öğrencilerine yaptırarak, onları taşeronları olarak örgütlemektedir.
3. ÜRETİCİ GÜÇLERİN AYNI İŞLETME İÇİNDE YER DEĞİŞİMİ
Coğrafi esnekliğin üçüncü basamağını, işletme içi parçalama-dağıtma ve yönetme oluşturur.
Aynı işyerinde, makinelerin kaydırılması, kısımların ayrılarak yerlerinin değiştirilmesi, şirket olarak isminin değiştirilmesi, kısımların birbirinden soyutlanması, kapatılarak başka isim ve şirket altında yeniden açılmaları, işçi veya diğer çalışanların işyerlerinin kaydırılması, üretimde aynı üretim mekânında yer değişimi ile ilgili coğrafi esneklik olarak ele alınabilir.
Bunu iki belli başlı gelişim içinde değerlendirebiliriz; birincisi, üretim araçlarının, mekânlarının, teknik düzenlemelerin yer ve hacim değiştirmesi, ikincisi, kısımlar arasında iç müşteri olarak ilişkilerin değişimi, gruplandırma, iş çeşitlendirilmesi, işin yoğunlaştırılması (performansa göre ücret belirleme), işgücünün rotasyonu, işi zamansal parçalama, vs. olarak yer ve zaman değişimlerinden bahsedilebilir.
Birincisini ele alırsak, endüstriyel üretimin tekniği, fabrika veya atölyelerin kuruldukları ilk yıllardan bu yana, pek çok değişime uğramıştır. Yani üretim teknolojisi, belli zamanlarda yenilenmiştir. Son yıllarda, işyerlerinde makinelerin, kısımların, atölyelerin yerleri değiştirilerek, yemekhane veya ambalaj bölümleri, teknik servis gibi bölümlerin, ayrı şirketlere bölündüğünü görürüz. Pazarlama, ithalat-ihracat, yemekhane, kalite kontrol laboratuarı, teknik servis gibi bazı kısımlar, üretimden mümkün olduğu kadar soyutlanarak, idari işlemler, üretim yerlerinden ayrı yere taşınarak, yönetim ile üretimin arası açılmaya çalışılmaktadır.
Yerleri, işçiler tarafından bilinmeyen yönetim mekânları, kimlerden ve kaç kişi olduğu bilinmeyen yönetim kurulları veya kimin yönetim kurulu başkanı olduğu bilinmeyen idare merkezlerinin, başka binalara taşındığı görülür. Holding yöneticileri, ‘holding center’larda, plazalarda, mali müşavirlerin ve danışmanların eşliğinde, ama binlerce fabrika veya atölyenin işçi ve emekçilerini yönetmek üzere, uzak mekânlarda konuşlanmaktadır.
Örneğin, Narin Tekstil’in patronu, Halit Narin, işçi direnişleri arttığında, iflas gerekçesiyle kapattığı fabrikasını, 10 parçaya bölerek, her parçasını o kısmın ustabaşına devrettiği şirketler haline getirdi. Ama TİSK Başkanı olarak, bütün ülkenin tekstil sanayicilerinin temsilcisi olarak, TİS görüşmelerinde tam yetkili olmaya devam ediyor.
Yabancı menşeli Asgold-Atasayar Şirketler Topluluğu da, birbirinden mekânsal ve şirket olarak soyutlanmış üretime, üretimin aynı işletmede kısımlara bölünmesine uygun bir örnek teşkil eder. Aslında Laleli esnafının tekelleşmesi süreciyle ortaya çıkan bu yapılanmada, her kısım, ayrı bir şirket olarak diğer kısımlardan yalıtılmıştır. Ve kısımlar (şirketler) arasında işçilerin birbirinden soyutlanması, kapılar, katlar arasında geçişler işçilere kapatılarak, kısımlara ait servis otobüsleri birbirinden ayrılarak, hatta vardiya saatleri bile değiştirilerek sağlanmıştır.
İkinci olarak, İşletmelerin iç düzenlemesinde karşılaşılan, çeşitli kısımlardaki işgücünün dağıtılması yöntemlerini, birkaç başlık altında toplayalım;
Rotasyon: Aynı üretim yerinde işgücünün rotasyonu, işçilerin farklı kısımlarda veya makinelerde çalıştırılmak üzere işyerlerinin yer değiştirmesidir.
Halen yürürlükte olan iş yasasına göre, işçi, hangi iş için işe alındıysa onu yapmakla mükelleftir, verilen başka bir işi yapmayabilir. Bu gerekçeyle işten atılamaz. Oysa bugün kalite yönetimi içinde geliştirilen üretim standartları ve üretim tekniği ile patronlar, bu çalışma tarzını değiştirmek istiyor. Bunu da “işçinin kalifiyeleşmesi”, “işe yabancılaşmamak üzere, üretimin bütününden anlaması” olarak, propaganda ediyor. İşçinin kendi işi dışında her kısımda çalışabilir olması, aynı zamanda kendi işinin de çeşitlendirilmesiyle birlikte getiriliyor. Bunda amacın, emek yoğun sömürünün azami artışı, daha az işçi ile daha çok iş çıkarmak olduğu bilinir.
Rotasyona göre, işçi, işletmenin bağlı olduğu başka bir işletmeye veya kısma kolayca transfer edilerek, orada farklı bir işe verilebilir, evine veya evinin yakınına iş makineleri taşıyarak üretime evde, atölyede devam etmesi sağlanır. Hatta yurtdışına gönderilerek, aynı işletmenin yurtdışı kolunda çalıştırılır, vs.
Rotasyon, aynı zamanda bir cezalandırma, eski yerindeki iş arkadaşları veya bağlantısından koparılarak, yalnızlaştırmak, bir biriminde gelişen mücadeleyi engellemek, vs. gibi baskı yöntemi olarak kullanılmaktadır.
İş çeşitlendirilmesi ile aynı işte, örneğin, torna başında çalışan işçi, aynı zamanda tornasının bakımını, onarımını, temizliğini, hammaddesinin taşınmasını, ürünün kalitesini, çevresinin temizliğini, bilgisayara işlenen veri kayıtlarını, vs. başka işleri de yapmak zorunda bırakılmaktadır. Bu işleri aynı işgünü saatleri içinde yaparken, performansı da artırıcı dayatmalarla, dinlenme sürelerini boş geçirmemek üzere çok daha yoğun çalışması sağlanır.
Performansın artırılmasıyla; yoğunlaştırılmış işgünü olarak, işçiden aynı işi, daha çok sayıda çıkarması istenir. Rotasyon gibi, özellikle kamu işletmelerinde, biri sendikalı, diğeri sendikasız, biri bireysel sözleşmeli, diğeri toplu iş sözleşmesiyle işçi çalıştırma gibi, biri memur, diğeri işçi veya kapsam dışı ya da geçici işçi statüsünde, taşeron işçi çalıştırma da, sömürüyü ve denetimi kolaylaştırmaktadır.
Rotasyonda olduğu gibi, taşeronlaştırılmış işletmecilikte de, kalifikasyondan söz etmek yerine, kalifiyesizleştirmekten söz etmek daha doğru olacaktır.
İş makinelerinin “sürekli yenilenmesi” adına, gelişmiş ülkeler tarafından, hantal ve kullanılmış eski makinelerin Türkiye’ye sokulmasının amacı ortaya çıkmaktadır.
Gruplandırma; kısımlara bölünemeyecek kadar entegre olan işletmelerde uygulanan bir diğer yöntem, gruplandırmadır. Gruplandırma, ücret farklılıkları yaratarak işçiler arasında rekabeti kışkırtan kademelendirme, iş değerlendirmesi yöntemi ile ücret belirlemedir. 7’li, 9’lu veya 16’lı sistem gibi, hem kamu işletmelerinde hem de özel işletmelerde ücret politikası olarak gündeme gelir. Gruplar, aynı işletmede, çeşitli mesleklerde çalışan işçilerin, A grubu işçi, B grubu işçi, C grubu işçi… Gibi, sadece ücretlerinde değil, statülerinde de farklı değerlendirilmeye tabi tutulan işçi katmanları yaratmaya yöneliktir.
İç müşteri fikri; kısımlar arasında çalışan işçilerin birbirinin müşterisi olarak görmelerini sağlayan bir ilişki biçimidir. İç müşteri fikri de, vardiyalı çalışma, iş bitimine kadar çalışma, kalite çemberleri gibi gruplandırma da, işçiler arasındaki dayanışmayı zaafa uğratmaya ve rekabetçi bir ortam hazırlayarak, aralarında düşmanlıklara dönüştürmeye yönelik, “yeni teknolojinin amacını ortaya çıkarır.
Tekellerin işletmelere soktuğu üretim örgütlenmesi; coğrafi esneklikle sağlanmaya çalışılan aynı işletmedeki üretimin parçalanması ve yeniden örgütlenmesine ilişkin yöntem ve uygulamalar, yeni iş organizasyonu olarak da kabul edilen, toplam kalite yönetiminin ekonomi-politik ve ideolojik kurumları ile olanaklı hale getirilmektedir. Yani toplam kalite yönetimi olarak işyerlerine sokulan örgütlenme yöntemi, sadece üretilen ürünün standardını değil, işçiler arası ve işçi-patron ilişkilerini, üretimdeki sürecin tarzını, vs. belirleyen bir üretim politikasıdır. Üretimin çeşidi, miktarı, nasıl yapılacağı, taşeronlaşmanın yaygınlaşması, teknik donanımının kıstasları, vs. gibi üretimle ilgili kararlarda olduğu kadar, ücret ve sosyal haklar konularında da belirleyici bir karar mekanizmasıdır. Üretim teknolojisi olarak işletmelerde büyük bir baskı unsuru oluşturan bu sistemin, üretimin denetiminde etkinliği için bilgisayarların ve network ağlarının tüm işletmelerde her makine veya kısımlarda devreye girmesi gerekir.
Kalite sisteminin üstünlüğü, disipline edici ve verimliliği artırıcı rolü, bireysel mutluluğu ve rekabeti kışkırtarak özgürleştirici yapısı, vs. üstüne söylenenler, eğitime önem verildiği, eğitimle emeğin vasıflandırılmaya çalışıldığı vs. üstüne, tekellerin ortaya attıkları pek çok yalan ve düzmece iddia vardır. Tabii ki bu iddiaları yayma görevi, başta uluslararası danışmanlık, AR-GE ve pazar araştırma şirketleri olmak üzere, entegrasyona boyun eğen ve yayılmasını üstlenen ulusal kurumlara, bunların başında da devlet kurumlarına, holdinglere, sanayi ve ticarette sözü geçen odalara verilmiştir.
Ama daha geniş kesimleri içeren destekçileri olmadan bu uygulamanın gerçekleşmesi mümkün değildir. Bu nedenle, tekeller, başta sendikaları, kitle örgütlerini, yüksek eğitim kurumlarını, basın yayın kuruluşlarını ve en önemlisi de bu teknolojinin uygulanmasında üretimin yapı taşlarını oluşturan teknokratları ve yöneticileri, desteklerini almak üzere ikna (!) etmişlerdir. İdeolojik olarak etkileri altına almışlardır.
BAZI SONUÇLAR
Coğrafi esnekliğin, sermayenin, emek güçlerini parçalayarak ve güçsüzleştirerek daha yoğun sömürü ve denetim olanakları yaratmayı amaçladığını gördük.
Emek güçleri üstünde egemenliğin artmasını ve pekişmesini sağlayan bu gelişmenin, başta işçi sınıfı olmak üzere, tüm emekçi kesimler için aynı zamanda mücadele dürtüsü olduğunu da görebiliriz. Emeğin üretime, dolayısıyla sermayeye müdahalesi, onun örgütlü gücü sayesinde mümkündür. Ama bunun için bu sürecin gelişmelerinden ve yöntemlerinden haberdar olması, politik olarak bilinçlenmesi gerekir. Ki, bu bilincin, eskisine göre daha hızlı geliştiğini, eylemlerin içerdiği taleplerden, yeni gelişen mücadele yöntemlerinden görmekteyiz. 20 yıl öncesi, emperyalizme ilişkin gerçekleri anlatmak ne denli zorsa, bugün, bir o kadar kolaylaşmıştır.
Yeni üretim teknolojisi olarak geliştirilen yöntemlere karşı ekonomik-ideolojik-politik mücadelenin, geleneksel yöntemlerden daha farklı, daha çok iç içe ve yoğun olarak yaşandığını söyleyebiliriz. Hatta bugünkü işçi sınıfının mücadelesi içinde, uzun vadeli veya kısa dönemli değil, günlük sorunların çözümü bile, çok daha yoğun bir ideolojik-politik tutuma ihtiyacı ortaya koymaktadır.
Emek güçlerinin örgütlenmesi, sermayenin örgütlenmede izlediği yol gibi iki yönlü gelişmektedir. Ki bunları, dikey ve yatay örgütlenmeler olarak incelemiştik, emek güçlerini de benzer biçimde, içe dönük ve dışa, tekellere yönelik olmak üzere, iki tarzda gelişen mücadele içinde değerlendirebiliriz.
1. Dikey örgütlenme; emekçilerin, devlet politikalarına karşı, tekellere, tekel örgütlerine ve holdinglere karşı tepkileri, tekellerin çeşitli ülkelerdeki işletmelerinde ve her ülkedeki çeşitli işyerlerindeki işçi ve emekçilerin ortak eylemleri içinde gelişmektedir.
Örneğin, Vestel’in, Avrupa’nın 3 ülkesindeki fabrikalarında örgütlenen işçi direnişi, Siemens işçilerinin uluslararası eylemi, GE (General Elektrik) ve GM (General Motor / ABD) tekellerine karşı Avrupa ve Asya’daki işyerlerinden yükselen ortak grev, İngiliz liman işçilerinin direnişine, diğer ülkelerdeki liman işçilerinin desteği, Avrupa TIR şoförlerinin petrol fiyatlarına her gün gelen zamma karşı eşzamanlı protesto eylemleri, vs. doğrudan tekellerin merkezine yönelen mücadelenin geliştiğini gösterir.
Son günlerde, GM’nin, İngiltere’deki Luton kentinde kurulu Vauxhall Opel fabrikasını kapatma, diğer fabrikalarında işçi azaltma planına karşı, İngiltere’nin Liverpool kentinde kurulu diğer fabrikası ile birlikte, Almanya, Fransa, Belçika, Portekiz ve İspanya’daki işletmelerinde de grev yaygınlaşıyor.
IMF ve DB hedefli, özelleştirme karşıtı grev ve direnişlerin, protestoların yükselmediği ülke yok gibidir. Türkiye’de kamu emekçilerinin IMF karşıtı 1 Aralık eylemi, özelleştirme karşıtı, Eurogold’a karşı Bergama köylülerinin, Dalamanlı emekçilerin, bor madeni satışına karşı işçilerin tepkisi, vs. gibi, Asya, Afrika ve Güney Amerika ülkelerinde de grevler daha sık gündeme gelmektedir. Güney Amerika ülkelerinin sendikalarının toplandığı “Dünya Sosyal Forumu” gibi, uluslararası sendikaların toplantıları da, benzer tepkilerin örgütlendiğini gösterir.
2. Yatay örgütlenme veya içe dönük mücadele; tekel merkezlerinin yapısal planlarına karşı, bunların yarattığı dağınıklığı ve olumsuz etkileri, işletmelerde ve bölgelerde verilen mücadele ile önlemek üzere, işçi ve emekçilerin çeşitli eylemlere başvurduklarını görüyoruz.
İşletmelerde, işçi ve teknik kadroya dayatılan standartlara karşı, işletme içinde verilen ideolojik-politik tepkilerin örgütlenmesi önem kazanmaktadır. Çünkü emek güçleri arasında dağınıklık yaratarak, dayanışmayı zaafa uğratma amaçlı bir yapılaşmanın, işçi sınıfı içinde ideolojik baskı kullanarak ve moral bozarak örgütlenmesini engelleyeceği düşünülmektedir. Oysa derinleşen çelişkilerin ortaya çıkardığı tepkiler, daha güçlü ve yaygın bir örgütlenme ihtiyacını da ortaya çıkarır.
Kalite standardına karşı gelişen mücadeleye, son yıllarda gelişmeye başlaması bakımından dikkat çekmek, konumuz açısından da gereklidir.
Örneğin, 1978–79 yıllarında “kademelendirme veya gruplandırmaya” karşı ve 1994-’95 yıllarında “kalite çemberleri”ne karşı işçilerin direnişleri, metal sektöründe birçok fabrikada yaşanmıştı. “Geliştirme Tekniği” (GT) vermemek üzere örgütlenen Asgold işçilerinin direnişi gibi, “performans kaydı” vermeme, verimliliği düşürme, rotasyonu reddetme, vs. gibi direnişler, pek çok işletmede yeni gelişen mücadele biçimleri olarak gelişmektedir. Hatta grup çalışmalarını ve eğitimleri kırma, performansa göre ücret politikasına karşı tepkiler, daha çok ideolojik içerikli olup, bugünkü süreçte etkin ve önemli bir rol oynar.
Bu tür mücadelede, danışman şirketler tarafından yürütülen “uyum eğitimlerine karşı” tavır, en yaygın ve etkin olanıdır. Çünkü, uluslararası standardizasyonun yayılması için, yalan propaganda ve demagoji üstüne inşa edilen kalite politikası ve buna uygun “uyum eğitimleri”, işçi ve emekçilere “teknolojik yenilik” olarak dayatılır. Her gün, işçilere zorunlu olarak verilir. Bu eğitimlere karşı çıkmak, inanmadığını söylemek, protesto ederek eğitime girmemek, işten atılma nedeni olmasına karşın, yaygın bir direniş örneğidir. Bu eğitime karşı çıkan işçi, doğrudan uluslararası tekellerin politikalarına karşı çıkmaktadır.
Yalın doğrularla, “eğitimci”nin söyledikleri arasındaki çelişki, bunlar üstünde düşünme, yeni mücadele tarzları geliştirme olanakları sağlar. Örneğin, GT vermenin, “iç müşteri” fikrinin, performans arttırmanın, bir süre sonra yanındaki işçi arkadaşının atılmasına neden olduğunu, iş çeşitlendirmesinin söylendiği gibi “yabancılaşmayı” azaltmayıp, işçi azaltmanın yolu olduğunu, “uluslararası pazarlara açılma”da kendine düşen payın, daha çok sömürü, yorgunluk ve işten atılma, hak gaspları olduğunu, yaşam deneyleriyle öğrenmeyen işçi yoktur. Ama ikna edilmiş (!) sendikalar eliyle (eğitimiyle), boyun eğdirilmeye çalışılır. Sermaye’nin, bugün sendikalara ihtiyaç duymasının en önemli nedenlerinden biri de, “sendika uzmanları”nın bu ikna kabiliyetleridir.
İşçi sınıfı mücadelesinde gelişme potansiyeli taşıyan bir diğer yöntem, bölgesel alanlarda veya sitelerde, bölge yönetimlerine karşı, bölgesel işçi örgütlenmesidir.
Tekellerin tarafından tüm ülkelerde organize edilen OSB ve sanayi sitelerinde, yönetim kurulları, bölgedeki tüm işletmelerde çalışma koşullarını belirler durumdadır. Bölge içinde, güvenlik, ücretler, çalışma saatleri, sendika ve sigorta, işten atma kolaylığı, kalite politikası, vs. gibi ortak kararlar alınmaktadır. Bu da işçilere, tüm bölgeyi ve siteyi kapsayan, politik bir mücadeleye gereksinimi olduğunu dayatmaktadır. Buna uygun örgütlenmenin çatısını kurmak, hem nispeten kolay hem de nispeten çabuk sağlanabilir. Çünkü işyerine bağlılığın asgariye indiği, kolay işten atılan işçilerin aynı zamanda çok ucuza çalıştırıldığı, bu nedenle işten atılma korkusunun da asgariye indiği, bölgede hemen her işyerinde çalışmış veya çalışan akrabaları, arkadaşları olan bölge işçilerinin birliği için, ortak sorunları kadar, birlik olanakları da çoktur. Bu nedenlerle OSB’lerde, sitelerde örgütlenme, “stratejik” bir önem kazanmaktadır.
Sonuç olarak günümüzde; uluslararası sermayeye karşı, emek güçlerinin, ulusal ve uluslararası mücadele olanakları arttığı gibi, büyük-orta-küçük işyerlerinde de bu mücadele olanaklarının hızla arttığı ve yaygınlaşacağı bir süreç yaşanmaktadır.
Şubat 2001
(İtalyan) Altın Tekeli à Century Gold Consul (Dünya Altın Merkezi)
|
ATASAYAR ŞİRKETLER TOPLULUĞU
(Holding)
|
ANA MUHASEBE
| |
OCAKLAR – ALTIN AYARI
|
HAMMADDE
| |
ATASAY Şirketleri ASGOLD Şirketleri
AK-1 AK-2 AK-3 AK-4 AK-5 AK-6 ASG-1 ASG-2 ASG-3 ASG-4 ASG-5 ASG-6
Pres Pres Pres Pres Pres Pres Döküm Pres Pres Döküm Döküm Pres
Örme Örme Örme Örme Örme Örme Örme Örme Örme Örme Örme Örme
Kanak Kaynak Kaynak Kaynak Kaynak Kaynak Kaynak Kaynak Kaynak Kaynak Kaynak Kaynak
Kilit Kilit Kilit Kilit Kilit Kilit Kilit Kilit Kilit Kilit Kilit Kilit
Cila Cila Cila Cila Cila Cila Cila Cila Cila Cila Cila Cila
Kalite Kalite Kalite Kalite Kalite Kalite Kalite Kalite Kalite Kalite Kalite Kalite
| |
ATASAY MAĞAZALAR ZİNCİRİ ASGOLD MAĞAZALAR ZİNCİRİ
|
ATAGOLD
|
ANA MUHASEBE