Burjuva gazetelerin manşetlerine kadar çıkan ve kriz gündemli tartışmaların merkezine oturtulan “30 saat formülü” ile esnek çalışma tartışmaları, yeni bir aşamaya girdi. “’30 saat formülü”, çok masum ve makul bir öneri gibi gündeme getirildi. “Kriz, ülkeyi kasıp kavuruyor” ve “krize karşı çare” gibi saptamalarda bulunan patronlar, “yoklukta az kazan, bollukta çok kazan” diyerek işçi sınıfından fedakârlık istediler, masum gerekçeli bu öneriyi sendikalara kabul ettirme girişimleri başlattılar.
Bu formül, Avrupa ülkelerindeki sendikalar tarafından, yıllardır, işçi sınıfının daha az çalışarak kendisine daha çok zaman ayıracağı bir yol, “tembellik hakkı” olarak önerilmiş ve işçi kitlelerinin önemli bir kesimi de bu şekere bulanmış zehiri yutmuştu. O günden bu yana bu talep, reformcu sendikacılık tarafından; işsizliğin azaltılmasının bir yöntemi olarak gösterilerek savunuldu.
Eski Marksist çevreler de, yabancılaşma ile ortaya çıkan “stresi azaltacağı” varsayımı ile bu öneriyi benimsedi.
“Global kriz”in işçi sınıfına çıkardığı faturanın bir unsuru olarak ortaya atılana kadar, haftalık iş saatlerinin 20 saate, 30 saate düşürülmesi, sendikal bürokrasi ve reformcu siyasi çevreler arasında hayli bir popülariteye sahipti. Ama ortaya atıldığı yeni biçimiyle, “Az iş, eksik ücret”, işler açıldığında ise, “Çok iş, çok ücret” tarzında esnek çalışma sistemi önerisi olarak karşımıza çıkınca, sınıfın kendisi başta olmak üzere tüm emek yanlısı çevrelerin tepkisini toplayan bir formüle dönüştü. Bu girişim, milliyetçi-faşist, açık emek karşıtı bir platformdan beslenen sendikal bürokrasi kesimleri dışındaki sendikacılardan da geniş bir tepki topladı.
Büyük patron çevreleri, bu formülü, krizi kolay atlatmanın bir yolu olarak tanımlamaktadırlar. “Az iş, eksik ücret”, kriz süresince işçi sınıfından talep edilen bir fedakârlık, işçi atılmasını da engellemenin bir çözüm yolu olarak sunuluyor. Deniyor ki, “kriz dönemi, azalan talep karşısında üretimi düşürmek ve dolayısıyla işçi çıkarmak zorundayız.” İşçi çıkarımı için ödenecek tazminatlar için ise, “bu dönem için ayıracak tek kuruşumuz bile yok.” O halde, hem işçi çıkarıp hem de tazminat ödememenin en kestirme yolu, “ücretsiz izin” veya “az iş, az ücret” formülü olarak karşımıza çıkıyor.
SSK Genel Müdürü Kemal Kılıçdaroğlu (seçimlerde DSP’nin milletvekili adayı oldu) ise, bu çözümün “mevzuata aykırı olmadığı” konusunda fetva vererek, işverenleri destekliyor.
Kuşkusuz 30 saat önerisi, basitçe çalışma saatinin kısaltılması değil. Bugüne kadar, iş yasalarındaki mevzuat çerçevesinde, haftalık 45 saat üzerinden ödenen ücret, sigorta, ihbar ve kıdem tazminatları, fazla mesailerin % 100 zamlı ödenmesi ve isteğe bağlı olması, eş ve çocuklara ödenen sosyal yardımlar, yıllık ikramiyeler, kreş ve emzirme odaları ile ilgili sayısız mevzuat, “30 saat üzerinden” yeniden belirlenecek.
MESS Genel Sekreteri İsmet Sipahioğlu şöyle diyor:
“1936 model İş Kanunu, ekonominin gereklerine uyum sağlamıyor, yasa işçinin haftalık mesai saatini 45’le, günlük ise 7,5 saatle sınırlıyor. Bunların aşılması halinde fazla mesai gündeme geliyor. Oysa esnek mesai saati uygulamasında kriz dönemlerinde haftada 20 saat çalışan bir işçi, piyasa koşullarının düzelmesiyle mesai saatini haftada 45 saate eşitleyecek bir süreye çıkabilir.
6 aylık dilimler halinde uygulanması önerilen bu sistemi, Avrupa daha da geliştirerek sürdürüyor. Avrupa’da çalışma saati denince yıllık sürelerden bahsedilir. 6 aylık ortalama esas alınır.”
1936 tarihli İş Kanunu, uluslararası işçi sınıfı mücadelesinin kazanımlarını da bir ölçüde yansıtan bir yasaydı ve patronları rahatsız eden de işçiler lehine olan bu kazanımlardır.
Bugüne kadar da, bu İş Kanunu, işçi sınıfının kazanımlarını koruyan en temel yasalardan biri idi. Buna göre, bir işe giren işçi, yalnız kendi yaşamını değil, ailesinin yaşamını da sağlayacak maddi ve sosyal olanaklara sahip olma imkânını elde ediyordu. Bir işçi, çalışma günleri, 09.00–17.00 saatleri arasında, (öğlende 1 saat yemek tatili olmak üzere) 8 saatlik çalışma gününe, cumartesi 5 saat daha ekleyerek, haftada 45 saat çalışıyordu. Yıllık 20 günlük tatil izni, cumartesi-pazar izinleri, bu 45 saatlik haftalık çalışma ücreti üzerinden ödeniyordu. İşyerinde iş olsun ya da olmasın, işçiyi işten atma, işçinin kendi kusuru yoksa olanaksızdı. Bu yasa, KİT ve Kamu işletmelerinde bu haliyle (taşerona verilen yerler dışında) geçerlidir. Ama bu işletmelerin dışında, bu yasanın yıllardır geniş ölçüde delindiği ve yasadışı faaliyet gösteren işletmelerin, hükümetlerce de desteklendiği biliniyor.
Bugünkü 1475 sayılı İş Yasasının yerine geçirilmek istenen “kuralsızlık” iş yaşamını nasıl etkiler?
“Bugün iş yok, evinize.” diyecek patron ve ücretsiz izne çıkarılmış olacak işçi. Tekrar ne zaman işe çağıracağı belli olmayacak ve bu sürede işçi ve çoluk çocuğu aç-sefil oturup bekleyecek. Avrupa’da işsizlik sigortası alan işçi, işsiz kaldığı süre aç kalmaktan kurtulur ama Türkiye’de işsizlik sigortası yok, Meclis’te bekletilen tasarı da ihtiyacı karşılamaktan çok uzak. “Türkiye gibi borçtan kurtulamayan bir ülkede Avrupa’daki gibi bir işsizlik yasası çok lüks olur” diye karşı çıkılıyor. Oysa özel sektör işyerlerinde ücretsiz “izin” uygulamaları, ’92’den bu yana sürüyor.
“5’li inisiyatif” içinde yer alan Türk-İş ve DİSK, bu önerinin hemen kabul ettirilemeyeceğinden hareketle, bunu işçi ve emekçilere şimdi değil, süreç içinde kabul ettirmek için mehil istiyor.
Çalışma Bakanı Nami Çağan ise; esnek çalışma uygulamasının taraflarca görüşülmesi sonucu yasal hale getirilmesi telkininde bulunuyor. Yani “devlet çoktan kabul etti, siz de kitlenize alıştıra alıştıra kabul ettirin” anlamında, sendikalara, bir an önce çalışmaya başlamalarını söylüyor.
ESNEK ÇALIŞMA ÇOKTAN DAYATILDI
“Ya esnek çalışma, ya işten atarım” dayatması, işçi sınıfının karşısına bugün getirilmedi.
1992 TİS sürecine başlarken, patronlar, özellikle metal sektöründe “ya yüzde 0 zammı kabul edersiniz, ya da işçi çıkarmak zorunda kalırız” diyerek, sendika ve işçi cephesini zorladı. Oysa o dönemde patronlar, taşeron işçilerle, zaten pek çok işletmede, 3 veya 6 aylık sözleşmelerle kolay işçi alımı ve çıkarımını başlatmıştı. Kamu işletmelerinin birçok bölümü taşerona devredilerek, kamu işçilerinin pek çoğu sendikasızlaştırılmış ve buralarda esnek çalışma olarak nitelenebilecek bir uygulamaya başlanmıştı.
Sendikalı kesim içinde de Körfez krizi bahane edilerek dayatılan “0 zam”ma boyun eğen pek çok sendikaya rağmen, binlerce işçi TİS süreci sonunda işten çıkarılmıştı. Dahası imzalanmış TİS’ler yok sayılarak fiilen patronların keyfine göre bir uygulama başlatılmıştı. Sendikalar bu fiili duruma boyun eğdiler ve patronlar, krizin getirdiği ortamdan yararlanarak “geçici” olarak ilan ettikleri hak gasplarını kalıcılaştırdılar.
1995 TİS sürecinde de geniş ölçüde, “0 zam” ve esnek çalışma dayatıldı. O tarihlerde, ’94 Nisan kararları sonucu, “kriz var” diyerek öne çıkarılan “0 zam” dayatması, fazla mesailerin normal ücretten ödenmesi ve zorunlu hale getirilmesi, vardiyasız işyerlerinde vardiyaların kabul ettirilmesi, cumartesi ve pazar tatilinin, normal mesai süresinden kabul edilmesi, kısa zamanlı çalışmanın şirketlerin krizde olduğu dönemlerde kabul edilmesi, ücretsiz izinler, kısmi zamanlı ve telafi çalışması, eşel-mobil ücret sistemi vs. gibi pek çok esnek çalışma koşulu, genelde değilse de, pek çok işyerinde kabul ettirildi.
Sendikasız işyerlerinde ise, zaten is yasaları kısmi olarak uygulanırken, ’90 sonrası politikaların etkisiyle, 8 saatin çok üstünde zorunlu mesailer ve pazar çalışmaları gündeme gelmişti. Özellikle kobilerde, esnek üretim, tüm kuralsızlığıyla pervasızca işverenlerin uyguladıkları bir sistem olarak, işçi sınıfının, uğrunda yüzyıllardır mücadele ettiği hakların gasp edilmesinin örneğini oluşturuyor.
Bugün ise bu sistemin, mevzuat açısından da kurumsallaşması isteniyor. İşçiler lehine olan kimi kurallar ortadan kaldırılmak, doğrudan işverenlerce konan kurallar, iş yasaları haline getirilmek isteniyor.
Ülkemiz işçilerinin ağırlıklı bölümünü oluşturan sendikasız kesiminde “esnek üretim” zaten vardı. Ama bugüne kadar uygulanması zorunlu ve genel kabul görmüş bazı kurallar, işverenleri bir kısım kârlarından vazgeçmeye zorluyordu. Örneğin;
— İşverenler, çalışsın ya da izinli olsun, işyerinde çalıştırdığı süre içinde her işçinin 45 saat haftalık iş günü üzerinden sigorta primini ve vergisini yatırmak zorunda idi. Kıdem ve ihbar tazminatları, zorunlu tasarruflar, bunun üstünden hesaplanıyordu.
— İşverenlerle işçiler arasındaki çalışma kurallarını belirleyen iş yasalarına göre, hem işverene hem de işçiye tanınan bazı haklar vardı ve haksızlığa uğrayan işçi, iş mahkemelerine başvurarak hakkını aramaya çalışıyordu. Bugün ise, işverenlerin kuralsızlığı ayyuka çıkmış halde. Ama 500 bin işçinin TİS sürecine girdiği bu günlerde, çalışma yasalarından henüz kaldırılmamış olan kurallara uygun çalışma sürelerinde de esneklik getirilerek, kuralsızlığın genel kabul görmesi, iş yasalarında da mevzuat düzenlemesine yol açılması anlamında, genelleşsin isteniyor. Bu nedenle TİS sürecine giren işçiler açısından “30 saat formülü” karşısında takınılacak tutum, çok büyük önem taşımaktadır. Sendikasız işyerlerinde çalışan işçiler açısından da bu TİS dönemi, varolan kısmi haklardan korunup korunmayacağı bakımından büyük önem taşıyor. Çünkü sendikalı işyerlerinde delinen her kural, vazgeçilen her hak, kaybedilen her mevzi, sendikasız işyerlerine katlanarak yansıyor.
ESNEK ÇALIŞMA POLİTİKASI, ENTEGRASYONDAN GELİYOR
Uluslararası mali piyasalarda ortaya çıkan ve Türkiye’de de otomotiv, tekstil, deri gibi birkaç sektörde ve daha çok da banka ve borsada etkisi süren krizin yükünü, dünya ve Türkiye işçi ve emekçilerine “uluslararası yapısal uyum programlarıyla” yansıtan genel bir saldırı ile yüz yüzeyiz.
Başta özelleştirme olmak üzere, yapısal uyum programları, uluslararası finans ve siyasi kurumlarca verilen direktifler yönünde atılan her adım, basın-yayın, işveren Kuruluşları ve sendikalarca da kabul ve destek görmekteydi.
İşçiler, yapısal uyum programlarının içeriği olan iş yasalarında ve çalışma koşullarında girişilecek yeniden düzenlemelerin, kuralsızlaştırmaların zararını gören ilk kesimler olmaktadır. Özelleştirme ile sadece ülkelerin yeraltı ve yerüstü kaynaklarının ve ulusal sanayi ve tarımsal işletmelerinin yabancı sermayenin doğrudan denetimine girmesi değil, bundan da önemlisi, iş yaşamında uyum sağlama olarak tanımlanan düzenlemelerle çalışma koşullarının sermayenin yararına yeniden düzenlenmesinin önünü açmak üzere esnek çalışmaya yol açacağı ortadaydı. Esnek çalışma politikası, sanayide ileri veya geri gelişme düzeyi olarak tüm ülkelerde, “eşit standart” koşulları yaratılması adına, ILO eliyle dayatılan yapısal uyum direktifleri ile işçi ve emekçilerin gündemine girdi.
1994 yılında Almanya’da kabul edilen “Çalışma Süreleri Kanunu” ile Çekoslovakya’da 1990 yılında yürürlüğe giren “Esnek İş Süreleri Hakkındaki Kararname”, Yunanistan’da 1990’da kabul edilen “İş İlişkilerinin Modernleştirilmesi ve Geliştirilmesi” yasası, 1987’de Fransa ve Belçika hükümetlerinin çıkardığı “İş sürelerinin esnekliği”ni sağlayıcı yasal değişiklikler, 1986 tarihli Avrupa Tek Senedi’nin ve ILO’nun Haziran 1990’da yaptığı 77. Genel Kurul Sonuç Kararları doğrultusunda, işçilerin istihdam ve çalışma koşullarını yeniden belirleyen değişimlere uyum hükümleri getirmektedir.
Avrupa Birliği’nin 1986 tarihli Roma Antlaşması’nın 85. maddesinde kabul edilen İş Hukukunun Yeniden Düzenlenmesi, özellikle küçük ve orta ölçekli işletmelerin kurulması ve geliştirilmesinde teşvik edici önlemler olarak değerlendirilirken, esas dayanak noktası olarak, işletmelerin verimliliklerini artırarak, işgücü maliyetlerini düşürmek ve “Küresel Rekabet” koşullarına ayak uydurmada “Eşitlik” sağlama amacı güttüğü ileri sürülmektedir.
Oysa kriz gerekçesiyle daha bir ısrarla gündeme sokulan “esnek çalışma dayatmasının, kapitalistlerin daha çok sömürmesini hedeflediğini, sermayenin kârlarına daha çok kâr katma amacının doğrudan sonucu olduğunu açıkça görüyoruz.
KRİZİN VE İŞSİZLİĞİN ÇÖZÜMÜ “AZ İŞ SAATİ” DEĞİLDİR
Marx, “Kapitalizm, krizin kendisidir” diyordu. Dolayısıyla krizden köklü kurtuluş, tek çare, sosyalizmdir.
Avrupa sendikaları, kriz dönemlerinde krizin işçi atılmasına ve işsizliğe yol açan etkisini azaltmak üzere “Az süreli çalışma” formülünü gündeme getirmişlerdi. İşsizlik ve buna çare arayan Avrupa kapitalistlerine destek olan Avrupa sendikaları, işsizliği, işçilerin haklarını budayarak bertaraf etmeyi benimsemiş oluyordu. Örneğin, Almanya’da, 1995 yılı içerisinde, iş saati birçok işyerinde 35’e düşürülmesine rağmen tek bir işçi bile işe alınmadığını, fazla mesailerle işçilerin daha fazla sömürüldüğünü, Alman sendikalarının en ilerici kesimini oluşturan IG-Metal sendikasının 18. Kurultayında yapılan açıklamalar göstermektedir. Almanya’da 1995 yılında Federal Çalışma Dairesi’nin verdiği işsizlik rakamı 3,7 milyon iken, gerçek işsiz sayısının 7–8 milyon civarında olduğu söyleniyordu. Bu sayının artışında en önemli rolün ise, fazla mesailer olduğu, Alman Sendikalar Birliği (DGB) Başkanı tarafından şöyle ifade ediliyordu: “1995 yılı içerisinde gerçekleşen 1,7 milyar saat ‘fazla mesai’, 1,7 milyon insan için bir yıllık iş anlamına geliyor.” “Verimlilik ve esnek çalışma modelleri ile üretim 24 saat aralıksız üretime dönüştürülürken, fazla mesailer ve düşük ücretlerle, fazla mesailerin yerine izin verilmesi gündeme getirilirken, sokaktaki işsizler gösteriliyordu.”
Bizim siyasetçilerimizin, Alman siyasetçilerden aşağı kalır yanlarının olmadığı, “30 saat formülü”nün, TOBB Başkanı Yalım Erez’in hükümet kurma girişimine başladığı günlere denk gelmesiyle, siyasete soyunan Türkiyeli işveren-siyasetçilerin Alman meslektaşlarından fezy aldıkları apaçık görülüyor.
Alman sendikalarının 35 saatlik çalışma süresine karşılık, fazla mesailerin sınırlandırılması önerisi ise, Alman Endüstri ve Ticaret Odası Başkanı’nın itirazına neden olmuştur. Başkan, bunun “iş için birlik” projesinin, yani Alman ekonomisinin tehlikeye atılması anlamına geleceğini dile getirerek öneriyi geri çevirmiştir.
Türkiye’de ise bu öneri bizzat patronlar tarafından açıklanmış, bu da işçilerin öneri yi tepkiyle karşılamalarına yol açmıştır.
Küçük üreticilerin kafası ise, “dünya pazarlarından pay kapma” safsatasıyla halen meşgul ediliyorken, kendi yağıyla kavrulmaya çalışan işletmelerin çoğu kapanma aşamasında.
Dolayısıyla işsizliğe karşı önlem olarak, Türkiyeli patronların da dayanak noktası, haftalık çalışma süresinin azaltılması önerisi oldu. Oysa işsizliğin asıl nedeni, “daha az işçiye, daha çok üretim yaptırmak” veya “daha kısa zamanda, daha çok üretim istemek”tir. Hatta işçi yerine robot kullanmaya heves eden işyerlerinde, “üretilenin robotlara satılması”nı isteyen işçiler, önemli bir gerçeğe parmak basıyordu.
İşsizlik, kapitalizmin kendine has bir hastalığı olmaya devam ediyor. Kapitalist krizin ana nedeni, üretilenin tüketilememesi, işsizlik, halkın alım gücünün düşmesi ise, “az iş, az ücret” formülünün uygulandığı bir ekonomide krizin daha da derinleşmesi kaçınılmaz olacaktır. Hem de bir süre sonra daha da derinleşerek.
Kapitalizm bir açmaz içinde. Daha fazla kâr güdüsü, kapitalisti, daha az işçiye düşük ücretle çok üretim yaptırmaya yöneltiyor. Bu durum ise, aynı zamanda tüketici olan emekçinin gerçekte ihtiyacı olan malı satın alamaması ve böylece stokların birikmesi sonucunu doğuruyor.
Kısacası, üretenler, üretimi ve dağıtımı kendi ellerine almadan, üretim planını kendileri yapmadan bu çelişki sürüp gider. Ama bunun için iktidarı da ele geçirmeleri gerekir ki, bunun ardından planlı ekonomiye geçebilsin, tüketebilecek kadar üretebilsin, o zaman üretim saatini de kendi belirlesin, üretileni hakça dağıtsın.
Krize karşı önlem olarak ileri sürülen tedbirlerin, işçi ve emekçilerin ücret ve sosyal haklarında gerileme, gasp gibi dayatmalar olarak gündeme geldiği dönemlerde, patronlar sınıfının, işçilerin hak alma eylemlerine girişmemesi için türlü manevralara girecekleri unutulmamalıdır. Özellikte seçim atmosferi içinde uzlaşma ve işbirliği dayatmaları beklenmez değildir.
İşçiler ve emekçiler, bütün bu saldırıları geri püskürtecek güce ve olanaklara sahipler.
Esnek çalışma dayatmasına ve öteki saldırılara karşı mücadele, sendikal bürokrasinin ihaneti ve “5’li inisiyatif” manevraları boşa çıkarıldığı ölçüde başarılı olacaktır.
ESNEK ÇALIŞMA KOŞULLARI
Günümüz TİS sürecinin ana konusu olacak olan esnek çalışma koşullarından bazılarına kısaca değinelim.
— 8 saatlik işgününün kaldırılması
Bu saldırı, gerçekten uzak ve yanıltıcı olan şu gerekçelere dayandırılıyor: Her insan kendi arzuladığı saatlerde çalışacak, fazla mesaiye gerek kalmayacak. Örneğin; işçinin “ben 9–5 çalışırsam, diğer bir arkadaşım 5’ten sonra gelip benim işimi devralacak ve o da istediği saate kadar çalışacak” biçiminde düşünmesi sağlanmaya çalışılıyor.
İşyerinin demokratikleştirilmesi adı altında yürütülen bu propagandanın gerçeği yansıtmadığını en iyi Almanya örneği gösteriyor.
Alman İş Yasası’nda 1994’te yapılan düzenlemeyle, iş saatinin günlük 8 saatle sınırlandırılması ve pazar çalışmasının fazla mesai olarak kabul edilmesini içeren eski yasa hükümleri tümüyle değiştirilmiş, günlük çalışma süreleri, işçi-işveren ilişkilerinin “işyeri toplu sözleşmeleriyle, işverenlerin lehine düzenlenmesi olanağı kabul edilmiştir. Yeni iş yasaları, işletmelerin çalışma koşulları ile ilgili düzenlemelerinin, kendi işyerleri özgülünde çözülmesi için eski sınırlamaları ortadan kaldırmaktadır.
Türkiye’de de iş yasalarıyla ilgili düzenlemeler, Alman İş Yasalarından alınacak örneklemeye bağlı olması açısından, yerli işverenler için fiili olarak dayanak olmaktadır.
23.11.1993 tarihli, 104 No’lu Avrupa Birliği Direktifi açısından belirlenen normlara göre, günlük iş süreleri; en fazla günlük 13 saat olarak belirlenmiştir. İşverenin çağrısını bekleyerek evinde oturan işçinin geçirdiği süre iş süresinin dışında tutulmaktadır. Çalışma saati, işyerinde geçirilen süre ile sınırlanmıştır. Gece çalışmalarında ise bu süre 8 saattir. Tüm AB ülkelerinin uymaları gereken bu normlarda, işçi sağlığı ve iş güvenliği ile ilgili, günlük çalışma saatleri açısından bir açılım ortaya konmamıştır. Her işletmenin tarafları arasında, çalışma saatleriyle ilgili anlaşmaya serbestlik getirilmiştir.
Türkiye’de ise, fazla mesai ile ilgili 1475 sayılı yasa hükümlerine göre, aylık ve yıllık fazla mesai süreleri belirlenmiş ve bu sürelerin dışında mesai yapılmaması şartı getirilmiştir. İşverenler bu sınırlamanın yasadan kalkmasını istiyor.
— Ücretsiz izin
1990dan beri, yasalara aykırı olmasına rağmen, ücretsiz izin fiilen uygulamaya girmiş durumdadır.
’90–91 yıllarından itibaren, en başta metal-otomotiv sektöründe olmak üzere birçok sektörde işçiler, aylarca ücretsiz izne çıkarıldılar. İşe geri döndüklerinde ya işe geri alınmadılar ya da işe alındılar, sonra geri çıkarıldılar. Yasada ücretsiz izne bir haftaya kadar izin vardır. Ondan sonra da işçiye kıdem tazminatı alarak ayrılma hakkı tanınmıştır. Günümüzde, işçilerin örgütsüz kesimi, kıdem tazminatı alarak ayrılmayı düşünmüyor zaten, ama işverenler buna rağmen bu yasa kalksın istiyor.
— Kıdem ve ihbar tazminatının kaldırılması
Kıdem tazminatı, ihbar tazminatı, iş güvencesinin teminatı olarak değerlendiren işverenler, hiçbir biçimde bunu vermeye yanaşmadıkları gibi, şu anda henüz üstünde tartışılan işsizlik sigortasını da kabul etmeye yanaşmıyorlar. Batıda hem kıdem tazminatı, hem de işsizlik sigortası ödendiği halde, Türkiye’de işverenler bunu “çift katlı ekmek kadayıfı”na benzetiyor, “bizim için lüks!” diyorlar, işçilerin gelirinin çok düşük olduğu, asgari ücretle çalışan 10 milyonun üstünde işçinin olduğu bir ülkede ücretleri ve işçilik masraflarını daha da kısmaya çalışıyorlar.
Kamuda yapılan ücret zamlarının 6 ay, bir yıl geç ödenmesi, ücretsiz izin kullandırılması, özel sektörde ise, enflasyonun çok altında TİS’lerin imzalanması, şirketlerin kârlılığını artırırken, ücretlilerde önemli kayıplara neden oluyor.
—Vardiyalı çalışma
İşverenler, iş yasalarının ortadan kalkmasını isterken, “var olan çalışma kurallarını, çalışma düzenini yasalar belirlemesin, her işletmenin durumuna göre, piyasa, talep belirlesin” diyorlar. Fason çalışmanın ihtiyaçlarına ve kurallarına göre, çalışma saatlerini tümüyle serbest olarak işverenler, kendi belirledikleri sürelerde yoğunlaştırıp, gevşetmek istiyor.
“Piyasada mala talep azsa veya yoksa üretim yapılmayacaksa, işçiye rahatça yol vereyim, gitsin, ne yaparsa yapsın, bunu ben düşünmeyeyim” istiyorlar. Piyasada mala talep fazlaysa, işçiye vardiyalı çalışma, telafi çalışması, fazla çalışma dayatarak, talebi karşılama yoluna gitmek istiyorlar. Talep yüksekken yoğun tempo ile çalışan işçi, talebin azaldığı ya da durgun olduğu sürede, boş otursun istiyorlar. Bu boş geçen süre için hiçbir ödeme yapmak istemiyorlar. “Sadece çalıştığı süre için saat ücreti ödeyeyim, çalışmadığı süre içindeki yaşamı beni ilgilendirmesin” istiyor.
Sermaye çevrelerinin propagandalarında, insanların daha çok boş zamanı olacağı, zamanlarını daha iyi değerlendirecekleri söyleniyor. Ama Türkiye insanının boş zamandan önce insan gibi yaşamaya, karnını doyurmaya, çocuklarını okutmaya, sağlık ihtiyacını gidermeye, eğitime, sosyal güvenceye ihtiyacı var. Ücretsiz bir boş zaman, mevcut koşullarda işsizlik demektir.
Şubat 1999
EK:
TİS’LERDE YAŞANAN ESNEK ÇALIŞMA DAYATMALARI
Geçmiş dönem toplu sözleşmelere, ana sözleşmeyi delerek giren ara sözleşmeler doğrultusunda, metal, otomotiv, ilaç, petrol sektörüne ait birçok özel işletmelerde uygulamaya giren esnek çalışma hükümlerinden kimileri şunlar:
19 Eylül 1994 tarihli MESS’in Grup Toplu İş Sözleşmesinin “Çalışma Süreleri” başlıklı Bölüm V’de yer almasını talep ettiği maddelere ilişkin teklifidir.
Kısa Süreli Çalışma;
Madde–1 Hükümetin ekonomik uygulamaları talep düşüklüğü, satış tıkanıklığı gibi maddelerle işyerinde üretim azalmış ve bu yüzden bir iş gücü fazlası ortaya çıkmış ise, o işyerinde günlük veya haftalık kısa süreli çalışma uygulanabilir. Ödemeler fiilen çalışılan saatlere göre yapılır.
Bu tarz çalışma haftalık çalışma suresinin %50’sinden az olamaz ve bir takvim yılında 6 ayı aşamaz. İşverence tespit edilen yeni çalışma süreleri ve sonradan yapılacak değişiklikler işyerinde ilan edilir ve sendikaya yazı ile bildirilir.
Kısa süreli çalışma, bir aylık süre içinde normal çalışma süresinin %50’sinden az olmamak üzere, haftanın bazı günleri çalışılmayacak şekilde de düzenlenebilir. Kısa sureli çalışmada hafta tatili ücreti, kısa süreli çalışma ile orantılı olarak ödenir.
İşçi 6 iş günlük süre içinde bu uygulamaya yazılı olarak itiraz etmediği takdirde, bu tarz çalışmayı kabul etmiş sayılır. Bu süre geçtikten sonra kısa süreli çalışma uygulaması nedeniyle bir hak ve alacak talebinde bulunamaz.
Ücretsiz izin;
Madde–2 Ekonomik kriz, talep düşüklüğü, satış tıkanıklığı gibi nedenlerle işyerinde üretim azaltılmış ve bu yüzden bir işgücü fazlası ortaya çıkmış ise, işveren işçileri topluca veya kısımlar halinde ücretsiz izne gönderebilir.
Ücretsiz izin uygulaması ve şartları, işyerinde ilan edilir ve sendikaya yazı ile bildirilir.
İşçi, ilanı takiben 6 işgünlük süre içinde bu uygulamaya yazılı olarak itiraz etmediği takdirde, ücretsiz izne muvafakat etmiş sayılır ve bu konuda sonradan herhangi bir hak ve alacak, talebinde bulunamaz.
Telafi Çalışması
Madde-3
Ekonomik, teknolojik ve zorunlu nedenlerle 6 aylık dönemlerde, toplam çalışma süresi aynı kalmak şartıyla işyerinde belirir haftalar normal çalışma süresi işverence düşürülebilir ve bunun yerine belirli haftalar artırılabilir.
Telafi çalışmaları günlük çalışma süresinden sonra 8 saati aşmamak üzere çalışılan günlerde veya varsa çalışılmayan Cumartesi veya Pazar günü yapılabilir. Ödemeler çalışılan saatlere göre, normal ücret üzerinden yapılır. Toplu İş Sözleşmesinde düzenlenen fazla çalışma hükümleri, bu tür telafi çalışmalarınca uygulanmaz.
Telafi çalışması işyerinde ilan edilir ve sendika şubesine yazı ile bildirilir.
Türkiye Metal Sanayicileri Sendikası (MESS) tarafından Birleşik Metal-İş sendikasına verilen teklif sendikaca 5 Nisan kararları doğrultusunda, ülkede kriz olduğu(!) gerekçesiyle, kabul edildi.