Kürt sorununda yeni dönem ve partinin yeniden inşasının bazı sorunları üzerine

Kürtlerin demokrasi ve özgürlük mücadelesinin yeni bir aşamada olduğunu gösteren tüm veriler aynı zamanda karşı karşıya olduğumuz somut görevlere de işaret etmektedir. Kürt sorununda bir dönem kapanmış bulunmaktadır. Kürtlerin hak ve özgürlük talepleri için sürdürdükleri direniş ve onu yok sayıp bastırmaya kalkan güçler arasındaki mücadele bugün önemli bir dönemeçte bulunmaktadır. Geride kalan dönem büyük birikim ve deneyimleriyle geleceğe olanaklar sunmaktadır. Uzun baskı ve çatışmalı yıllardan sonra  halkın yönünü belirlemede bu eşsiz deneylerini değerlendireceğinden kuşku duyulamaz.
Kürt emekçi hareketinin bu yeni dönemi, partimiz ve bölge örgütlerimiz için hayati önemdedir. Geriye dönerek bazı saptamalarda bulunacak olursak; PKK’nin çıkışıyla beraber ilan ettiği ve sürdürdüğü politik ve taktik tutumu ile, yakın zamanda üzerinde durduğu platform ve halkın eğilim ve tutumu göz önüne alınarak söylenecek olursa, tüm yönleriyle ve araçlarıyla işleyen yeni bir süreçten geçmekteyiz. Son üç-dört yılın ortaya çıkardığı olgular bu bakımdan önemlidir. Abdullah Öcalan’ın ABD ve diğer işbirlikçileri vasıtasıyla yakalanıp teslim edilmesine kadar olan süreç ve ardından PKK tarafından ilan edilen politik platforma bakıldığında, bir dönemin iddialarını gerçekleştirememiş olarak  kapandığı söylenebilir. Sözünü ettiğimiz dönem elbette bir anda değil, uzun yılların biriktirdikleriyle ortaya çıkmıştır. PKK’nin Kürt sorununu ele alış ve mücadele tarzı, bölge gerici yönetimleriyle ilişkileri, emperyalizme karşı duruşu, bölge demokratik hareketleri ve diğer halklarla ilişki ve ittifak politikası vb. bir çok faktör, bu durumu besleyen etkenler oldu. Ancak Öcalan’ın yakalanması öncesi ve hemen sonrasında ortaya çıkan durumun Kürt sermaye ve milliyetçi çevrelerini olabilir en geri pozisyona sürüklediği ve bu durumun Kürt halkını moral ve politik olarak geriye ittiği de doğru. Öyle ki, Kürtlerin yaşadığı bölgedeki güncel politik gidişat ve ilişkiler, esasta bu iki olgu tarafından koşullandırılmış oldu. Bu olgular iyi gözlenmeden ve olup biten algılanmadan geleceğin sorunlarını anlamak ve sırtlanmak olası değildir.
Ancak, bir dönemin geride kaldığı gerçeğinden ve yenilgiden yola çıkılarak Kürt sorununun ortadan kalktığı söylenebilir mi? Soruyu başka bir şekilde soracak olursak; hareketin yenilgisi ve Kürt milliyetçi çevrelerinin ulusal sorunu egemen sermaye ve büyük ülkelerin tekeline bırakma yolunda (ki ‘demokratik cumhuriyet’ yolu budur) ilerleme istekleri; bölgedeki ulusal sorunun “demokrasi mücadelesi sorunu olmaktan çıktığı”, artık “bittiği” anlamına gelebilir mi? Böyle olmadığını, bu politikanın ilan edildiğinden bu yana Kürt gençliğinin, Kürt kadınlarının, işçi ve emekçilerin yürüttüğü mücadele ve şekillenen yeni mücadele hattı ortaya çıkarmıştır. Üstelik yenilginin zaten “terör sorunu” saydıkları Kürt sorununu “bitirdiği”ni söyleyenlerin olduğu unutulmadan, gelişmelere bir kez daha bakmakta yarar görmekteyiz.
Öcalan’ın Türkiyeye teslim edilmesinden sonra MHP, DSP ve öteki resmi partilerden İP’e, oradan generaller kliği ve sermaye basınına kadar bir çok çevrenin Kürt sorununun “artık bittiği” görüşü ile hareket ettiği bir gerçektir. Bugün ise, AKP ve CHP’nin onlardan farklı düşünmediği açıktır. “Sağ”da ve “sol”da görünen, ama Kürtlerin gelecekleri ve kaderlerini belirleme hakları söz konusu olunca, bir sırada saf tutan bu tür güç odaklarının, Kürt sorunundaki gelişmeleri “Kürt sorunu bitti”  şeklinde izah etmelerinde şaşılacak bir şey yok. Ayrıca, “sağ”lı “sol”lu kimi grupların (sorunu kültürel, bireysel haklara indirgeyen Kürt ve ÖDP çevreleri bunlardandır), üstü örtülü de olsa böyle “düşünmeleri”nde de şaşılacak bir yan yok. Bunlara karşın, “yenilgi”nin Kürt sorununu yok etmediğini, aksine onun görünenden daha kapsamlı bir sorun olduğunu gözle görünür hale getirdiğini belirtmek gerekir. Kürt sorunu bölgedeki yeni gelişmelerle beraber daha güncel ve çözümlenmesi zorunlu bir sorun olarak orta yerdedir.
Ama kuşkusuz, yenilginin ortaya çıkardığı, gösterdiği bir şey daha var ki; o da, Kürt halkı adına konuşan Kürt sermaye çevrelerinin, ulusal özgürlüğü temsil etmekteki yeteneksizliğidir. “Artık bitti”ği gibi bir düşüncenin baş aşağılığı, abuk sabukluğu bir yana; belirtelim ki, Kürt sorunu “yenilgi” vs. ile ortadan kalkacak bir sorun değildir; Kürt emekçi halkı kaderini özgürce belirlemediği ve tarihi akışa özgür bir ulus olarak katılmadığı sürece, hiçbir “yenilgi” veya herhangi başka bir şey onu temel bir sorun olmaktan çıkaramaz.
Kürt sorununun sorun olmaktan çıktığı düşünülemez bile; uluslar ezen ve ezilenler olarak bölündüğü sürece, ulusal sorun sadece “var olan” bir sorun olmakla kalmaz; bunun da ötesinde, emperyalizmden kurtuluş ve demokrasi mücadelesinin bileşenlerinden biri de olur. Dolayısıyla kim ne derse desin, Kürt sorunu “yenilgi”ye karşın bütün nedenleri, belirtileri ve sonuçları ile orta yerde durmaktadır. Üstelik, artık daha deneyimli olan Kürt halkının tüm temel demokratik haklarına kavuşmayı, özgür bir ulus olmayı bugün, her zamankinden daha fazla istediği yadsınamaz bir olgudur. Dahası ABD’nin Irak’a yönelik saldırısı gündeme geldiğinden bu yana, Kürt sorunu, bir bölge ve dahası bir uluslararası sorun olarak kabul görmektedir.
Öte yandan olgular, Kürt sorununun; sadece hâlâ ortada durduğuna değil, aynı zamanda, sermaye güçlerinin elinden çıkması ve onu emperyalizme, sermaye ve gericiliğe karşı mücadele içinde çözecek olan işçi ve emekçilerin eline geçmesinin gelişen olanak ve dinamiklerine ve giderek daha fazla genişleyen koşullarına da işaret etmektedir. Ve gerçekte, geleceği belirleyecek olan, “yenilgi” ile ilgili spekülasyonlar değil, sözünü ettiğimiz bu gerçeklerdir.
Kürtlerin yaşadığı bölgede kapitalizmin gelişmesi, işçi  sınıfı ve mücadelesinin büyümesi ve ulusal istemleri kendine bağlayacak olanaklarını çoğaltması; bunlardan daha önemli değil ama daha öncelikli olarak, Kürt işçi ve emekçilerinin Kürt burjuva ve küçük burjuva örgütlerden daha ileri, daha olgun bir tutumu bugünden almış bulunması vb. gelişmeler; bugüne kadar hep enternasyonalist olmuş, “demokratik cumhuriyet” gündeme geldiğinde de çizgi ve tutumunu yeniden ilan etmiş olan partimizin kendine esin kaynağı yapmış olduğu olgular, öteki bütün odaklardan farklı olarak, elbette ki bu ve benzer olgular olacaktır.
Kürt sorunu, Kürtlerin kaderini özgürce belirlemesi için olduğu kadar; partimizin Kürt ve Türk ulusundan işçi sınıfının partisi olarak inşası için de hayati önem arz eder. Ve, önümüzdeki dönemin de temel sorunlarından biri olacak bu sorun; partimizin sırtına yeni yükler getiren değil, aksine ona dinamiklerini yenileme ve çalışmasını tazelemede alanlar açan, olanaklar sunan bir sorundur. Partimizin, Kürt ve Türk uluslarından (ve kuşkusuz ülkede yaşayan ulusal azınlıklardan)  işçi sınıfının partisi olarak yeniden inşası süreci; Kürt sorununun nasıl bir seyir alacağı, hangi sınıfın ve hangi gücün eline geçeceği, elinde olacağı ve değerlendirileceği ile doğrudan ve sıkıca bağlı bir süreçtir.

BÖLGEDEKİ TOPLUMSAL GELİŞME, İŞÇİ SINIFI VE KÜRT SORUNUNUN GELECEĞİ
Kürt sorunundaki gelişmelerin gösterdiği şeylerden biri, tüm dünyada ulusal sorunun gerçek ve halkçı çözümünün ancak, işçi  sınıfı önderliği altında olanaklı olduğu gerçeğidir. Kürt burjuvazisi, işçi sınıfı hareketi ve sosyalizmin uluslararası yenilgisinden ve Kürt işçi sınıfının zayıflığından önemli oranda yararlanmıştır. Oysa şimdi, uluslararası gidişatın yön değiştirmeye başladığına ilişkin verilerin yanı sıra; Kürt işçi sınıfının büyümesi, mücadelesinin gelişmesi ve ulusal sorunu da kucaklayarak genişlemesi için koşulların olgunlaşmakta olduğu görülmektedir. Olguların, sürecin işçi sınıfı hareketinden yana geliştiğini gösterdiği gibi; ulusal sorunun ancak, işçi ve emekçilerin gericiliğe karşı mücadelesine bağlandığı oranda çözüm bulacağını işaret ettiğinden de kuşku duyulamaz. Bölge son on beş-yirmi yılda, zoraki bir toplumsal çözülme ve değişime  zorlandı. Bu çözülme ve değişim, bunları tahrik eden siyasal, ekonomik olgu ve olaylar dikkate alınmadan, ulusal ve sınıfsal ilişkilerin nasıl bir seyir izleyeceği; ulusal sorunun nasıl gelişeceği ve hareketin ne yön alacağı üzerine inandırıcı tek bir söz bile söylenemez.
İlkin, kırdaki terör ve köy boşaltmaların yol açtığı göç dalgası, başlangıçta hükümetin işine yarasa bile, tersine dönerek bölgedeki nüfus kayması ve sınıfsal değişimin hızlanmasının en önemli nedenlerinden biri oldu. Batı kentlerindeki sonuçları bir yana; “zorunlu” göç, belli başlı Kürt kentlerinde, bir kısmı dönse dahi köye dönmeye iyi bakmayan ve hoşnutsuzluğu gitgide artan bir nüfus yoğunlaşması yarattı. Bir bölümü işçi ve çoğu işsiz (gene de sınıfın parçası) olan bu hoşnutsuz mülksüz kitle, açık ki, köylerde hiç yüz yüze gelmediği yaşam koşulları, sorunlar ve taleplerle karşılaşmış ve modern toplum ilişkilerine, aynı şekilde modern sınıf tutumuna zorlanan bir kitle durumuna gelmiştir. Bugün “ucuz işgücü” olarak kullanılan bu “misafir” kitlenin, demokrasiye de, ulusal soruna da daha farklı baktığı, daha farklı çözüm yolları ve ittifaklar aradığı görülmektedir; ve giderek daha da büyümekte olan Kürt işçi sınıfının bir parçası haline gelmekte olduğunu pek çok olgu kanıtlar haldedir.
İkincisi, büyük tekel ve devletlerin Kürtlerin yaşadığı bölgeye ilgisinin, PKK’nin yenilgisinden sonra, “ekonomik yatırım” girişimleriyle  genişlemesi ve hükümetin “kalkınma hamleleri” (ki sorun bölgenin “geri kalmışlığı” sorunu olarak görülüyor) bölgeye sermaye akışını hızlandırıyor. Dahası şudur ki, GAP’ın devreye girmesi, yeni enerji yolları haritasının bölgenin önemine vurgu yapması ve göç yoluyla ortaya çıkmış ucuz işgücündeki yoğunlaşma; bu sermaye (tekstil, gıda, madencilik, yan sanayi, konut, ulaşım, turizm vb.) akışının yağma boyutları ile ilerlemesini ve kapitalist ilişkilerin bölgede sıçrama göstermesini  kaçınılamaz kılmaktadır. Ki bu, yakın döneme kadar bazı bölgelerde birikmiş ve çoğunlukla çalışmayan birkaç devlet (madencilik, gıda, petrol, çimento vb.) işletmesi, “hizmet” sektörü ve mevsimlik tarım işçilerinden ibaret olan Kürt işçi sınıfının, modern sınıf (sanayi) özellikleri ile büyümesi ve mücadele içinde güçlenmesi de demektir.
Yani, bölgenin önümüzdeki dönemi, özellikle bu iki nedenle de, kapitalist ilişkilerin ve aynı zamanda işçi sınıfı kitlesinin genişleyeceği, gelişme göstereceği bir dönemdir. Hiçbir şekilde yadsınamaz olan bu olgunun, geneldeki sınıf ilişkileri ve ulusal sorun açısından nelere yol açacağı az çok politika içinde olan herkesçe görülebilir.
İlkin, kitlesinin büyümesiyle birlikte, Kürt işçi sınıfının yaşam koşullarını iyileştirme temelinde gelişecek olan mücadelesinin devamlılık ve çok yönlü özellikler kazanarak genişlemesi. İkinci olarak, ulusal uyanışın genelleşmesi, halkçı bir içerik kazanarak (kapitalizmin hızlanan gelişmesinin ilk eğilimi) yenilenmesi; Türk ve Kürt işçi ve emekçilerinin gelişen demokrasi ve bağımsızlık mücadelesine (kapitalizmin, ulusal sınırlılıkları aşma, halkları birleştirme yönünde doğurduğu bir diğer eğilim) bağlanması; her iki halktan işçilerin, bu mücadele içinde ulusal sınırlılık ve darlıkları aşmaları ve tam birleşmelerinin  temeli olan olanak ve olguların herkesçe kabul edilir hale gelmesi. Bölgenin önümüzdeki döneminin; iç içe geçmiş bu olgu ve gelişmeler tarafından şekillendirilip karakterize edileceğini anlamak için herhalde kahin olmak gerekmez.
Kapitalizmin gelişmesinin hızlanması; batıda olduğu gibi, bölgede de sınıf kitlesinin büyümesi, işçilerin sınıf mücadelesinin her cephede yayılması ve batıdaki işçilerin mücadelesi ile daha doğrudan birleşmesi demektir. Ve bu her şeyden önce, Kürt burjuvazisinin güdüklüğü görülmüş olan ulusal “temsil” yeteneğinin daha da güdükleşmesi; Kürtlerin, mücadele içindeki Kürt işçi (ve emekçi) sınıfınca fiilen temsil edilir hale gelmesi; Kürt burjuvazisinin elinden çıkarak Kürt işçilerinin eline geçen Kürt sorununun, her iki ulustan işçi sınıfı ve halkın emperyalizme ve gericiliğe karşı bağımsızlık ve demokrasi mücadelesinin dinamiklerinden biri olma yoluna fiilen yeniden girmesi anlamına gelir.
Bütün bu gelişmelere değinirken vurgulamak istediğimiz aslında sadece şudur: Kürt sorununun, başta sermaye ve gericilik, uzlaşmacı Kürt burjuvazisi ve emperyalizm tarafından istismarı ile şekillenen son on beş-yirmi yıllık sürecinin artık sonuna  gelinmektedir. Bölgede süreç, işçilerin sınıf mücadelesinin; kapitalizmin bölgedeki gelişme ve yaygınlaşması ile birlikte daha da güçlenmesi ve yaşam koşullarının iyileştirilmesiyle ilgili olarak ortaya çıkmış olan ilk belirtilerinden de anlaşılabileceği gibi, önümüzdeki döneme damgasını basacak bir özellik kazanarak ilerlemesi yönünde gelişmektedir.
Gelişme bu yöndedir; bu, aynı zamanda, ulusal hareketin yenilgiye uğradığı ve Kürt partisinin emperyalizmle uzlaşma arayışında olduğu, ama halkın harekete kendi karakterini egemen kılarak demokratik bir yönelime çevirdiği koşullarda; Kürt sorununun içeriğini tazelemesi ve Kürtlerin demokratik özlemlerinin gerçekleşme olanağı bulması da demektir. Kapitalizmin gelişmesinin hız kazanması; bunun, sınıflar arasındaki ilişkileri değiştirmesi ve bu temelde gelişen sınıf mücadelesinin, Kürt sorununun (tutarlı, demokratik ve halkçı) çözüm olanaklarını yenilemesi ve çözümüne yeni bir yön vermesi kaçınılamazdır.
Burada sözü edilen olgu ve gelişmelerin, bölgede düz bir çizgi izlemesi veya bir çırpıda, topluca ortaya çıkması kuşkusuz beklenemez. Bölgenin, başta ülkede yaşanan kriz olmak üzere, ulusal ve uluslararası pek çok gelişmeden çok yönlü bir şekilde etkilenmesi; bunun, bölgedeki ekonomik, toplumsal ve politik gelişme ve değişimi pek çok yönden koşullandırması; her bir olgunun, bir önceki döneminin baskısı altında biçimlenmesi ve bir yığın sorun ve olanak yumağı olarak belirginleşmesi doğal görülmelidir.
Ama bize düşen, gelişmenin ileride nasıl olacağı, hangi seyri izleyeceği vb. üzerine gevezelik yapmak değil, olaylarım gelişme yönünü anlamak ve mücadeleyi örgütlemektir. Bu durumda, bölgede (Türkiye ile ilişki halinde) aktüel durumun nasıl seyrettiği; değişik sınıfların karşılıklı ilişkileri ve devlet kapsamındaki konumları vb. açısından halkın durumunun nasıl bir seyir izlediği özel önem arzeder. İşçi sınıfı ve mücadelesi ile ilgili olarak söz ettiğimiz toplumsal gelişme sürecinin ortaya çıkan ilk verileri bir yana; bölgedeki güncel duruma, halk içindeki gelişmelere şöyle bir göz attığımızda; bu alanda da durumun, gericilikten yana olmadığı ve genel kanının aksine, karamsar bir tablo çizmek için bir nedenin  bulunmadığını rahatça görürüz.
İlk olarak, yaşanan yenilgiye ve PKK’nin zorlamalarına karşın; bu yenilgi ve zorlamalardan bir dönem oldukça etkilense de Kürtler, demokrasi ve eşitlik talebinden “geri dönmüş” değildir. Pek çok güncel olay ve olgu; örneğin çeşitli vesilelerle yapılan toplantılara gösterilen ilgi, katılım ve atılan sloganlar, sokağa taşan tepki; Kürt halkının, bu etkilenme altında bulunsa da, daha ileri istemlere sahip olduğunu göstermektedir. Dahası, halkın politik oluşumu etkileyip karakterize etmede ileri bir adım attığı da söylenebilir.
İkinci olarak, işçi ve emekçiler arasında sendikal-ekonomik talepler ve sendikal örgütlenme ve mücadeledeki canlanma giderek kendini belli etmektedir ki, bu, kitle mücadelesinin açık biçimler içinde gelişmesi ve genişlemesinin de habercisidir. İlk belirtileri görülmekte olan bu mücadele; açık kitle mücadelesinin politik mücadeleye doğru gelişmesi ve ulusal sorunun yeni bir yön bulması için en önemli olanak durumundadır.
Üçüncü olarak, Kürt işçi ve emekçileri, birkaç yıldan bu yana dikkatlerini, giderek artan oranda büyük kentlerde gelişen işçi ve emekçi hareketine çevirmektedir. Kürt sorununun ABD ve AB’ne ihale edildiği koşullarda; oradan kayda değer bir destek görmediği halde, Kürt işçi sınıfı ve halkının dikkatini giderek artan oranda büyük kentlerdeki işçi ve halk hareketine çevirmesi ve eylemini “metropoller”le birleştirme yoluna girmesi, son yıllardaki en önemli gelişme ve değişikliklerden biridir. Ve bu ancak, bugün esas olarak bir politik eksende dursa bile; Kürt halkının milliyetçi bir zıtlaşmaya taraftar olmadığı ve aksine işçi ve emekçilerin ortak hareketi eğiliminde olduğu olgusu ile açıklanabilir. Emek Barış ve Demokrasi Bloku’yla beraber işçi ve emekçi hareketinin mücadele birliğindeki gelişimin boyutu özellikle irdelenmeyi gerektirmektedir. Ayrıca ABD’nin Irak’a yönelik başlattığı saldırganlığa Kürt işçi ve emekçilerinin aldığı karşı tutum, AB ve ABD’ye karşı antiemperyalist yaklaşım, Kürt sorununda mücadelenin yönüne ve karakterine de işaret eden önemli verilerdir.
Kürtlerin yaşadığı coğrafyadaki bugünkü durumu karakterize etmese bile, görünür durumda olan ve önemi yadsınamaz olan politik olgulardan bazıları bunlardır. Sermaye ve gericiliğin “zafer” kazandığı ve davul zurna ile bunu ilan ettiği, ve halkın talepleri söz konusu olduğunda “terörizm” ve “bölücülük” yaygarasına başvurulan bugünkü koşullarda, halk arasında olumlu yönde yaşanan değişikliklerin önemi anlaşılmalı ve algılanmalıdır. Bunlar, kitle mücadelesinin gelişme yönüne işaret ettikleri gibi; ulusal sorunun sermayenin elinden çıkması, işçilerin demokrasi programına bağlanması, ve Kürt işçi ve emekçilerin demokrasi ve anti-emperyalizm mücadelesinin konusu olma yoluna girmesinin olanaklarını da vurgularlar. Bu gidişatın bir sınıfsal ayrışmaya da denk geldiği; işbirlikçi Kürt sermaye çevrelerinin halkın bu mücadele ve birleşme tutumundan rahatsız olduğu, gerici yönetici güç odaklarıyla kader birliğinde ilerleme gösterdiği de gerçektir ve gelişmenin bir diğer yönüdür. Seçimler ve sonrasındaki gelişmeler, Kürt işbirlikçi sermaye çevreleri ve onların temsilciliğine soyunmuş olanların halka ters düştüklerini gösterir birçok olayla doludur. ABD’nin ve diğer emperyalist ülkelerin bölgeye yönelik politikalarının temsilcisi olmayı isteyen bu sermaye çevrelerinin savaşa karşı tutum almadığı, savaş kışkırtıcılığında gerici güç odaklarıyla aynı cepheye düştüğü, ve giderek halkın karşısında yer alan bir mevziye çekildiği Newroz kutlamalarında da görüldü. Newroz kutlamalarında halkla beraber alanlarda bulunmak, emperyalizme ve savaşa karşı demokrasi ve özgürlük taleplerini dile getirmek yerine savaş tacirlerinin gönlünü hoş etmeyi yeğlediklerine tanık olduk. Halkın kendi geleceğini belirleme ve özgür koşullara sahip olma özlemlerini suiistimal ederek ABD cephesine yalakalık yapan bu kesimlerin giderek halktan tamamen koptuklarına da tanık olacağız.
Bölgedeki ve halkın bağrındaki ilişkilerde yaşanmakta olan değişikliklerin; Kürt coğrafyasında ve bütün ülkedeki ulusal-sınıfsal mücadeleler açısından ne anlam taşıdığı, yukarıda değişik yönleriyle belirtilmişti. Bölgedeki güncel durumun bazı önemli verileri ise burada üç maddede konulduğu gibidir. Ve söylenebilir ki, hem toplumsal olgular hem de güncel durumla ilgili veriler; gelişmelerin gerileme ve durgunluğun değil, mücadelenin gelişmesinden yana olduğunu gösterir niteliktedir.
Fakat şu gene de bir gerçektir: Bölgedeki söz edilen değişimle ilgili olgular ve gelişmekte olan eğilimler; sonucuna varmış olgular ve elde edilmiş kazanımlar değil, birer olanaktır. Bunlar, partinin önce batıda, sonra da bölgede görevlerini ne oranda yerine getirdiği ve getireceği; batıdaki işçinin soruna nasıl yaklaştığı ve yaklaşacağı ve doğudaki işçinin rolünü anlamada ne kadar girişkenlik gösterdiği ve göstereceği sorunu ile doğrudan bağlıdır. İrade, belirleyici bir etken olmamakla birlikte; devrimci partinin gerek Türkiye’de, gerekse Bölge’de ne yapıp ne yapmadığının hayati önem taşıyan bir şey olduğu ise, herhalde hiçbir şekilde yadsınamaz bir gerçektir.

BÖLGEDEKİ GELİŞMELER VE SINIFSAL AYRIŞMA
Sınıfın partisi yeniden inşa dönemi yaşamaktadır. Bu söz edilen olgular ve bölgedeki yakın ve orta vadedeki (yani görünür) gelecek; yeniden inşa dönemi yaşamakta olan parti, genel olarak parti örgütü ve Bölge örgütünün “yeniden kuruluşu” , çalışması ve eylemi açısından ne gibi sonuçlara yol açabilir?
Bu kuşkusuz, çok geniş kapsamlı bir soru ve dergimizin bir önceki sayısındaki makalenin bazı bölümleri aslında bu sorunun hiç olmazsa bir bölümünün yanıtı olarak kabul edilebilir. Fakat biz, bu soruyla ilgili olarak, burada şunları gene de belirtmeliyiz:
Bölgedeki yeni dönem, yeniden inşa sürecinde olan devrimci parti, parti örgütü ve özellikle de onun Bölge Örgütü açısından tamamen yeni bir durumu ifade eder. Zira, Bölge’deki işçiler, Kürt burjuvazisinin belirlediği temel üzerinde adeta, “sınıfsız, zümresiz kaynaşmış bir kitle” olarak hareket etmeye zorlanmış ve bu durum onların sınıfsal güdü ve duygularını giderek baltalar hale gelmişti. Buna karşılık Türk işçileri ise, Kürt sorunu karşısında önce “ilgisizlik” içine itilmiş, giderek “terör” bahaneleri ile daha geri bir mevziye doğru zorlanmış ve sürülmüşlerdi. İşçiler (tabii ki özellikle Türk işçiler) arasındaki bu “uzaklaşma” durumu, her iki bölgedeki parti faaliyetini önemli oranda zorlaştırmış; çalışmadaki verim düşüklüğü ve örgütlenmedeki darlıkların en önemli nedenlerinden biri olarak, kaçınılmaz bir şekilde etkili olmuştu.
Oysa  Bölge’de sözü edilen gelişmeler ve Türkiye’de oluşan koşullar, bir süreden bu yana farklı milliyetten işçi ve emekçiler arasındaki ilişkileri değişim yoluna sokmuş ve değişimin hızlanarak gelişmesinin olanaklarını genişletmiş bulunmaktadır.
Ayrıca, Bölge’de işçi ve emekçi hareketinin ve işçilerin ayrı bir sınıf olarak hareket etme yoluna girmelerinin zemini genişlemekte olduğu gibi; Türk işçi ve emekçilerinin, daha mantıklı muhasebe yapabilmeleri ve Kürt sorununu kendi sorunları haline getirme ve talepler öne sürme olgunluğuna erişmelerinin olanakları da çoğalmaktadır.
İşçi sınıfı ve öteki emekçi kitlelerin hareketinin gelişmesi ve her iki milliyetten işçi ve emekçilerin eyleminin birleşmesi için uygun koşulların oluşması; işçi partileri ve örgütlerinin çalışması ve “yeniden inşa” süreçleri bakımından son derece önemli bir fırsattır. Sermayenin saldırılarının püskürtülmesi için olduğu gibi; işçilerin aydınlanması, enternasyonalizm eğitimi görmesi, sınıf birliği bilincini geliştirmesi ve parti olarak geniş ölçekli örgütlenmesi de ancak, böylesi dönemlerde olanak bulabilir. Kısaca belirtmek gerekirse; Bölge’de yaşanan olaylar, giderek oluşmakta olan koşullar ve Kürt sorunu üzerine Türkiye’de artan ilgi; partimizin ve başta Bölge örgütü olmak üzere, örgütümüzün çalışması ve “yeniden inşa” süreci açısından hayati önemde gelişmelerdir diyebiliriz.

KÜRT SORUNU, İŞÇİ SINIFI PARTİSİ, PARTİ VE ÖRGÜTÜN YENİDEN İNŞASI
Partinin devrimin gelişmesinin içinde bulunduğu bu ilk aşamasındaki  görevi, mücadele içindeki işçilerin uyanış, mücadele ve örgütlenmesine yardım etmek; öne çıkan ileri işçiler kitlesinin, sınıfı temsil eden ana kitleyi kucaklayıp harekete geçirecek derecede kitlesel, bağımsız ve devrimci bir parti olarak örgütlenmesini başarmaktır. Ülkemizde ulusal sorun (bu esasta Kürt sorunudur) , işçi partisinin topluma sunduğu demokrasi programının bir maddesi olarak elbette çok önemlidir. Ancak bu sorun, salt bir demokrasi programı sorunu olmakla kalmaz; sınıf mücadelesinin gelişmesi, her iki ulustan işçilerin sınıf bilincinin, sınıf ve parti birliğinin gelişmesi vb. gibi sınıfsal ve örgütsel alanları da kucaklar. Yani, ulusal sorunda yaşanan “basit” bir zaaf, hayatın ve çalışmanın bütün alanlarını kucaklayarak katlanır ve büyük bir sorunlar yumağı halinde geri dönebilir. Dolayısıyla, ulusal sorunla ilgili görevler, salt siyasal değil, ayrı zamanda partinin organik-yapısal şekillenişinin ve “yeniden inşa” sürecinin görevlerinden de biridir.
Ulusal sorunla ilgili sorunların, öteki alanları da etkisi altına alması ve sınıfsal örgütsel sorunlar düzeyine yükselmesi doğaldır. Zira Türkiye işçi sınıfı, Bölge ve Türk(iye) işçi sınıfının organik toplamıdır ve ulusların karşılıklı durumları; yani uluslardan birinin ezen, diğerinin ezilen konumda bulunması; ülkedeki işçilerin bir bölümünün ezen, diğer bölümünün ezilen ulusa mensup olması, buna ister istemez yol açar, koşullandırır. Bu durumun, bugünün Türkiye’sinde bir partinin Türk ve Kürt işçilerin ortak partisi olmasının görevlerini bilinçle üstlenmeyi bir zorunluluk haline getirmesi kaçınılmazdır.
Kürt sorunu kuskusuz, sermaye ve emperyalizmin dayattığı bir sorundur ve her iki ulustan işçi sınıfı ve halkın sermaye ve emperyalizme karşı mücadelesi ile çözülecektir. Böyle ortaya çıkmış ve esasta bu yoldan çözülebilir olmasına karşın, halklar karşısındaki sorumluluk ve her iki ulustan işçi sınıfının kendi organik yapısı (ulusal farklar) açısından bakıldığında, Kürt sorununun esasta Türk işçilerin sorunu olduğunu söylemek yanlış olmayacağı gibi, komünizm bakımından sorunu tam da böyle koymak gerekir.
Ulusal sorun, ezen ulus işçilerine özel görevler yükler; bu cephedeki görevler aksadığında, partinin sınıfsal karakteri ve enternasyonalist niteliğinin zedelenmesi kaçınılmaz olur. Ezen ulusa mensup işçiler, kendi burjuvasının (yani ulusunun) ezdiği ulusa (siyasal-ulusal) ve ezilen ulustan işçi ve emekçilere (sınıfsal-örgütsel) karşı görevlerini yerine getiremedikleri veya bunları şu ya da bu şekilde “ihmal” ettikleri takdirde, partilerinin ezilen ulusun güvenini kazanması ve Türk ulusundan olduğu kadar Kürt ulusundan işçilerin de partisi olması ve gerçek bir sınıf partisi haline gelmesi olanaksızdır.
Özellikle de son on beş yirmi yılın bugüne devrettiği zayıflıklardan biri; Kürt ve Türk halkları ve Kürt ve Türk milliyetinden işçi ve emekçiler arasındaki karşılıklı ilişkilerde tarihsel olarak zaten var olan güvensizlik duygularının fazlaca artışıdır. Bölgede ve batıda oluşmakta olan koşullar, bu nedenle de özel bir önem taşımaktadır. Değişik derecelerde de olsa sınıfsal, ulusal ve demokratik istekler üzerinden ülkenin bu iki bölgesinde gelişen mücadele gerçekte, bu iki halk ve bu iki halka mensup işçi ve emekçiler arasındaki karşılıklı duygu ve ilişkileri tazeleme ve yeniden inşa etme olanaklarının iyiden iyiye artması anlamına da gelir. Ki bu aslında, işçi partisinin bu olanaklardan yararlanması; Kürt ve Türk uluslarından işçilerin partisi olarak, iki halk ve emekçileri arasındaki duygu ve ilişkileri yeniden inşa etme görevini üstlenmesinden başka bir şey değildir. Görevlerin bir ucu buraya dayanmadığında; Kürt ve Türk işçilerin tek bir bağımsız partide ve günlük çalışma yeteneği olan tek bir devrimci örgütte birleşmesi asla düşünülemez.
Devrimin gelişmesinin içinde bulunduğumuz bu ilk aşamasının görevlerinin yerine getirilebilmesi; yani Kürt ve Türk milliyetinden işçilerin birleştirilip örgütlenebilmesi için: ulusal sorunun özünde, ezen ulus işçilerinin sorunu olduğunu bilen çizgi ile; istikrarlı, içtenlikli ve girişken tutum, tayin edici etkenlerdir ve hemen her şeyden önce gelirler.
Buna karşın şu da bir gerçektir ki, sorunun bu biçimiyle konulması; belirtilen özellikte bir çizgi ve tutumun varlığı ile yetinilmesi yanlış ve yetersiz olurdu. Kürt sorunu söz  konusu olduğunda da; dikkatlerin çevrileceği alanın, işçi ve emekçilerin Kürt coğrafyasında ve batıda gelişmekte olan gündelik mücadelesi alanı olması zorunludur. Gündelik sınıf mücadelesi alanı, sadece saldırıların püskürtülmesi açısından değil; parti ve örgütünün Türkiye’de ve Kürt illerinde, Türk, Kürt ve ulusal azınlıklardan işçilerin partisi ve birleşik devrimci örgütü olarak “yeniden kuruluşu” açısından da temel bir alan ve temel bir koşuldur. Şu açık: partinin çizgi ve tutumunun, asla dar gündelikçiliğe düşmeyen; buna karşılık, her durumda işçilerin gündelik sınıf mücadelesine dayanan ve bu mücadelenin ileri götürülmesi hedefine bağlanan bir çizgi ve tutum olarak şekillenmesi zorunludur.
Öte yandan şu hayati derecede önemlidir ki, partinin anlayışı; ülkedeki aydın ve işçi hareketini, hem Türk ve Kürt olarak ayrı ayrı, hem de iki ayrı (ulusal) özgün hareketin özgünlükleriyle  birlikte meydana getirdiği ulusal özgünlükleri dıştalamayan ve ülke ölçeğinde tek bir devrimci hareket olarak kavrayan ve ele alan bir anlayıştır. Ama ne var ki, parti ve örgütlerinin anlayış ve çalışmasında, bu sorun üzerine Kürt ulusu, Kürt aydın ve işçi hareketi, dolayısıyla da genel olarak işçi hareketi ve sosyalist hareket aleyhine, mutlaka giderilmesi gereken “kendiliğinden” zayıflıkların olduğu bir gerçektir.
Devrimci parti, dayanağını Marksizm-Leninizm’in evrensel hazinesinde, Kürt halkının ulusal demokratik ve sınıfsal mücadelesinin siyasal-kültürel-tarihsel birikiminde ve Türk aydın ve işçi hareketiyle ortak tarihinde bulmaktadır. Kürt ve Türk uluslarından işçi sınıfının partisi olması ile ilgili özellikleri giderek daha belirgin hale gelmekte olan sınıfın partisinin tarihi kazanımlarla birlikte, Kürt Marksist (aydın) hareketinin gelişmesi, bölgede devrimci bir mihrak oluşturması; bu mihrakın, mücadelesi giderek gelişmekte olan Kürt işçi hareketi ile birleşmesi ve bunun partinin Kürt illeri örgütünün kitlesel yeniden inşasına zemin oluşturması temel hedefimiz olmalıdır. Kürt illerindekinden doğal olarak daha ileri pozisyonda bulunan ve geniş ölçekli (kuşkusuz ayrı sınıfsal, ideolojik, tarihsel dinamiklere ve ulusal-tarihsel ortaklık ve özgünlüklere dayanarak) gelişmesinin belirtileri az çok görülür hale gelen Türkiye aydın hareketi ile düşe kalka da olsa ilerleyen batıdaki işçi hareketinin bölgedeki sürece giderek daha yoğunlaşan destek çalışması içinde birleşmesi; ve bu birleşmenin, sınıfın partisinin Türkiye örgütlerinin yeniden kuruluşunun temeli ve alanı olması gerekli ve zorunludur. Parti çizgisinin bu gelişmelere yön vermesi; içinden geçilen sürecin, bölge çapında merkezileşecek olan Kürt illeri örgütü ile Türkiye örgütlerinin ve partinin Türk ve Kürt işçi sınıfının ortak örgütü ve partisi olarak yeniden inşası süreci olarak şekillenmesini hedefleyecektir.  Eğer iki ulustan (ve azınlıklardan) işçi sınıfının partisi olacak ve iki ulustan (ve azınlıklardan) işçi sınıfı, ülkede yaşayan ulus ve halkları örgütleme ve yönetme yeteneği kazanacaksa, devrimci partinin “yeniden inşası”nın, bu planın anlayış ve hedeflerine uygun düşmesi zorunludur.
İşçi ve aydın hareketinin gelişimi, kitlesel birliği ve partinin yeniden inşası sürecinin, buradaki “şema” ile biçim olarak tam çakışarak gelişmeyeceği; ilerleme ve gerilemeler içinde, hareketin unsur ve bileşenlerinin bazen parçalı bazen birlikte görünmesi, bazen ayrılıp bazen iç içe geçmesi vb. gibi karmaşık biçimler göstererek ilerleyeceği açık. Fakat sorun, gelişme ve sürecin nasıl bir seyir izleyeceği sorunu değil; partinin ülkede ezen ve ezilen ulus ilişkisi içinde yaşayan iki ulustan işçi sınıfının partisi olarak örgütlenmesi ile ilgili özgünlüğü ve görevleri anlama ve gereklerini yerine getirme sorunudur. Bu nedenledir ki, genelde partinin ve özelde Türkiye ve bölge örgütlerinin, buradaki “şema”nın amaç ve ruhuna uygun bir görev anlayışı ile çalışması önem arzetmektedir.
Ulusal sorunun ve zorunlu kıldığı anlayış ve çizginin partinin yeniden inşası, örgütsel yaşamı ve çalışmasında oynadığı, oynayacağı rolün önemi ve dayattığı görevler birer sır veya bilinemez olan şeyler değil. Buna karşın, içinde bulunduğumuz “yeniden inşa süreci” ve hareketin özel zayıflıkları açısından; partinin ulusal sorunla (Kürt sorunu) ilgili güncel (özellikle yeniden inşa sorunu yönünden) pratik görevlerinin bazı yönleriyle de olsa burada yeniden ele alınması sanırız gereksiz görülmeyecektir.
KÜRT SORUNU, BÖLGEYLE İLGİLİ BİRİKİM VE ÇİZGİNİN YENİLENMESİ İHTİYACI
Son on beş  yirmi yıl, ulusal, siyasal ve kültürel vb. alanda bir çok şeyi ortaya çıkarmasının yanında; sınıfsal, kültürel, demokratik mücadeleler tarihi açısından pek çok şeyin de üstünü örtmüş veya bozuşturmuştur. Gerek bu durum, gerekse bundan bağımsız olarak bölgedeki ekonomik ve toplumsal çözülme ve sınıfsal değişim; bölgenin ekonomik evrim (ve ulusal, toplumsal, siyasal, kültürel vb.) tarihinin ve güncel ekonomik, toplumsal, kültürel, siyasal ve örgütsel sorunların yeniden ele alınışını zorunlu  hale getirmiştir. Öte yandan, Marksizm-Leninizm’in ulusal sorunla ilgili anlayışı, Türkiye’de gitgide artan şekilde zemininden koparılmış, adeta bir “jargon” derekesine düşürülmüştür. Başka nedenlerle birlikte bu nedenlerin; sorunun devrimci örgütte de çoğunlukla yüzeysel, genel geçer, basmakalıp sözler toplamı olarak anlaşılmasına ve artan sorumluluk ve girişkenlik zayıflıklarına temel oluşturan en önemli etkenlerden oldukları yadsınamaz.
Şu tespit yapılmalıdır ki, söz edilen olgu ve etkenler, ileri işçiler ve aydın kamuoyunun anlayışındaki çarpıklıkları beslemesinin yanı sıra; parti örgütünün ulusal sorunla ilgili olanakları çok yönlü, girişken, enerjiyle ve devrimci şekilde değerlendirmesini de baltalamaktadır. Oysa, işçi ve aydın kamuoyundaki çarpık bilincin ve parti örgütündeki sorunla ilgili pratik zayıflıkların aşılması zorunluluğu bir yana; Kürt coğrafyasında yukarıda söz edilen olgular ve Türkiye’deki işçi ve halk hareketinin gelmekte olduğu pozisyon, ulusal özgünlüğü (elbette ki Marksist çizgi temelinde) ile bölgede, enternasyonalist (elbette ki öteki özellikleriyle de) yönleriyle Türkiye’de aydın hareketinin yenilenmesini ve işçi hareketi ile yeni, kitlesel bir birliğe girişmesini zorlama ve olanaklı kılma yönünde gelişiyor.
Gerek yukarıda değinilen zaaf ve eksikliklerin aşılması, gerekse bölgedeki gelişmelerin dayattığı görevlerin anlaşılabilmesi açısından; yani gerek ulusal sorunun sistematik olarak gündelik mücadelenin konusu haline gelmesi, gerekse örgütün yeniden inşası sürecinde gereken özgün-etkin rolü oynaması açısından, çoğu yönüyle olumlu özellikler de taşıyan ulusal sorunla ilgili parti edebiyatı (birikimi ve nispeten çizgisi), “genel geçer” anlayışlardan arınmayı gerçekleştirmelidir. Parti, sorunla ilgili teorinin, Kürtlerin modern tarihinin ve güncel olguların bütün yön ve alanlarını da ele alarak, gelişme ve sınıf mücadelesi ile bağlarını güçlendirme temelinde yenilenmek zorundadır. Bu görevin, devrimci örgütün sorunla ilgili görevleri militanca ve yetkinlikle karşılama yeteneğini geliştirmesinin; partinin başlıca nitelik ve özgünlükleriyle “yeniden inşa”sının tarihsel, teorik, kültürel, siyasal ve örgütsel temellerinin yenilenmesinin görevlerinden biri olduğu sanırız ki açıktır.

TEORİK VE PRATİK MÜCADELEDE ZAYIFLIKLAR VE ÖRGÜTTE EĞİTİM ÇALIŞMASI İHTİYACI
Devrimci örgütteki ulusal sorunla ilgili zaaf ve eksiklikler; tarih, teori ve genel siyasal çizgi vb.nin kavranışı ile ilgili bozuşmalarla sınırlı olmadığı gibi, bunların belirti ve nedenleri de bu yazı boyunca verilenlerden ibaret değildir. Örneğin, Kürt hareketinin yenilgisi ve yaşam koşullarıyla (sınıfsal) ilgili sorunların gözle görülür hale gelmesi; sanki ulusal sorunla ilgili talepler artık gündemden kalkmış, bölgede sadece bir OHAL uygulaması kalmış, hareketlendirici rolü orada da artık sadece sınıfsal sorunlar oynarmış gibi bir “algı”nın örgütün eyleminde etki alanı bulması sonucunu doğurabilmiştir. Gene aynı şekilde, Kürtlerin kendi kaderlerini tayin hakkının tanınması yönündeki uzun vadeli (propaganda) çalışma ile, her günkü ulusal baskı biçimlerine karşı mücadeledeki taktik ve reform (iyileştirme istekleri) talep eden gündelik (ajitasyon ve eylem) girişimlerin, “biri yapılırsa öteki yapılmaz”casına birbirlerinin yerine geçirilmesine işaret eden olaylar giderek “göze batar” hale gelmiş ve adeta “meşrulaşabilmiş”tir. Ulusal sorunun gündelik mücadele konusu yapılması ile ilgili kayıtsızlıkların, bir çok yerel örgütte ve bazen bütün örgütte “mazur görülebilir” olaylar olarak işlem gördüğü ise, ne yazık ki bir olgudur.
Şu açık: parti örgütlerinin yaşamını, gündelik eylem ve reflekslerini, yukarıda belirtilen nedenlerin yanı sıra ve onlardan daha da derin olarak aşındıran bu “algı” bozuklukları, stratejik-taktik hedef ve mücadelelerdeki ilkellikler ve sınıf dışı alışkanlıklardan güç alan kayıtsızlıklar; sadece parti örgütlerinin gündelik mücadelelerini değil, aynı zamanda iki halk arasındaki ilişkileri, özgür birlik olanaklarını ve partinin Kürt ve Türk ulusundan işçilerin ortak partisi olarak yeniden inşası sürecini de tahrip etmektedir.
Bütün bu zaaflara karşı mücadelenin koşullarından biri parti edebiyatı, birikimi ve çizgisini yenilemekse, bir ikincisi de, örgütte pratik mücadele zeminine oturan bir eğitim çalışmasına girişmektir diyebiliriz. Bu nedenlerledir ki, parti; zaaf ve eksiklikleri bütün kapsamıyla hedef yapacak, örgütü alışılagelmiş pozisyonundan koparacak ve çizgisini “işe yarar” hale getirerek, sorunla ilgili çalışmayı ileri bir noktadan yenileyecek bir eğitimi başlatmak ve örgütlerinin gündelik pratik girişimlerini takip mevziini tutmak zorundadır. Eğitimin; parti birikiminin yetenek ve olgunlukla kullanılması; örgütlerin çalışmasının değerlendirilmesi, görevlerinin planlanması; görevliler ve girişimlerinin takibi ve denetimi temeline oturmasının zorunlu olduğunu söylemeye gerek olmadığı sanırız açıktır.

MERKEZİ ÇALIŞMANIN PLANLAMA VE DENETİMİ KUCAKLAMASINA ÖZEL DİKKAT
Herkesin bileceği ve kabul edeceği gibi, Türkiye ve bölge örgütlerinin Kürt sorunu karşısındaki pozisyonları ve dolayısıyla görevleri farklılık gösterir. Bu gerçek bilinmesine karşın; parti örgütlerinin görevleri pratikte genellikle “aynılaşır” ve bu nedenle de, gündelik mücadeleye en iyi durumda bile kısmen ve sadece bazı anlarda girebilirler. Zira görevlerdeki bu “aynılaşma”, ortaya, Kürtlerin temel hak ve özgürlükleri ile ilgili kötü “devrimci” bir “propaganda” çıkarmakta, örgütü bir propaganda ‘örgütü’ durumuna düşürmektedir.
Ulusal sorunun halkçı, demokratik çözümü… ulusal mücadelenin emperyalizmi ve gericiliği hedeflemesi… işçilerin ve halkların birliği, ortak mücadelesi vs. vs… Bunlar gerekli, doğru ve asla vazgeçilmemesi gereken sloganlar ve hedefler. Fakat kötü bir şey var ve bu artık görülmek zorunda: partinin Türkiye örgütlerinin, ulusal isteklerle gelişen mücadeleyi, bu sloganları, güncel slogan ve olur olmaz kullanarak karşılamaları ve bunların pek çok durumda Kürtlerin özgürlüğü karşısında Türk emekçilerden gelen (bazı durum ve görevler bir yana)  bir “kayıt” anlamı kazanabilmeleri olgusu. Bu olgu üzerinde daha sonra duracağız; burada da belirtelim ki, bölge örgütü bile, halkların birliği vs. sorununda hiç hareketsiz kalmamakla birlikte; Kürt emekçilerinin hareketi ve bilincinin olgunlaşma derecesine bağlanmak ve Türkiye’deki desteğin seyrinin bölgedeki etkisini takip etmekle yükümlü olduğunu hiç unutmamak zorundadır.
Bu sorunlar üzerine parti örgütlerinin pozisyon ve çalışmaları elbette değişmelidir ve belli ki bunun için, ulusal sorunla ilgili birikimin yenilenmesinin (ki bu uzun vadelidir) ve pratik çalışma üzerinden yürütülmeye çalışılsa da örgütte yapılacak eğitimin bugünkü konularda kendi başlarına istenilen sonuçlan vermesi beklenemez. Yani, gereği yerine getirilmeden ileri tek bir adım bile atılamayacağı açık olan üçüncü bir zorunluluk vardır: partinin, Kürt sorunu ile ilgili girişkenliği sistematik olarak artarken; örgütlerinin her birinin Kürt emekçi halkı karşısındaki görevleri ile ilgili merkezi dikkatin; eğitici, yönlendirici; denetleyici tutumun yoğunlaşması ve daha ileri bir mevziden yenilenmesinin zorunlu olduğundan söz ediyoruz. Eğer sınıfın partisi, Kürtlerin karşısındaki sorumluluklarını ve her ulustan işçilerin partisi  olarak iki yönlü yenilenme görevini üstlenecekse; ulusal sorunla ilgili merkezi faaliyetin, çizgi ve birikimin yenilenmesi ve eğitim gibi çalışmalarla güçlenmesi yetmez; mücadelenin öteki alanlarında olduğu gibi ve onlardan daha fazla örgütlerin bu sorunla ilgili çalışmalarını yönetme ve denetlemeye kararlıca genişlemesi de gerekir.

PARTİ MERKEZİ TUTUM VE ÇİZGİSİNDE İKİ TEMEL ZORUNLULUK
Parti örgütlerinin Kürt sorununda siyasal olarak doğru bir mücadele içinde olması ve örgütünün özgün yapısıyla yeniden inşası sürecinin bölgede ve Türkiye’deki gelişme ve değişiklikleri değerlendirerek ilerlemesi için, ulusal sorunla ilgili başlıca merkezi sorumluluklar yukarıda belirlenen üç sorumluluktan ibarettir. Ancak, bunların içeriğinin somutlaşması ve önemine uygun kavranması bakımından iki nokta özel önem arzeder.
Bunlardan ilki, halkların birliği (özünde Kürtlerin kaderlerini belirleme hakkını kayıtsız şartsız savunma) sorununda merkezi olarak gösterilmesi gereken özel dikkat; ikincisi ise, bölge örgütünün, bir yandan ulusal özgünlükleri ile Türkiye komünist ve işçi hareketinin bir bileşeni, öte yandan gerektiğinde bağımsız bir parti olarak  hareket etme yeteneği taşıyan bir hareket ve örgüt olarak inşasına ve söz konusu özellikleri ile inşası için gereken teorik, siyasal, kültürel ve örgütsel temel ve araçların yaratılması mücadelesine (ki bu, ulusun kendi kaderini tayin hakkının kullanılmasının koşullarının yaratılması işidir de) azami merkezi yardımdır. Ve açıktır ki, bunlar anlaşılmadığında, yukarda belirlenen sorumluluklar anlamsız olacağı gibi; partinin, her iki ulustan işçilerin partisi olarak “yeniden örgütlenmesi” ve “yeniden kuruluşu” da olanaksız olacaktır.

a) Kürtler karşısındaki sorumluluk ve halkların birliği sorunu
Sınıf partisinin, Kürtlerin ve Türk ulusundan işçilerin sınıf birliğinden ve onların yekpare partisinden yana olduğundan kuşku duyulamaz. O’nun Türk ve Kürt halklarının sadece ortak mücadelesinden değil, aynı zamanda birliğinden yana olduğu da şüphe götürmez. Ama bilinebilir ki, partinin Kürt ve Türk halkının birliğinden yana olması, Kürtlerin kendi kaderlerini özgürce belirlemesini dıştalamaz; aksine Türklerin ve Kürtlerin eşitliğini, Türk halkı ile birlik ya da ayrılığa karar verme hakkının Kürtlere ait olduğunu kabul ve onun bu hakkını kayıtsız şartsız kullanabilmesinin koşulları için mücadele ile karakterize olur.
Buradan çıkan şudur: sadece Türkiye örgütlerinin değil, partinin merkezi tutumu da Kürtlerin kaderini belirleme (ayrılma) hakkının koşulsuz savunusu temelinde şekillenir. Kürtlerin eşitlik ve özgürlük haklarını kayıt koymadan savunmak ve Kürtler nasıl bir önderlik altında hangi tutumu alırsa alsın, ona yönelik bastırma hareketlerine içtenlikle karşı çıkmak, partinin ulusal sorunla ilgili çizgisinin en temel özelliğidir. Onun ulusal sorunla ilgili çalışma ve eyleminin ana yönünü; Kürtlerin temel haklarının Türk işçi ve emekçileri arasında en geniş ölçüde tanınması, desteklenmesi ve Türk işçi ve emekçilerinin en geniş tabakalarının enternasyonalist bir tutuma geçmesi görevi oluşturur.
Kürt ve Türk halkının birliği görevine gelince; Kürtlerin eşitsiz olarak ve silah zoruyla “birlik” içinde tutulduğu koşullarda, iki halkın birliği için yapılabilir en iyi şey, partinin merkezi çağrı ve girişimlerinin ve Türkiye örgütlerinin çalışmasının her koşul altında burada belirtilen çizgiye uygun olarak şekillenmesidir. Bu kuşkusuz, iki halkın birliğine önem vermeme anlamına gelmez; aksine Kürtlerin temel demokratik isteklerinin, Türk işçi ve emekçilerinin (öncelikle de parti örgütü aracılığı ile) gündelik sınıf mücadelesinin konusu haline gelerek yaygınlaşması ve Kürt işçi ve emekçilerinin de, temel haklarına sahip çıkarken, yaşam koşulları ile ilgili sınıf mücadelesini giderek geliştirmeleri, her iki halkın ortak mücadelesi ve halkların birliğinin bugünkü zorunluluğudur. Öte yandan bu kuşkusuz, halkların ortak geleceğinin inşasının bugünkü en önemli olanağı durumundadır.
Yani kısaca söylemek gerekirse; “halkların birliği” ve “ortak mücadele” ile ilgili sloganlar, her zaman ve her durumda amaca hizmet etmemekte; birçok durumda Kürtlerin temel demokratik taleplerine ve kaderini tayin (yani ayrılma) hakkına “koşul” görüntüsü yaratmaktadır. Bunun, toplumun ileri ögeleri arasındaki propaganda çalışmasının bu sloganlarla ilgili görüşlerden azade olması anlamına gelmediği sanırız anlaşılacaktır. Söz konusu sloganların genel geçer, her duruma uyar kalıplar olmaktan çıkarılarak, mevcut politik ortamda; somut anın ilişkileri içinde ve bulunulan alanda neye hizmet edip neye etmediklerinin ve neye yarayıp neye yaramadıklarının vb. somut tespiti; parti örgütlerinin bu sorunlarla ilgili “genel alışkanlık”la yürüttükleri “propaganda”dan uzaklaşarak, somut merkezi çizgiye uygun eylem ve mücadele  biçimleri üzerinde yürümelerinin güvence altına alınması: burada söylenen ve altı çizilmek istenen şey, “birliği önemsememe” değil, işte budur.
Kürtlerin ezilmişliği derinden hissetmesi ve Türk aydın ve işçilerinin Kürtleri az çok da olsa destekleyen bir olgunluğa henüz ulaşamamış olmasından da güç alan ve sınıfın partisini bir “Türk partisi” olarak damgalayan propagandanın bölgede ve Türkiye’deki emekçi Kürt nüfus arasında etkili olduğu bir dönemden geçiyoruz. Bu nedenledir ki, partinin merkezi tutumu, örgütlerinin (Türk ve Kürt) her birinin Kürt sorunu ile ilgili günlük çalışmalarının yukarda verilen içerikle şekillenmesini teminat altına alırken; aynı zamanda “halkların birliği” gibi sloganların hangi anda neye yarayıp neye yaramadığını özenle irdeleyen ve merkezi çağrıları, girişimleri ve ajitasyonu somut tespitler ve Kürtlerin temel demokratik haklarının savunusu üzerine oturtan bir tutum olarak şekillenmesine bugün her zamankinden daha fazla ihtiyaç olduğunu herkes anlayabilir. Bu ve benzer konularda doğru anlayış ve reflekslere sahip olduğumuzda; pek çok sorun, sorun olmaktan çıkacağı gibi, devrimci çalışmanın verimlilik derecesinin katlanacağı da kesindir.

b) Merkezi çalışmalar ve bölge örgütünün bu çalışmaya katılışı sorunu
Partinin yeniden inşası bakımından merkezi çizgi ve tutumun önem vermesi ve özen göstermesi gereken diğer zorunluluğa gelince; bu, aslında yukarıda belirtildi ve dergimizin bir önceki sayısında, Bölge Örgütü’nün inşası ile ilgili bölümde değinildi. Ama taşıdığı önem bakımından, kısaca da olsa sorunun burada belirlenmesinde gene de yarar var.
Merkezi tutumun özelliklerinden biri; Kürt sorunu ile ilgili çalışmayı, Türkiye ve bölge örgütlerinin gündelik çalışma ve eyleminden ibaret görmemek; sorunla ilgili kesintisiz merkezi girişim içinde olmayı, her iki bölgedeki örgütlerin görevlerini bütün yönlerden yerine getirmelerinin en önemli olanaklarından biri olarak ele almaktır. Bu merkezi tutum, Kürt sorununun her günkü sınıf mücadelesinin konusu haline gelmesi bakımından olduğu kadar, belki ondan da fazla, “örgütsel yeniden inşa” bakımından önem taşır. Gerek Kürt sorunu ile ilgili olarak yukarıda söz edilen tarihi, teorik, siyasal ve kültürel vb. alanlardaki fikri mücadelenin partinin teorik, siyasal, örgütsel temellerinin yenilenmesi ve yeniden inşasının temel bir dinamiği olarak işlev görmesi; gerek Bölge Örgütü’nün, daha önce belirtilen özgün özelliklere sahip devrimci bir Kürt işçi örgütü olarak faaliyet göstermesinin gerekli organ ve kurumlarına sahip olması; gerekse çalışmada öne çıkan ileri Kürt işçilerin bölge parti aygıtının temeli ve genel parti çekirdeği ve aygıtının bileşenlerinden biri olarak yetişmeleri ve yükselmelerinde parti merkezinin oynayacağı yönetici rol, her şeyi belirleyecek nitelikte bir roldür.
Bölge Örgütü’nü ve ileri güçlerini, bütün çalışmalara, ama özellikle de Kürt coğrafyasıyla ilgili sorunların çözümü çalışmalarına birinci dereceden sorumlulukla katarken; teorik ve pratik görevlerle ilgili bütün sorumlulukları merkezi olarak üstlenmek; mevcut araç ve kurumların en verimli şekilde değerlendirilmesine, bölge için gerekli özgün araç ve kurumların oluşumu ve yeni Kürt güçlerin yetişmesine yardımı; bütün örgütte Türk işçisinin, sınıfını ve halkını örgütlemeye çalışan Kürt işçisine yardımının bir görevi haline getirme, bugünkü koşullarda en dikkate değer merkezi görevlerden biridir diyebiliriz.
Burada iki önemli zorunluluktan söz ettik. Bunlardan ilki daha çok siyasal özellik taşıyanıdır. Yani Kürtlerin kaderini tayin hakkının tanınması ve güven içinde hareket edeceği koşulların oluşturulması için mücadele ile ilgili olanı. Diğeri ise örgütsel özellik taşıyanı; yani, özgün araçları ile birlikte Bölge Örgütü’nün inşası ve Türkiye örgütlerinin bölge örgütü ile ilişkilerinin yenilenmesi, Kürt sorunu ile ilgili görevlerinin yerine getirilmesi sorumluluğunun merkezi olarak üstlenilmesi, takip edilmesinden ibaret olanı. Başka bir deyişle, Türk işçisinin Kürt işçisi karşısındaki görevlerinin en önemli halkasını içereni. Bunların gerekleri içtenlikle yerine getirilmediği takdirde, partinin Kürt ve Türk uluslarından işçilerin ortak partisi olarak inşası olanaksızdır.
Ulusal sorunla ilgili burada değinmediğimiz birçok sorun olduğunu belirterek bitirmeden önce, son olarak şunu gene de belirtelim ki, Marksizm’in ulusal sorunla ilgili görüşleri hakkında bilgi eksikliğinden sık sık söz edilmektedir. Önyargısız hareket edildiği ve öğrenme isteği duyulduğunda Marksizm ve sosyalist işçi sınıfının deneyimi bir hazine değerindedir. Ne var ki, ulusal sorun üzerine çok “söz” söyleyen yeni kuşakların, Marksizm’e iftira niteliğindeki şeylere gösterdikleri ilgiyi, onun ulusal sorunla ilgili eserlerine göstermedikleri de bir sır değildir. Bu kuşkusuz kötü, kabul ve af edilemez bir şeydir; ama zaman bulamamaktan yakınan genç kuşağın mensupları ve devrimcilerine, bu yazıda da savunulan Marksist-Leninist planların düşünsel ve sınıfsal temellerini kolayca anlamaları açısından bazı kaynakları önerebiliriz:
*Lenin’in, “sosyalist devrim ve ulusların kaderlerini tayin hakkı – tezler 1916” ve “ulusal gurur üzerine” makalesi.
*Stalin’in “Marksizm ve ulusal sorun” broşürü ve
*Dimitrov’un Komintern VII. Dünya Kongresi’ne sunduğu raporunun “Faşizme karşı ideolojik kavga” ve diğer bazı bölümleri.
Ulusal sorunun içeriği, işçi sınıfının bu sorun karşısındaki tutumu ve sorunun işçi sınıfı partisinin yapısı, yaşamı ve eylemindeki yeri ile ilgili olarak; birer başlangıç materyali olmalarına karşın, devrimci partinin Kürt sorunu ile ilgili belgeleri ile birlikte bu eserler, isteyen her devrimci işçi, emekçi ve gencin parti örgütlerinin inşası ve çalışması ile ilgili parti anlayış, çizgi ve planlarını irdeleyebilmesi için yeterlidir. Toplumun genç kuşağının ve Kürt ve Türk ulusundan işçi sınıfı güçlerinin enternasyonalist bir ruhla yetiştirilmesinin önünde, üstüne cesaretle gitmemiz ve mutlaka alt etmemiz gereken kendi zaaf ve eksiklerimiz dışında bir engelin bulunmadığı açıktır.

Yorumlar kapatıldı.

Özgürlük Dünyası 2022

Yukarı ↑