Özgürlük Dünyası’nın Temmuz 2002 sayısında patronların 1475 Sayılı İş Kanunu’nun tamamına yakınını değiştirmek istediğini, İş Kanunu’na esnek çalışma ile ilgili kuralları ekleyip, baştan aşağı kuralsız bir çalışma yaşamı düzenini yasalaştırmayı ve kıdem tazminatını kaldırmayı amaçladığını yazmıştık.
Patronlar bu planlarını gerçekleştirmek için önemli adımlar attı. TİSK (Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu), hükümeti temsilen Çalışma Bakanlığı, işçileri temsilen Türk-İş, Hak-İş ve DİSK, 26 Haziran 2001 tarihinde bir protokol imzaladı. Bu protokole göre işvereni temsilen üç, hükümeti temsilen üç ve işçileri temsilen üç olmak üzere taraflar, dokuz akademisyenden oluşan bir Akademik Komisyon kuracaktı. Bu Akademik Komisyon, öncelikle 158 sayılı ILO sözleşmesine uygun olarak “İş Güvencesi Yasa Tasarısını”; bilahare, “İş Kanunu Değişiklik Tasarısını” hazırlayacaktı. Taraflar, bu Akademik Kurul üyelerinin oybirliği ile hazırlayacakları tasarı ve teklifleri itirazsız kabul edeceklerini taahhüt etmişlerdi. Konfederasyonların bürokrat yöneticilerinin, haklarının gasp edilmesine baştan onay vermiş olmalarının belgesi olarak işçi sınıfına ihanetinin kanıtı olan bu protokol ve verilen taahhütler kısa süre içinde açığa çıktı. Konfederasyon yöneticileri, daha başından çoğunluğunu patronlarla hükümetin oluşturacağı bir komisyona yetki vermekle kalmamışlar, “işçileri” temsilen de komisyona, -çalışma yaşamının kuralsızlaştırılmasını da kapsayarak- sermayenin yaklaşımlarını, küreselleşme politikalarını savunan akademisyenler arasından belirledikleri temsilciler yollamışlardı.
Bu Akademik Komisyon, 1475 Sayılı İş Kanunumun hemen hemen tamamını değiştiren bir ön tasarı hazırladı. Bu tasarıda, esnek çalışmayı düzenleyen kurallar, iş güvencesi ile ilgili maddeler ve kıdem tazminatının kaldırılmasını getirecek düzenlemeler peş peşe sıralanmıştı. Önceden onay verişlerini protokole bağlayan sendika bürokratlarının da tasarısı olan Ön Tasarı, 3 Haziran 2002’de Akademik Komisyon tarafından taraflara gönderildi
Patronlar, hükümet ve işçi sendikaları konfederasyonlarının yönetimleri tarafından bir sır gibi saklanan ön tasarı, mücadeleci sendikalar taraflıdan ortaya çıkarıldı ve eleştirilmeye başlandı.
İşçi sınıfının yüz yıldan fazla süren bir mücadele ile elde ettiği hakları ortadan kaldıran ön tasarı, kısa sürede yoğun tepkilere neden oldu.
İş Kanunu Ön Tasarısı’nın yoğun tepki ile karşılanması ve TBMM tarafından erken seçim kararı alınması üzerine işçi sınıfına hoş görünmek isteyen hükümet, tasarıdan İş Güvencesi Kanunu ile ilgili düzenlemeyi ayırarak TBMM gündemine getirdi ve seçim atmosferinde, patronların sert muhalefetine karşın İş Güvencesi Yasası Meclis’ten geçti. Fakat patronlar, Hükümet ve işçi sendikaları konfederasyonları; İş Güvencesi Kanunu’nun 15 Mart 2003’te yürürlüğe girmesi ve bu tarihe kadar da İş Kanunu’nda esnek çalışma ile ilgili değişikliklerin yapılması konusunda anlaştılar.
Bu nedenle, seçimlerden sonra, esnek çalışma ve esnek çalışmayı düzenleyen İş Kanunu değişiklikleri çok tartışılacak ve öyle görünüyor ki, sert bir çatışmanın zemini olacak.
Patronlar, İş Kanunu’nda değişiklik yapılmasını aşağıdaki gerekçelerle savunmaktadır:
“Mevcut sistemde iş güvencesi sağlamaya yönelik olan kıdem tazminatı, ihbar tazminatı gibi müesseseler aynen korunup, ilave iş güvencesi hükümleri getirilmesi, sanayimizin rekabet gücünü kıracağı gibi, istihdamı da olumsuz yönde etkileyecektir.
“Diğer yandan, bugün artık işletmelerin ve genel olarak sanayinin gereksinimlerine cevap veremez duruma düşmüş olan İş Kanunu’nun köklü bir değişikliğe tabi tutularak, yeni düzenlemede ‘esnek çalışma’, ‘denkleştirme çalışması’, ‘belirli süreli çalışma’, ‘telafi çalışması’, ‘ödünç iş ilişkisi’, ‘kısmi çalışma’ gibi işletmelerin ihtiyaç duyduğu a-tipik çalışma biçimlerine yer verilmesi ve yasanın katı hükümlerden arındırılması iş güvencesinden de öncelikli bir sorundur.” (Toprak İşveren Dergisi, Haziran 2002 Sayısı; 4 ve 5. sayfalar)
Patronlar ayrıca, AB’de esnek çalışmanın yaygınlığının hem rekabet için olumsuz koşullar yarattığını hem de AB’ye katılmak için esnek çalışma biçimlerinin iş yasasına yerleşmesi gerektiğini ileri sürmektedir.
İş Kanunu Ön Tasarısı’nı hazırlayan, içinde sözde emeğin temsilcilerinin de yer aldığı Akademik Komisyon, Tasarı’nın Genel Gerekçe Bölümü’nde patronların bu görüşünü tamamen savunarak, aşağıdaki gibi ifade etmiştir:
“Öte yandan ekonomik kriz dönemlerinde işçi ve işverenlerin esnek bazı kurallardan yararlanmalarına İş Kanunu’nun katı hükümleri olanak vermemiş, bu yüzden mevcut yasa hükümlerine aykırı uygulamaların yaygınlaştığı gözlenmiştir.
“Yukarıda açıklanan evrensel nedenler ülkemizde yeni bir iş yasasının kabulünü zorunlu kılarken, bir başka gelişme de Türkiye’yi tarihsel bir dönemecin başına getirmiştir. Bu gelişme, ülkemizin Avrupa Birliği’ne aday ülkeler arasına alınmasıdır. Bu yeni süreç içinde, Avrupa Birliği’nin sosyal hukuk alanında da kendine özgü hukuk normlarına sahip olduğu unutulmamalıdır. Bu nedenle, ülkemizin onayladığı uluslararası çalışma sözleşmelerinin gereklerini yerine getirme çabalarını sürdürürken, Avrupa sosyal normlarına da uyum sağlaması gereği ortaya çıkmıştır. Bu hususta Türkiye Cumhuriyeti’nin avantajı, Atatürk devrimlerinin bir sonucu olarak Türk İş Hukuku’nun, öteden beri Avrupa hukukundan esinlenmiş ve Uluslararası Çalışma Örgütü’nün normlarından etkilenmiş olmasıdır.
“Ancak AB’ye tam üyelik sürecinde Türk mevzuatında henüz bulunmayan, buna karşılık AB ülkelerini kendiliğinden bağlayan normların da Türk İş Hukuku’na kazandırılması gerekmektedir. Bu gereksinim, başta iş yasası olmak üzere, birçok yasada uyum sürecinde, değişiklik yapılması anlamına gelmektedir.
“Kuşkusuz iş mevzuatının Avrupa normlarına uyumlu hile getirilmesi tam üyeliğe kadar geçecek olan süre içinde gerçekleşecektir. Ancak bugünkü aşamada, Avrupa Sosyal Hukuku’nun temel nitelikteki düzenlemelerini benimsemek, onlara aykırı hükümleri yavaş yavaş Türk mevzuatından ayıklamak en isabetli yöntem olacaktır.
“Öte yandan otuz yıldan fazla bir süreden beri yürürlükte olan 1475 Sayılı İş Kanunu, zaman zaman yapılan değişikliklere karşın çağdaş gelişmeleri yeterince yansıtamadığı gibi, içerdiği bazı hükümler uygulamada önemini tümüyle yitirmiştir.”
Akademik Komisyon doğru söylemektedir. Avrupa ülkelerinde uzun bir süredir çalışma yaşamında esnek çalışmanın kuralları uygulanmaktadır. Pratikte uygulanan esnek çalışma kuralları Avrupa’daki çeşitli ülkelerin yasalarında düzenlendiği gibi, bu konuda Avrupa Topluluğunu bağlayıcı antlaşmalar da yapılmıştır.
Bu anlaşmalardan biri, “Belirli Süreli Çalışma Hakkında” ETUC, UNICE ve CEEP tarafından kabul edilen çerçeve anlaşmasıdır.
Anlaşmayı imzalayan kurumlar, UNICE (Avrupa Sanayi ve İşveren Konfederasyonları Birliği), CEEP (Avrupa Kamu Ortaklı İşletmeler Merkezi) ve ETUC (Avrupa Sendikalar Konfederasyonu)’dur. (Bizim kötü ünlü İş Kanunu Ön Tasarısı’nı hazırlayan TİSK, Hükümet, Türk-İş, Hak-İş, DİSK üçlüsüne ne kadar benziyor!)
“Belirli Süreli Çalışma Hakkında Çerçeve Anlaşması’nın gündeme gelişi, Avrupa Birliği Konseyi’nin 6 Aralık 1994 tarihli “Avrupa Birliği’nin sosyal politikası için bazı hususlar; birlik içinde ekonomik ve sosyal bütünleşmeye katkı” hakkındaki kararıyla yukarıdaki örgütlerden anlaşma hazırlamalarını istemesi ile başlamıştır. Avrupa Birliği Konseyi’nin isteği üzerine, adı geçen işçi ve işveren örgütleri, 18 Mart 1999’da “belirli süreli çalışma” ile ilgili bir çerçeve anlaşması imzalamışlardır.
Avrupa Birliği Konseyi, 28 Haziran 1999 tarihli yönergesi ile Anlaşma’yı yürürlüğe sokmuş ve üye devletlerin anlaşmaya uygun yasal düzenlemeler yapmasını istemiştir.
AB Konseyi 28 Haziran 1999 tarihli yönergesinin 2. Maddesi, “Üye Devletler, bu yönergeye uygun gerekli yasaları, düzenlemeleri ve idari önlemleri 10 Temmuz 2001 tarihine kadar yürürlüğe koyacaktır veya Üye Devletler, sosyal tarafları, herhangi bir zamanda bu yönergenin zorunlu kıldığı sonuçları güvence altına alacak bir konumda olmalarını sağlayan gerekli tedbirleri almaya zorunlu kıldığında, en geç bu tarihe kadar yönetim ve emeğin anlaşmanın gerektirdiği tedbirleri uygulamaya sokmalarını sağlayacaktır. Bu durumda taraflar hemen Konsey’i bilgilendirecektir,” demektedir.
Belirli Süreli Çalışma Hakkında Çerçeve Anlaşması ne getiriyor, şimdi de bunu inceleyelim.
Anlaşmanın Başlangıç kısmında şöyle deniyor:
“Bu anlaşma, ayrıntılı uygulamanın özel, ulusal, sektörel ve mevsimsel koşullarının dikkate alınmasının gerektiğini kabul ederek belirli süreli çalışmaya ilişkin genel ilkeleri ve asgari şartları ortaya koyar.
“Bu anlaşma, geçici iş acenteleri tarafından kullanıcı işletmenin idaresine bırakılan işçiler dışındaki belirli süreli işçilere uygulanır. Geçici acente işleriyle ilgili benzer bir anlaşma ihtiyacını mütalaa etmek tarafların niyetidir.
”Bu anlaşma, yasal sosyal güvenliğe ilişkin konuların Üye Devletler’in kararma bağlı olduğu kabul edilerek, belirli süreli işçilerin istihdam koşulları ile ilgilidir. Bu anlamda sosyal taraflar, ‘yeni çalışma biçimlerine uyum sağlayabilecek sosyal koruma sistemlerinin geliştirilmesi ve bu tip işlerde çalışanlara uygun koruma sağlanarak’ daha istihdam dostu sosyal güvenlik sistemlerinin geliştirilmesi ihtiyacını vurgulayan 1996 tarihli Dublin Avrupa Konseyi İstihdam Bildirgesi’ni kaydederler. Bu anlaşmanın tarafları, 1997 tarihli kısmi süreli çalışma anlaşmasında ifade edilen, Üye Devletler’in bu Bildirge’yi gecikmeden uygulaması gerektiği yönündeki görüşü yinelerler.”
Başlangıç kısmında yazılanlardan da açıkça anlaşıldığı gibi, bu Anlaşma belirli süreli çalışma ile ilgili asgari koşulları gösteren bir çerçeve çiziyor. AB normlarını oluşturan çerçeve anlaşmalardan olan ve AB Konseyi’nce dayatılan bu Anlaşma’ya göre; Üye Devletler, özel koşullarına, sektörel veya mevsimsel koşullara göre bu Anlaşmanın kurallarını kendi iş ilişkilerine uyarlayacaklar. Yine bu anlaşmanın kapsamı, taşeron firmaların kısa süreli işçi çalıştırarak üretim yapmasını (geçici acente işlerini) içermiyor.
1997 tarihli kısmi süreli (part-time) çalışma anlaşması ise, bir başka esnek çalışma biçimini düzenliyor. Anlaşmanın genel hükümlerinden dikkat çekici maddeler ise şöyle:
“8- Belirli süreli hizmet sözleşmeleri, belirli sektörlerdeki istihdamın, mesleklerin, hem işverenlere hem de işçilere uygun olabilen faaliyetlerinin bir tezahürüdür.
“9- Avrupa Birliği’ndeki belirli süreli işçilerin yarısından fazlası kadındır ve bu anlaşma bu nedenle kadınlar ve erkekler arasındaki fırsat eşitliğinin geliştirilmesine katkıda bulunabilir.
“11- Bu anlaşma, Topluluk ekonomisinin rekabet gücünü artırmak ve idari, mali ve yasal kısıtlamaların küçük ve orta boy işletmelerin oluşturulması ve geliştirilmesini engelleyecek şekilde getirilmesinden kaçınmak için gerekli sosyal politikanın geliştirilmesi ihtiyacını dikkate alır.
“12- Sosyal taraflar, hem işverenlerin hem de işçilerin ihtiyaçlarına karşılık gelecek çözümlerin bulunmasında en iyi yerdir ve bu nedenle sosyal taraflara bu anlaşmanın uygulanması ve hayata geçirilmesinde özel bir rol verilir.”
Yukarıdaki satırlar ne kadar tanıdık! Kadın emeğinin kısa süreli işlerde yoğun olarak sömürülmesi, büyük işletmelerin işlerinin küçük ve orta büyüklükteki işletmelere bölünmesi, “Ekonomik Sosyal Konsey” ya da başka isimler altında (Almanya’da “İş İçin Birlik” gibi) sendika bürokratları ile patronların ortak örgütlerde bir araya getirilmesi vb. uygulamaların, henüz yasal bir temeli olmasa da, ülkemizde uzunca bir süredir gündemde olduğunu her işçi biliyor. Az bilinen, esnek çalışmaya ilişkin bu uygulamaların, Avrupa ülkelerinde, üstelik AB şartları arasında sayılarak çoktan yasalara geçirildiğidir. Küreselleşme adı verilen ve son on yıl içinde dünyanın her yerinde uygulanmaya çalışılan neoliberal ekonomi politikaları doğrultusunda, ülkemizde de işçi sınıfına dayatılan sömürü biçimleri, AB’nde, genel çerçeveler çizilerek, bütün üye ülkelere dayatılıyor.
Fakat AB burjuvazisine haksızlık etmeyelim! Her ne kadar esnek çalışma yöntemleri ile işçi sınıfını daha fazla sömürmek için sıkı çalışıyor, yeni yasal düzenlemeler, çerçeve anlaşmalar yapıyorsa bile, sömürüye de makul bir sınır getiriyor. Yani, sınırsız bir sömürü yok!
İşte Anlaşma’nın bu açıdan can alıcı iki maddesi; “Ayrımcılık Yapılmaması İlkesi” (Madde 4) ve “İstismarı Önleyici Tedbirler” (Madde 5) bu sınırı saptıyor.
Anlaşmanın dördüncü maddesi ile belirli süreli (kısa süreli) işlerde çalıştırılacak işçiler, objektif temellere dayandırılmıyorsa, farklı muameleye tabi tutulmayacak ve beşinci madde ile, zincirleme belirli süreli hizmet sözleşmeleri veya ilişkilerinin maksimum toplam süresi belirlenecek. Yani, bir işçi ile altı aylık, sekiz aylık, on aylık iş sözleşmesi yapmışsanız, aynı iş ilişkisini on kere, yirmi kere tekrarlamayacaksınız. Bu ilişkinin bir üst sınırı olacak. Almanya’da bu sınır en fazla iki sene olarak belirlenmiş. Sonrası mı? Sonrasında,’patronlar belirli süreli sözleşme yapamayacak, ya işten çıkaracak ya da süresiz sözleşme yapacak. Burada, iş ilişkisine üç gün-beş gün ara verip ya da kâğıt üzerinde ara veriyor görünüp belirli süreli sözleşmeyi yenilemek kuşkusuz mümkün kalıyor. “En iyi” haliyle böyle ya da en kötü haliyle işten atılmak- Avrupalı patronlar ve AB’nin sınırsız sömürüye koyduğu sınır oluyor!
Görüldüğü gibi, Belirli Süreli Çalışma Hakkında Çerçeve Anlaşması, AB tarafından yapılmış esnek çalışma ile ilgili anlaşmalardan birisi. Belirsiz süreli, yani sürekli iş yerine altı, sekiz, dokuz vb. ay süreli çalışmayı düzenliyor. Türkiye’de patronların 1475 Sayılı İş Kanunu’nda yapmak istedikleri değişiklikle ilgili yazımızda, belirli süreli iş ilişkisinin işçi sınıfının kazanılmış haklarını nasıl ortadan kaldırdığını anlatmıştık. Özetle tekrarlayacak olursak: Belirsiz süreli çalışma ile işçi, çalışma süresinin artması ile bazı haklar elde ediyor. Örneğin; bizde kıdem tazminatı bir seneden fazla çalışılınca hak ediliyor. Çalışma süresinin artması, aynı zamanda, yenilenen toplu iş sözleşmeleri ile ücret ve diğer haklarda da artışı getiriyor.
Belirli süreli çalışmada ise, patron bir seneden kısa süreli sözleşmeler yaparak kıdem tazminatından kurtuluyor. Yine kısa süreli sözleşmelerle, işçiyi işten çıkartırken haklı neden gösterme vb. sorunlardan da kurtulmuş oluyor. Kısa süreli çalıştırma ile patron, toplu iş sözleşmesi (TİS) ile kazanılan yeni haklar ve yol açtığı masraftan da kurtuluyor, İşçinin çalıştığı işte edindiği tecrübe ile verimliliğin arttığı işyerlerinde, patron, kaybının önlenmesi için de, belirli süreli çalışma ilişkisini iki-üç seneye kadar uzatarak sorunu çözüyor.
Belirli süreli çalışma, işçilerin birliği, dayanışması ve örgütlenmesi için de olumsuz koşullar oluşturuyor.
Bu yazıda incelemeye çalıştığımız belirli süreli çalışma ile ilgili AB düzenlemesi, AB’deki esnek çalışma ile ilgili onlarca düzenlemeden sadece biri. AB’de esnek çalışmanın diğer biçimleri, part-time çalışma, ödünç iş ilişkisi, istihdam şirketleri vb. konusunda da benzer düzenlemeler mevcut.
Belirli süreli iş ilişkisini bu yazıda ele almamızın nedeni, bu Anlaşma’nın yakın geçmişte ülkemizde yapılan bir toplantıda ele alınarak tartışılması.
Hak-İş, DİSK ve KESK; ETUC ile işbirliği halinde ve ETUC’un finanse ettiği bir eğitim programı uyguluyor. Bu program çerçevesinde 27-30 Haziran 2002 tarihinde Marmaris’te bir toplantı yapıldı. Toplantıya Hak-İş, DİSK ve KESK adına bazı uzmanlar katıldığı gibi, TİSK’in azmanları ve Avrupalı uzmanlar da katıldı.
İşte bu toplantıda tartışılan konulardan biri de esnek çalışmaya ilişkin diğer konuların yanı sıra “Belirli Süreli Çalışma Hakkında Çerçeve Anlaşması” idi.
Mücadeleci sendikacılar, işçi önderleri, patronların esnek çalışma dayatmalarına karşı mücadele ederken; bazı sendika konfederasyonları ise, patron temsilcileri ve Avrupalı uzmanlarla birlikte esnek çalışma hakkında eğitim çalışmaları düzenliyor ve esnek çalışmayı çoktan yasalarına geçirmiş olan Avrupa ülkelerinin uzmanlarının, kendi sendika uzman ve kadrolarını -kuşkusuz çeşitli biçimleriyle esnen çalışmayı da içeren- AB çalışma yaşamı normlarıyla eğitmelerini alkışlıyorlar.
Bu nedenle, işçiler emperyalist burjuvazi ve işbirlikçilerinin her alandaki saldırılarına karşı uyanık olmalıdırlar.
Geçtiğimiz ay AB’ye uyum yasalarının gündeme gelmesi ile iyice büyüyen AB tartışmaları sırasında, AB’ye girme isteğini patronlardan daha fazla ve daha sık sendika bürokratlarıyla bazı “solcu”ların dile getirdiği dikkate alındığında; AB’ye girilince işçi haklarında bir iyileşme sağlanmayacağının, nüans farklılıkları ile ülkemizdeki sömürü ilişkilerinin devam edeceğinin, küreselleşme süreci ile başlayan esnek çalışma uygulamalarının ABD’den, Uzakdoğu’ya, Rusya’dan AB’ye kadar yayıldığının görülüp anlaşılması bakımından, yukarıda incelediğimiz anlaşma iyi bir örnektir. Tek başına bu anlaşma bile işçi sınıfının, daha çok IMF dayatmaları olarak gündeme gelen küreselleşme politikaları kadar, bu politikalarının başlıca dayanaklarından olan AB’den beklentiler içinde olması için hiçbir neden bulunmadığını ortaya koymaktadır.