Abdullah Öcalan’ın özel bir operasyonla Türkiye’ye teslim edilmesinin ardından Kürt sorunu yeni özellikler kazandı, PKK’de birtakım değişimler yaşandı. Egemen sınıflar cephesinde on yıllardır süregelen inkârcı politik tutumda ısrar devam ederken, AB aday üyelik sürecinden dolayı Türkiye’ye dayatılan ve yerine getirilmesi şart koşulan yükümlülükler, yasal düzenlemelerden ibaret formaliteler olarak birçok çevrenin beklentilerini boşa çıkararak ve umutlarını kırarak hâlâ sürüyor. Bir süredir AB’nin elindeki demokratikleşme ve Kürt sorunu kozu yeniden ABD’nin elinde bölge düzeyinde değerlendirmeye alınmış bulunuyor. ABD, Afganistan’a saldırının ardından Orta Asya’dan Ortadoğu’ya dönük planlarında Kürt sorununu değerlendireceğini bağıra bağıra açıklamaktadır. Diğer yandan, henüz yerli yerine oturmamış olmakla beraber süreç PKK’nin inisiyatifini etkisizleştirerek ilerliyor. A. Öcalan’ın sorunu ele alış tarzındaki bocalama ve Kürt sorununu bir emekçi sorunu olmaktan soyutlayarak değerlendirme yaklaşımının yarattığı kafa karışıklığı ‘derinleşerek’ sürüyor. Ancak önemli bir tarihi süreç olarak Kürtlerin bilincinde yer etmiş bulunan mücadele ve direniş yılları, aynı zamanda örgütlü yaşama ve değerlere bağlılık gibi olumlu bir kültür de yaratmıştır. Bundan dolayıdır ki, son üç yıl içerisinde yaşanan önemli gelişme ve saldırılara rağmen Kürtler düzen kulvarına çekilememiştir. Önümüzdeki süreç daha da önemli gelişmelere gebe. Çözülmemiş halde duran Kürt sorunu var oldukça beklenmedik gelişmelerle karşı karşıya kalmak da anlaşılır bir durum olacaktır.
Ancak bazı politik çevrelerin önümüzdeki dönemdeki gelişmelere dair bugünden aldıkları pozisyon ve işaretini verdikleri tutum kaygı vericidir. Bu çevrelerin, HADEP’in ve bazı örgütlü yapıların hata ve yanlışlarına, ikircikli tutumlarına ve sistemin demokratikleşme manevra ve yalanlarına inanarak fazlasıyla adapte olmalarına karşı uyarıcı, dostça ve yapıcı yaklaşmak yerine, bu yaklaşımların ideolojik ve sınıfsal karakterini görmezden gelerek, oklarını keskinleştirip onlara fırlatan tutumu sürüyor. Kürtlerin demokratik mücadelesine katkı sunmak, halkçı ve demokratik değerlere sahip çıkmak ve onunla birleşip saldırıları göğüslemek yerine, adeta “pusuya yatmış avcılar” durumunda bulunan bu çevrelerin “içeriden saldırıları” karşısında halkımızın uyarılması ve doğru tutumu benimsemeleri için çaba sarf etmek, yönetici güç odaklarının saldırıları karşısında gösterilecek tutum ve direniş kadar önemlidir.
“İDEOLOJİSİZ PARTİ” “İDEOLOJİSİ” VE KONSEPT TAPINMACILIĞI
Burkay bunu diğerlerinden farklı bir biçimde kendisini sosyalist sayarak, PSK’nın genel sekreteri olarak yapmaktadır. Dağınık olan bu kesimlerin güçlerini birleştirerek atağa geçecekleri önümüzdeki dönem bu durum daha da önem kazanabilir. Zira “Yeni” diye ortalıkta dolaşan birçok oluşum ve yaklaşım bulunmaktadır ve “eski”lerin bir araya getirilmesinden başka bir şey olmayan bu çevrelerin geçmişleri de halkımızca sır değildir. Ancak yapılan açıklamalar ve girişimlerden anlaşılmaktadır ki; mezhebi geniş bu “yeni oluşum”lar, “kapanmış bir sürece müdahale” edecekler ve yeni dönemin de başlatıcıları olacaklar!
“Yeni oluşum”un içerisinde, solcu, sosyalist, dinci, liberal, işveren, ağa, bey… her boydan politikacı var. İşçi ve yoksul Kürtler, açlar, sefiller ve sömürü ve baskı sisteminin esas mağduru olan Kürtler yok. Böyle olunca “değişik çevrelerin birliğinden müteşekkil” olması bir şey ifade etmiyor. Aslında yalnızca bir çevreyle karşı karşıya bulunmaktayız.
Peki, “Demokrasi ve Kürt Sorunu Çözüm Girişimi”nin yeniliği nereden geliyor ve nereden çıkıyor? Yeni “Kürt Partisi” hangi ihtiyaca yanıt vermeye kadirdir? gibi sorulara yanıt verilmelidir. Hazırlıkları devam eden bu partinin girişimcileri ve yetkili olan temsilcileri tarafından değişik vesilelerle yapılmış açıklamalar bulunmaktadır, ideologluğunu Kemal Burkay’ın üstlendiği bu girişimin halk ve emekçilerden uzak ‘üst tabaka’ Kürtlerin ve dahası ‘zahmetsizlerin’ bir girişimi olduğu ilk söylenmesi gereken gerçektir, ikinci önemli belirleme PKK ve HADEP düşmanlığı üzerinden kendini var etme isteğidir ki, bu durum irdelenmelidir. Üçüncü önemli saptama bu girişimin emekçileri dışlayan, sosyalizm düşmanı bir ideolojik tutuma sahip olduğudur. Tıpkı KDP ve ya YNK’ya benzemek istemektedirler. Kurucular kapsayıcı olmak iddiasına sahip olmakla beraber geçmiş ve mevcut duruma bakıldığında iddialarının aksine, böyle bir gerçeğe denk düşmedikleri söylenebilir. Ancak, hangi ihtiyaca yanıt vereceği sorusuna Abdülmelik Fırat, “HADEP kapsayıcı olmadı” diyerek yanıt veriyor. “… Ama istatistikî olarak hesapladığımız zaman HADEP Kürtlerin yüzde 20’sinin oyunu almıştır. Yüzde 80’i yine düzen partilerindedir.” A. Fırat’ın düzen partilerinden ne anladığı anlaşılmaz bir durum! Kendisi düzenin neresindedir ve eleştirdiği düzen kapitalist sömürü düzeni midir? Bu düşünülemez. Elbette değil. Ancak defalarca düzen partilerinden aday olmuş, yöneticilik yapmış ve milletvekili olmuş Fırat’ın, ‘ideolojisiz parti’sinin nasıl düzen karşıtı olacağını merak etmiyoruz. “İdeoloji partisi değiliz. Biz diyoruz ki: Kürtlerin ateisti de, şeriatçısı da, sosyal demokratı da Kürt olarak, doğal hakları bakımından zulüm altındadırlar. Öyleyse bu bir ideoloji meselesi olamaz ki…” {Evrensel gazetesi, 14 Ağustos 2001)
Kürtlerin farklı sınıflara mensup kesimlerinin zulüm altında olduklarını kabul etmemiz halinde bile, zulmü uygulayanların bir ideolojiye mensup oldukları gerçeği karartılamaz. Zulmedenlerin bir ideolojisi varsa edilenlerin de bir ideolojiye sahip olmaları doğaldır. Ancak yeni oluşumcular sınıf ayrımını özellikle gizlemek için işe soyunmuş durumdalar ve bunun için paslı bir silaha “ideoloji partisi değiliz” diyerek başvurmaktadırlar. Fırat ve diğerleri sınıf işbirliğini vaaz etmekte ve egemen sınıf taşeronları olarak Kürtlerin ulusal demokratik taleplerini suiistimal etmek için bu role soyunmaktadırlar. Zira Fırat ve çevresi, yaşamın ve onun toplamı olan ilişkilerin ideolojik bir temelden yansıdığını ve Kürtlerin mevcut statüsünün burjuva kapitalist sistemin ve onun ideolojik yansıması olduğunu bilmiyor değildirler. O ve Burkay gibi sınıf işbirlikçiler PKK’nin zaaflarına ve HADEP’in tutarsızlıklarına karşı besledikleri kin ve öfkeyi sömürü ve baskı sistemine karşı duymamaktadırlar. A. Öcalan’ın tutumundan ve politik yanlışlıklarından kalkarak onun şahsında olumlu ve olumsuz yanlarıyla yaşanmış küçümsenemez bir ulusal direnişe, mücadeleye ve geçmişin değerlerine fütursuzca saldırmaktadırlar. “Biz zaten söylemiştik, bu kadar kayıp boşuna oldu. Madem böyle olacaktı neden yaptınız?” vs. yaklaşımlarla felaket tellallığı yapılarak hiçbir mantıklı ve bilimsel tutarlılığı bulunmayan sonuçlara varmakta ve bunun üzerinden bir politik gelecek inşa etmek istemektedirler. Ancak üzerinde bulundukları zemin ve geçmiş temelleri onları ele veriyor: Sınıf işbirlikçiliği ve pragmatizm. Hareketin kitlesel bir direniş ağına sahip olduğu geçmiş yıllarda olası bir zafer durumunu değerlendirme hesabıyla bir biçimde şimdi saldırdıkları harekete yamanmış, ya da ‘protokol’ imzalamış ve onların gidişatından övgüyle söz etmiş bulunanlar, bugün tam bir riyakâr tutumla burjuva politikacılığı ve bezirgânlığı yapmaktadırlar. Ekonomik ve siyasi saldırıları ve onun kaynağını değerlendirmek, ABD’nin ve emperyalizmin dünya ölçeğinde halklara karşı başlattığı saldırganlığa karşı tutum almak, Emek Platformu’nun Kürt sorununun diğer sorunlarla birleştirmesi için çaba sarf etmek, sermaye ve saldırılara karşı güç toplamasına yardımcı olmak; emek ve demokrasi hareketini güçlendirmek gibi kaygılar taşımayan, aksine bu sorunlara sırt çevirmiş bulunan bu çevrelerin girişimleri ve eleştirileri Kürtler için bir şey ifade etmemekle beraber, egemen sınıfların saldırılarıyla birleştiğinde ‘tehlikeli’ ve endişe vericidir. Zira provokatif girişim ve açıklamalar yapılmakta ve sorumsuzca oraya buraya saldırılmaktadır. Hedefe konulan bazen A. Öcalan, bazen Bozlak veya bir başkası olmaktadır, ama hedef ulusal direniş geleneğini, mücadeleyi, serhıldanları ve yaratılan toplumsal değerleri ‘boşa’ çıkarmak, değersiz kılmaktır. Onların yaptıkları; örgüt ve direnme bilincini tahrip etmek, geçmişten pişmanlık duymayı sağlamak ve bunu toplumsal bir yargı düzeyine çıkarmak ve hafızalardan silmek ya da ‘keşke olmasaydı’ yargısını Kürtlerin yargısı haline getirmektir.
12 Eylül sonrasının TKP’si, N. Sargın ve H. Kutlu’ları olmaya aday bu beylerin tasfiyeci ve teslimiyetçi olduklarından kuşku duyulamaz. Onlar, Kürtlerin yeniden düzen partilerinden birine veya bu piyasaya pazarlanmasında aracılık yapmak istemektedirler. Beraber olmak, parti kurmak için ‘Kürtler vardır’ demeyi yeterli bulan bu çevre, AB ve ABD’yi kutsarken, ulusal demokratik mücadeleyi ve uzun yıllar süren halkın kazanım ve kayıplarını, direniş ve tarihsel birikimini hiçe saymaktadırlar. Dünya ölçeğinde etki yapmış ve Kürtlerin hak ve özgürlük taleplerini bilince çıkarmış önemli ve deneylerle dolu bir süreci yok saymaktadırlar. Acıyı ve sevinci yaşamamış, bu yıllarda hariçte kalmış olmayı bir avantaj saymaktadırlar. Ancak bunu başarmak olası değildir. Bu tarih silinemez. Direnmiş bir halkın mücadele tarihini inkâr etmek, direnişini yok saymak, küçümsemek, bu direnişinde, başında ve yanında bulunanları aşiret kafasıyla düşman görmek, gerici egemen sınıfların cephaneliğinden silahlarla hedef almak ancak mücadeleyle karşılık bulabilir. Kürt işçi ve emekçileri; direnenler, yerinden yurdundan edilenler, yaşanan kahırlı yılların mağdurları olarak buna yanıt vereceklerdir. Yaşanan süreci, inkârcı konseptin kriterleriyle değerlendirenler bir bataklıkta bulunmaktadırlar. Bir döneme damgasını vuran bir harekete ve onun bileşenlerine düşmanca duygu, kin ve nefretle yaklaşmak, ama Barzani ye Talibani’ye övgüler dizmek, Çekiç Güç ve ABD’ye şükran duymak, AB’den Kürt sorununa çözüm dilemek onların “kaygı”larını yalanlamakta, maskelerini anlamsız kılmaktadır. Sorunu kişiselleştirerek, bilinçleri çarpıtmak istemektedirler. Durumu kişilerle izah ederek niyetlerini gizlemek, prim yapmak istemektedirler. Bu tutum halkımız ve demokrasi güçlerinden, Kürt ve Türk işçi ve emekçilerinden kabul görmeyecektir. Burkay, Fırat ve şürekâsının PKK ve HADEP’e yönelik eleştirileri ‘keskin bir yurtseverlik’ söylemiyle süslü olarak dile getirilmekle beraber halkımızı zehirlemek ve egemenlerin politik kulvarına çekmek amaçlıdır. Sözde eleştirileri “teslimiyeti” hedeflemekte ve mücadeleyi önermektedir. Ancak bu doğru değildir. A. Öcalan’ın teslimiyetçi bir tutum aldığını, HADEP’in düzenle entegre çabasında olduğunu bundan dolayı bu sürece kayıtsız kalamayacaklarını ifada eden bu çevrenin saptamalarının isabet ve isabetsizliği bir yana, kaygılarında samimi olmadığı açıktır. Aksine bu çevre, Kürtlerin sisteme eklemlenmesi amaçlı pasifizmi ve teslimiyeti öneren bir “siyasal” mücadele vaaz etmektedir. Kışkırtıcı ve düşmanca bir üslubun hâkim olduğu açıklamaları ve demeçlerinin yanı sıra, onlar düzene ve diktatörlüğe dair oldukça itidalli bir üslup kullanmaktadırlar. Programlarında dikkatli olacaklarını belirtmektedirler. Ancak HADEP ve PKK’ye ve mücadeleci tarza yönelik hiçbir lafı esirgememektedirler! Bu cüret ve cesaret hayret vericidir. “Biz Murat Bozlak’ın ne olduğunu biliyoruz, cemaziyül evvelini de biliyorum ben onların… Tabii ehil olmayan bir şekilde konuşabilir, yani laklak yapabilir. Bozlak laklak olabilir. Şimdi Bozlak’ın patronlarından ses gelmesi lazım, bizim onu kaile almamız doğru değil, onlar güdümlü siyaset yapıyor, bunu kendileri bildiği gibi bütün dünyada ve Türkiye’de her siyaset yapan bilir. (…) Bunların konuşmasının ehemmiyeti yok, ikincisi de Kürtçede çok güzel bir söz vardır; ‘axa bı xulam e, xulam ji bı olam e’ yani böyle şahsiyetsiz bazı insanlar var ağalığa özenirler de kendilerine hizmetkâr tutarlar. Ağanın hizmetkârı var, hizmetkârın da kendisine hizmetkâr tutma arzusu var. Ağalarının sesi çıkmıyor, ağalarının sesi çıkarsa daha iyi olur. Xulamların sesi bizi pek etkilemez.” (Dema Nû, 15 Ağustos 2001)
Dema Nü, “yeni oluşum”un tüm bileşenlerini PKK ve HADEP düşmanlığına teşvik etmekte, onlara sordukları sorularla süreci provoke etmektedirler. Ancak bu çevreden her konuşan, seviyesiz ve içeriği boş konuşmakta, mugalâta yapmaktadır. Bu yaklaşımda Kürt sorununu sahiplenme, özgürlük ve demokrasi kaygısı yoktur. Politik seviye yoktur. Fırat ve beraberindekilerin koyu sınıf işbirlikçileri ve sömürü düzeni savunucuları olarak her söyledikleri gerçek niyetlerini ele vermekten başka işe yaramamaktadır. Ancak, ‘Kapatılan Kürt politikasının yolunu açmak’ için çaba sarf ettiklerini söylemelerindeki niyet açığa çıkmış, anlam bulmuş oluyor.
ABD VE AB İLE BARIŞIK BİR OLUŞUM
“A. Melik Fırat, DKP ve DBP çevresinden gelen arkadaşlar var; bir de ’80 öncesi Kürt siyasal hareketi geleneğinden gelenlerimiz var,” diyen İbrahim Güçlü, partilerini “ABD ile kavgası olmayacak olan bir parti”, “Çağdaş dünyayla, ABD ve AB ile bütünleşen bir parti” olarak tarif etmektedir (Evrensel). Burkay’ın yönlendiriciliğinde vücut bulan bu oluşum; ‘yenilikçi, değişimci, çoğulcu, sistemi demokratikleştirecek ve Kürt sorununu çözebilecek bir toplumsal projeyi benimseyen liberallerden, sosyal demokratlardan, sosyalistlerden, demokrat insanlardan oluşacak bir parti’ olarak tarif edilmektedir. Abdülmelik Fırat, Şerafettin Elçi’nin DKP’si, DBP ve çeşitli Kürt siyasal hareketlerinde yer almış ama “Kopenhag kriterleri”nde karar kılmış bulunan YDD’ci bu ‘koalisyon’un ortak paydası uzlaşmacılık ve sınıf işbirliğidir. Dünyada ideolojik çatışmaların yerini akılcı çözümlere bıraktığı iddiasında olan bu çevrelerin ABD’nin dünya ölçeğindeki saldırgan ve halkları boğazlayan tutumuna sessizliğini bir yana bırakalım. Revizyonizmin Kürt versiyonunun temsilcisi Kemal Burkay’ın önümüzdeki sürece ilişkin değerlendirmeleri ise şöyle:
“Yurt içinde en başta bir kitlesel legal parti gerekir. Rejimin oyunlarını gören, PKK’nin teslimiyet politikasını benimsemeyen Kürt yurtsever kesimleri, sosyalist, liberal ya da İslami değerleri ağır bassın, böyle bir örgütte bir araya gelmeli, güçlerini birleştirmeliler.” (K. Burkay, Deng, Aralık 2000)
Bu çevre, egemen sınıfların ve yönetici güç odaklarının kendilerini PKK ya da HADEP’le karıştırmaması için mesajlarını ‘net’ olarak vermek istemektedirler. Ne denli uysal olduklarının kanıtı olarak bu çevreye saldırıyı kanıt göstermek istemekte, onların geçmişine lanet okumaktadırlar. Öyle ki kin ve nefret kusarak dün kutsadıkları, gücüne taptıkları, çevresinde dolanıp durdukları, ikbal aradıkları PKK ve HADEP için içerik ve politik değerlendirmeden yoksun, küfre varan ithamlarda bulunurken aynı zamanda, kendilerini de ayrıştırmakta ve ayıklamaktadırlar.
Oysa bir de madalyonun öbür yüzü vardır. PSK ile PKK arasında 19 Mart 1993 tarihinde gerçekleştirilen bir “protokol” vardır ve Burkay tarafından buna atfedilen ‘tarihi’ önem bilinmektedir! Bu girişimi, “Barış ve demokrasi için tarihi fırsat” olarak değerlendiren ve bu gelişmeyi yere göğe sığdıramayan Burkay, o tarihte Deng dergisinde bu işbirliğinin neden bu kadar gecikmiş olduğunu hayıflanarak şöyle izah ediyordu: “Ne var ki, bir yandan deneysizlik, diğer yandan çeşitli dış etkenler yakınlaşmanın ve birliğin daha önce gerçekleştirilmesine olanak vermedi.” Yine aynı değerlendirmede şairane bir dille durum şöyle izah ediliyordu: “Aylar boyunca hazırlığını yapan bir ağaç da, bir ilkbahar günü ansızın çiçeğe ve yaprağa donanır. Yaz boyu sabırla büyüyen meyveler sonbaharın belli günlerinde olgunlaşır. Kürt politikasındaki bu değişim de yılların ürünüdür ve bu yönüyle hiç de bir sürpriz değildir.”
Burkaycılar o dönem “ateşkes”i değerlendiren ya da eleştiren bir bölüm “Türk solu” çevrelerini eleştirirken kendilerini adeta PKK’ye kalkan etmişlerdi! Burkaycılar şöyle diyordu: “PKK silah bırakmamış, geçici bir ateşkes yapmış ve barış yolunun açılması için kendi önerilerini sunmuştur. Eğer Türk tarafı da iyi niyet gösterir, kan dökülmesinin gerçekten durmasını, barış ve Kürt sorununun adil bir çözümü için yolun açılmasını isterse, bazı ön adımlar atarak bu süreci kolaylaştırabilir. (…) Aksi halde, yani sömürgeci rejim barış ve politik çözüm yolunu kapatmaya devam ederse Kürt halkı da direnişini her araçla sürdürecektir. Böyle bir durumda zararlı çıkacak olan sömürgeci rejim olacaktır.” (Deng, Mart-Nisan 1993) Bir an bu tehdit dolu açıklamada ‘Türk tarafı’nın adım atmaması halinde PSK’nın da silaha sarılacağı kanısı uyanabilir! Burada politik uyanıklık yapan Burkay, PKK’nin yürüttüğü silahlı mücadeleyi “gizli” olarak övmektedir. PKK’nin silah bırakmadığına, geçici bir ateşkes yaptığına başkalarını iknaya çalışmaktadır. Ve ‘adım atılmaması’ halinde Kürt halkının her araçla mücadelesini sürdüreceğini söyleyerek adeta ‘garanti’ vermektedir! Kuşkusuz Burkaycıların sözünü ettiği ‘her araç’ kullana geldikleri ve bugün kullandıkları burjuvazinin cephaneliğindeki çakaralmaz araçlardır. Burkay’ın iştahını kabartan ve onu aşka getiren konjonktürdür. Yine o dönem PKK söz konusu edilerek yapılan “Kürt ulusal hareketi, yaptığı barış ve diyalog çağrısıyla karşı tarafı, yani Türk hükümetini ulusal ve uluslararası planda köşeye sıkıştırmıştır. Bu önemli bir politik ataktır.” değerlendirmesi de Burkaycılara aittir. (Deng, Mart-Nisan 1993)
Ancak şu değerlendirme de Kemal Burkay’a aittir: “Herkes de bilir ki PKK daha baştan, devlet eliyle, en başta Kürt sol ve yurtsever partileriyle savaşmak için, Kürt ulusal hareketini yanlışa, maceraya itmek için kuruldu. PKK’nin ortaya çıkar çıkmaz söylediklerine ve yaptıklarına bakarak biz bunu zaten anlamıştık ve daha o yıllarda dile getirdik… Ama elbet, bunu gösteren birçok kanıt olsa da, elimizde MİT in belgeleri yoktu.” (Kemal Burkay, Deng, Aralık 2000)
Bu çelişkili iki değerlendirme Burkay’a ve onun dergisi Deng’e aittir. Hangisi doğrudur sorusu anlamsızdır ve bunu tartışmaya gerek yoktur. Bir uçtan diğer uca savrulma. Ömrünü politikayla geçirmiş 65’indeki bu yaşlı kurtların yarın ne yapacakları ve ne diyecekleri belli olmayacaktır! Çünkü onların politik tutumunu belirleyen burjuva cephede gösterilen koridordur! Bu izah edilir bir durumdur; Burkay’ın üzerinde bulunduğu ideolojik zemin burjuva liberal ve işbirlikçi bir zemindir ve pragmatizm onun karakteri sayılmalıdır. Böyle olunca Burkay ve onun örgütünün bu kıvraklığını anlamak olası! Ancak insan sormadan edemiyor. Madem başından beri bunu, yani PKK’nin bir devlet organizasyonu olduğunu ve bunu sürdürdüğünü biliyordunuz, neden bu ünlü ‘Protokol’ü yaparak şu cümlelerin altına imza attınız, yoksa PKK sizi tehdit mi etti, başınıza silah dayayarak mı imza attırdı? “PSK ve PKK, (…) yurtsever örgütleri arasındaki ilişkilerin iyileştirilmesi, işbirliği ve dayanışmanın geliştirilmesi ve giderek ortak bir cephenin oluşturulması için çaba göstereceklerdir” (19 Mart 1993 protokol metni.) Burkaycılar neden ‘işbirliği’ yaptıklarını kendilerini aldatmadan yapamayacaklardır. Dahası Burkay çevresi “Nitekim Türk devlet adamlarının, iki partinin yakınlaşmasından ve başlatılan birlik sürecinden ciddi biçimde tedirgin oldukları daha ilk günden belli olmuştur. Onlar, bu yöndeki gelişmeyi önlemek, araya çomak sokmak için de ellerinden geleni yapacaklardır.” (Deng, Mart-Nisan 1993) değerlendirmesini yaparak süreci sabote etmek isteyenlerin olacağı kaygısını dile getirmektedirler. Acaba, ‘Türk devlet adamları’ bu işbirliğine çomak sokarak mı bugünkü sonuca ulaştılar, iki örgütün arasını açmayı kim başardı? Ya da devlet eliyle kurulduğu Burkaycılar tarafından başından beri bilinen (!) PKK, PSK’yi de kendi platformuna mı çekmiş oldu?!
Burkay’ın PSK’si, PKK ve HADEP’i hiçbir zaman devrimci bir mevziden eleştirmemiştir. Çünkü PSK revizyonist ve sınıf işbirlikçi platformdan hiç inmedi. Bugün, A. Öcalan’ın değerlendirme ve ‘yeni’ çözüm önerilerini kişiselleştirerek ‘şark kurnazlığı’yla eleştiren ve buradan hareketle ‘kafa karışıklığı içindeki kesimleri’ toparlamayı esas siyaset haline getiren bu çevreler yurtsever Kürt halkının mücadeleci tutumuyla karşılaşacaklardır. Şeyh torunluğu, eski milletvekilliği, eski solculuk, şan ve şöhreti büyük olanların halkla ve mücadeleyle yakınlıkları bulunmamaktadır. Bedeller ödemiş halkın karşısına çıkarak prim yapacağını sananlar, yanıldıklarını anlayacaklardır, işçi, emekçi ve yoksul halk bu senaryoyu da bozacak güç ve deneyime sahiptir. Burkaycılar, Fırat, Elçi ve diğerleri umut bağladıkları tüm işbirlikçi çevreleriyle Kürt halkından gereken yanıtı alacaklardır. Dün samimi olmadıkları gibi bugün de samimi olmayan bu çevreler; PKK’yi, bütünüyle, sınıf işbirliği batağında boğmak, diplomasi ve protokol düzeyinde bir mücadeleye çekmek, AB ve ABD’nin eline düşmüş bir piyona dönüştürmek, emperyalizme karşı olan tutumlardan koparmak ve onun Kürt halkı üzerindeki etkisinden politik rant elde etmek, direniş ruhundan tamamen arındırmak, silahsızlandırmak ve teslim etmek için ‘aracı’ ve teşvikçi durumundadırlar. PKK’nin etkisini kırarak pozisyon edinmeyi amaçlayanlar, pusuda olan bu sözde “ulusal kurtuluşçu” bir yığın toprak ağası, işveren ve siyaset tüccarı da bu amaçla hem işten hem dıştan PKK ve HADEP’i kuşatmış olarak tamamen çaptan düşürmek istemektedirler. Sermayenin ve onun diktatörlüğünün “Kürtleri” olarak işlev görmektedirler.
Egemen sınıfların saldırılarını görmezden gelen ve bunları karşılamada dayanışmacı bir tutum bile göstermeyen Burkay ile “Demokrasi ve Kürt Sorunu Çözüm Girişimi”nin çabaları, Kürtlerin düzenden kopmuş ve henüz arayış içinde olan kesimlerini yeniden düzene bağlamanın politik arayışına denk gelmektedir. Bu tutum Kürt halkının özgürlük ve demokrasi mücadelesine katkı sunmak bir yana böylesi önemli bir dönemeçte onu arkadan hançerlemektir. Halkımızın özlemlerini suiistimal ederek “kırk katır mı kırk satır mı?” dayatmasında bulunmaya hiçbir çevrenin hakkı yoktur ve bu başarılamayacaktır.
Küçük reformlar dilemekle Kürtlerin özgürlük sahibi olacaklarını söyleyip duran PSK hiçbir zaman milliyetlerin özgürlüğünü, dolayısıyla Kürtlerin özgürlüğü sorununu köklü değişikliklere, demokratik kurtuluş hareketine bağlamadı. İcazetçi tutumuyla namlı, ABD ve AB hamiliğine susamış, Barzani ve Talabani tarzının “kültürel çözümcüsü” Burkay, kurtuluşu hedefleyen bir ufka ve yönelime sahip değildir ve emperyalizmin ekonomik, askeri ve siyasal varlığını hedeflememektedir. Oysa ulusal kurtuluş sorunu esas olarak emperyalizme karşı mücadele sorunudur. Emperyalizmi karşıya almadan, onun varlığına son vermeden ulusal sorunu çözmek olası değildir. Zira ulusal sorun, emperyalizmden kopuş sorunudur. Emperyalizme ve onların ‘ulusal’ dayanaklarına karşı bir devrimci kalkışma yaratılmadan ve savaşılmadan çözüm olası değildir. PKK eleştirilecekse buradan eleştirilmeli, hataları bilince çıkarılmalı ve doğru yönelim için ulusal demokratik kazanımların üzerinden harekete güç taşınmalıdır. Oysa övündüğü uzun politik yaşamı boyunca Burkay, burjuva egemenliğinin ve onun kurumlarının yıkılması hedefine hiçbir dönem sahip olmadı. Burjuva klikler arasındaki ilişki ve çelişkiler üzerinden mücadele yürüten ve burjuva kampın birinin destekçisi olarak yön belirleyen ve Türkiye’nin gidişatını AB aday üyeliğiyle beraber ‘Kopenhag Kriterleri’ne bağlayan ve Avrupa hayranlığını yücelten Burkay, son süreci değerlendirirken ve görev belirlerken şöyle demektedir: “Rejimin niyetleri belli. O, Apo’yu ele geçirdikten sonra, bizzat onun ve PKK’nin eliyle Kürt hareketini tümüyle ehlileştirip düzene boyun eğen sessiz bir yığma dönüştürmek istiyor. Buna evet demeyen tüm siyasal kadrolar, aydınlar, yurtseverler de bu oyunu bozmak için kendilerine düşeni yapmalılar. Bir araya gelerek koşullara ve döneme uygun örgüt ve mücadele biçimlerini yaratmalılar. Biz, geniş yurtsever kesimleri ortak bir program üzerinde bir araya getirecek bir legal partiyi bu dönemin kilit görevi olarak görüyoruz.” (K. Burkay, ‘PKK ne diyor biz ne diyoruz’, broşür) HADEP için ise; “legal bir partinin durumuyla hiç de bağdaşmayan sivri tavır ve tutumlar içinde, ‘militanca’ politika yaparken şimdi de havaya uyup, şu içi boş ‘demokratik cumhuriyet projesi’ne angaje olmuş durumda” değerlendirmesini yapmakta olan Burkay, ne savaşanı ne de pasif olanı seviyor! Kıvamında olacak, bu da ancak kendisinin başında olduğu bir oluşum olabilir! Ancak o da olmuyor. Bunu kendisi şöyle izah etmektedir; “DBP yeterince; kitlesel ve yurtsever hareketin değişik kesimlerini kapsayıcı değil.” diyerek bu partiyi fesih ettirmiş oldu ve kurulacak “yeni” partisinin başında bulunanlar da bilinen zat-ı muhteremler. M. Fırat, Ş. Elçi (eğer ikna olur ve başkanlığı dayatmazsa ve eski partisinin durumunu sonuçlandırırsa) ve diğer sınıf işbirlikçi kesimlerle oluşacak partinin Kürt işçi ve emekçileri ve halk için hiçbir katkısı olamaz. ‘Yeni dönemde yeni örgüt ve mücadele biçimlerine gerek var’ isimli broşürle HADEP’i geçmişte, “legal bir partinin durumuyla hiç de bağdaşmayan sivri tavır ve tutumlar içinde” olmakla suçlayan Burkay bugün için ise “havaya uyup, şu içi boş ‘demokratik cumhuriyet projesi’ne angaje” olmakla eleştirmekte ve “Kürtleri mevcut düzene entegre etme”den dolayı rahatsız olduğunu anlatmaktadır. Bunları söyleyen Burkay’ın kendi tarzı ve durumu ve ittifak güçlerinin, Elçilerin, Fıratların ve diğer işbirlikçilerin durumu bilinince anlamsız oluyor. Aslında PKK’nin politik yaklaşım ve dönemsel taktikleriyle PSK ve yeni “Demokrasi ve Kürt Sorunu Çözüm Girişimi”nin yaklaşımları arasında büyük benzerlikler bulunmaktadır. AB ve ABD ile ilişkiler sorunu, ittifaklar, sınıfsal sorun bakımından da durum böyledir. Hatta şu da söylenebilir ki; bu çevrelerin bu denli cüretkâr davranmalarında HADEP içindeki “işbirlikçi”lerin varlığı önemli yer tutmaktadır. HADEP’in ANAP ile ittifak arayışı ve düzen partilerinden herhangi biriyle seçim ittifakı arayışını en önemli sorun olarak gündeme getirmesi ve her vesileyle erken seçim istemesi ve “bizi parlamentoya taşıyacak her ittifaka sıcak bakarız” yönlü açıklamaları durumu yeterince açıklamaktadır. Ancak ayrılığın özü tutum ve tarza ilişkindir. Burkay hâlâ “ıslah” olmamış bir çevrenin varlığından rahatsızdır. Mücadele ve direnişin “halkı heder ettiği” iddiasında bulunmakta, Fırat ve Ş. Elçi’nin yolunu önermektedir.
ANAP, DYP, CHP, SP ya da bir başka partide olmakla “yeni” partide olmak arasında fark görmeyen, sınıflar arası çelişkileri ve mücadeleyi reddeden, bu sınıf işbirlikçiliğinde tescilli “ekâbir” takımdan oluşacak bu parti olsa olsa seçimlerde kapağı parlamentoya atacak ittifak arayışında pazarlık unsuru olabilir. Ya da bir iki yıl oyalama ve umut tüketme platformu olabilir. YNK ve DKP’nin Kuzey kolu olduğunu varsayan Burkay’ın Kürtlerin geleceğine dair kaygısı varsa, en azından buna ilişkin politik önermeleri de olmalıdır. Oysa Burkay bunun yerine çevresindekilerin ‘PKK bizim çizgimize geldi’ değerlendirmeleriyle polemik yapmaktadır. Kendisiyle PKK ve HADEP arasına sınır koyarak varlığını sürdürmeyi ve ortaya çıkacağı varsayılan boşlukta rol almaya soyunmaktadır. PKK’nin çizgisiyle kendi çizgilerinin farklılığını ispata çalışmadaki yöntemi onu daha da gülünç kılmaktadır. Ancak şunu rahatlıkla söylemek mümkündür ki; PKK sizin çizginize geldiğinde Kürtler bir şey kazanmış olmayacaklardır.
Kürtlerin hak ve özgürlük mücadelesi bugün kapsamı genişlemiş olarak sürüyor. İş, ekmek, toprak ve özgürlük sorunundan koparılmadan ele alınması gereken kapsamlı bir sorunla karşı karşıyayız ve sorumluluk sahibi her kişi, çevre ve partinin yapması gereken yönetici güç odaklarının ekonomik ve siyasi saldırılarına karşı emek ve demokrasi mücadelesini güçlendirmek için çaba sarf etmektir. Düzenden ve düzen partilerinden uzaklaşmış, ulusal özlemlerle büyük bedeller ödemiş ve sosyal kurtuluş mücadelesine güç vermeye yatkın olan Kürtlerin yeniden sistem partilerinin kuşatmasıyla karşı karşıya oldukları gerçeği göz ardı edilemez. Ve büyük bir kuşatma altında olduğumuz tarihi bir süreçten geçmekteyiz. Kürtlerin PKK’ye yükledikleri misyon ile onun buna uygun tutum alıp almadığı tartışılmalıdır. Bu yıllardır yapılmaktadır. PKK’nin önemli hataları ideolojik tutumundan bağımsız değildir. Buradan eleştirilmelidir. Ancak Kürtlerin mücadele değerleri tahrip edilmeden, demokratik ve halkçı tutum zemin edilerek mücadele sürdürülmelidir. Bu yapılırken emperyalizmin ve işbirlikçilerinin çok yönlü planlan ve tuzakları görülmelidir.
Emperyalizmi ve onunla işbirliğinde olan iç gericiliği karşısına almayan bir mücadele başarılı olamayacaktır. PKK ve PSK birbirlerini emperyalizme karşı tutumdan dolayı eleştirmemektedirler. PSK bu bakımdan ideolojik, politik ve pratik tutum bakımından kötü ünlü bir mirasın üzerinde bulunmaktadır. Ancak burada tersten bir gerçeğe vurgu yapmakta da yarar vardır. PKK ve HADEP de bu çevreleri, yani eski ve yeni oluşumu, doğru bir mevzide durarak eleştirmiş değildir. Beraber bulundukları durumun izahı PKK tarafından da sağlıklı olarak yapılmış değil. Zira bugün HADEP’te bu çevrelere benzer fazlasıyla temsilci hâlâ bulunmaktadır ve güç toplamaktadır. Ve dahası “yeni oluşum”la dirsek temasında bulunan bu kesimler Burkay ve Fırat’a güç ve moral taşımaktadırlar. “Oluşum”un geciktirilmesindeki nedenlerden birisi olarak bu gerekçe gösterilmektedir. PKK ve HADEP işçi, emekçi ve yoksul Kürtlerin talepleri üzerinde şekillenen bir mücadele hattı belirleyerek, demokrasi ve özgürlük bağlaşıklarıyla, bağımsızlık, demokrasi ve sosyalizm mücadelesi cephesinde kararlıca yer almalıdır. PKK’nin belirsizlikleri ve HADEP yöneticilerinin seçim ve ittifaklara ilişkin açıklamaları ve uzlaşmacı demeçleri ve yerel yönetimlerde yaşanan olumsuzluklar kuşatmayı parçalamayı zorlaştıran bir ağ olarak güçlenmektedir. Buradaki net tutum ayrılıkların ve beraberliklerin çerçevesi olacaktır. Değilse, bugün HADEP dışında duranların yarın içinde, bugün içinde bulunan birçok kesim ve şahsiyetin de yarın dışında ve “yeni oluşum”la beraber olmaması için hiçbir neden bulunmamaktadır. Asıl sorun buradaki belirsizliktedir. Politik-ideolojik ayrılık netleşmeli, politik taktik tutum buradan yansımalıdır.
Aralık 2001