Her seçim dönemi, ülkedeki siyasi odakların, ülkenin, halkın sorunlarıyla kendi içinde bulundukları partilerin, siyasi çevrelerin sorunlarının, bağlı oldukları kliklerin çıkarlarını nasıl bağdaştırdıklarını ya da; kendi çıkarlarıyla halkın çıkarları arasındaki çelişmede nerede durduklarını göstermenin vesilesi olur. Aslında partilerin ve siyasi odakların taktikleri bu çıkarların ifadesidir. Çünkü sonuçta belirli bir zaman aralığında alınan tutumlar ve bunların halka iletilmesinin sonucu ortaya çıkan tepkiler, bu siyasi odakların pozisyonlarını herkesin gözleri önüne serer.
Bu yüzdendir ki; halkın karşısına çıkan sermaye partilerinin hemen tümü, “halk ne istiyorsa” onu vaat edip, “oyu almanın uzmanı” olmuşlardır. “Uzmanı” oldukları konu olduğu için halkı aldatabilmektedirler, ama halkı aldatmak için başvurdukları yol ve yöntemlerin toplamı olan “seçim taktikleri” bu partilerin halk karşısındaki konumunu açığa vurur. Örneğin CHP’sinden AKP”sine, MHP’sinden YTP’sine kadar tüm partiler, halkın kafasını karıştırıp, yaratılacak sisli ortamda, daha çok kişinin kurdukları ağlara takılmasını beklemekten ibaret bir yöntem izlemektedirler. “Erken seçim” kararı alınmasına varan süreçteki komplolar, alınan bu kararı ortadan kaldırmak için çevrilen akıl almaz dolaplar, yargının çıplak siyasete soyunması ve doğrudan partileri tarif ederek onlara karşı yasadışı yetkiler kullanmaya kalkılması, … Sermaye güçlerinin kendi güç dengeleri içinde; sonuçta halkın iradesinin sermayenin güçlerinin iradesine bağlanarak onların ihtiyaçlarına en uygun bir parlamento oluşturma amacının parçalarıdır.
Başta işçi sınıfı partisi olmak üzere, emekçi sınıfların çeşitli türden partilerinin seçim taktikleri ise; halkın kendi çıkarlarını savunma, halkın bilinç ve örgütlenme düzeyini geliştirici, dolayısıyla işçi ve emekçilerin talepleri etrafında sermaye güçleri karşısındaki mücadelesini güçlendirici bir taktik olarak şekillenmek durumundadır. Bu yüzden de seçim dönemleri aynı zamanda emekten, demokrasiden yana olma iddiasıyla politika yapan partilerin halkın çıkarları ile kendi parti (grup, klik, çevre…) çıkarları arasındaki uygunluk ya da çelişmeyi gösterirken, aynı zamanda bu partilerin politik birikim ve duyarlılıklarının da ifadesi olur.
Politika alanı aşırı bir biçimde çürümüş olduğundan, yapılanların yorumlanması için sayısız türden bahaneler bulunabilirse de, seçim dönemlerinde politik tansiyonun yüksekliği, yapılanların halkın gözünden kaçmasını zorlaştırır.
Özellikle, 3 Kasım’da seçimlerin yapılacağının ilan edilmesiyle başlayan ve son derece “sıkışık” olarak gelişen süreçte, partilerin tutumları çok daha net bir biçimde ortaya çıkmaktadır. Hükümetin bozulması için başlatılan ve Derviş’in yönetiminde bir hükümet oluşturmayı amaçlayan, ancak DSP’nin parçalanması ve bu oyunun bozulmasının ardından 3 Kasım’da bir seçimin gündeme gelmesi, sağdan sola bütün siyasi partilerin amaçlarını, bu süreçten beklentilerini ortaya koymuştur.
Burada süreci, 3 Kasım seçimlerinde alınması gereken tutumu, emekten yana olduğunu iddia eden çevrelerin taktiklerini, EMEP’in seçim taktiğinin temellendirilmesi ekseninde ele alacağız.
EMEP’İN SEÇİM TAKTİĞİNİN ESASI EMEKÇİLERİN KENDİ TALEPLERİNİ SAVUNMASININ GÜÇLENDİRİLMESİDİR
1999’da, Emek Platformu’nun kuruluşu günlerinde, Özgürlük Dünyası ve Evrensel’deki tartışmalarda, Emek Platformu’nun sunduğu olanaklardan söz ederken, “Eğer Emek Platformu’ndaki emek örgütleri, emekçilerin taleplerine sahip çıkmada yeterince kararlı olurlarsa; işçilerin, emekçilerin Emek Platformu’yla seçimlere katılabileceğini, sınıf partisinin, sorunu böylesi geniş bir perspektif içinde ele alması gerektiği” perspektifi anımsanacaktır. Aynı tartışma çerçevesinde, Emek Platformu programına itirazlarımıza karşın, eğer emek örgütleri bu programı sahiplenirse, böyle bir programla seçimlere gidilebileceği, 3-4 yıl önceden başlanarak Özgürlük Dünyası’nın, Evrensel’in, EMEP’in gündeminde olmuştur.
Çünkü Emek Platformu, işçi ve kamu emekçilerini sendikal konfederasyonları başta olmak üzere 16 emek örgütünü bir araya getirmiş; platform dışında kalan iki önemli emek örgütü TZOB ve TESK’e bağlı birlik ve odaların üyeleri de tarihlerinde görülmedik bir biçimde binler, on binler halinde sokaklara dökülmüş bulunuyorlardı. Dolayısıyla emek örgütleri; başlarındaki yöneticilerin politik görüş ve tutumlarından bağımsız olarak sermaye güçleri karşısında emeğin güçleri biçiminde bir araya gelerek, “kendiliğinden” (herhangi bir siyasi odak tarafından yönlendirilmeksizin) bir “siyasi” tutum (Engels’in siyasi mücadeleyi, “sınıfın sınıfa karşı mücadelesi” olarak tarif ettiği hatırlansın) almış bulunuyorlardı.
Son birkaç yıldır tartıştığımız bütün zaaflarına karşın; eğer bu ayrışma, sendikal bürokrasinin arkadan hançerlemeleri ve platform içindeki emek örgütlerindeki kimi siyasi eğilimlerin (solculuk adına Emek Platformu’nu küçümseyen, dağılması için sık sık tutum ifade eden çevreler -ki bunların içinde DİSK ve KESK içindeki “solcular” baştadır-) saptırma gayretleri, platformun bileşimi karşısında burun kıvırmalar, işi yokuşa sürme çabaları aşılabilseydi, 2002 3 Kasım seçimlerinde işçiler ve tüm emekçiler, yığınlar içinde otoriteye sahip bir organizasyona sahip olacak; bu organizasyon etrafında bir “seçim bloğu” oluşturmak çok kolay olacaktı.
Ancak geçen süre içinde Emek Platformu, yukarıda sözü edilen çevrelerin, özellikle de Bayram Meral kliğinin baltalamalarına imkân sağlayan, bilinen ve ÖDP’de de çok tartışılan zaafları nedeniyle hayli zayıfladı ve emekçiler içinde, seçimlerde, “haydi etrafında birleşelim” denilebilecek bir mücadele odağı olma özelliğini kazanamadı.
Ancak EMEP’in; sendikalar ve emek örgütlerinin adaylarını desteklemek üzere tüm emekten ve demokrasiden yana güçlerin birleştirilmesi ve “seçime bağımsız adaylarla gitme” taktiği bu görüşün, bugüne getirilmiş, sınıf hareketinin içinde bulunduğu koşulların sunduğu imkânları geliştirme taktiğinin devamıydı. Burada amaç, emek örgütlerinin belirleyeceği adaylar etrafında sınıfın ileri kesimlerini sermaye karşısında, sermaye partilerinden bağımsız bir biçimde birleştirmek ve tüm emekçileri bu adaylar etrafında kendi taleplerini (IMF saldırısını püskürtme, savaş karşıtlığı, Kürtlerin acil talepleri dahil demokratikleşme talepleri) savunacakları bir siyasi güç odağı oluşturmaktı. Dolayısıyla bu güç odağı, seçimlerdeki başarısı ne olursa olsun, seçimden sonra da emekçilerin bir otorite merkezi olarak, sendikaların, öteki emek örgütlerinin, Emek Platformu’nun yeniden organizasyonu da dâhil pek çok şey için önemli bir basamak olabilirdi.
Bu taktik, emekten yana sendikacılar ve sınıfın ileri kesimlerinin önemli bir bölümü tarafından “olumlu” karşılandı. Bazı sol siyasi çevreler tarafından da; “Evet bugün yapılması gereken iş budur” gibi tepkilerle karşılandı. Ancak emek örgütlerinin yönetimlerinin önemli bir çoğunluğu geleneksel “siyaset dışı” kalma tavrında ısrar ederken, bir bölümü de, düzen partileriyle el altından “Meclise kapağı atma pazarlığı”na giriştiler. “Sol” ve mücadeleci bir çizgide olduğu kabul edilen emek örgütü yöneticileri ise; “sol siyasi partiler birleşsin; emek örgütlerini onlar bir araya gelmeye çağırsın ve bir partinin çatısı altında seçimlere girilsin” görüşünü (bu en alışılmış “sol” öneriydi) öne sürdüler. ÖDP ve TKP gibi “sol siyasi partiler” ise; partiler varken bağımsız adaylarla seçime girmeyi, “geri” bularak, “bugünkü koşullarda herkes kendi başına seçime girip kendi adını duyursun” öğüdünde bulundu. HADEP ise; “bağımsız adayların oyunun korunamayacağı”ndan kalkarak buna karşı çıktı. Ve kendisinin de mutlaka Meclis’e gidecekleri bir ittifakı gerçekleştirmek istediklerini belirtti.
Ve sürecin ilerleyip aday belirlemeler için artık, “bağımsız adaylar etrafında bir emek ve demokrasi cephesi”yle seçime gidilmesinin mümkün olmadığının ortaya çıkmasıyla birlikte EMEP, olabilir olan bir başka seçeneğe yoğunlaştı. Bu HADEP, EMEP, ÖDP merkezli ve tüm diğer emekten, demokrasiden yana güçlerin de katılacağı (eğer isteniyorsa SHP de bu emek ve demokrasi bloğuna katılabilirdi) bir blok oluşturularak, tüm emek örgütlerini, demokrasi isteyen çeşitli türden örgütleri bu bloğa çağırmaya yöneldi.
Aslında bu girişim; bir önceki taktiğin, bir adım geri atılarak, artık olmaz duruma gelenin yerine olabilir olanı geçirmeye yönelmekti. Dolayısıyla da; partilerin bir araya gelerek oluşturacağı çekim merkezi olma imkânını kullanarak emek örgütlerini, emekten yana partilerin oluşturduğu mihrak etrafında harekete geçirmekti.
Sürecin nasıl evrildiği ve Emek, Barış ve Demokrasi Bloğu’na nasıl gelindiği biliniyor. Ancak burada bir konuya; SHP’nin bloğa dahil olma girişimleri ve ÖDP’nin bloktan kurtulma oyunlarına kısaca da olsa değinmekte yarar var. Çünkü bloktan ayrılan ÖDP, kendi durumunu mazur göstermek için süreci çarpıtarak anlatmaktadır.
Şu bir gerçek ki; son yıllarda sermaye güçleri, sağı olduğu gibi solu da kendi denetimine almak için sosyal demokrasiyi, onun çeşitli görünümlerini “sol” ilan etmiştir. Dolayısıyla, piyasada artık “sol” denilince, sosyal demokrasiden en sola kadar herkes birden anlaşılmaktadır. Dahası, seçimler nedeniyle “sol ittifak” denildiğinde de CHP, DSP, YTP gibi apaçık düzen partileri de ittifakın unsuru olarak sayılmaktadır. ÖDP son yıllarda bu piyasa tutumuna destek vererek, solda ittifak dendiğinde sosyal demokrasiyi de anlamış (hatta asıl olarak sosyal demokrasiyi anlamış), bir yıldır da yeniden parti kurma girişiminde olan Murat Karayalçın, Ercan Karakaş, Sema Pişkinsüt’ü de sol, aynı parti çatısı altında birleşilecek güçler ilan etmiştir. (Nitekim Pişkinsüt’ün partisiyle de fiilen birleşmiştir.)
Aslında Emek, Barış ve Demokrasi Bloğu’nda asıl sorun da. ÖDP’nin bu anlayışını dayatmasından çıkmıştır.
SOSYAL DEMOKRAT BİR PLATFORM MU YOKSA HALKÇI BİR PLATFORM MU?
Süreç içinde SHP’nin oynadığı rolü, Derviş’in sosyal demokrat partiler içinde oynadığı (DSP’yi bölme, YTP’yi ortada bırakıp CHP’ye girme aslında sosyal demokrasinin geleneksel tarzının tasfiyesi ve renksiz, pragmatist Baykal’la, katıksız Yeni Dünya Düzencisi, Blairci bir sosyal demokrasi kurma amacı) role benzetebiliriz. Eğer SHP’nin istediği bir “sol birlik bloğu” oluşsaydı, HADEP, DEHAP, ÖDP, hatta EMEP fiilen tasfiye edilip, SHP’nin sosyal demokrat platformunda bir partiye dönüşecekti. Bu sosyal demokrat platform DEHAP’a program yapılıp, DEHAP’ın başına Karayalçın geçirilecekti. Bloğu oluşturacak diğer partilerin yöneticilerinin Karayalçın’ın yardımcısı olması planlanmıştı. Böylece, seçimlere Karayalçın’ın liderliğinde gidilecek ve seçimden sonra da bu sosyal demokrat parti, halk indinde EMEP, ÖDP, HADEP tarafından da “kutsanmış” olacağından “sol” ve “emek” cephesinin tüm birikimi Karayalçın’ın devlet güdümlü sosyal demokrat partisinin yedeğine alınmış olacaktı.
Bu bir komplo teorisi değil, ayniyle vaki olmuş bir plandır ve bu plan SHP ve ÖDP tarafından savunulmuş; son ana kadar da bu iki parti aynı çizgide durmuştur.
ÖDP’ye sorarsanız; SHP ile ne gizli ne de açık bir “ortak planı” yoktur. DEHAP’ın başına geçmesini de HADEP istemiştir.
Ama burada şunu sormak gerekir. ÖDP, SHP’nin getirdiği bu plana karşı çıkmış mıdır; yoksa “SHP hangi koşullarda anlaşırsa ÖDP de ona uyar” tutumunu alarak, DEHAP üstünden “sol”un ve Kürt hareketinin sosyal demokrasiye bağlanmasının destekçisi mi olmuştur?
Görüşmeler boyunca ÖDP, SHP ile tam bir uyum içinde davranmış, ancak SHP’nin, DEHAP’ı ele geçirme planının boşa çıktığını görüp; “Artık solu birleştirme projesi yattı; ama DEHAP listelerinden seçime girebiliriz” hattına çekilmesinden sonra ÖDP’nin SHP ile arası bozulmuştur. Demek ki, ÖDP için önemli olan DEHAP üstünden SHP önderliğinden bir seçim bloğu oluşturmak; Pişkinsüt’le eski DEHAP yeni SHP içinde birleşerek, ÖDP’nin de resmen sosyal demokrasiye bağlanmasıymış.
Olup bitenler değerlendirildiğinde şunlar söylenebilir: Karayalçın; HADEP ve ÖDP’yi sosyal demokrat bir çizgide birleştirip kendi liderliğinde bir partileşmeyi planlamıştır. Bu plana ÖDP destek vermiştir. Seçim platformu ve seçimler bu operasyonun gerçekleştirilmesinin vesilesi yapılmak istenmiştir.
EMEP bu operasyona karşı çıktığı için Karayalçın’ın liderliği, DEHAP’ın başına geçmesi, bloğun sözcülüğünü yapması gibi önerilere karşı durmuştur. Çünkü bu durumda; bloğun platformu, yazılı hangi metnin altına imza atılırsa atılsın sosyal demokrat bir renkte olacak; emekçilerin önüne, sermaye partilerine karşı sosyal demokrat bir seçenek konulmakla yüz yüze kalınacaktı.
Yoksa burada söz konusu olan Karayalçın’ın kişiliği, ya da bu bloğa bir sosyal demokrat çevrenin katılması değildi. Nitekim; sözcü, DEHAP Başkanı ve platformu belirleyen bir pozisyonda olmadığı sürece Karayalçın ve çevresinin bloğa katılmasına EMEP karşı çıkmamıştır.
Tabii burada bir de “Emek Platformu programı” komedisi var. ÖDP, Emek, Barış ve Demokrasi Bloğu ile ilişkisini kesip, Pişkinsüt’ün TDP’si ile birleşmek için son hazırlıkları yaparken, DİSK, KESK, TTB ve TEB temsilcileri, Emek, Barış ve Demokrasi Bloğu’nun “Emek Platformu programını” benimsemesi, bu örgütlerin de katıldığı bir üst kurul oluşturulmasını… önerdiler. EMEP elbette bütün bunları kabul etmeye hazırdı ve sevinerek kabul de ederdi. Ancak, önerinin geliş tarzı, zamanlaması, emrivakilerle karşı karşıya kalınması; sonradan da anlaşıldığı gibi, önerinin ÖDP’nin bir hamlesi biçiminde gündeme gelmesi, zaman sıkışıklıklarıydı da birleşince gerçekleşemedi. Ama sorunun komik yanı, ÖDP’nin, bloğa katılmama gerekçesinin, “Emek Platformu programının kabul edilmemesi” olduğu iddiasıyla ortaya çıkmasıdır. Ve elbette bu iddia Emek Platformu’nu görmezden gelen ve her vesileyle tepki gösteren ÖDP’nin son 3-4 yıl içinde bu programa tavrını bilenler için inandırıcı değildir. Ama bu programın kabul edilmeyeceğinin anlaşılmasından sonra bile listelerde yer almak için HADEP’e başvurması, aslında ÖDP’nin bloğa katılmak için değil katılmamak için bahaneler yarattığını göstermektedir.
Aslında olup bitenler, SHP ve ÖDP’nin uzun zamandır bir ipte oynadıkları ve ortak davrandıklarını göstermektedir. Ancak süreç ilerledikçe, ÖDP ve SHP’nin çatışma içine sürüklendikleri, özellikle SHP’nin liste pazarlığına girmesiyle, ÖDP ile ayrıştığı gözlendi. Ama kendi iç sorunlarıyla, isteklerinin aşırı bulunarak HADEP tarafından reddedilmesiyle SHP’nin seçime girme imkânı da ortadan kalktı.
Elbette ki burada şu sorular sorulabilir: SHP gerçekten HADEP’le birlikte seçime girmek istiyor muydu, yoksa ancak tasfiye ettiği koşullarda ve sosyal demokrat bir çizgide bir DEHAP’la seçime girme planını mı uyguluyordu? Bunun mümkün olmadığı koşullarda, oluşacak bir bloğu dağıtmayı mı görev edinmişti?
ÖDP, başından itibaren en son yaptığını; Pişkinsüt’ün TDP’si ile birleşerek seçime gitmeyi planlamıştı da, bloğa katılıyor gibi yapıp sonra da “gadre uğramış” bir parti havasına girip kendi tabanını ikna etmeyi mi planlamıştı?
Bu planda SHP’nin rolü neydi?
ÖDP-SHP işbirliği daha stratejik, Karayalçın’ın “projesi”nin bir parçası olma, ÖDP’nin SHP aracılığı ile sosyal demokrasiye iltihakı planında seçimi kullanmak istediler mi?
Olup bitenler irdelendiğinde, ÖDP’liler, ÖDP’yi hâlâ sol, mücadeleci, sosyal demokrasiden ayrılan bir parti olarak görüp orada çalışan ÖDP’liler bu soruların yanıtını vermek durumundadırlar.
Bu soruların yanıtlarını araştırırken, şu gerçekleri de görmek gerekir: ÖDP’nin, daha blok ortada yokken, EMEP’ten gelen, “seçimlere ortak girmek için görüşelim” isteğine verdiği yanıt; “Biz herkesle görüştük, sizinle de tam görüşecektik, siz randevu istediniz. Herkesin kendi adıyla seçime girmesinin bu koşullarda en doğrusu olduğunu düşünüyoruz” biçimindedir.
Burada ÖDP’nin “bloktan çekilme” gerekçesine de kısaca değinmek gerekir.
ÖDP, “Bloktan, EMEP ve HADEP Emek Platformu programını kabul etmediği için çekildik” diyor. Bu, ÖDP gibi bir partiye yakıştırılamayacak bir yalandır. Hele sendikaların ve kitle örgütlerinin devreden çıkmasından sonra bile elinde listeyle blok çalışmalarına katılmak için pazarlık yapmaya girişmesi bile tek başına ÖDP’nin program, ilkeler diye bir derdi olmadığını göstermişken. Buna bir de, yıllardır Emek Platformu programını ağızlarına bile almamaları eklenince, aslında bütün diğer iddialarının da inanılmaz olduğu ortaya çıkar.
BLOK, EMEK MÜCADELESİNİN VE SOLUN DA ODAĞIDIR
Emek, Barış ve Demokrasi Bloğu’nun oluşmasından beri, bloğun “sol” bir blok olarak dar olduğu, örneğin ÖDP ve SHP’nin olmamasının eksiklik yarattığı iddia edilmektedir. ÖDP’nin en inanılmaz iddiası ise; “SHP ve ÖDP’nin yer almadığı bloğun sol olamayacağı” savıdır.
Radikal ve Cumhuriyet gibi gazetelerde üslenmiş SHP’liler ve ÖDP yandaşları, milletvekili adayları, bir yanda savaş ve AB’ye karşı olamayan HADEP’le; savaşa, IMF’ye, AB’ye karşı EMEP’in kavga edeceği beklentisini yaymakta, öte yandan bir düzen partisi, sıradan bir sosyal demokratın ötesine geçemeyen, hatta Karayalçın ve CHP kalıntısı kimi politikacılar dışında bir programı, bir çizgisi bile olmayan SHP merkezli yeni sol tarifleri yapıp eksiklikler sayıp dökmektedirler. ÖDP ise; bir yanda Emek Platformu programından dem vururken öte yandan SHP’yi de kapsamayan bir bloğun olmayacağı propagandası yapmaktadır.
Oysa durum çok açıktır. Her şeyden önce Emek, Barış ve Demokrasi Bloğu, eğer SHP ve ÖDP tarafından yaralanmış olmasaydı; belki çok daha geniş bir temele oturarak işe başlayabilirdi. Bu genişliği sağlayan ÖDP ve SHP’nin varlığı olmazdı ama belki emek örgütlerinin birleştirilmesinde engelleyici kuvvet olamayacakları için “yokluklarıyla” bloğa bir katkı yapabilirlerdi.
Bugün, bloğun oluşmasının üstünden geçen süre içinde ortaya çıkan etkenler de göstermektedir ki; ÖDP ve SHP’li çevrelerin baskılarına karşın emek örgütlerinin aktif kesimleri bloğu desteklemektedir ve çalışmalar ilerledikçe ÖDP’lilerin mücadeleci kesimlerinin de bloğu açıkça ya da üstü örtülü biçimde destekleyecekleri anlaşılmaktadır. Özellikle de ÖDP’nin bloke etmeye çalıştığı kamu emekçileri sendikalarının tabanının aklı ve gönlü bloktan yanadır. Kamu emekçileri içindeki mücadeleci ÖDP yandaşları, SHP ile işbirliği tutumunu ortaya koymuş bir sosyal demokrat çizgiye ÖDP’nin hatırı için de olsa sıcak bakmamaktadırlar, bakmayacaklardır da.
SHP-ÖDP bloğu aslında Emek, Barış ve Demokrasi Bloğu’nu reformcu, sosyal demokrat bir çizgiye çekmek için manevralar yapmışlar; böylece seçimlerde, arayışta olan milyonlarca emekçi karşısına devrimci, halkçı bir seçenek yerine reformcu bir seçenek çıkarmayı planlamışlardı. Ancak, bu plan bozulmuştur. Onların “daraldı”, “artık sol blok yok” demelerinin nedeni bu oyunun bozulmuş olmasıdır. Oysa asıl ÖDP-SHP ikilisinin ortaya koyduğu platform benimsenmiş olsaydı ortada ne sol ne de emekten yana bir platform kalmayacak; emekçiler, Kürtler CHP-YTP kırması bir platforma çağrılacaktı. Bu ise, böyle bir bloğun olmasındansa olmamasının, halk için daha iyi olduğu bir durumdur.
Ancak ÖDP-SHP ikilisi, bloğun “yukarıda” genişlemesini baltalamayı başarmışlardır ama aşağıda, tabanda bunu engelleme şansları yoktur. Çünkü bu partilerin (aslında SHP’nin etkisinde bir emekçi kesimden söz etmek bile abestir) etkisinde olan emekçi kesimler, yukarıda belirtilmeye çalışıldığı gibi, sadece bu partilerin değil CHP gibi geleneksel bakımdan “sol ” bilinen partilerin tabanları ile emek ve demokrasi mücadelesinde bir arayış içindeki tüm emekçi kesimleri birleştirmek için seçimler bir fırsattır. Binlerce EMEP’li ve HADEP’li ile SDP’li; bloğun emekçiler için büyük bir imkân olduğu gerçeğinden hareketle, tüm emekçilere bu büyük olanağı tanıtacak, bu birliğin önündeki gerici, “sol”, “sosyal demokrat” barikatı parçalayacaktır.
Bu nedenle de bloğu oluşturan partilerin militanları bu seçimlerde iki barajı birden; hem seçim yasasının koyduğu yüzde 10 barajını hem de SHP-ÖDP merkezli “sol” barajı aşma kararlılığı ile davranacaktır.
Toplam açısından bakıldığında Emek, Barış ve Demokrasi Bloğu, seçimlere katılan tek emek ve demokrasi seçeneğidir. Bu nedenledir ki; bu bloğun dışında, seçime katılan ne komünist, ne de demokratik bir platform yoktur. Sadece kimi partilerin kendilerine atfettikleri söz toplamından daha ileri bir değere sahip olmayan sloganları ve mazeretleri vardır. Çünkü adları ne kadar sivri görünürse görünsün bu “seçenekler”, halk için, iş, aş ve özgürlük ihtiyacındaki milyonlarca Kürt ve Türk emekçinin açlık, yoksulluk ve anti-demokratik baskılardan kurtulmasını, Türkiye’nin emperyalizme karşı tavır almasını sağlayacak, bu kaygılara yanıt verme amacıyla oluşturulmuş platformlar değildir.
Emekçi halkın gözünde de; bloğa katılan partilerin birer birer ne dediğinden öte, bloğun sermaye güçlerine, baskıcı, gerici güçlere karşı bir seçenek oluşturduğu; Kürt-Türk emekçilerin, halkın kardeşlik bloğu olduğu fikri vardır ve bloktan yana tutum alanlar bu amaçla taraf oluyorlar. Bu yüzden de; sermaye güçleri karşısında emek güçleri, Türk ve Kürt kardeşliği hattı olarak ortaya çıkan blok, sermaye güçlerine karşı mücadele hattıdır. Mücadeleden yana olanlar kendilerine, demokrat, devrimci, sosyalist, komünist diyenlere düşen asgari görev; her tür grup ve çevre çıkarını bir yana iterek, açılmış bu cepheye katılmaktır. Aksi halde sosyalistlik, solculuk, devrimcilik, komünistlik lafta kalan sıfatlar olur. Ve ne yazık ki; bu çevrelerin karar vermesi için zaman çok daralmıştır.
ÜRETİM VE HİZMET BİRİMLERİNE SEÇİM KOMİTELERİ
Seçim çalışmaların en geleneksel alanları -sermaye partilerinin ulusal medya araçlarını aşırı bir taraflılıkla kullanmasını bir yana bırakırsak- semtler ve evlerdir. Bu yüzden semtlerde “sandık bölgesi” esasına göre örgütlenmiş seçim komisyonları (komiteleri, grupları…) semt, kahve, ev çalışmaları elbette sürecektir. Ama önceki seçimlerde çok da gündeme gelmeyen hizmet ve üretim birimlerinin seçim alanlarına çevrilmesi, Emek, Barış ve Demokrasi Bloğu’nu oluşturan partilerin bir avantajı ve “ayrıcalığı” olarak devreye girmek durumundadır.
Burada hizmet ve üretim birimleri derken, elbette sendikalı ya da sendikasız olmasına bakılmadan fabrikaları, atölyeleri, hastaneleri, devlet dairelerini, özel sağlık ve eğitim kurumlarını, kitlelerin az çok bir topuluk olarak bulunduğu her “birimi” kastediyoruz.
Bu üretim ve hizmet kurumlarında çalışan tüm işçilerin, emekçilerin nasıl aynı sendikada örgütleniyorlarsa, nasıl aynı sendikada birleşmek güçlerini birleştirmelerinin en ideal biçimiyse, aynı partide örgütlenme de, oylarını aynı partide birleştirmek de; mücadelenin başarısı, ülkenin geleceği, barış ve kardeşlik içinde bir dünya için de zorunludur. Çünkü sermaye politikacılarının iddiasının aksine “seçim davası” ile “geçim davası” aynı şeydir. Ve daha iyi geçim için birleşmeye, patrona, hükümetin politikalarına karşı ortak tutumu almaya ihtiyaç duyanların, oylarını da birleştirerek, kendilerinden yana bir politik mihrak oluşturmaya, kendi talepleri etrafında politika yapmaya yönelmeleri de bir zorunluluktur.
İşyerlerindeki seçim komiteleri, işte bu gerçeği ortaya koyup; emekçilerin üstünde birleşmesini sağlama durumundadır. 2002 3 Kasım seçimlerinin sunduğu imkânlar bunun ülke sathında, sayısız birimde yapılabilir olmasını sağlamıştır. Bloğu oluşturan partilerin işyerlerindeki yaygın ilişkileri; her birimde “seçim komitesi”ni sözü dinlenir bir çekim merkezi olarak örgütleme imkânını sunmaktadır.
İşyerlerinde “oylarımızı birleştirelim” tartışması bir yandan emekçiler arasındaki dayanışma bilincini öte yandan da birleşmekten doğacak gücün bilincine varmalarını sağlayacaktır. Bu nedenledir ki, işyerlerinde kurulacak seçim komiteleri, bloğu destekleyen DEHAP’a oy verecek herkesin katıldığı bir çalışma olarak ele alınmak durumundadır. Dahası; irade birliğini sağlayan işyerleri; basın aracılığıyla tutumlarını açıklayarak bütün diğer işletmelerin de aynı tutumu almasını teşvik etmekle yükümlü olmalıdır.
Binlerce, ülke çapında yüz binlerce üretim ve hizmet biriminde örgütlenecek seçim komiteleri; “kime, niçin oy vermeliyiz”, “oylarımızı bölmeyelim”, “kendimizden olana oy verelim” tartışmasını açarak; sermayenin, bloğu, DEHAP’ı engelleme çabalarını, medyanın sessizlikle boğma tutumunu, karanlık güçlerin tuzaklarını parçalayacak güçleri harekete geçirecek dayanaklar olarak değerlendirilmek durumundadır. 3 Kasım seçimleri, bunun gerçekleştirilebileceği ortamı ve imkânları fazlasıyla sunmaktadır.