Parlamentoda seçim kararı alınmış olmasına karşın, seçimlerin ertelenmesi için çevrilen entrikalar, Türkiye gericiliğinin istikrar sağlama adına istikrarsızlığın girdabında sürüklenmeye ve sermaye güçlerini birleştirmeye yönelik tüm çabalara karşın kurumları ve partilerini saran rant ve yönetim kavgalarından çıkamadığını, aksine koşulların onu iç parçalanmaya daha fazla mahkûm hale getirdiğini göstermektedir. 12 Eylül Anayasası ve siyasi partiler yasasının gerici anti-demokratik maddeleri kapsamında gündeme getirilen seçim yasakları, partilerin bir bölümüne ve adaylara uygulanan yasaklar, işbirlikçi büyük sermayenin gericiliğin kuvvetlerini bir merkez etrafında birleştirme, devleti ve kurumlarını ve emekçi sınıflarla ilişkilerini uluslararası sermayeyi arkasına alarak ve onunla ilişkilerinden yararlanarak yeniden yapılandırma planına uygun düşmektedir. Düzen partilerinin uluslararası sermaye ve tekellerin çıkarlarına uyum yönünde yeniden “dizayn edilmeleri”, Batı emperyalizminin, özellikle de Amerikan emperyalizminin dünya ve bölge politikalarına uyum sınavından geçirilmeleri, IMF programını ekonomi politikalarının merkezine yerleştirmelerinin sağlanması; seçim ortamına devlet müdahalesinin temel nedenlerini oluşturmaktadır. Bu müdahalenin genelkurmay başkanı ya da bir kuvvet komutanının konuyla doğrudan ilgili görünmeyen açıklamaları veya Yargıtay Başsavcısı ve YSK’nın yasak bildirimleri biçimine bürünmesi, durumu değiştirmiyor. Sistem partileri, büyük sermaye ve emperyalist tekellerin çıkarlarına tam bağlılıkta “rüşt ispatı”nı politikaları ve uygulamalarıyla kanıtlamış olmalarına karşın, burjuvazinin karşı karşıya bulunduğu sorunlar ve politik istikrarsızlık onların bir kez daha sınavdan geçirilmesini, iç ve uluslararası gericiliğin politikalarına en uyumlu ve bağnazca bağlılık gösteren ve halk kitlelerinin tepkisini nötralize edebilecek durumda olanlarının hükümet olmalarına zemin hazırlamak üzere motive edilmelerini, diğer bazılarının ise çöküşünün koşullarını hazırlamayı gündeme getirmiştir. Türkiye burjuvazisi, Amerikan politik sisteminde emekçilerin karşısına ”cumhuriyetçiler” ve “demokratlar” maskesiyle çıkan iki ana ve güçlü tekel partisinin “nöbet sırası”na benzer bir durumu Türkiye’de oluşturmaya can atmaktadır, ancak Türkiye koşulları ve derin parçalanma durumu buna olanak tanımamaktadır.
Türkiye gericiliği bu seçimlerden Amerikan emperyalizminin planları ve IMF programıyla uyumlu politikaları -halkın ve ülkenin içine sürükleneceği durum ne olursa olsun- uygulamaya gözü kara girişecek bir hükümet “çıkması”nı istemektedir. Holding basınının Amerika’yı “tavaf etmiş” ve IMF programına bağlılığını ilan etmiş Erdoğan ve partisi AKP’yi “iktidara geliyor” göstererek Amerikan emperyalizmi ve uluslararası mali sermaye kurumlarının görevlisi Derviş’i ve onun yönetim kademelerinde görevli olacağı CHP hükümetini işaret etmesi bundandır. Koalisyon partilerinin halka karşı azgın saldırı programlarını uygulamaya geçirmeleri nedeniyle tecritle yüz yüze gelmeleri ve “güçlü hükümet” ihtiyacını karşılamaktan uzak olmaları, ülkenin sömürgeleştirilmesi ve kaynaklarıyla topraklarının uluslararası sermayeye peşkeş çekilmesi için gösterdikleri onca çabaya karşın, daha pervasız ve haince davranacak hükümet arayışı gündeme gelmiştir. Bu arayışa AKP’li, özellikle de başında daha önce generaller ve sistemin “ana kumanda merkezi”nde oturanlarla çelişkiye düşmüş ve “laiklik düşmanı şeriatçı” olarak lanse edilmiş Erdoğan’ın bulunacağı hükümetle verilecek cevabın, sermaye güçleri ve gruplarını tatmin edici bir seçenek olmayabileceği endişesi taşınmakta; zorunlu kalmadıkça böyle bir hükümet istenmemektedir. Bunun yerine bir süre parlamento dışında kalmış, “cumhuriyetin kurucusu” ve “köklü geleneksel partisi” CHP’li bir hükümetin “daha birleştirici olacağı” düşünülmekte; Derviş’in bu partide bulunması ve Baykal’ın IMF programını sürdürmeye -“senet de vererek”- kararlı olduklarını ilan etmesi de dikkate alınarak, işbaşına getirilmesinde yarar görülmektedir. Düzen partilerinin program ve politikalarda “aynılaşmaları” ve aralarında temel farklılıklar bulunmaması, herhangi biri ya da birkaçının birlikte hükümet kurmalarını “sakıncasız” kılmakla birlikte; aralarında en az yıpranmış bulunanı ya da kitlelerin mücadelesini güçten düşürecek ve dikkatlerinin birleşik bir mücadelenin gerekleri üzerinde odaklanmasını engelleyebilecek olanlarının hükümet olmakla memur kılınmaları yararlı görülmektedir. Emekçilerin duygu ve taleplerinin istismarı üzerinden oy toplayan düzen partilerinden hangisinin hükümeti kuracağını belirleyen temel etken, sermayenin dönemsel ve uzun erimli çıkarları ve politikaları olmakla birlikte; bunların emekçi muhalefetini düzen sınırları içinde tutacak maharet göstermeleri, bunun gereği olarak aldatma ve ehlileştirme taktiklerini uygulamaları da önem taşımaktadır. AKP’nin “İslam unsuru” ve inanç özgürlüğü, MHP’nin “milliyetçilik ve muhafazakarlık”, CHP’nin “devlet kurucu parti”, “sosyal-demokrat kimlik” ve “laiklik” istismarı, kitle kontrolü imkanı nedeniyle dikkate alınmaktadır. Buna ANAP ve Mesut Yılmaz’ın “Avrupacılığı” da eklenebilir.
İşçi sınıfı ve emekçilerin çıkarlarını savunan, Kürt ve Türk emekçilerinin talepleri yönünde politik faaliyet yürüten parti ve adaylarının önüne çıkarılan yasak ve engeller ise tamamen farklı niteliktedir ve sistem partilerinden bazılarının karşı karşıya kaldıkları ‘zorluklar’dan farklı olarak, ezilenlerin burjuvazi ve emperyalizme karşı mücadelelerinin yeni mevziler kazanmasına set çekmeyi ve bu mücadeleyi engelleyip etkisizleştirmeyi hedeflemektedir.
İSTİKRARSIZLIK ÜRÜNÜ BİR SEÇİM
Bu seçim, adı üzerinde, bir erken seçimdir ve egemen sınıfların sorunlar karşısındaki çözümsüzlüğü ve sıkışmışlıklarının ortaya çıkardığı sonuçlardan biri olarak gündeme gelmiştir. İşbirlikçi burjuvazi önemli politik, sosyal ve ekonomik sorunlarla karşı karşıyadır. Seçimler, politik istikrarsızlığı aşma, gericiliğin güçlerini toparlayıp devleti ve sistem kurumlarını yeniden yapılandırma çabalarının istenen biçimde ve sürede gerçekleştirilememesinin yarattığı gerilim ve çelişkileri “giderme” ve uluslararası sermayenin dayattığı sömürgeleştirme ve yağmalama programlarının yarattığı halk baskılanmasını dağıtma ihtiyacından kaynaklanmıştır. Ama bu hedeflerin gerçekleştirilmesine yeterince hizmet etmeyeceği de, henüz seçim yapılmadan ve sonuçları açıklanmadan görülmeye başlanmıştır. Burjuvazi cephesindeki “tereddütlerin nedeni budur. İzlenen halk düşmanı politikaların yarattığı tepki ve güvensizliğin, sermayenin gereksinmelerine uygun politikaları uygulama gücüne sahip hükümet oluşumlarının önüne çıkardığı engel, emperyalist burjuvazi ve işbirlikçilerinin seçimlerle elde etmek istedikleri sonuçları ve hükümet oluşumunu tehlikeye düşürmekte; bu konudaki tereddüt yalpalamaya ve burjuvazinin çeşitli kesimlerinde, seçim ertelemesi de içinde olmak üzere “seçenek” tartışmalarına yol açmaktadır. İstenmeyenlerin temsilini engellemek üzere başvurulan taktikler ve yasaklama kararları, egemen sınıfların ihtiyaçları yönünde konulmuş ‘seçim barajı’nı aşamama endişesi ve çeşitli düzen partilerine mensup “milletvekillerinin” ellerindeki rant olanaklarını kaybetme ve seçilememe korkusunun ötesinde, egemen sınıfların bu seçimlerle de “istikrarı yakalayamayacağı” korkusu ve karşı karşıya bulunduğu sorunların büyüklüğüyle ilişkilidir.
Ancak bir kez karar alınmıştır ve devletin üst kurumlarında görevli “devlet adamlarının açıklamalarında görüldüğü üzere, seçim ertelemesi egemen sınıflarla partilerinin konumunun halk nezdinde daha fazla sorgulanmasına yol açacak, açmazı derinleştirecek, güvensizliği artıracaktır. ‘Parlamentonun itibarı’ sorunu, bugün için henüz burjuvazi bakımından bütünüyle gereksizleşmemiştir ve sermayenin düzen partileriyle hükümetlerine, onların halkı sistem kanallarına çekmelerine ihtiyacı vardır.
Emperyalizm uşağı egemen sınıfların iç çelişkilerini de işaret etmek üzere bu “belirsiz” durum, diğer yandan bağımlılık koşullarıyla ilişkilidir ve Amerikan emperyalizminin Ortadoğu-Kafkasya politikaları kapsamında gündeme gelen Irak’ın işgali, petrol kaynaklarının denetimi ve işbirlikçiler yönetiminde yeni devlet yapılanması sağlama hedefi, Türkiye gericiliğinin iç ve dış politikalarını belirlemekte ya da daha fazla belirsizliğe sürüklemektedir. Dünya gericiliğinin baş dayanağı ve hâkimiyet kavgasının en etkin gücü Amerikan emperyalizminin Ortadoğu’da tam denetim kurmak ve Asya’da Rusya ve Çin’i geriye atarak hâkimiyet alanlarını genişletmek üzere “Saddam kartı”nı yağma masasına sürmesi, onun bölgedeki taşeronluğunu üstlenen Türkiye gericiliğini, “güvenilir bir seçim yapma” olanağından dahi yoksun kılmaktadır. Örneğin Irak’a bir Amerikan saldırısının seçimleri erteleme ya da hiç yapmama; parlamentoda azınlık duruma düşmesine ve ‘hasta bir başbakan’ yönetiminde olmasına karşın, bugünkü hükümetle devam etme tartışmasını gündeme getirebilmektedir.
Türkiye’nin bağımlılık koşulları ve ABD hegemonyası altında komşularına karşı askeri-politik ve ekonomik yaptırımlara zorlanması başlı başına bir istikrarsızlık etkenidir. Türkiye gericiliğinin ABD emperyalist burjuvazisinin bölge taşeronluğunu üstlenmesi, keskinleşen emperyalistler arası çelişkilerin Balkanlardan Kafkasya ve Orta Asya’ya kadar geniş bir alanda istikrarsızlık, gerginlik ve çatışma unsurlarının birikiminde rol ve sorumluluk üstlenmesini birlikte getirmiş; Türk ve Kürt gençlerinin emperyalizmin çıkarları yönünde bu bölge ülkelerindeki çatışmalarda kırımının koşullarını olgunlaştırmış, Afganistan’da olduğu gibi, emperyalist orduların yolunu düzleme ve yerli halkların anti-emperyalist muhalefet ve mücadelelerinin bastırılmasında rol oynama durumunu getirmiştir. Bu tutum ve politikalar güvensizlikleri geliştirmiş ve “düşmanlaşma” nedeni olmuştur. Bugün başlıca Irak ve Filistin halkı olmak üzere bölge halkları, Türkiye’yi ABD’nin bölgedeki en önemli işbirlikçisi ve Siyonist saldırganlığın suç ortağı olarak görmekte, Türkiye topraklarının emperyalist orduları takviye karargâhı olarak kullanmasını, bağımsızlık ve anti-emperyalist mücadelelerine karşı fiili bir kuşatma ve saldırganlık olarak değerlendirmektedirler. Türkiye-ABD-İsrail stratejik işbirliği anlaşmaları, her şeyden önce Amerikan emperyalizminin bölge hâkimiyeti koşullarının daha da geliştirilmesini ve bunun olanaklarının genişletilmesini hedeflemekte; Siyonist gericiliğin emperyalizm desteğinde Arap ve diğer Müslüman bölge halklarına karşı fetihçi-saldırgan politikalar izlemesine güç vermektedir. Filistin halkına dayatılan imha, sürgün ve sömürgeliği benimseme politikaları bu işbirlikçi anlaşmalara uygun olarak Türkiye gericiliğinin desteğini görmekte; Türk devlet ve hükümet sözcüleri “terörü kınama” adı altında İsrail saldırganlığına sahip çıkan açıklamalar yapmaktan ve Siyonist saldırganlığın sınır tanımaz imhaya dönüşmesinde rol oynamaktan geri durmamaktadırlar. Irak halkı, hükümeti ve devleti, Türkiye’yi, bir Amerikan savaş karargâhı olarak görmektedir. İncirlik, Pirinçlik ve Erhaç hava alanlarından kalkan bombardıman uçaklarının sık sık Irak topraklarını bombalaması, on yılı aşan bir süredir devam eden -gıda ve ilaç başta olmak üzere- ambargonun 1 milyon 750 bin çocuk-yaşlı; kadın-erkek Iraklının ölümüne yol açmasında Türkiye egemen sınıfları ve hükümetlerinin işbirlikçi politikalarının payı büyüktür. Aynı işbirlikçi politikalar İran, Suriye, Libya gibi ülkelerle ilişkileri olumsuz etkilemekte, Yunanistan’la yaşanan Ege Denizi, adalar ve Kıbrıs sorunlarındaki anlaşmazlıkların çözümsüzlüğünde rol oynamakta, Balkan ülkeleriyle ilişkileri emperyalist çıkarların sınırına çekmekte, Rusya’yla, Ortadoğu, Kafkasya, Balkanlar ve Doğu Avrupa politikaları kapsamında sorunlar yaşanmasına yol açmaktadır.
Bu “dış politikalar içerideki olay ve gelişmeler üzerinde etkide bulunmakta; bugün yaşanmakta olan politik istikrarsızlığı ve ekonomik sorunları ağırlaştırıcı rol oynamakta; ABD ve AB üyesi emperyalistlerin ülkeye müdahalelerini kolaylaştırmakta ya da buna gerekçe teşkil etmekte; bu karmaşık ilişkiler sarmalında “taraflar”ın çıkarlarına cevap vermek üzere “güçlü hükümet” arayışını sürekli kılmakta; devlet yapılanmasının emperyalist büyük devletlerin ve uluslararası tekellerin çıkarları ve politikalarına uygun olarak biçimlendirilmesini dayatmaktadır. Bütün bunların, içeride işçi ve emekçiler üzerindeki baskı ve saldırganlığı körükleyici ve yoğunlaştırıcı bir rol oynadığı kuşkusuzdur.
İşbirlikçi gericilik, ABD ve AB üyesi emperyalistlerle ilişkileri iç politikada ve halk kitlelerine karşı konumunu güçlendirmek üzere kullanmakta; başlıca sermaye partileri -seçim tartışmalarında görüldüğü gibi- emperyalistlerle ve uluslararası tekellerle ilişkilerini birbirleriyle rekabette ve emekçilerin taleplerini istismar etmek üzere referans olarak değerlendirmektedirler. Çiller gibi pervasız Amerikancılar, Irak’ın işgaline katılacak başbakan olmak istediğini açıklayarak Amerikan politikalarını seçim çalışmalarına taşımakta; Amerikan sömürge görevlisi Derviş’le rekabete girişmekte; Mesut Yılmaz, AB üyeliği için “enerjik ve cansiperane çalışmalarını” dayanak göstererek, AB üyeliğiyle Türkiye parlamento seçimlerini dolaysız ilişkilendirmekte; emperyalizm ve Siyonizm kuklası Cem, gerici politik operasyonda kirli çubuk olarak gördüğü işlevin “karşılığını” istemektedir. MHP, emekçilerin duygu ve taleplerini istismar üzerinden, idam yanlısı ve “bölücülük tehlikesi” üzerine gerici demagojiyle barajı aşmayı hedeflemekte; “AB karşıtlığı” üzerine ikiyüzlü propagandayla “milliyetçi oyları toplama”ya çalışmaktadır. DSP, “yaşlı Ecevit”in “ulusal solculuk” propagandasıyla ve kitlelerin acil ekonomik taleplerine -bu taleplerin bastırılması için sürekli çaba göstermiş bir hükümetin başbakanı olmasına karşın- sahip çıkar görünerek var olmaya ve yeniden güç toplamaya; CHP, Amerikan emperyalizminin Derviş görevlendirmesi üzerinden “işaret ettiği” olası yeni hükümetin başbakanı olmaya hevesli Baykal’ın “Anadolu solu” demagojisiyle IMF politikalarını şirinleştirmeye çalışmaktadır.
Kapitalist parti fraksiyonları arasındaki tartışmalarda ve seçimlerin hangi sonuçlar getireceği, hangi hükümet bileşimlerini ortaya çıkaracağı üzerine yapılan “araştırma” ve “anket çalışmaları”nda,bu ilişkiler, politikalar ve gelişmeler rol oynamaktadır. Bu da seçimlerden beklentileri belirsizlik tehdidiyle karşı karşıya getirmekte ve istikrarsızlığı körükleyici bir etki yaratmaktadır. Seçimlerin politik istikrarsızlığın ürünü ve onu “aşma” amaçlı politikaların bir unsuru olarak gündeme gelmesi, ancak burjuva parlamentosunun bileşiminde ve biçimsel diğer bazı değişikliklere yol açmakla birlikte istikrarsızlığın devamı ya da yoğunlaşarak devamını daha baştan davet edici sonuçlar doğuracağının görünmesi, işbirlikçi gericilik ve partileri cephesinde kargaşayı artırıcı bir rol oynamaktadır.
Aralarındaki program farklılıklarının ortadan kalkması ve tümünün uluslararası tekellerle mali sermaye kuruluşlarının reçetelerini uygulamayı “kalkınma ve refah koşulu” sayarak “aynılaşması” ve ekonomik-politik saldırı programlarını uygulamada birbirleriyle yarışmaları, düzen partilerine tepkiyi artırmış; onları halktan daha fazla uzaklaştırmış, halk kitlelerinin güvenini kaybetmeleri ise, istikrarsızlığı derinleştirici bir etken olarak dönüp onları vurmaya başlamıştır. Onların birbirleriyle rekabete karşın, seçimlerde kitlelerin taleplerine seslenmeyi eskisi denli yapamamalarının nedeni de budur.
İZLENEN EKONOMİ POLİTİKALAR VE SEÇİM
Öncesi bir yana bırakılırsa, 22 yıldan buyana, 24 Ocak 1980 ekonomik kararları ve 12 Eylül generaller darbesiyle birlikte sermayenin emekçi hareketini ve tüm muhalif kesimleri siyasal şiddetle baskılayıp uygulamaya koyduğu sistemi yeniden yapılandırma programı, ülkenin emperyalizme ve uluslararası sermayeye daha fazla bağımlılaştırılmasını sağlamasına; böylece kaynak transferi, tarım ve sanayinin çökertilmesine, ithalatın teşviki ve üretimin kısıtlanmasına; tarım ve sanayi ürünleri üretimini dış politika ve emperyalist ekonomik gereksinmelerin yedeğine daha fazla sokmasına; işsizlik, açlık ve yoksulluğu artırmasına karşın, burjuvazi ve düzen partileri bu ekonomi programın daha da ağırlaştırılmış biçimi olan IMF reçeteleriyle kalkınma ve refahın sağlanacağı iddiasını sürdürmektedirler. Düzen partilerinin tümü seçim sonrasında da aynı ekonomi programı uygulamaya devam edeceklerini ilan etmiş bulunuyorlar. Seçimler genel olarak kapitalist parti fraksiyonlarının halk desteği sağlamak üzere, farklılıklarını ortaya koydukları, ekonomik ve politik iyileştirmeler üzerine çeşitli ve ikiyüzlü vaatlerde bulundukları platformlar olmalarına karşın, bugün, ülkenin egemen sınıflar tarafından içine sürüklendiği uçurum ve açmaz, bu tür göstermelik ve ikiyüzlü manevralara dahi olanak tanımamaktadır.
IMF programının uygulanmasıyla ülkenin emperyalizme ve uluslararası sermayeye bağımlılığının arttığı, sanayi ve tarımın gerilediği, tarım ürünleri üretimi bakımından kendine yeter bir ülke olarak bilinen Türkiye’nin şeker, tütün, pamuk, fındık, çay, buğday başta olmak üzere sanayi ve tarım ürünlerini ithal eder duruma geldiği biliniyor. Bu programda ısrar edilmesi sonucu ülke, birbirinin ardı sıra ekonomik krizlerin eşiğine gelmiş, mali ve ekonomik krizin patlak vermesiyle 1994, 99 ve 2001 yıllarında önemli tahribatlar yaşanmış, son krizle birlikte, bir yılda 225 bin küçük ve 70 bin orta büyüklükteki işletme iflasa sürüklenmiş ve işsizler ordusuna bir yıl gibi kısa bir sürede 1 milyon 750 bin yeni işsiz katılmıştır. Üretim kapasitesi gerilemiş, GMYİH bir yılda 50 milyar dolar düşmüş, ücret ve maaşlar 1990’lı yıllardaki seviyenin altına gerilemiş, tarım ürünleri sübvansiyonlarının tamamen kaldırılmak üzere geriye çekilmesi ve tarım girdi fiyatlarının ithalatçı tekeller yararına sürekli artması sonucu tarımsal ürün üreticileri üretim faaliyetinin dışına atılmışlardır. Bütün bu gelişmelerin sonucu olarak ekonomik tahribat daha da büyümüş, kriz koşulları daha da ağırlaşmıştır.
Bu süreç ve ısrarla uygulanan halk düşmanı politikalar, sermaye-emek çelişkisinin keskinleşmesine ve sisteme karşı emekçi öfkesinin artırmasına yol açmıştır. Buna karşın bu politikalarda nasıl ısrar edilebilmekte, düzen partileri IMF reçetelerini uygulamaya dair söz verme cesaretini nasıl gösterebilmektedirler? IMF programının uygulanmasıyla ülke ve emekçiler yararına en küçük bir kazanım olmayacağı bugüne kadarki uygulamalarla açıklık kazandığına göre, bu partiler nasıl oluyor da aynı programı uygulama üzerinden halk desteği arayışına çıkabilmektedirler? Bunun sermaye ve sistem partilerinin başlıca açmazlarından biri olduğu açık olmasına karşın, ülkenin ve halkın çıkarları karşısında emperyalizmin, özellikle de Amerikan emperyalizminin çıkarlarının bekçiliğine soyunmuş, kaderini onunla birleştirmiş hain ve uşak bir kesimin, işbirlikçi büyük burjuvazinin temsilciliğine soyunmuş düzen partilerinin bunun dışında yapacakları bir şey yoktur. Sömürge koşullarının ürünü işbirlikçi ve halk düşmanı politikaları uygulamak; halkı emperyalizm ve işbirlikçilerinin çıkarları doğrultusunda baskı altında tutmak ve sömürü koşullarının sürmesi için gerekli politik-askeri önlemleri almak, boyunlarının borcudur.
“İKİ PARTİLİ SEÇİM”
Yüksek Seçim Kurulu, “seçimlere 18 partinin katılacağını” açıklamasına karşın, partilerin politik-ekonomik programlarıyla seçim hedefleri, başlıca “iki parti”nin seçimlerde karşı karşıya geleceğini göstermektedir. Bir tarafta, Emeğin Partisi tarafından açıklandığı üzere “IMF’ci savaş partileri”nin kapitalist “tek parti”si, amblemleri ve isimleri farklı olmasına karşın aynı ekonomi-politikaları uygulamaya devam edeceklerini açıklamış bulunan sermaye “partisi”, diğer yanda bugünkü sömürü ve baskı sistemini işçi sınıfı ve emekçilerin çıkarları ve kurtuluşları yönünde değiştirme ve kapitalizmi tasfiye etme hedefiyle mücadele eden sınıf bilinçli işçilerin partisinin de içinde yer aldığı ‘Emek, barış ve demokrasi bloğu.”
Sermaye “partisi” ve onun çeşitli fraksiyonları, sermaye ve emperyalizmin programını benimsemiş, emekçi düşmanlığında kararlı, sömürü ve baskının sürdürülmesi için gereken her şeyi yapmayı “stand by” ve tahkim yasalarının altındaki imzaları ve IMF reçetelerine bağlılıkları üzerine yemin etmeleriyle halk kitlelerinin karşısına çıkıyorlar. Politikaları ve ekonomik programlarının işçileri, kent ve kırın yoksullarını, üretici köylülüğü, küçük ve orta işletmeciyi iflasa, açlık ve yoksulluğa sürüklediği, uygulamayla kanıtlanmıştır. Ülke nüfusunun %20’sini oluşturan azınlık kesiminin toplam ülke gelirinin %85’ine el koyması, vergi gelirlerinin tümünün borç faizlerine ayrılması, yatırımların durdurulup kamu işletmelerinin tasfiyesiyle yüz binlerce insanın işsizlerin saflarına sürülmesi, bir gecede 7 milyar doların dışarıya aktarılması, devalüasyonla ve hareketli kur ayarlamasıyla milli gelirin 50 milyar dolar düşürülmesi ve banka hortumcularına bütçeden 20 milyar dolar hibe edilmesi, bu ekonomi-politikalar ve programların ürünüdür.
Sermaye partileri ve onların hükümetleri ABD emperyalizminin dayattığı politikaların aracı olarak halkın karşısında durmakta ve bu dayatmaları halka karşı pratiğe geçirmek üzere halktan destek istemektedirler. Emperyalist sermayeye ve Amerikan emperyalizminin politikalarına tam teslimiyet içindeki bu partilerin izleyeceklerini açıkladıkları politikalar ülkeyi “uçurumun kenarı”ndan uçuruma tam yuvarlanma durumuna getirecektir. Uluslararası sermayenin ve emperyalist büyük devletlerin çıkarları yönünde ülke kaynaklarının dışarıya aktarılması, tarım ve sanayisinin daha fazla çökertilmesi ve kent ve kır yoksullarının açlığa sürüklenmesini ifade eden bu partilerin program ve politikaları, ülke ve halka ihanetin programıdır. Düzen partilerinin uygulama vaadinde bulundukları ekonomik program ve Irak’a Amerikan saldırısı karşısındaki tutumları, Kürt, Türk ve diğer milliyetlerden Türkiye işçi ve emekçilerinin talep, beklenti ve duygularıyla tam bir karşıtlık içindedir.
Bu karşıtlık, halk kitlelerinin seçimlere kendi örgütleri-partileriyle katılmasını kaçınılmaz kılmış; sermaye partilerinin karşısında ve politik mücadeleyi daha ileri mevzilerden sürdürmek; ülkenin bağımsızlığı ve demokratik siyasal özgürlüklerin kazanılması için halk seferberliğini gerçekleştirmenin bir adımı olarak, emek örgütlerinin, işçi sendikalarıyla “işçi ve emekçilerden yana parti ve kuruluşların seçim ittifakıyla, burjuva partisinin karşısında emekçi seçeneğinin dönemsel ifadesi olarak “Emek, barış ve demokrasi bloğu”nun oluşturulması ve burjuva hukuksuzluğunu, sermaye engellerini aşmak üzere DEHAP’la seçime katılma gündeme gelmiştir.
“EMEK, BARIŞ VE DEMOKRASİ BLOKU” YA DA EMEKÇİ HAREKETİNİN YENİ OLANAĞI
İşçi sınıfı ve emekçilerin; halktan, ülkenin bağımsızlığı ve demokratik bir siyasal sistemden yana olan sendikacı, aydın, kişi ve kuruluşların sermaye partilerinin karşısına “emek, barış ve demokrasi bloğu” ve onun seçim partisi DEHAP’la çıkmaları, bu bakımdan, sermaye karşısında emeğin; burjuva partisi karşısında işçi ve halk partisinin; emperyalizm ve IMF saldırganlığı karşısında bütün ezilenlerin bağımsızlık, demokrasi ve özgürlük talepleriyle bir araya gelişini ifade etmektedir. Seçimlerde, sermaye partilerine karşı halk kitlelerini temsil edecek olan DEHAP, oluştuğu koşulların öne çıkardığı en önemli talepler olarak bağımsızlık, demokrasi ve özgürlük taleplerinin gerçekleştirilmesi için mücadele edeceğini ilan etmiş ve tüm milliyetlerden Türkiye işçi ve emekçilerini sermayeye karşı kendi saflarında seçim işbirliği yaparak emperyalizmin oyunlarını boşa çıkarma çağrısı yapmış, halk hareketinin bu birlik üzerinden seçimlerde sağlayacağı başarının sonuçlarına işaret etmiştir.
Bu seçimlerde işçi sınıfı ve emekçilerin elde edecekleri başarı, parlamentoda grup oluşturma ve sermayeye karşı mücadelenin mevzilerini parlamento kürsüsüne dek genişletme ötesinde, önemli kazanımlara yol açacaktır. Kürt, Türk ve diğer milliyetlerden Türkiye işçi ve emekçileri işsizlik, açlık ve yoksulluğa karşı çalışma ve yaşam koşullarının iyileştirilmesini ve sosyal hakların genişletilmesini istiyorlar. Sömürgeleştirici ve bağımlılık koşullarını daha da ağırlaştırıcı işbirlikçi politikalara karşı tam bağımsızlığı; siyasal gericiliğe, baskı politikalarına ve Kürt varlığıyla ulusal hak taleplerinin inkârı politikalarına karşı demokratik özgürlükleri ve hak eşitliğini; Türkiye ve komşu ülkeler halkına daha fazla acı ve yıkım getirecek savaşçı taşeron politikalara ve ülkenin emperyalistler hesabına yeni maceralara sürüklenmesine karşı barışı ve başka ülkelerin içişlerine karışmamayı istiyorlar. Burjuva hükümetlerinin uygulamalarının sermaye ve emperyalizmin istekleri yönünde olduğunu daha iyi görebilen emekçilerin ileri kitlesi, bu seçimleri emekçilerin ana kitlesinin bu talepler doğrultusunda birleştirilmesi ve sermaye partileri tarafından bir kez daha aldatılmaması için en iyi biçimde değerlendirmek ve seçimlerden emekçiler yararına kazanımlarla çıkmayı hedeflemek zorundadır. Bunun için sermaye partilerinin ülke ve halk düşmanı plan ve politikalarının açık ve anlaşılır biçimde teşhiri temelinde, halka açlık, yoksulluk, acı ve gözyaşından başka bir şey vermeyen ülke ve halk düşmanı düzen güçlerinin halk kitlelerinden tecrit edilmesini sağlamak; düzen partileri ve işbirlikçi hükümetlerin politikalarına, uygulamalarına öfke duyan geniş emekçi kesimlerini onlardan uzaklaştırmaya hizmet eden bir çalışma ve örgütleme seferberliğini gerçekleştirmek gerekmektedir.
“Emek, barış ve demokrasi bloğu”nun Kürt, Türk ve diğer milliyetlerden Türkiye işçi ve emekçileri için önemli bir kazanım olduğunu kavramakla kalmayan; bunu sermayeye karşı emekçi mevzilerinin güçlenmesi, tüm milliyetlerden emekçi kardeşliğinin pekişmesi ve geliştirilmesi, emperyalizme ve işbirlikçilerine karşı bağımsızlık ve demokrasi mücadelesinin ilerletilmesi için önemli, somut ve gerçekleştirici bir güç olduğunu bilerek, bu gücün belirlenen hedeflere ulaşılması için tam bir verimle, eksiksiz “ortak” katılım ve seferberlik ilanıyla harekete geçirilmesi gereğini görmek ve buna uygun hareket etmek gerekmektedir.
Kürt, Türk ve diğer milliyetlerden Türkiye emekçileriyle sendikacı, sanatçı ve aydınların; emekçi örgütleri ve işçi sendikalarının ülkenin bağımsızlığı, savaş dâhil emperyalist politika ve dayatmaların reddi ve demokratik siyasal özgürlüklerin kazanılması amacıyla bir seçim bloğu içinde bir araya gelmeleri; en başında bu gelişmenin kendisi sermaye karşısında bir emekçi kazanımıdır. Emperyalistlerin ve işbirlikçi gericiliğin, emekçilerin bu türden bir araya gelişlerini önlemek üzere bölücü, şoven ve gerici politikalar uyguladığı; mezhep ve milliyet ayrımları üzerinden kışkırtıcı propagandayla emekçilerin güçlerini böldüğü; böylece kendi gerici ve düşmanca politikalarına hayat alanı bulduğu ve onları uygulama olanağı sağladığı bilinmektedir. 80 yıla yakın bir süredir uyguladığı Kürt inkârı politikalarını ve Kürt emekçilerinin siyasal-kültürel taleplerini baskı ve silahlı bastırmayla karşılamasını; Türk ve Kürt işçi ve emekçilerinin birliğini önlemek üzere kullandığı bu politikayı, “ülkenin ve milletin bölünmesini engelleme” gerekçesiyle aklamaya ve özellikle Türk ulusundan emekçilere benimsetmeye çalışmaktadır. Çalışmaktadır, çünkü tarih boyunca sömürücü egemen sınıflar ve onların modern temsilcisi olarak burjuvazi ezilenlerin ve emekçilerin bölünmüşlüğü üzerinden iktidarını ayakta tutabilmiştir. Bugün de milliyet ve mezhep, bölge ve yöre farklılıklarını sömürücü hâkim konumunu sürdürmek için istismar etmeye devam etmektedir. Ancak toplumsal koşulların değişmesi burjuvaziyi de zora sokmaktadır. Burjuva baskı ve inkâr politikalarının ve bölücülük üzerine gerici-şoven propagandanın önemli oranda iflas ettiği, inkârcılığın ve baskı politikalarının tüm milliyetlerden emekçilerin gönüllü ve hak eşitliğine dayalı bir arada yaşama talebi karşısında başarıya ulaşmasının olanaksızlığının daha iyi görüldüğü bir dönemde, sermaye plan ve programına karşı “emekçi seçeneği”nin bir biçimi olarak “emek, barış ve demokrasi bloğu”nun oluşması ve bu “blok” üzerinden seçimlere emekçi müdahalesinin gerçekleşmesi, on yıllar boyu istenen güç ve işbirliği yolunda atılmış önemli bir adımdır.
Bu adımın atılması sermaye ve gericilik cephesini ürkütmüş; işbirlikçi gericilik, hükümet ve burjuva yargı kurumları harekete geçerek DEHAP adaylarını “veto” kararları çıkarmışlar; polis ve jandarma yetkilileri özellikle Kürt köyleri ve kentlerinde baskıcı yöntemler ve tehditlerle “blok’un önünü kesme çabalarını yoğunlaştırmışlardır. Burjuva propaganda kurum ve organları “terör örgütü” korkuluğu sallayarak emekçilerin saflarındaki bölünmüşlüğü ve inkâr ve baskı politikalarının yol açtığı güvensizliği derinleştirmeye soyunmuş, Kürt ve Türk emekçileriyle emekçi örgütlerinin bir seçim platformu üzerinde sermayeye karşı bir araya gelmelerini önlemek üzere seferber olmuşlardır.
Türk-Kürt ve tüm milliyetlerden emekçi kardeşliğinin gelişmesi ve pekişmesine hizmet eden “emek, barış ve demokrasi bloğu”, oluşumuyla emekçilerin saflarında sevinç dalgası estirmiştir. On yıllar boyu emek güçlerinin ve tüm ilerici örgütlerin birleşmesi gerekliliğinden söz etmiş olan Kürt ve Türk yoksulları, bu oluşuma, beklenti ve umutlarının gerçekleştirilmesinin bir aracı olabileceği duygusuyla yaklaşmaya başlamışlar, “blok” içinde seçim işbirliği yapanları; bu umut ve beklentilerine uygun bir adım attıkları duygusuyla karşılamışlar ve bu adımın ileri götürülmesini umut ettiklerini eklemeyi de ihmal etmemişlerdir.
Bu beklenti ve emekçilerin saflarından yapılan açıklamalar, “emek, barış ve demokrasi bloğu”nun Türk, Kürt ve diğer milliyetlerden Türkiye emekçilerinin sermayeye, işbirlikçi gericiliğe ve emperyalizme karşı mücadelesine yeni olanaklar sağladığını göstermektedir.
Bu olanaklar nelerdir?
Kürt ve Türk işçi ve emekçilerinin ileri kitlesi kuşkusuz bugüne kadar da birçok kez ve birçok alanda, fabrika, işyeri ve sendikalarda ve genel olarak emperyalist politikalara karşı birlikte çeşitli eylemler gerçekleştirmişlerdir. Bunun en önemli göstergelerinden biri, hareketin niteliği bakımından ileri bir adımı da ifade etmek üzere tüm milliyetlerden bilinçli işçi ve emekçilerin Emeğin Partisi içinde, devrimci sınıf partisinde bir araya gelmiş olmaları ve kısa sayılamayacak bir süreden bu yana sermayeye karşı birlikte mücadele etmeleridir.
Ancak “blok”un oluşturduğu “sevinç dalgasının onca geniş bir alanda etkide bulunması, bu oluşumun farklı ve daha etkili gelişmelerin yolunu açtığına işaret sayılmalıdır. Bu “blok” Kürt-Türk kardeşliği ve eşit haklara sahip gönüllü birliğinin yolunu; kendisi bu birliğin demokratik bir biçimi olmak üzere; açmıştır. Blok, seçim sonuçlarından bağımsız olarak ve bu haliyle halkların kardeşliği ve gönüllü birliği için mücadeleye hizmet etmekte, bu mücadelenin mevzi ve araçlarından biri olma özelliği taşımaktadır. Öyleyse o, kendi mevzilerini güçlendirip sermaye güçlerini saltanatlarını kaybetme korkusuna sürüklediği oranda, Kürt sorunu da içinde olmak üzere, demokratik siyasal özgürlüklerin kazanılıp geliştirilmesi, Kürt sorununun demokratik halkçı bir çözümü için olanakların genişletilmesi ve bu amaçla halk birliği ve birlikte mücadelesinin örülmesinin yolunu daha fazla açacaktır.
Bloğun seçimlerde kazanacağı başarı her şeyden önce emekçilerin kendi güçlerine dayanarak ve sermayenin tüm engellemelerine karşın kazanabilecekleri düşüncesi ve duygusunun gelişip güçlenmesine hizmet edecektir. Bu tür bir duygunun daha kapsamlı ve birleşik halk eylemlerine çağrı çıkarıcı olacağı bugünden bellidir. Kazanan halk, daha öteye gitmek üzere, güçlerini çekincesiz olarak daha fazla bir araya getirmek ve birlikte olmak için daha fazla çaba gösterecektir. “Blok”un seçim çalışmalarının kapsamı ve seçimde alacağı sonuç öncelikle halkın kendine güvenini geliştirecek, ona hizmet edecektir. İkinci olarak bu başarı, emekçilerin ileri kesimleriyle ana kitlesinin yakınlaşması ve ana kitlenin kendi ileri kitlesinin etrafında bir araya gelme duygusunu güçlendirecek, bu yöndeki ihtiyacı körükleyici bir rol oynayacak, böylece halkın devrimci örgütlenmesine ivme kazandıracaktır. Üçüncü olarak, birlikte olabilme ve güçleri aynı hedefe yöneltme; bunun başarılması devrimci-ilerici örgütlerin özgüvenlerini kamçılayacak, saflarda yarattığı coşkuyla bu örgütlenmelerin yenilenmesi ve sağlamlaştırılmasının olanaklarını genişletecektir.
Doğru bir çalışma tarzı ve emekçilerin en geniş kesimlerinin seferber edilmesiyle emekçilerin devrimci örgütlenmesinin sağlamlaşması ve yaygınlaştırılması, sermaye partileri ve burjuva hükümetinin saldırılarının püskürtülmesi ve emperyalist dayatmaların reddedilmesinin olanaklı ve pratikte de gerçekleştirilebilir olduğunu somut olarak ortaya koyacaktır. Daha fazla işçi, Kürt, Türk kadın ve erkek emekçi ve genç birlikte iş yapmayı deneyip öğrenecek, bunu gerçekleştirdikçe birbirlerine güvenleri gelişecek, birbirlerine sırt dönme ve ayrı yollardan gitme yerine birlikte, güçlerini birleştirerek başarıya yürüme istek ve duygusu güçlenecektir. Böyle bir gelişme her türden burjuva ve işbirlikçi gerici saptırmanın ve emekçileri birbirlerinden ayrı tutmaya yönelik inkârcı baskı politikalarının yol açtığı bölünmüşlük durumunu, emekçilerin yararına değiştirmeye hizmet edecek, bunun sancısız nasıl gerçekleştirilebileceğini öğretecektir. Bloğun seçim çalışmaları kapsamında bir araya gelen Kürt ve Türk işçi ve emekçileri, çalışmaların “dar alana sıkıştırılması” hatasına düşülmemesi durumunda birçok pratik işi birlikte yapacak, birbirlerinden öğrenecek, aralarındaki dostluk ve kardeşlik duyguları pekişecek, sınıf düşmanının şoven ve bölücü çabalarını boşa çıkarma şansı ve olanağının bir arada olma ve birlikte mücadeleden geçtiğini daha iyi kavrayacak, bu da burjuvazi ve emperyalizme karşı mücadelenin başarısı için güç ve olanakları artırıp genişletecektir.
Bu blok ve birlikte çalışma Kürt ve Türk işçi ve emekçilerinin daha sıkı birliğine ve aralarında güven ilişkilerinin gelişmesine hizmetin yanı sıra; işçi sınıfı ve onun ileri kitlesiyle köylülüğün ve kır yoksullarının yüz yüze gelmelerinin olanaklarını da yaratmıştır. İleri işçiler şimdi yoksul, topraksız ve az topraklı ve üretici köylülerle daha dolaysız ve Üretici Köylü Sendikası gibi örgütlerin yardımıyla, onların taleplerinin sahiplenmesi temelinde, IMF ve emperyalist yıkıcılığa karşı bir araya gelme fırsatı bulmuşlardır.
Seçim çalışmalarının başarıyla yürütülmesi ve bunun sermayenin baraj vb. türünden engellerinin aşılmasıyla sonuçlanması durumunda, burjuva parlamentosunda işlerin nasıl yürütüldüğünün, rant ve soygun çetelerinin çevirdikleri dolapların, sermaye politikaları ve planlarına mecliste yasal kılıf geçirmenin ve ülkenin ve kaynaklarının emperyalizme peşkeş çekilmesinin nasıl gerçekleştirildiğinin bilgisine halk kitleleri, parlamentodaki temsilcilerinin gerçekleri sergileyici açıklamalarından daha doğrudan ulaşabilecek, bağımsızlık ve demokrasi mücadelesini parlamento kürsülerinden de sürdürme olanağına kavuşacaktır. Halk temsilcileri, emekçiler ve ülkenin çıkarına yasal düzenlemeler için mücadele edecek, parlamento dışındaki emekçi eylemine dayanarak ve ondan güç alarak ihanet anlaşmalarına ve ülkenin yeraltı yerüstü kaynaklarının uluslararası sermaye tarafından yağmalanmasına karşı duracaklardır.
BAŞARI İÇİN EMEK SEFERBERLİĞİ
Kuşkusuz bu hedeflere ulaşmak kolayca ve kendiliğinden gerçekleşmeyecektir. Sermaye partileri ve burjuvazinin diğer kurumlarıyla deyiş yerindeyse dişe diş bir mücadele olmaksızın, emekçilerin tam bir seferberliği gerçekleştirilmeden, fabrika, işyeri, sendika, okul, yerleşim alanları, sokaklar ve alanlar, kentler ve köyler halkın istemleri etrafında ve seçim barajını aşma hedefiyle harekete geçirilmeden; kadın-erkek, genç-yaşlı tüm emekçilerin bir bayram yerine gider gibi coşkuyla çalışması sağlanmadan, bunun yaratacağı halk seliyle gericiliğin engelleri dağıtılıp parçalanmadan bu hedeflere ulaşmak mümkün değildir.
Devrimci sınıf partisinin ve DEHAP’ta seçime katılacak “blok”un seçim bildirileri ve açıklamalarının en geniş emekçi kesimlerine ulaştırılmasını sağlamak üzere bütün birimlerde oluşturulacak görev grupları, ülkenin içinde bulunduğu durumu ve karşı karşıya bulunulan sorunların etraflı bir açıklamasını yapabilmeli, seçimler nedeniyle politikaya ilginin arttığı bu dönemin emekçilerin daha iyi aydınlanması ve kendi çıkarları yönünde politik bir eyleme çekilmesi için verimli kullanımını gerçekleştirmek üzere, daha baştan güçlerin planlı yönlendirilmesi başarılabilmelidir. Bağımsız demokratik bir ülkenin var edilmesi ve kapitalizmin tasfiyesine giden yolun açılması ancak işçi sınıfı ve Kürt ve Türk yoksulları başta olmak üzere ezilen kitlelerin acil ve önemli temel taleplerinin sahiplenilmesi ve bunların gerçekleştirilmesini öngören bir mücadelenin tutarlılıkla yürütülmesiyle mümkün olabilecektir. İşsizlik, açlık ve yoksulluk koşullarının değiştirilmesi, sosyal-siyasal hak yoksunluğunun ortadan kaldırılması, Kürt sorununun demokratik halkçı çözümü önündeki engeller başta olmak üzere Anayasa ve yasalardaki halk karşıtı tüm gerici yasaların değiştirilmesi ve baştan aşağı demokratik bir siyasal yapının oluşturulması, emperyalist hegemonyaya son verilmesi ve bağımlılık nedeni olan tüm anlaşmalarla bağlantıların geçersiz kılınması, ikili anlaşmaların yırtılıp atılması ve emperyalistlerle uluslararası mali sermaye kurumlarına borçların dondurulması, bütçe gelirlerinin eğitim, sağlık, konut başta olmak üzere halkın ihtiyaçları yönünde kullanılması, yeni işyerlerinin açılması, işçi ve emekçilerin tüm temel gereksinmelerini karşılayacak bir gelire sahip olmaları ve sosyal güvenlik kurumlarının geliştirilmesi için daha fazla pay ayrılması için yürütülecek mücadelenin parlamento kürsülerinden ve parlamenter olmanın sağladığı “olanaklar”ın kullanılmasıyla sürdürülmesi, anti-faşist, anti-emperyalist halk hareketinin iktidar yürüyüşüne güç katacak, kapitalizme karşı mücadelenin mevzilerini de güçlendirecektir. Türkiye topraklarının tüm milliyetlerden emekçilerle komşu ülkelerin halklarına karşı emperyalist saldırı üssü olarak kullanılmasına son vermek ve ikili ve stratejik işbirliği anlaşmalarıyla ekonomik alanda imzalanmış ve ülkenin yağmalanmasının yolunu açan, buna yasal kolaylaştırmalar sağlayan ‘tahkim anlaşması’, ‘endüstri bölgeleri anlaşması’ türünden anlaşmaların yırtılıp atılması için gösterilecek çaba, bu yasaların içeriğinin ve gizli maddelerinin açıklanmasıyla halkın bunlara bu yasaları tanımaması ve ülkeye, kendi hak ve çıkarlarına sahip çıkmak üzere daha aktif biçimde harekete geçmesine yardımcı olacaktır. Tarım ve sanayinin geliştirilmesi için üretici kredilerinin faizsiz olarak artırılması ve vergi yükünün yoksulların sırtına yıkılmasına son verilmesi, krizin yükünün büyük tekellere aktarılması, madenlerin ve enerji kaynaklarının emperyalistler tarafından yağmalanmasına son verilmesi ve bunların ulusallaştırılması için yürütülecek mücadeleyle bağımlılığın tahrip edici ve gelişmeyi sınırlayıcı etkilerinin ülke insanı ve emekçiler için ne denli yok edici bir rol oynadığının daha iyi görülmesi sağlanabilecek, ülkenin ve kaynaklarının “küreselleşme” adı altında uluslararası sermayeye pazarlanmasının önüne emekçi barikatının örülmesi böylece daha kolay gerçekleşme olanağı bulacaktır.
Burjuvazinin inkâr ve baskı politikası, Kürt ulusal varlığını ve bunun gerekli kıldığı temel haklarla ulusal kaderini tayin hakkının koşulsuz kabulünü reddetmesi, bu yöndeki talepleri “bölücü ve yıkıcı” sayarak şiddetle bastırma yoluna gitmesi, halk kitlelerine yönelik propagandada “bölücü terör hareketi”ne özel bir vurgu yapması, Türk emekçi kitlelerinin Kürtlerin demokratik hakları için mücadeleye soğuk bakmalarına yol açmış, ulusal-siyasal hakları ve tam hak eşitliği için mücadelelerinde Türk emekçi desteğini yeterince göremeyen Kürt emekçileri saflarında da güvensizlik ve ayrı durma duygusunun gelişmesine neden olmuştur. Bu politikanın etkileri, işçi sınıfı ve emekçilerin bilinç ve örgütlenme düzeylerinin düşük olmasıyla birleşince, emekçilerin düzen partilerinin ardında sisteme kanalize edilmeleri olanaklı olabilmiş, Kürt ve Türk işçi ve emekçilerinin aynı sınıf örgütlerinde ve aynı politik partilerin çatısı altındaki örgütlenmesi zaafa uğrayabilmiş, kitlelerin ana gövdesi bakımından gerçekleşmekten uzak kalmıştır. Önemli sanayi kentlerinde ve Kürt emekçilerinin yoğun olarak bulundukları belli başlı kentlerde özellikle ileri işçilerin, milliyet ve mezhep ayrımı gütmeden aynı “sınıf örgütleri”nde bir araya gelmiş olmaları ya da işçi sendikalarıyla kamu emekçileri sendikalarında yüz binlerce işçi ve emekçinin bir arada bulunması, emekçilerin ortak hareketi ve mücadelesi bakımından umut verici bir durum olmakla birlikte, bu, on milyonlarca kent ve kır yoksulunun durumu karşısında henüz ancak bir “ilk mevzilenme” sayılabilir.
Bu durum, şimdi emekçi hareketinin birleştirilmesi ve ilerletilmesi sorumluluğunu “emek, barış ve demokrasi bloğu”nun önüne getirmektedir. Blok emek hareketinin bugünkü parçalı durumuna son verilmesi sorumluluğu; sermaye egemenliği ve saldırılarına karşı birleşik emekçi mücadelesine duyulan ihtiyaca uygun olarak Kürt ve Türk emekçilerinin ana kitlesini birleştirme göreviyle karşı karşıyadır. Bu sorumluluk ve görev, işçi ve emekçilerin en geniş kesimlerinin “blok” etrafında birleştirilmesine hizmet eden kapsamlı ve yaygın bir ajitasyonu ve siyasal gerçeklerin tam olarak açıklanmasını gerekli kılmaktadır. “Blok” oluşumunu sevinçle karşılayıp destek vereceklerini açıklayan geniş çevrenin varlığı, emekçi birliği ve birleşik hareketin örülmesi görevinin başarılmasını kolaylaştırıcı etkenlerden biridir.
Düzen partilerinin kitle desteğinin ağır darbeler yemiş olması, tekelci burjuvazinin sermaye partilerini ve burjuva parlamentosunu itibardan düşüren uygulamaları ve ülke çıkarları karşısındaki hain tutumu, siyasal istikrarsızlığın sürmesi ve bir savaş durumunda ağır ekonomik, politik ve sosyal yaptırım ve tahribatla karşılaşacağını bilen kitlelerin savaş karşıtı duyguları, kitlelerin geniş kesimlerinin seçimlerde DEHAP’a oy vermek de dâhil, “blok” etrafında bir araya getirilmeleri için koşulları olgunlaştırmıştır.
Kürt ve Türk işçi ve emekçilerinin ana kitlesi bakımından birlikte olma, bir arada çalışma, somut ve pratik işleri birlikte yapma mücadele ortaklığını, birliğini ve kardeşliği güçlendirecek, güven ilişkilerini yenileyecek, sermaye karşısında birlikte olmanın avantaj ve olanaklarının görülmesine hizmet edecek; birlikte olma durumunun sürdürülmesi ve daha ileri düzeye çıkarılması duygu ve isteğine güç verecek; buna aykırı davranışların önüne emekçi engeliyle çıkışın olanaklarını yaratarak emekçilerin duygu ve istemlerini dikkate almayanları; onların yerine kendilerinin niyet ve seçeneklerini dayatanları etkisiz kılacak bir ortamın oluşmasını sağlayacaktır. Böylesi bir gelişme, kuşku yok ki ülkenin ve tüm milliyetlerden işçi sınıfı ve ezilenlerin kurtuluş mücadelesi yararına olacak, bu mücadelenin bugün henüz yeterince görülemeyen kitlesel bir desteğe sahip olarak sermayenin saldırılarını püskürtücü düzeye çıkışını ve sendikalarda, işyerleri ve fabrikalarda örülmüş emekçi birliği üzerinden yeni mevzilerin ele geçirilmesini sağlamasını olanaklı kılacaktır.
Ülkenin bağımsızlığı ve emekçilerin özgürce yaşama olanağının ancak böylesi bir mücadele birliği üzerinden yürünerek var edilebileceği açıktır. Sosyalizm için yol üzerindeki ayak bağlarının temizlenmesi, demokratik özgürlüklerin elde edilmesi ve anti-kapitalist mücadelenin yükseltilmesi için de böylesi bir gelişme önem taşımaktadır.
Bu yolda mesafe kat etmek için tüm güçlerin tam bir seferberliği gerekmektedir. Aksi, bu büyük ve önemli olanağın yeterince kullanılamaması demektir ve hareketin buna tahammülü yoktur.