Süregiden sınıf mücadelesinin geleceğine atıfta bulunan bir formülasyon vardır: Gençliği kazanan, geleceği kazanır. Her ne kadar mücadelenin ‘taraflarına’ savaşın haritası üzerindeki stratejik nokta için yol gösteriyor gibi görünse de, asıl olarak bu formülasyon mücadelenin işçi sınıfı ‘taraf’ında bulunanlarca sık sık vurgulanır ve onun politik örgütü tarafından da bu alana özel bir önem verilir. Çünkü burjuvazi için yeniden kazanılacak bir gençlikten çok, çeşitli türden sapkın ve yanlış düşünce ve yaşam tarzlarıyla ideolojik hegemonyası altına aldığı gençlik kesimlerini işçi sınıfı tarafına ‘kaptırmama’ mücadelesi vardır; geleceğin sınıfsız, sömürüsüz dünyasının yaratıcısı işçi sınıfı içinse bu kaçınılmaz hedefi yakınlaştıracak önemli bir denge unsurunu kendi safına kazanma savaşı. Bu mücadelede iki sınıf, gençlik kitlelerinin her hareketlenmesinde iki farklı tarzda; burjuvazi, sınıf mücadelesinin diğer alanlarından gençliği yalıtarak, işçi sınıfı ise sınıf mücadelesine çekmeye çalışarak kendi ideolojilerini ve kendi çıkarlarını gençliğin ideolojisi ve çıkarı haline getirmeye çalışırlar.
Emperyalizmin, saflarından kaptırmamak için ‘küreselleşme’ demagojisiyle gençliğe vaat ettiği ‘sınırları kaldırılmış’ dünyanın nasıl bir dünya olduğuna yakından bakalım.
Sosyalizmin biçimsel kalıntılarının da ortadan kalkmasıyla ‘ebedi’ egemenliğini sağladığını düşünen kapitalizm, dönemsel olarak bugüne kadar kullandığı sistem söylemlerine bir yenisini ekledi ve hızla propagandasına girişti: Küreselleşme. Artık Yeni Dünya Düzeni’ne geçmiştik ve o eski ‘ayak bağı’ olan bütün şeylerden kurtulmuştuk. Artık önümüz açıktı, ‘müreffeh kapitalizm’ dizginsiz işe koyulabilirdi. En çok da gençlik için geçerliydi bu. Sosyalizmin, gençliğin ‘özgürlüğünü kısıtlayan’, onun toplum için, toplumla birlikte var olmasını zorunlu gören, bu yönde teşvik eden bakış açısının köküne de dinamit koymak gerekiyordu. Bütün olanaklar bunun için seferber edildi. Eğitimden iletişime, edebiyattan felsefeye bütün alanlar bu uğraşının alanıydı artık. Gençlik hızla paylaşımcı, yurtsever, halkına bağlı, devrimci politik görüşlerden, hatta tümüyle politikadan uzaklaştırılmaya, bunun yerine bireyci, bilinemezci, nihilist, piyasacı, postmodern vs. çeşitli türden burjuva görüşler ve onların türevleri ile biçimlendirilmeye çalışıldı. Çünkü emperyalizm ’68’ler gibi bir kabusu bir kez daha yaşamak istemiyordu.
Emperyalizmin gençliğe yönelik saldırıları gün geçtikçe daha ‘küresel’ bir karakter kazanıyor gerçekten de. Kapitalizmin anavatanı Avrupa’dan emperyalizmin büyük patronu ABD’ye, az gelişmiş ya da gelişmekte olan bağımlı ülkelerden (Latin Amerika ülkeleri, Türkiye, eski Doğu Bloğu ülkeleri vs.), açlık ve yoksulluğun batağında olan Afrika ülkelerine kadar dünyanın dört bir yanında gençlik hedef tahtası durumunda. Propagandanın ve saldırının biçimi bölgelere göre farklılık gösterse de içeriği değişmiyor: Artık küreselleşme çağındayız ve kapitalizmden başka seçeneğin yok.
Emperyalist saldırı gençliği her alanda kuşatmış durumda. Dünyanın her tarafında ucuz işgücü denince akla kadınlar ve çocuklarla birlikte gençler geliyor. Yaşamının en verimli çağında, toplumsal gelişme için büyük ve son derece dinamik bir potansiyel barındıran genç işçiler, ağır sömürü koşullarında ve karın tokluğuna bile denemeyecek ücretlerle kapitalizmin azgın kar hırsının kurbanı yapılıyorlar. Sözde sınırları kaldıran küreselleşmenin gerçekte sadece sermayenin kâr dürtüsünün sınırlarını kaldırdığını kanıtlar nitelikte bu yaşananlar. Yoğun sermaye ihracı ile dünyada egemenlik altına alınmadık alan bırakmayan emperyalist kapitalizm, özellikle fakir ve az gelişmiş ülkelerin gençliği başta olmak üzere milyonlarca genci uluslararası tekellerin devasa karları uğruna ortaçağın köleleri gibi çalıştırıyor. Bir yandan da milyonlarcasını işsizliğe mahkûm ederek hem çalışan nüfus üzerinde Demokles’in kılıcı gibi kullanıyor, hem de işsiz gençleri yaşamdan kopartarak uyuşturucuya, bunalıma, intihara sürüklüyor. Bütün dünyada işsizlik oranı son 50 yılın en yüksek rakamlarına ulaşmış durumda. Bırakın sömürge ülkeleri, ABD, Almanya, Fransa gibi gelişmiş kapitalist ülkelerde bile işsizlik % 10’ları geçiyor. Bu sayıların büyük bir kısmını ise 15–24 yaş arası genç nüfusun oluşturduğu biliniyor. İşsizlikten bunalan gençler ise çaresiz kaldıkları anda intihara yöneliyorlar. Şu rakamlar son derece çarpıcıdır: Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre intiharlarda dünyada son 45 yılda % 60 oranında artış var. Bunların en yoğun görüldüğü yıllar ise ’94 sonrasındaki yıllar. Almanya’da her 40 saatte bir ölümle sonuçlanan intihar vakası oluyor. DİE verilerine göre Türkiye’deki intiharlarda artış oranı % 300 (2000’e kadar olan bu verilere 2001 Şubat krizi sonrasındakileri de eklediğimizde bu oran ikiye katlanacaktır).
İşte ‘küreselleşen dünyada’ kapitalizmin cenderesine sıkıştırılmış gençlik! Bir yandan büyük kısmı işsizliğe, geleceksizliğe ve eğitimsizliğe mahkûm edilirken, bir yandan da ‘şanslı’ denilen küçük bir kesimi ise gördüğü eğitimle yeniden sermayenin çıkarlarının devamını savunur duruma getiriliyor. Eğitim uluslararası tekellerin istekleri doğrultusunda tüm dünyada yeniden yapılandırılıyor. IMF, DB, DTÖ gibi emperyalist kurumların toplantılarının ana gündem maddelerinden birini hep eğitim ve finansmanı gibi sorunlar oluşturuyor. Çözüm önerileri ise hep aynı kapıya çıkıyor: Eğitimin toptan özelleştirilmesi, sadece egemen sınıfların çocuklarının okuyabilir duruma gelmesi, müfredatların sermaye lehine koşulsuz düzenlenmesi. GATS’ta açıkça ifade edilen bu istekler, ülkelerin hükümetleri tarafından yasa tasarıları haline getiriliyor (geçen sene ülkemizde de gündeme gelen YÖK Yasa Tasarısı gibi) ve eğer ciddi engellerle karşılaşmazsa devreye sokuluyor. Böylece, emekçi sınıflardan, gençliğini eğitimsizliğe mahkûm ederek, bilgiye ulaşma olanağı alınmak isteniyor; aynı zamanda da bütün bir eğitim sistemi de kapitalizmin devamını sağlayacak şekilde düzenlenmek isteniyor.
‘Küreselleşme’ balonu, en yoğun etkisini belki de medya aracılığıyla saçıyor gençliğin üstüne. Emperyalist yayılmacılık, bir garantör olarak kültürel hegemonyasını pekiştirmek ve yoz emperyalist kültürle genç kesimleri çepeçevre sarmakla belki en etkili silahını kullanıyor. MTV, Coca Cola, McDonald’s, best-sellers, Spielberg filmleri, Nokia’nın yeni modelleri vs. Bunlar, gençleri avlamak için her ülkede en çok kullanılan, klişeleşmiş yoz ürünlerden birkaçı. Basın yayın organlarını ya da daha genel anlamıyla ‘piyasa’yı takip etme fırsatı bulabilen gençlik kesimleri bu kültür öğeleri ile yatıp kalkıyor ve düşünüş ve yaşayış tarzını bunlar biçimlendiriyor. Amerikan yaşam tarzı gençliğin çekim merkezi yapılmaya çalışılıyor.
Peki, bu her türden saldırıya karşı gençliğin mücadelesi ne durumda ve nasıl olmalı?
Öncelikle şunu tekrar vurgulamakta yarar var: Gençliğin kazanılması mücadelesi sınıf mücadelesinin alanlarından birisi ve dolayısıyla verili koşullardaki sınıflar-arası güç dengelerinin ve mücadelenin seyri ile birebir ilişkisi bulunmaktadır. Bu yüzden, nasıl ki sınıf mücadelesine yön vermek isteyen güçler açısından yanlış eğilimler ve bunun yanında bir tane doğru eğilim varsa, gençliğin mücadelesi için de bunu böyle görmek gerekir. Küreselleşmeyi ‘çağımızın nesnel bir gerçeği ve önlenmesi mümkün olmayan realitesi’ sayarak yola koyulursanız, gençlik mücadelesi için öngördüğünüz rota da buna göre belirlenmiş olur. Ya da küreselleşmenin karşısında milliyetçi siyaset tarzını çözüm olarak koyduğunuz anda, gençlik politikanızın içeriğini de bu belirliyor demektir.
Öncelikle gençliğin emperyalizmin boyunduruğundan kurtuluşunun hangi politikayla ve hangi araçlarla gerçekleşebileceğine ilişkin öne sürülen çözüm yollarına kısaca bakmakta fayda var.
Küreselleşme karşısında sağdan ve ‘sol’dan yükselen milliyetçi söylemler gençliğin günümüzdeki taleplerini karşılamak ve onu yaşanılan yozlaşmadan kurtarmak konusunda hayli yetersiz kalıyor. Emekçi sınıfların öğrenmeye, araştırmaya, kardeşliğe ve kültürler arası iletişime en açık kesimini oluşturan gençliğin giderek artan enternasyonalist paylaşım isteği (son yıllarda değişik ülkelerde, ’98’de de Türkiye’de Bergama’da yapılan enternasyonal gençlik buluşmaları buna bir örnektir) ve iletişim teknolojilerinin gelişmesiyle yabancı kültürleri tanıma olanağına sahip bulunan gençlik kesimleri için milliyetçi söylemler etkisini yitirmiş bulunmaktadır. Ancak yukarıda saydığımız olanaklara ulaşma şansı bulamayan milyonlarca genç için bu etki azalsa da devam etmektedir.
Küreselleşmeyi ‘önlenemez’ bir süreç olarak sunan çevreler ise gençliğin de kendisini bu süreç içerisinde eritmesini ve kendisini ‘piyasa’ koşullarına adapte etmesini salık vermektedirler. Gençlik için ülkemizdeki üniversitelerde de yaygın olarak düzenlenen ‘kariyer günleri’, televizyonlardaki ya da sinemalardaki ABD’nin barış meleği rolünü anlatan filmler, radardaki post-modern içerikli (daha doğrusu içeriksiz) kitaplar vs. gibi emperyalist kültürü yaygınlaştıran öğeler bu çevrelerce, ‘eleştirilebilecek ancak alternatifi bulunmayan, aksini iddia etmenin dinozorluk ve sığlık’ olduğu çağdaşlık kriterleri olarak sunuluyor. Görece ‘entelektüel’ tartışmalar yürüten ve yer yer üniversite kürsülerini de işgal eden bu kesim için gençliğin emekçilerle arasındaki bağ ve toplumsal süreçlerde nerede durduğu gibi bir sorundan da zerrece iz bulabilmek mümkün değildir.
Yaşanan sürece gösterilen tepkilerin bir çeşidini de kendilerini ‘küreselleşme karşıtları’ diye nitelendiren çevreler oluşturmaktadır. ‘Küresel saldırı, küresel direniş’ gibi oldukça ‘heyecan verici’ bir sloganla en çok da gençliğe seslenen bu gruplar, her ne kadar ülkemizde oldukça etkisiz durumda olsalar da özellikle Avrupa’da Troçkist, anarşist vb. çeşitli çevreler halinde ortaya çıkmaktadırlar. Özellikle Seattle, Prag, Cenova gibi eylemlerde sesini duyuran bu gruplar, eylemlere katılan on binlerce emekçiyi değil de daha çok bu grupların yaptığı aşırılıkları ön plana çıkaran medyanın aracılığıyla gençlik kitlelerinin bir kısmına çekici gelebilmektedir. Kapitalizmin kendisine değil daha çok sonuçlarına itiraz eden bu gruplara katılan gençler daha çok ‘macera’ ihtiyaçlarını giderme adına yaptıkları birtakım eylemlerden sonra genellikle apolitikleşerek bir kenara çekilmektedirler. Dolayısıyla şu tespiti yapmak abartı olmayacaktır: Bu gruplar gençlik içerisinde uyanan ‘anti-kapitalist’ eğilimleri köklü bir kapitalizm karşıtlığından uzakta tutarak mücadele isteğini sönümlendirmektedirler.
Emperyalizmin son derece sistemli ve açık bir sınıf tavrı taşıyan bu saldırıları karşısında yapılması gereken de tüm bu ara sınıf eğilimlerine, havada kalan, gençliğin dinamizmini ve yenilenme isteğini başka yerlere kanalize eden mücadele yöntemlerine karşı gençliğin sınıf siyaseti ile birleştirilmesi ve ‘küreselleşme karşıtlığı’nın da buradan tanımlanmasıdır. Bir yandan işsizliğe, eğitimsizliğe ya da gerici eğitime, gelecek yoksunluğuna itilmiş geniş gençlik kesimlerinin gasp edilen haklarını savunmak ve bunları işçi ve emekçilerin talepleriyle buluşturmak, bir yandan da içeriği boşaltılmış kültür dünyasını gençlik içerisinde Marksizm’in rehberliğinde yeniden ve yeniden kurarak emperyalizmin gençliğe yönelttiği saldırıları boşa çıkarabilir ve geleceği kazanma mücadelesine ivme kazandırabiliriz. Dünyada emperyalizme karşı yükselen öfke ve gençliğin ’68’lerdeki gibi yeniden ön safları tutma eğilimi taşıması, bu politikanın gelişmeye ne kadar açık ve gençlik kitleleri içerisinde mayalanmaya ne kadar elverişli olduğunu gösterir niteliktedir. Geçen sene özellikle Almanya, Yunanistan, Paraguay gibi ülkelerde gençliğin iş ve eğitim talepleriyle ve savaşa karşı yüz binler halinde sokağa çıkması, ülkemizde de YÖK Yasa Tasarısı’na karşı verilen mücadele, 1 Mayıslarda alanın yarısını gençliğin oluşturması vb. birçok örnek, dünyadaki genel gidişat ve birçok akademisyenin vurguladığı gibi emekçilerin yüzünü yeniden sosyalizme dönmesi ile birleştirildiğinde önümüzdeki yıllarda, kitlesellikte ’68’i aratmayacak bir gençlik hareketinin olabilirliğini göstermektedir.
Burjuvazi uluslararası ölçekte gençliği kendi saflarında yedeklemiş gibi görünebilir. Bu ‘nesnel’ durumu gören birçok çevre bundan dolayı umutsuzluğa kapılıyor. Ancak unutulmaması gereken bir şey var: Emperyalizm batağa doğru sürüklendikçe daha da saldırganlaşmaktadır. Bunun karşısında ise işçi sınıfı sürüldüğü geri mevzilerden kurtulma alametleri göstermektedir. Kapitalizm krizler arasında salındıkça dünya halkları ve proletarya kurtuluş bayrağını daha yükseklere doğru çekmektedir Bu mücadelede önemli belirleyenlerden biri olan gençliği kazanma konusunda burjuvazi önemli bir mesafe kat etmiştir. Ama gençlik, ‘zincirlerinden başka kaybedecek şeyi olmayan’ sınıfın kazanacağı yeni dünyanın kendi dünyası olduğunu görmekte gecikmeyecek.