Kürt kentlerinde gelişmenin yönü ve emekçi hareketi

Eğer, son on beş yılda yapıldığı gibi, Kürt yoksul köylülüğü ve genel olarak Kürt emekçileri üzerine tanklı-toplu saldırı politikasıyla gidilmeseydi, kapitalist ekonomik gelişmenin Kürt toplumunun geleneksel yapısında, uzun bir süre öncesinden başlayarak yol açtığı değişiklik nasıl bir yol izler ve örneğin büyük toprak ve aşiret ağalarıyla Kürt köylüsü arasındaki ilişki nasıl olurdu sorusuna, ancak varsayımsal bir cevap verilebilir. Ama herhalde silahın ekonomi ve ekonomik yasaların işlemesi üzerindeki etkisi bugünkü kadar olmazdı.
Kürt emekçileri, günlük yaşamlarında silahın tehdit edici etkisiyle kuşkusuz yeni tanışmadılar. Toplu saldırı ve kırımların en kapsamlı etkide bulunanları, yakın Türkiye tarihini irdeleyen belgelerde yer alıyor. Devlet açısından kırım girişimleri ve toplu katliamların gerekçesi, hemen her zaman ve değişmez bir biçimde “ülkenin ve milletin bölünmez bütünlüğünü parçalama girişimi” olarak izah edildi. Her toplu saldırı ve katliam, salt politik işlev gören bir gelişme olarak kalmadı, Kürt kentleri ve köylerindeki nüfus hareketlerini hızlandırdı; toplumsal ilişkileri şu ya da bu biçimde darbeledi ve değişikliğe uğrattı.
Toplu saldırılar yalnızca devletle uzlaşmayan, ya da tam bir teslimiyet göstermeyen yerel etkili çevreleri (aşiret ve toprak ağalan) değil, onlarla birlikte yoksul, topraksız, orta köylülerin kitlesini de hedefledi; binlerce ve on binlerce insan topluca öldürüldü ve geri kalan nüfusun önemli bir kesimi de “mecburi iskân” politikası çerçevesinde, silah zoruyla ve özel yasalar çıkarılarak, Türkiye’nin batı illerine sürüldü ve asimilasyonu kolaylaştırmak üzere dağınık biçimde buralarda yerleşmeleri sağlandı.
Bu imhacı politikanın Kürt insanı üzerindeki etkileri çok yönlüydü. Yerel toplumsal ilişkileri sarsan zora dayalı gelişmelerden biri hemen her askeri harekâta eşlik eden sürgünlerdi. Sürgün edilenlerin bir kısmı, boşaltılan ve “yasak bölge” ilan edilen topraklarına dönme özlemiyle hareket eder ve kendilerine yapılan zulme karşı öfke beslerken, diğer bölümü sürüldükleri bölgelerde, yeni ilişkiler içinde, çoğu kez büyük acılar ve zorluklar pahasına yeni bir yaşam tarzı sürdürmeye başladılar. Yerel ve geleneksel toplumsal örgütlenmenin ve yaşam biçiminin zor yoluyla sarsılması ve katliamlar, Kürt emekçileri içinde, bir yandan katliamcılara öfkeye; diğer yandan toprak ve aşiret ağalarına bağlılığa yol açtı. Ekonomi yasalarının olağan gelişmesi koşullarında, yoksul ve topraksız köylülerin, kendilerini ezen ve sömüren Kürt toprak ağalarına karşı özgürleşme eylemi, gecikmeli de olsa kaçınılmazdı. Ancak, devletin, ulusal istemli Kürt hareketlerine karşı giriştiği toplu saldırılar, “doğal” toplumsal çözülmeyi de rayından çıkarıyor; aynı tür saldırının hedefindeki toprak ve aşiret ağasıyla yoksul ve topraksız köylüyü ve kent merkezlerindeki küçük zanaatçı ve esnafı “Kürt olarak” birleştiriyordu. Bu ise, sonuçta, toprak ağalığı sisteminin çözülme sürecine zor unsurunun bir “dış etken” olarak katılmasını ifade ediyor ve bir bakıma toprak ağalığının Kürt bölgelerinde güçlenerek sürmesine yol açıyordu.
Kürtlere karşı uygulanan resmi politika, ulusal istemler ileri süren kesimlerin zor yoluyla etkisizleştirilmesi ve asimilasyonla birlikte, işbirlikçi toprak ve aşiret ağaları başta olmak üzere etkili Kürt çevreleriyle çıkar birliği temelinde, devlet örgütlenmesini Kürt bölgelerinde de geliştirmeyi ve sağlamlaştırmayı öngörüyordu. Yani devlet, iddia edildiği ve bazı sözde ilerici çevrelerin de ileri sürdükleri gibi, Kürt toprak ye aşiret ağalarının etkisini kırarak, Kürt emekçileri üzerindeki yerel baskıya son vermiş değil; aksine, merkezi ve yerel baskıyı birleştirerek yerel feodal, feodal-burjuva aile çevrelerinin etkisini güçlendirmiş, işbirlikçilerin en irilerini devlet örgütlenmesi içine alarak, Türk ve Kürt gericiliğini birleştirmişti.
“Bölücü teröre karşı mücadele” gerekçesine bağlanarak sürdürülen ve başka şeylerle birlikte yerel köy ekonomisinin tahribine yol açan politika, bugüne özgü olmamasına ve geçmişte de uygulanmasına karşın (resmi belgeler ve kayıtlar bunu ortaya koyuyor), etkileri, kapsamı ve sonuçlan bakımından bugün farklı bazı özellikler taşımaktadır. Geçmişte (1925–1940), Kürt emekçi kitleleri, yerlerinden alınarak. Türkiye’nin batı kentlerinde Türk nüfus içine dağıtılıyor ve “mecburi iskân”a tabi tutuluyorken, bugün, yıkılan ve imha edilen köyleri terk eden yüz binlerce insan, başlıca büyük Kürt kentleri de dâhil olmak üzere, daha çok sanayinin nispeten gelişkin olduğu merkezlere dağılmıştır. Yalnızca bu “bir tek” farklılık bile, Diyarbakır, Urfa, Antep, Malatya, Batman gibi merkezlerin yanı sıra, Şırnak, Maraş, Adıyaman gibi kent merkezlerinde de büyük bir işgücü fazlasının oluşmasına; işçi sayısının nicel olarak büyümesine; işsizliğe karşı taleplerin önem kazanmasına; Kürt işçilerinin, Kürt toplumu içindeki konumlarının ve toplumsal yaşam üzerindeki etkilerinin değişmesine yol açmıştır. Kürt kentlerinde yeni emekçi semtleri oluşturan bu “göçer” Kürt köylülerinin, köye geri dönüş olanak ve istekleri de geçmişe göre farklılıklar göstermektedir. Kürt kentlerine yerleşenlerin, “şehirli olma tercihleri”, iş ve geçim sorunlarının ‘çözümü’ne bağlı olarak bugün daha güçlü bir özellik taşımaktadır.
Kapitalizmin Türkiye’deki gelişmesi, kaçınılmaz olarak Kürt kentlerindeki ilişkileri de etkiledi. Meta dolaşımı, kır ile şehir ilişkilerinin gelişmesi, başlıca Kürt kentlerinde çimento ve şeker fabrikalarının inşası ve üretime başlaması, devlet örgütlenmesinin yayılması, askeri ve sivil bürokrasinin il, ilçe ve bucak merkezlerine kalıcı biçimde yerleşmesi, asimilasyon amacını da kapsamak üzere okul sayısının giderek artması ve yalnızca kent merkezlerinde değil, nispeten merkezi sayılacak büyük köylerde de okulların açılması vb. gelişmeler, yerel kapalı ilişkilerin artan oranda çözülmesine ve sayıları artan işçi, yarı işçi-yarı köylü kitlelerinin ortaya çıkmasına yol açtı.
Köy toplumundaki çözülme, kuşkusuz bütün Kürt bölgelerinde eşzamanlı ve sancısız gerçekleşmedi. Kendine ait bir toprağı olmamakla birlikte, köylünün, topraktan; köyden ve köy ilişkilerinden kopması tam olarak gerçekleşmedi. Bu, köylülerin bir kesiminin batının büyük kentlerinde ya da Avrupa ülkelerinde işçi olarak çalıştıkları son yirmi-otuz yıllık süreç açısından da geçerli bir olgudur. Yalnızca aile ve aşiret bağlarının sürdürülmesi biçiminde değil; köyden elde edebileceği bir şeyi varsa ondan kopmayarak da bu ilişki sürdü.
Ancak, artık ilişkilerin eski tarz sürmesi mümkün olmaktan çıkmıştı. Yarı köylü işçiler, gittikleri yerlerin toplumsal ilişkilerine ve kültürel etkisine kendilerini ne denli kapalı tutarlarsa tutsunlar, bu ilişki ve kültür tarafından etki altına alındılar; kaçınılmaz olarak eski ilişkileri ve düşünüş tarzları darbe yedi ve değişime uğradı. Diğer yandan, kapitalist üretim ilişkisi, yalnızca devlet tarafından kurulan çimento, şeker, Tekel fabrikaları ve tarım işletme çiftlikleri gibi işletmelerde değil, meta üretimi ve dolaşımı sonucu; Kürt kent merkezlerinde, aralarında Türkiye ve Doğu Avrupa ile Ortadoğu ülkeleri de dâhil, geniş bir pazarda pamuk ve iplik fiyatlarının belirlenmesinde söz sahibi olan SANKO gibi büyük fabrikaların da bulunduğu, çoğu 300–1500 işçi çalıştıran tekstil, gıda ve metal işleme fabrikalarının, önemli sayıda orta büyüklükte işletmelerin ve küçük sanayi de diyebileceğimiz demir ve ağaç doğrama atölyelerinde, terzi, berber gibi zanaatkâr ve lokanta, otel gibi işletmelerin üretim ve hizmet ilişkileri içinde de boy verdi. Antep, Diyarbakır, Erzurum, Malatya gibi kent merkezlerinde, kökleri geçmişe dayanan ticari ve kapitalist ilişkiler, genişleyerek son yıllarda hemen tüm şehir yaşamını etkisi altına alacak biçimde güçlendi. Hemen tüm önemli Kürt kentlerinde kurulan ve kurulmakta olan organize sanayi bölgelerinde, binlerce ve on binlerce genç işçinin kapitalist sömürü içine çekilmesi, Kürt toplumunun yaşamında yol açacağı başka değişikliklerle birlikte, Kürt işçilerinin, Kürt halkının devrimci kurtuluş mücadelesinde oynayacakları rolün arttığına da işaret etmektedir. GAP ise, yalnızca Kürt bölgelerinde değil, Türkiye ve Ortadoğu’da etkileri görülecek yeni bir gelişmenin habercisi oldu. Sanayide kullanılacak tarım ürünlerinin modern tarım teknikleriyle yetiştirileceği Harran Ovası’nda daha bugünden, Sabancı, Koç gibi işbirlikçi yerli tekellerin yanı sıra, Amerikan, Japon ve İsrail tekelleri de rant geliri sağlamak üzere, daha fazla pay kapma dalaşı içindedirler. Bir milyon yedi yüz bin hektar sulanabilir toprağın tümünün kapitalist tekellerle işbirlikçi büyük toprak sahiplerinin ellerinde bulunması nedeniyle bu proje, kapitalist toprak sahipleriyle ücretli yarı-köylüler ve işçiler arasındaki çelişkilerin keskinleşmesini de kaçınılmaz kılmaktadır.
Kapitalizmin ister devlet eliyle yukarıdan, isterse yerel ekonomik ilişkiler içinde ve meta üretimi ve dolaşımı yoluyla olsun, giderek artan ve hızlanan gelişmesi, bütün toplumsal ilişkileri etkiledi. Kent merkezlerinde ticari işlerle uğraşanlar çoğaldı, devlete ait çimento(sonradan özelleştirildi), Tekel ve şeker fabrikalarında, özel ve resmi işletmelerde çalışan işçi ve memurların sayısı arttı, okulların ve okuyanların sayısındaki artışla birlikte, değer yargılarında ve düşünce tarzında değişim giderek hızlandı ve bütün bunlar, Kürt emekçilerinin devletle ilişkilerinde ve geleneksel yerel “otorite”ye karşı tutumlarında değişmeye yol açtı. Küçümsenemeyecek bir küçük burjuva kesim ortaya çıktı ve bu kesimin Kürt toplumunun yaşamı ve örneğin ulusal istemli mücadelesi içindeki rolü giderek arttı.
Büyük toprak sahibi Kürt ailelerinin bir kesimi batıda kurdukları fabrikaları -önemli bir kesimi Kürt kökenli olduklarını da inkâr ederek- büyüttüler ve zamanla işbirlikçi büyük burjuvazinin etkili isimleri arasında yer alacak kadar sermayelerini ve servetlerini artırdılar. Diğer bir kesimi hem toprakları elde tuttular ve bu topraklarda yoksul ve topraksız köylüleri angarya -son yıllarda ücretli çalıştırma da yayıldı- biçiminde çalıştırdılar; hem de devletle girdikleri ekonomik-politik ilişkileri ilerleterek, milletvekili, bakan, genel müdür gibi etkili bürokratik görevlerde bulunarak nüfuzlarını ve sermayelerini artırdılar. Kürt ve Türk gericiliğinin işbirlikçilik ve çıkarlarının sınıfsal ortaklığı temelindeki birliği giderek güçlendi. Kürt köylüsüne zulmeden ve geleneksel feodal ilişkileri köylüyü kul olarak tutmanın aracı olarak kullanan toprak ve aşiret ağaları, devletin “muteber” adamı oldular. Cevheriler, Ensarioğulları, Tatarlar, Zeydan, Babat gibi korucu-başları, Bucak türünden kontrgerillacı korucu ağalan, Kürt emekçilerine karşı yürütülen imhacı ve asimilasyoncu devlet politikasına verdikleri destek oranında palazlandılar.
Kürt bölgelerindeki bu gelişmeler, birbirlerini kaçınılmazlıkla etkileyen başlıca iki sonuç doğurdu.

A) KAPİTALİZMİN GELİŞMESİ VE KÜRT GERİCİLİĞİNİN GÜÇ KAYBI
a) siyasal baskının yığınların öfkesine yol açması ve sonuçları
Resmi Kürt politikasının inkârcı ve imhacı karakteri, insan unsuruna karşı girişilen şiddetin ötesinde, ekonomik ilişkiler üzerinde de dolaysız biçimde etkili oldu. Devletin dize getirme ve teslim alma politikasının bir yanında da köy ekonomisinin tahrip edilmesi, üretim ve tüketimin askeri zor altında tutulması yer aldı. Son on beş yılda daha da pervasızlaşan bu politika, köylülerin büyük çoğunluğunun topraklardan kopmasına yol açmakla kalmadı, tarlaların, orman ve meraların tahrip edilip yakılması ve hayvancılığın yasaklar nedeniyle can çekişmesi nedeniyle de, yerel köy ekonomisinin darbe yemesine yol açtı. Bu, aynı zamanda yerel gericiliğin güç kaybetmesi anlamına da geliyordu. Kürt feodal burjuva gericiliğinin temsilcileri, köylü üzerindeki etkilerini, köyün boşaltılması ve sürgünler sonucu önemli oranda kaybettiler. Bucak gibi, sanayi ilişkilerinden de yararlanan ve topraklarında makineli tarım üretimi gerçekleştirenleri ayrı tutarsak, daha geri Kürt bölgelerindeki Kürt aşiret ağalarının köylüyle ilişkileri, bugün esas olarak, devlete paralı askerlik yapan ve emrindeki katil sürüsüyle kaçakçılık, fidye, faiz ilişkileriyle rant sağlayan savaş ağalarının baskıcı ilişkisi biçimindedir.
Kürtlere karşı izlenen devlet politikasına ortak oldukları oranda Kürt toprak ve aşiret ağalarının, şehir ve kır yoksullarıyla ilişkileri darbe yedi. Gericiliğin Kürt temsilcileri ve işbirlikçileri, korucu orduları oluşturup diktatörlükle birlikte, Kürt emekçilerine saldırdıkça, kaçınılmaz olarak Kürt emekçi köylüsünün, şehir ve kır yoksullarının nefretini kazandılar ve yerel “otorite”lerini kaybettiler. Onların, köylü üzerindeki geleneksel etkisi darbe yedi, giderek yerini devlet hesabına parayla çalışan kelle avcılığına bıraktı ve köylülerin büyük kesimiyle kopmalarına yol açtı.
Kapitalizmin Kürt bölgelerindeki gelişmesi, ucuz işgücü bolluğu ve onun sömürüsüyle sağlanan sermaye birikimi, gericiliğin toplumsal temelinde bir değişimi de zorunlu kıldı. Feodal-yarı feodal dayanaklar zayıflarken, burjuva kapitalist dayanaklar giderek güçlendi. İşçi ve emekçi hareketinde bir değişimi de zorunlu kılan bu gelişme ve bununla birlikte devletin Kürt politikası, Kürt gericiliğinin eski güçlü konumunu sarsmakla kalmadı, aynı zamanda diktatörlüğün ve düzen partilerinin güç kaybı ve güven yitimine de yol açtı. Düzen partileri, ikiyüzlü politikalarının yığınlarca anlaşılması oranında güç kaybettiler.
12 Mart sonrası yıllarda “Ne ezilen, ne ezen, insanca hakça bir düzen” ve “Su kullananın, toprak işleyenin” sloganlarıyla ortaya çıkan CHP ve lideri Ecevit, Kürt kentlerinde önemli bir halk desteğini arkasına alarak, ‘74′ Koalisyon hükümetini kurarken; koalisyon ortağı MSP’nin de Kürt bölgelerinde, özellikle orta ve zengin köylülük ile şehir esnafı arasında küçümsenemez bir seçmen kitlesi vardı. Kitle hareketinin gelişmesi, sendikal ve siyasal hakların savunusu ve iş-toprak ve özgürlük istemi etrafında odaklanan bir muhalefet hareketinin yükselmesi, kaçınılmaz olarak Kürt bölgelerinde de, düzen partilerinin ikiyüzlü politikalarına öfke duyan kesimlerin, bu partilerden uzaklaşmaları ve yeni bir arayış içine girmelerine yol açtı. Bu dönemde bir yandan KDP gibi burjuva-feodal güçlerin ağırlıklı etkisi altındaki Kürt örgütlerinin Kürt emekçilerine yönelik faaliyeti artarken, diğer yandan özellikle Kürt gençliği ve aydınlarının politik aktivitesiyle başlıcaları TKSP, PKK, Şivancılar, Rızgariciler, Kawacılar gibi Kürt grupları; çoğunluğu daha önce TİP ve DDKO (Devrimci Doğu Kültür Ocakları) içinde toplanmış kişilerin yönlendirmesinde, Kürtlere karşı yürütülen saldırgan ayrımcı politikaya karşı mücadele etme iddiasıyla ve süreç içinde belirginleşen ulusal istemlerin ağırlıklı yer tuttuğu programlarıyla ortaya çıktılar.
Kendilerini Kürt partisi, ya da örgütü olarak adlandıran bu grup elemanlarının Kürtler içinde, özellikle genç kesim ve şehirli meslek grupları içindeki faaliyeti, sınırlılığına ve ortaya konan programların bulanıklığına karşın, düzen partilerinin işini belirli oranda zorlaştıran bir gelişmeydi. Örneğin CHP ve lideri “Karaoğlan” Ecevit bu gruplar tarafından mitinglerde atılan “Halklara özgürlük” sloganından duyduğu rahatsızlığı -bu rahatsızlık özünde partiyi destekleyen kitle içinde bir çözülme ihtimali kaynaklıydı-, “Bunlar MHP’li bölücü bozkurtlardır” suçlamasıyla dile getiriyordu.
Bu yıllarda, özellikle güneydoğu illerinde yerel etkili feodal ailelerle ilişki içindeki AP (Adalet Partisi), ve bazı doğu illerinde CHP, henüz önemli bir desteğe sahipti ve yeni örgütlenen faşist ve gerici-dinci partiler de emekçilerin çeşitli talep, duygu ve beklentilerini istismar ederek, Kürt bölgelerinde güç toplamaya çalışıyorlardı. MHP, faşist milliyetçiliği temel alarak, Türk nüfusun bulunduğu bazı doğu illerinde, açık Kürt ve emekçi karşıtlığı çizgisinde örgütlenir ve baskı ve cinayetlerle güç toplamaya çalışırken; MSP, daha ilk yıllardan başlayarak, İslam kardeşliği propagandasıyla geleneksel değer yargılarının Kürtler üzerindeki güçlü etkisinden yararlanma yolunu izledi ve doğrusu bunda da sonraları sıkıyönetim, Olağanüstü Hal ve Çekiç Güç konusunda izlediği ikiyüzlü politikanın da etkisiyle başarılı oldu.
Kürt bölgelerinde ’90’lı yıllara kadar yapılan bütün seçimlerde, düzenli bir biçimde oy potansiyelini ve aldığı oyları artıran, parti önceli MSP olan RP idi. ’80’li sıkıyönetim dönemlerinde izlediği Kürt düşmanı politikayla Kürtler içindeki desteğini kaybeden ise en başta Ecevit oldu. Özal’ın kurduğu ANAP ve Demirel’in AP-DYP’si de Kürt bölgelerinde küçümsenemez bir desteğe sahip oldu.
Ancak özellikle iki olgu; kapitalist gelişmenin sınıf çelişkilerini keskinleştirmesi ve işçi ve emekçilerin diktatörlüğe ve düzen partilerine karşı mücadeleleri ile siyasal şiddet politikası; özellikle sıkıyönetimin süreklileştirilmesi ve Olağanüstü Hal uygulaması; bölge valiliği tesisi ve korucu ordularının oluşturulması, özel tim ve JİTEM gibi kontracı güçlerin Kürt emekçilerin üzerine sürülmesi, köylerin ve kasabaların bombalanması ve yakılıp boşaltılması, işkence ve kurşuna dizmelerin süreklileşerek artması, sürgünlerin sistematik bir hal alması ve şehir ve kır yoksullarının açlık, hastalık ve işsizliğin girdabına sürüklenmesi; Kürt emekçi yığınlarının, şehirli meslek grupları, işçi, memur ve esnafın genel olarak devlete ve kurumlarına, özel olarak düzen partilerine güvenlerinin ciddi biçimde sarsılmasına yol açtı ve bu parti ve kurumlar, eski kitle desteklerini önemli oranda kaybettiler. En az yıpranan ise RP oldu. Çünkü bu parti, yukarıda değinildiği gibi, hem İslam kardeşliği propagandasıyla ayrımsız bir politika izleneceği görüntüsü veriyor; hem de Kürtler bakımından zulmü artıran araçlar olarak görülen Olağanüstü Hal uygulamasına, Çekiç Güç’ün bölgede üslenmesine ve koruculara karşı çıkıyor ve yığınlar nezdinde “daha demokrat” bir görünüm sergiliyordu.
RP’nin, DYP ile kurduğu koalisyon hükümeti, başka şeylerin yanı sıra, RP’nin vaatleri ve uygulamaları arasındaki çelişkiyi de açığa çıkardı. RP’nin ikiyüzlülüğü kitlelerin önemli bir kesimi tarafından daha kolay anlaşılır olmaya başladı. Onun da bütün diğer düzen partileri gibi, emperyalizmin ve işbirlikçi burjuvazinin ekonomik ve siyasal (Kürt politikası da içinde olmak üzere) plan ve programlarına bağlılık gösterdiği; tekelci sermayenin belli kesimlerinin partisi olarak, tekellerin halk kitleleri ve küçük ve orta üreticiler üzerindeki baskısıyla uyumlu bir hatta yürüdüğü; ABD’nin Türkiye’ye biçtiği bölge jandarmalığı rolünün başarıyla yerine getirilmesi için, İslam dinini ve yığınların duygularını kullanmaktan geri kalmadığı görüldü.
Kürt işçi ve emekçileri, kendi taleplerini ve sürdürülen imha ve zulüm politikasına duydukları öfkeyi seçimlerde oya tahvil etmek isteyen düzen partilerinin ikiyüzlülüğünü, bu partilerin katıldıkları hükümetlerin uygulamalarıyla gördükleri oranda düzen partilerinden uzaklaştılar. ANAP, DYP-CHP ve RP-DYP koalisyon hükümetleri döneminde, seçimlerde vaat edilenin aksine baskı ve terör daha da arttı. Sürgünler devam etti, işsizlik büyüdü, satın alma gücü sürekli olarak düştü, şehirlerin kenar semtlerinde kalabalık gruplar halinde biriken sürgün edilmiş kır emekçileri içinde hastalık ve açlık baş gösterdi, işsizlik, okulsuzluk ve barınaksızlığın umut kırıcı etkisi giderek büyüdü.
b) işbirlikçi gericiliğin, Kürt hareketini yedekleme çabası ve reformist Kürt çevrelerinin uzlaşmacı, işbirlikçi tutumu:
İşbirlikçi Türkiye gericiliği, yetmiş üç yıllık Kürt politikasının çıkmaza girdiğini, son on-on beş yılın gelişmeleri içinde daha net olarak anladı. Generaller ve Demirel gibi resmi politikanın sürdürülmesinin kararlı savunucuları bile, “bölücü teröre karşı mücadelenin başarısı için askeri tedbirlerin yanı sıra sosyal-ekonomik önlemlerin gerekli olduğunu” söylemekten ve bu yönlü uygulamalar için hükümetleri sıkıştırmaktan geri durmadılar.
Diktatörlüğün temsilcileri, uygulanan şiddet politikasının, Kürt toplumundaki geleneksel ilişkileri sarstığını; köy ekonomisinin tahrip edilmesi ve korucu uygulamasının ve işbirlikçi aşiret ağalarının azgın faşist baskıya ortak olmaları nedeniyle teşhir olmalarının, Kürt gericiliğinin devlete sağladığı dayanakları zayıflattığını gördüler. Kürt sorununun “bölücü terör” kaba çığırtkanlığı ve kesintisizleşen vahşi devlet terörüyle çözümlenemeyecek denli kapsamlı oluşu, Kürt kitlelerini “kazanma” çabalarını kaçınılmaz kılarken; işbirlikçi burjuvazinin çeşitli kesimleri ve düzen partileri arasında, “kazanmanın yolları” tartışması da yoğunluk kazandı. Cem Boyner hareketi, Kürt sorununu “militarizmsiz çözme” iddiasıyla ortaya çıktı ve kısa sürede, şiddet politikasının kararlı savunucuları tarafından püskürtüldü, izlenen saldırı politikasının ekonomi üzerindeki olumsuz etkisinden hareketle uygulamaları eleştiren Sabancı’nın, iş bilir bir kapitalist olarak, Kürt bölgelerinde yatırımların bir an önce başlatılmasını istemesi, geleneksel inkârcı politikanın savunucusu çevrelerin ve kontrgerillanın sözcülüğüne soyunan Türkeş’in, “Çizmeyi aşma!” tehdidiyle karşılaştı ve kardeş Sabancı’nın öldürülmesiyle bu tutum arasında bağ kuranlar oldu.
Kürt sorununun bir bölgesel ve uluslararası sorun olması; sorunla dolaysız ilişkili tüm bölge gericiliklerini ve onların emperyalist efendilerini, Kürt emekçilerinin ulusal eşitlik talebinden, kendi gerici çıkarları için yararlanma tutumuna yöneltmektedir. Bölge ülkelerinin gerici egemen sınıfları için, Kürt sorununda sistemici bir “çözüm” bile, birbirlerine üstünlük kurma ve “kendi Kürtleri”ni yedeklemiş olarak, diğer ülkelerdeki Kürtlerden yararlanma amacı taşımaktadır. Emperyalistler ve işbirlikçileri, Kürt sorununu, Ortadoğu’ya ilişkin planları ve politikalarının bir unsuru olarak ele almakta ve bölge halklarının tümüne yönelik bir baskı, şantaj ve egemenlik aracı olarak değerlendirmektedirler. Onlar (özellikle ABD), stratejik bir konuma sahip bulunan ve zengin petrol ve hammadde kaynaklarını barındıran Ortadoğu’ya yönelik pazar kavgalarında, Kürt sorununu, halkları ateşe atacak bir çatışmanın gerekçesi olarak elde tutmaya çalışmalarına karşın, Kürt özgürlük mücadelesine karşı işbirlikçi uşaklarını her yolla desteklemekten de geri durmamaktadırlar. Körfez Savaşı ve Irak’a yapılan saldırı ile ABD ve İngiltere’nin yönlendirdikleri ve Türkiye’nin de “gözlemci” olarak katıldığı Dublin ve Ankara toplantıları, (Kuzey Irak Kürt gericiliğiyle girilen “himaye” ilişkileri), bu politikayı somutlayan saldırı ve girişimlerdi. Kürt halkına karşı uluslararası emperyalist gerici politikanın özü, dünya hâkimiyeti mücadelesinde, bu sorunu da yararlanabilir bir unsur olarak “göz önünde tutma”; harekete sızma ve kendine tabi kılma olarak ifade edilebilir. Türkiye egemen sınıflarının izlediği Kürt politikasında esaslı bir değişiklik ise, ancak ya halk kitlelerinin, eşit ilişkileri temel alan özgürce bir birlik için yürüttüğü mücadelenin başarısı; ya da bütün bölgede ilişkileri yenilemeyi zorunlu kılan, askeri ve politik kapsamlı bir gelişmeyle olanaklıdır.
Ancak egemen sınıflar, sorunu eski tarz ele almanın ve hiçbir değişiklik yokmuş gibi davranmanın olanağına da sahip değildirler. İşbirlikçi büyük burjuvazinin çeşitli kesimleri bakımından işlerin eskisi gibi gitmeyeceği ve kimi “iyileştirme ve değişiklikler için adım atma”nın zorunlu olduğu, en azından tartışma konusudur. Genelkurmay ve generallerin, resmi politikanın sürdürüleceğine dair açıklamalarına ve aralıksız sürdürülen saldırı ve operasyonlara karşın; sistemi yeniden yapılandırma gereksinimi, gericiliğin kitle temelini Kürt bölgelerinde de güçlendirme ve genişletmeyi zorunlu kılmaktadır. Kürt dili üzerindeki yasağın kaldırılması ve Kürtçe yayın yapan radyo, TV’lerin kurulmasının serbest bırakılması vb. değişiklik önerilerinin bir süreden beri tartışılmasının bir nedeni de budur.
İşbirlikçi büyük burjuvazi, Kürt emekçileri üzerindeki egemenliğini sürdürmek için, gerici aşiret çevrelerinin desteğinin yetmediğini görmektedir. Geniş Kürt kitlelerinin düzen partilerine, diktatörlüğün kurumlarına, militarist güçlere ve bir bütün olarak devlete duydukları güvensizliğin, bir kopuşu da içermek üzere giderek büyümesi; Kürt işçi ve emekçi kuleleriyle ilişkileri “onarma” ihtiyacı doğurmaktadır. Halkla ilişkilerin yenilenmesine duyulan bu ihtiyaç, Kürt orta sınıflarıyla, liberal Kürt çevrelerinin yedeklenmesini, diktatörlük bakımından pratik bir sorun olarak gündeme getirmektedir.
Türkiye gericiliği, toplumsal olay ve gelişmeler karşısında ve “kritik zamanlar”da manevra yapma yeteneğinin hayli gelişkin olduğunu kanıtlamıştır. İkna edici ve inandırıcı en son örnek, generallerin, sistemi yeniden yapılandırma programını, “laik-şeriatçı” ikilemiyle örterek, sendikalardan çeşitli kitle örgütlerine, liberal solculardan muhafazakâr düzen savunucularına kadar geniş bir kesimi yedeklemeyi başarmış olmalarıdır. Bu zeminde kurulan yeni hükümetin, ekonomik ve politik saldın programını uygulamaya devam edecek olmasına karşın; yığınların düzen partilerine ve diktatörlüğe duydukları öfke ve güvensizliği gidermek ya da etkisizleştirmek amacıyla “gerginliği giderici” propagandaya hız vermesi ve tüm toplumsal kesimlere “uzlaşma” çağrıları çıkarması da, reorganizasyon çabalarının bir unsurunu oluşturmaktadır.
Kürt burjuva reformculuğu ise bir reorganizasyon için çoktan beri çağrı çıkarmaktaydı. İlişkileri yenileme manevralarının Kürtlere yönelik yönünün cevapsız kalmayacağının en belirgin kanıtı; Kürt burjuva, küçük burjuva reformist çevreleriyle, liberal Kürt aydınlarının uzun süredir sürdürdükleri uzlaşma ve “diyalog” arayışıdır. Bu uzlaşma ve “diyalog” arayışının uluslararası mali sermaye çevreleriyle, emperyalist büyük devletlerin yönetim kademelerine dek uzandığı bilinmektedir. PKK yönetiminin ABD’nin ve AB, AP üyesi ülkelerin yöneticilerine, “sorunun çözümü için güçlerini kullanma” çağrı ve mektupları; Avrupa Parlamentosu’na, “oluşturacakları bir komitenin vereceği karara uyacakları” yönünde yaptıkları başvuru; ABD’nin öngöreceği yönde “hatalarını düzeltebilecekleri” açıklamaları ve bu çizgide girdikleri başka ilişkiler, sorunla ilgili herkesin bilgisi dâhilindedir. PKK’nin “siyasal çözüm” önerisi ve “barış” çağrıları da, işbirlikçi burjuvazinin, Kürt emekçilerini yeniden kazanma politikalarına güç veren ve Kürt kitlelerinin baskı ve saldırılara karşı mücadelesini baltalayan bir işlev gördü. Kaderini tayin hakkı isteminden geriye çark edişi ifade eden bu politika, burjuva diktatörlüğünün devamına ve onun kurumlarının mevcut işleyiş biçimine herhangi bir itirazı değil; en fazla, Kürtlerin de var oldukları ve dillerini kullanma ve kültürlerini geliştirme haklarının bulunduğunun resmen ilanını ve yasal güvenceye alınmasını içeriyordu. ’90’ll yıllardan itibaren daha fazla öne çıkarılan “diplomasi” ve bunun “bir biçimi” olduğu ileri sürülen “Sürgünde Kürt Parlamentosu”nun faaliyetleri, Kürt işçi ve emekçilerinin taleplerini göz ardı eden -ve daha çok orta sınıfların tutumuna denk düşen-, politikaların ifadesi oldu. HEP’in SHP’yle yaptığı seçim ittifakı, Kürt reformcu burjuvazisinin ve küçük burjuva çevrelerinin, Kürt emekçilerinin istem ve özlemleri üzerinden diktatörlükle ilişkileri yenileme arayışı ve politikasının bir unsuruydu; düzen partileri ve devletten kopuş eğilimini sınırlama ve Kürt emekçilerini yeniden devlete bağlama çabalarına verilmiş bir desteği ifade ediyordu. Bu tutum, Kürt kitleleri içinde, düzen ve hükümet yararına beklentilerin güçlenmesine yol açtı. Burkay’ın TKSP’sine ve Şerafettin Elçi’nin kurduğu liberal Kürt partisine, sermayenin ve egemen sınıfların belli bir kesiminin ‘iyimser’ baktığı bilinmektedir.
Kısacası, Kürt burjuva reformcu çevrelerinde hayli gelişkin olan sistemici çözüm beklentisi, işbirlikçi egemen sınıfların, ilişkileri yenileme ihtiyacına karşılık verilmesine uygun bir zemin yaratmaktadır ve taraflar bu ‘uygun zemin’den yararlanmaya çalışacaklardır.

B- KAPİTALİZMİN GELİŞMESİ VE KÜRT İŞÇİLERİNİN TUTUMU
a) Kürt işçilerinin, Kürt toplumunun yaşamında oynayacağı rolün belirginleşmesi
Bütün sınıflı toplumlarda sömüren ve sömürülen sınıflar bakımından olduğu gibi, herhangi kapitalist, ya da kapitalizmin geliştiği bir toplumda da işçi sınıfı ile burjuvazi (ya da kapitalistler) arasındaki ilişki üretim araçları karşısındaki konumları tarafından belirlenir. Ücretli emek sömürüsü, işçi ile kapitalisti, uzlaşmaz biçimde karşı karşıya getirir. Bu temel ilişki biçimi, yarı-feodal ilişkilerin çözüldüğü Kürt bölgeleri için de geçerlidir. Kürt işçilerinin, devletin Kürt politikasına karşı tutumunun, Kürt burjuva, küçük burjuva kesimlerden bazı farklılıklar göstermesinin temel nedeni gerçekte sınıf karşıtlığı ve uzlaşmaz sınıf çıkarlarıdır. Kürt işçisinin Kürtler üzerindeki ırkçı-asimilasyoncu baskıya bütünüyle duyarsız olduğu iddiaları, hem doğru değil, hem de işçilerin devrimci sınıf sorumluluklarını göz ardı etmektedir. Üretim araçları karşısındaki konumu ve üretim faaliyeti içindeki yeri nedeniyle, toplumun en dinamik ve en devrimci sınıfı olan işçi sınıfının, sömürücü egemen sınıflarla ilişkilerini yalnızca ulusal hakların elde edilmesi ve bunun belirlediği ulusal nitelikli bir mücadele hattıyla sınırlaması, yalnızca proletaryaya değil, tüm ezilenlere zarar verir. Aksine ulusal kurtuluş mücadelesini de istikrarlı ve devrimci kılacak olanakları ancak sermaye ve gericiliği hedefleyen demokratik ve anti-kapitalist bir mücadele genişletebilir ve bunu da her şeyden önce işçilerin tutumu belirler.
Kürt işçilerinin, işbirlikçi gericiliğin ve diktatörlüğün ekonomik-politik uygulamalarına ve bunun Kürtlere yönelik özel ulusal baskıcı biçimine karşı, Kürt kentlerinin yanı sıra; batının büyük sanayi merkezlerinde de, Türk milliyetinden işçi ve emekçilerle birleşmeye hizmet eden bir eğilim göstermelerinin başlıca etkenlerinden biri ve en önemlisi işçi ve ezilen konumda olmaktan gelen sınıf içgüdüsüdür. Son on, on beş yılın olay ve gelişmeleri buna tanıklık etmektedir. Kürt kentlerindeki işçilerin ve onların sendikal vb. örgütlerinin, bütün baskılara göğüs gererek, merkezi sendika konfederasyonlarının çağrı ve eylemlerine genellikle olumlu cevap vermelerinin ve burjuva, küçük burjuva Kürt örgütlerinin çağrı ve dayatmalarını çoğunlukla cevapsız bırakmalarının başlıca ve en önemli nedenlerinden biri de budur.
Kürt işçilerinin, onların sendikal vb. örgütlerinin ve onlarla birlikte göçlerle kent merkezlerine sürülmüş kır yoksullarının, PKK gibi örgütlerin çağrı ve politikalarına olumsuz yanıtları, kuşkusuz aynı zamanda, bu örgütlerin, yığınların günlük acil ekonomik ve politik taleplerine yabancı, onları önemsemeyen salt ulusalcı program ve politik pratikleriydi. PKK, 1990’larda Kürt küçük burjuva kitlelerinin önemli bir desteğine sahip olmasına ve ülke dışındaki bazı işçi kesimlerinin maddi desteğini almasına karşın, giderek belirginleşen bir biçimde yığınların taleplerini göz ardı etmesi ve emperyalist dünya diplomasisinde destek arayışına öncelik vererek, emekçilerin istem ve duygularını önemsememesi sonucu, bu desteği süreç içinde büyük oranda kaybetti. Kimi liberal “sol”cu aydınların ve sınıf mücadelesine ve ulusal kurtuluş davasına çığırtkan bir pazarlamacının kâr güdüsüyle yaklaşan küçük burjuva grupların, reformcu Kürt hareketi karşısındaki yaltakçı tutumu da, emekçilerin çıkarlarına karşıt politikaların sürdürülmesine hizmet etti ve harekete zarar verdi. PKK’nin Kürt işçi ve emekçilerini yığın örgütlerinde örgütleme, onları, sınıfsal talep ve çıkarları temelinde ulusal baskıya karşı harekete geçirme diye bir politikası olmadı. Aksine, PKK sözcüleri, Kürt işçi ve emekçilerinin çıkar ve taleplerinden söz edilmesini ve örneğin Kürt Marksistlerinin işçi ve emekçiler içindeki devrimci faaliyetini, “Kürt ulusal mücadelesinin bölünmesi” olarak niteledi ve reddetti.
Gerek Kürt işçi ve emekçilerinin ileri kitlesinin sınıfsal taleplere kaçınılmaz biçimde verdikleri öncelik, gerekse geniş Kürt emekçi kesimlerinin, PKK gibi reformcu burjuva, küçük burjuva Kürt örgütlerinin uzlaşmacı politikalarını süreç içinde giderek daha iyi görmeye başlamaları, güvensizliğe, yorgunluğa ve umutsuzluğa yol açarken -ve elbette bütün bunlarla ilişkisi içinde- baskı ve saldırılara karşı kitlesel mücadelenin düzeyi Kürt kentlerinde de düştü. Bu durum, PKK’nin, askeri saldırılar karşısında güç kaybetmesine ve gerilemesine de yol açtı.
b) Kürt yoksullarının yönetici sınıflara ve devlete duydukları güvensizliğin, sınıf ve emekçi çıkarlarına uygun bağımsız bir politik gelişmeye yol açması, sınıf farklılıklarının kaçınılmaz sonucu olduğu kadar, diktatörlüğün faşist ulusal ayrımcı politikasına tepkinin de bir ifadesidir.
Yarı-feodal ilişkilerin son otuz-otuz beş yılda giderek hızlanan çözülüşü ve kapitalist üretim ilişkilerinin, hem meta üretimi ve hem de ihraç olunan sermayenin bir kısmının devlet ve işbirlikçi tekeller aracılığıyla başlıca ulaşım, iletişim ve hizmetler alanında yatırıma girmesi sonucunda, toplumsal sınıfların konumu ve oynadıkları roller daha fazla belirginlik kazandı. Bu gelişmenin içinde bulunduğumuz dönemde siyasal etkenler nedeniyle kısmi bir gerileme göstermesi, üretici güçlerin tahribine yol açmakla birlikte, gelişmenin doğrultusunu değiştirmek artık olanaklı değildir. Bu ise, daha bugünden önemli bir sayıya ulaşan işçi sınıfının, toplumsal yaşamdaki ve faşizme, ulusal ayrımcı baskıya ve kapitalizme karşı mücadeledeki rolünün, gelişmenin belirleyici öznesi olma yönünde büyümesinin bir kaçınılmazlık olduğunu göstermektedir.
Kürt kentlerinde son yıllarda, tüm engelleme ve baskılara karşın, işçi ve kamu çalışanı emekçilerin; sendikal faaliyetin engellenmesine, düşük ücret politikasına, üyelerine yönelik tutuklama, işkence ve sürgünlere; Kürt emekçilerinin potansiyel suçlu sayılmalarına; gözaltı kayıplarına, köylerin boşaltılması ve zora dayalı göçlere karşı protesto ve tepkilerinde belirgin bir gelişme görüldü. Diyarbakır ve Dersim’de oluşturulan sendika şube platformları, yaptıkları açıklamalarda yalnızca üyelerinin ekonomik haklarıyla değil, ama Kürt halkının ulusal hak eşitliği ve bütün emekçi kesimlerin acil ekonomik ve politik talepleriyle ilgili olduklarını dile getirdiler. Diyarbakırlı sendika temsilcilerinin, baskılara karşı mücadelenin başarısının, “salt ulusal taleplerin aşılmasına bağlı olduğu” yönündeki açıklamaları; devrimci bir yönelişe işaret etmekteydi. Kürt kentlerindeki kitle örgütleri, işçi ve emekçilere karşı sermaye politikalarını ve hükümetlerin uygulamalarını protesto eylemlerine kendi bölgelerinde, polis, asker ve özel tim terörüne göğüs gererek ve sürgün, gözaltı gibi uygulamaları göze alarak katılmakla kalmadılar; merkezi olarak düzenlenen işçi yürüyüş ve mitingleriyle kamu çalışanı emekçilerin eylemlerine de polis barikatlarını aştıkları oranda katıldılar.
Ünaldı işçileri, kitlesel direnişleri ve kararlılıklarıyla Antepli dokuma patronlarına, polise ve il bürokrasisine geri adım attırmakla kalmadılar, ama ondan da önemlisi; bütün Türkiye’deki sendikasız ve sigortasız genç işçi kitlelerini, direnmeleriyle, örgütlü mücadelenin ve onun kazanımlarının önemi üzerinde düşünmeye sevk ettiler. On binlerce genç işçinin, çoğu kez karın tokluğuna, ağır çalışma koşulları içinde, sendikasız ve sigortasız olarak çalıştırıldığı Antep’te gelişen bu direniş, Kürt kentlerinde, işçilerle kapitalistlerin ilişkilerinin bundan sonra, bundan öncekine benzemeyeceğini de göstermiş oldu.
Gerçekte bu tutum ve gelişme, Kürt kentlerinde mücadelenin, ancak, işçi ve emekçilerin, kent ve kır yoksullarının somut siyasal ve ekonomik talepleri üzerinden gelişebileceğini; yığınların çıkarlarını savunmanın, emekçilerin ileri kesimlerinin bu devrimci tutumuyla birleşildiği oranda gerçekleşeceğini göstermektedir. Kürtlere yönelik ulusal ayrımcı baskının, diktatörlüğün ekonomik ve siyasal saldırı politikasından bağımsız olmadığı; Kürt işçi ve emekçilerini, burjuva-feodal Kürt gericiliğiyle “ortak ulusal çıkarlar” temelinde harekete geçirme girişim ve çabalarının başarısızlığa mahkûm olduğu, böylece bir kez daha açıklık kazanmaktadır.
Kürt burjuva, küçük burjuva reformcu çevrelerinin dayattıkları reformist ve uzlaşmacı program, ileri Kürt işçisi ve emekçisinin ilgisini geçmişteki kadar çekmemekte, desteğini görmemektedir. İleri Kürt işçisi ve emekçisi, örneğin polis baskısını, işkence ve tutuklanmayı, sürgünü göze alarak, kendi demokratik kitle örgütünün yönetiminde yer almaktan kaçınmamakta, işsizliğe, işten atmaya, düşük ücret ve maaş dayatmasına, sürekli zamlara, köylerin boşaltılması ve köy ekonomisinin tahrip edilmesine karşı çıkmakta; ancak, burjuva reformcu Kürt gruplarının, işbirlikçi sermaye ve emperyalistlerle uzlaşmayı esas alan “ulusalcı” (!) platformuna katılma çağrıları karşısında isteksiz davranmaktadır.
Diyarbakır’da, Antep’te, Mardin’de, Kızıltepe’de, Dersim’de, Malatya ve Batman’da, Belediye-İş, Petrol-İş, Yol-İş üyesi işçilerin ve KESK’e üye sağlık ve eğitim emekçilerinin çeşitli eylemlerinin, Kürt yoksullarının özgürlük ve demokrasi mücadelesinin ilerletilmesindeki yerini küçümseyenler, gerçekte, işçi ve emekçilerin mücadelesine değil, kendilerinin kurulmuş-hazırlanmış dayatmalarına önem vermektedirler. Kürt kentlerindeki bu gelişmelerin daha da ilerletilmesi yalnızca Kürt emekçilerinin sermaye ve gericiliğe ve onun ırkçı ve asimilasyoncu baskı politikasına karşı mücadelesinin kitlesel boyutlara ulaşması ve saldırıların püskürtülmesi bakımından değil, Türk ve Kürt işçi ve emekçilerinin, birleşmiş gericiliğe ve emperyalizme karşı en sıkı dayanışması ve birliğinin gerçekleştirilmesi ve böylece işçi ve emekçilerin devrimci demokrasi ve sosyalizm mücadelesinin zafere ulaştırılması bakımından da önemli ve zorunludur.
Kürt kentlerinde, ileri işçi ve emekçilerin aldığı bu devrimci tutum bir başka gelişmeyi de doğurdu. EMEP, bu illerin bir kısmında örgütlenmeye başladı ve Kürt emekçilerinin acil politik ve ekonomik taleplerini içeren mücadele platformunu ilan etti. EMEP, Kürt ve Türk işçi ve emekçilerinin dolaysız sınıf çıkarları için mücadele eden, siyasal demokrasinin ve dillerin ve ulusların tam hak eşitliğinin sağlandığı demokratik Türkiye’nin kurulmasını savunan; sömürüşüz bir toplum için mücadele eden bir parti olarak, Kürt işçi ve emekçileri içindeki örgütlenmesiyle, diktatörlüğün faşist baskı politikasına karşı emekçi hareketinin gelişmesine kaçınılmaz olarak hizmet edecektir. İşçi ve emekçilerin kendi bağımsız politik örgütlenmesi ve mücadelesi için bu, önemli bir gelişmedir ve Kürt halkının yararınadır.
Nitekim EMEP’in Tunceli İl Örgütü, Dersim’deki sendika şubeleri platformuyla birlikte, gerçekte tüm bölge halkının acil taleplerine denk düşen, bir acil istemler paketini, bir an önce gerçekleşmesi amacıyla ilan etmiş ve bunun için mücadele edeceğini açıklamıştır.
c) Kürt emekçi kitlelerinin acil talepleri için mücadele edilmeden, Kürt özgürlük mücadelesi ilerletilemez ve Kürt bölgelerinde işçi ve emekçi örgütlenmesi geliştirilip güçlendirilemez.
Kürt işçilerinin ve Kürt kent ve kır yoksullarının, işçi sendikaları ve diğer kitle örgütlerinde ve ileri kesimlerinin proletarya ve emekçilerin devrimci iktidarı için mübadele eden sınıf partisinde örgütlenmeleri; bu örgütlenmenin düzeyi ve yaygınlığı; sermaye ve gericiliğin, Kürtlere yönelik saldırılarının püskürtülmesi ve faşist ırkçı ve asimilasyoncu baskının son bulması için yürütülen mücadelenin geleceğini tayin eden temel etkenlerden biridir. Kim ve hangi nedenle olursa olsun, bu temel koşulu ve temel etkeni göz ardı eder ve buna uygun devrimci bir pratik içinde olmazsa, o yalnızca boş kafalı bir geveze, bir mücadele kaçkınıdır. Çünkü işçi sınıfı ve bütün ezilenlerin, sermaye ve gericilik karşısındaki kölelik durumu ancak, eğer en ileri kesimleri başta olmak üzere, işçi ve emekçiler; birleşik örgütlü mücadeleyle diktatörlük politikalarını etkisiz kılar ve sınıf çıkarları ve temel demokratik talepler için mücadele kararlılığı gösterirlerse değişebilir ve buna hizmet etmeyen tutumların emekçi hareketine, işçilerin devrimci sınıf mücadelesine en küçük bir yaran olmaz.
Kürt kentlerinde işsizlik, açlık ve yoksulluğun, Türkiye ortalamasının oldukça üzerinde olmasının bir nedeni de, Kürtlere karşı sürdürülen “düşük yoğunluklu savaş”tır. Bu faşist vahşetin derhal son bulması, saldırıların ve sürgünlerin durdurulması, köyleri yakılıp-yıkılan köylülerin zararlarının tazmin edilmesi, köylerine dönmek isteyen köylülere koruculuk dayatmasından vazgeçilmesi, köylülere karşılıksız kredi verilmesi, bankalara olan üretici borçlarının iptal edilmesi, büyük toprak sahipleri tarafından gasp edilen toprakların köylüye geri verilmesi acil gerekliliklerdir.
İmha edilen köy yolları ve okullarının yeniden yapılması, yol yasakları ve gıda ambargosunun son bulması, bütün giderleri devletçe karşılanan sekiz yıllık temel eğitime hemen başlanması ve anadilde eğitim hakkının tanınması, faşist imha saldırısı nedeniyle okula gidememiş tüm Kürt çocuklarının eğitimi için ödenek ayrılması ve özel bir plan uygulanması zorunludur.
Emekçilerin en önemli acil taleplerinden bir diğeri, Kürt kentleri ve köylerinde terör estiren, insanları kurşuna dizen, işkence ya da gözaltında kaybeden ve eroin ve silah kaçakçılığından büyük vurgunlar sağlayan asker, polis, korucu ve işbirlikçilerin derhal yargılanması ve cezalandırılmasıdır.
Sağlık ve eğitim başta olmak üzere, doğrudan emekçilerin yaşamıyla ilgili olan alanlara daha fazla yatırım yapılması, işsiz yığınlarına iş bulunması ve yeni iş alanlarının açılması için kaynak sağlanması, işten atmaların durdurulması, sigorta, sendika ve toplu iş sözleşmesi ve grev hakkının tüm işçi ve çalışan emekçiler için genelleştirilmesi, işçi ve emekçilerin yaşamında, ancak kısmi iyileşmeler olmakla birlikte, yığınlar için büyük önem taşımaktadır.
Kürt işçi ve emekçi kitleleri, sekiz saatlik işgünü, ailesiyle birlikte insanca yaşamını sağlayacak biçimde eşit ücret uygulaması ve tüm diğer acil ekonomik ve demokratik talepleri için mücadeleye istekli ve kararlı olduklarını, başta Ünaldı, ambar, belediye, Tekel ve Sümerbank işçileri olmak üzere; çeşitli eylemlerle ortaya koydular. EMEP’in örgütlenme çabaları, reformizmin ve küçük burjuva milliyetçiliğinin etkisi altındaki bir kısım sendika bürokratı dışında, kent ve kırın emekçilerinin yakın ilgisiyle karşılandı, işçiler -özellikle de genç işçiler-, EMEP örgütlerinin yönetimlerinde görev alarak, kendi talepleri için mücadelenin başına geçme isteklerini gösterdiler.
İşçi ve emekçilerin ileri kitlesinin bu tutumu, sermayeye, emperyalizme ve faşizme karşı mücadele eden devrimci partinin ısrarla izleyeceği pratik çizgiye de açıklık kazandırmaktadır. Görev, emekçilerin en acil talepleri başta olmak üzere, temel demokratik ve ekonomik hakları için mücadeleyi kararlılıkla sürdürmek, daha fazla işçi ve emekçinin fabrika, atölye ve sendikalarda kurulan parti örgütlerinde birleşmesini sağlamaktır, işçi sınıfı partisinin ve işçi devrimcinin, başlıca Kürt kentlerinde, önemli tüm fabrika ve atölyelerle bütün sendikalarda yürüteceği çalışma, ısrarla sürdürüldüğü zaman, kaçınılmaz olarak, işçilerin parti olarak örgütlenerek, ezilenlerin hareketinin başına geçmelerini kolaylaştıracaktır.

Ağustos 1997

Yorumlar kapatıldı.

Özgürlük Dünyası 2022

Yukarı ↑