Toplumsal koşullar, hareketin nesnel yasaları ve iradi etken

Sermaye ve gericiliğe karşı mücadelede, işçi sınıfının devrimci partisi için temel sorunun, iktidarın proletarya tarafından alınması olduğu, devrimci politik çevrelerde genellikle “kabul edilir.” Bu, daha baştan, proletaryanın sınıf hareketi, proletarya partisi ve tüm toplumsal hareketin Marksist materyalist dünya görüşü temelinde ve diyalektik ilişki içinde ele alınmasını ve kavranmasını zorunlu kılar. Türkiye’de ise, 1980 öncesiyle kıyaslandığında sayıları önemli oranda azalmakla birlikte, siyasal grup kimliklerini bugün de sürdüren, ya da bazıları, ’80 sonrası koşullarda, yenilgi ve gerileme döneminin ideolojik-politik etkileriyle şekillenen çeşitli küçük burjuva devrimci örgüt -bunlara yenilgi koşullarının ve Gorbaçovculuğun etkisiyle iyice sağa savrulan burjuva liberal ve reformist (ÖDP gibi) kimi parti ve gruplar da eklenebilir-, hareketin nesnel yasalarının işleyişi ile devrimin öznel (sübjektif) etkenleri ve unsurları arasındaki bağı oportünist bir yoruma tabi tutmaktadırlar.
Bunlardan bazıları, devrimin çeşitli temel sorunlarını uluslararası ve iç gelişme ve koşullardan büsbütün kopararak, 20–25 yıl önce yanlışlığı, Türkiye’de de Marksist hareket tarafından ortaya konmuş ve esasen tarihsel hareket tarafından da mahkûm edilmiş bir anlayışı yeniden gündeme getirmektedirler. Bu çevreler, sınıfın ve sınıf hareketinin tarihsel gelişme sürecine ve mücadele deney ve geleneklerine gözlerini kapamakta; sınıf güç ilişkilerini ve proletarya ve emekçilerin bilinç ve örgütlenme düzeyini gözetmeyen bir tarzda “denge” tespitleri yapmaktadırlar. (Son on yılını “zafer”, ya da “ulusal kurtuluşun final yılı” ilan eden PKK; Türkiye’de, “Kürt ulusal devriminin bir ‘denge’ durumu yarattığı” yönündeki tespitleriyle Atılım gazetesi çevresi ve onlardan bir adım “daha ileri” giderek, ülkede “bir devrimci durum yaşandığı” tespitleriyle Devrimci Emek dergisi çevresi, örnek gösterilebilir.)
Küçük burjuva solculuğu (aralarındaki nüans farklılıklarına karşın, ülkemizde sınıf mücadelesini ve derimin yasalarını idealistçe ele alan nispeten geniş küçük burjuva çevreler çeşitli adlar altında politik olarak gruplaşmıştır) bundan, politik olarak örgütlenmiş aktif bir azınlığın, tüm toplumu devrim yönünde “uyarması” ve “harekete geçirmesi” için “koşulların uygun olduğu” sonucunu çıkarmakta ve proletarya ve emekçilerin politik eğitimi ve kendi deneyi üzerinden örgütlenmesi ihtiyacını bir-yana bırakarak, uyduruk denge teorileriyle, bir yanı burjuva uzlaşmacılığına, diğer yanı maceracılığa uzanan eklektik bir çizgiyi, “devrimci çizgi” adına yığınlara sunmaya çalışmaktadır.
Bu çevreler, Leninist emperyalizm teorisinin revizyonu üzerinden Leninist devrim teorisini de bulanıklaştırmış ve yozlaştırmış bulunuyorlar, ileri sürdüklerine göre, emperyalizmin genel bunalımı (bunu “üçüncü bunalım dönemi” ve “kapitalizmin uzun kriz dalgaları dönemi” olarak izah edenler çıktı; dördüncü, beşinci bunalım dönemleri diye ayıranların çıkması da şaşırtıcı olmaz), ayrıca tek tek ülkelerde bir kriz ve devrim durumunu gereksiz kılacak biçimde devrim için koşulları olgunlaştırmıştır ve devrim yapmak için gerekli olan birinci şey, politik olarak örgütlenmiş “öncü güç”ün aktif eylemini örgütlemek, inanmış ve atak öncüyü harekete geçirmektir.
Siyasal-toplumsal devrimi, işçi sınıfının burjuvaziye karşı mücadelesinin sorunlarını ve sınıf ilişkilerini ele alırken, küçük burjuva devrimci örgütlerin hemen tamamının idealist bakış açısına sarıldıkları görülmektedir. Bunun başta gelen nedeni, bu grup ve partilerin, toplumsal sistemlerden birinden ötekine geçişi, nesnel değişim ve gelişmelerin kaçınılmaz bir sonucu; eski üretim ilişkilerinin üretici güçlerin gelişmesinin önünde engel haline gelmesinin zorunlu hale getirdiği değişim ihtiyacının, üretimin toplumsal karakterine uygun olarak yeni toplumun güçleri tarafından gerçekleştirilmesi olarak değil, ama inanmış kişilerin (ya da onların oluşturdukları örgütün) enerjik ve kahramanca eyleminin ürünü olarak görmeleridir. Bunlara göre işçi sınıfının (ve onunla birlikte tüm ezilenlerin) sömürüden kurtulmak için yürütmek zorunda oldukları mücadele, onun adına, “Marksizm’i benimsemiş”, devrime inanmış, azimli, çalışkan ve kararlı, zorluklardan yılmayan bir azınlığın oluşturduğu “devrimci öncü” tarafından yürütülebileceği gibi, zafere de ulaştırılabilir.
Böylece, işçi sınıfı ve emekçiler ile sömürücü egemen sınıflar arasındaki mücadele ve bu mücadelenin seyri, bu gruplar tarafından koşullardan ve sınıflar-arası ilişkilerden koparılıp, bu örgüt, kişi ve gruplarla, sermaye ve gericiliğin güçleri arasında gerçekleşen bir çatışma düzeyine indirgenmiş oluyor. Kuşkusuz bu grup ve çevrelerin hiçbiri, açık biçimde sınıf mücadelesini reddetmiyor, ya da onu, kendileriyle diktatörlük güçleri arasındaki mücadeleye -buna kimi durumlarda düello da denebilir- indirgediklerini açıkça söylemiyorlar. Zaten sorun bu denli yalın olarak ortaya konsaydı, devrim isteyen genç kuşakların bir bölümünün bu gruplar tarafından aldatılması bu denli kolay gerçekleşemez ve bu grupların çoğunun varlığı tehlikeye düşerdi. Ama bu grup ve çevreler, daha dolaylı yollara başvurarak, “militan mücadeleci” bir demagoji yürütmekte, ancak ekonomik-sosyal ve siyasal tahlilleriyle, siyasal durum tespitine bağlı siyasal taktik önermeleriyle, dayatmaya çalıştıkları mücadele biçim ve yöntemleriyle, hareketin ve işçi sınıfı ve emekçilerin önüne yeni engeller çıkarmaktadırlar. Sağ ve sol oportünizm olarak emekçi hareketine sokulmak istenen bu etki, işçi sınıfı ve emekçilerin özellikle genç kuşaklarının mücadelesi bakımından hareketi zayıflatıcı bir rol oynamakta, işçi sınıfının ileri kitlesinin ve genç kuşakların devrimci Marksist dünya görüşüyle donanması çabasına zarar vermektedir.
Bugün hareketin karşı karşıya bulunduğu sorunların kavranması ve engellerin aşılması bakımından, işçi ve halk hareketinin nesnel-tarihsel durumu, mücadele geleneği ve deneyimi, örgütlenme ve bilinç düzeyi vb. ile politik parti (ya da örgüt) çalışmasının bağının doğru biçimde kurulması önem taşımaktadır. Anti-Marksist küçük burjuva sağ ve “sol” anlayışlara karşı mücadele bu durumda daha da önem kazanmaktadır.

YAŞAMIN VE SINIF MÜCADELESİNİN İDEALİST YORUMU
İdealizmi, maddenin temel bir gerçeklik olarak varlığı ve rolünün yadsınması ve bilincin birincil unsur durumuna çıkarılması, varlığı “mutlak akıl”ın yaratısı sayma ya da devleti her şeyin üzerindeki “kutsal ve dokunulamaz yetke” konumuna çıkarmayla sınırlı görmek yanıltıcıdır. Toplumsal alanda idealizm, kaderci ideolojik bir motif olarak tüm emekçileri kuşatmakla kalmamış, toplumun devrimci dönüşümü ya da değiştirilmesi fikriyle ve sömürüye karşı mücadele eden ilerici ve devrimci düşünür ve grupların, toplumsal koşullardan ve toplumun gelişme düzeyinden kopuk ‘ütopik’ amaçlar için uğraşlarında da etkili olmuştur.
Ama bütün bunlar esas olarak geçmişte kaldı. Marksist diyalektik materyalizm, günümüzden 150 yıl öncesinden başlayarak, “yeniyi kurma” mücadelesi yürüten proletaryanın elinde, onu devrimci tarzda kullandığı ölçüde, burjuvazi ve kapitalizme karşı gerçek bir silaha dönüşen bilimsel bir yol göstericidir. Ne var ki, tarihi sınıf mücadelesinin tarihi saymalarına, proletaryayı, kendini ve kendi kurtuluşu aracılığıyla tüm toplumu kurtaracak tek devrimci sınıf olarak ilan etmelerine ve “işçi sınıfı hareketiyle sosyalizmin birliği olarak parti”den söz etmelerine karşın; birey, örgüt, sınıf ve toplum ilişkilerinde bireyin rolünü abartan, parti ya da “öncü örgüt”ün çalışması ve siyasal mücadeledeki rolünü, toplumsal hareketi ve gelişmenin yönünü belirleyen tek ya da esas etken sayanlar eksik olmadı. Üzerinden onca yıl geçmesine karşın, bu görüşün çeşitli türevleri bugün de hâlâ savunulabiliyor. (25 yıl önce M. Çayan ve İ. Kaypakkaya, Türkiye’nin toplumsal sorunlarını bu yöntemle irdelemeye çalıştılar. Günümüzde onların düşüncelerini esas olarak oportünizm yönünde “geliştirmiş” bulunan çeşitli gruplar –DHKPC, MLKP vb.- ise, bi işi ifrata vardırmış bulunuyorlar.)
Marksist devrim teorisini, “Marx’ın determinizmi”yle açıklayan, küçük burjuva idealistleri, Marx’ın, ekonomik gelişmenin, kapitalizmin ürünü proletaryanın, sömürüye ve burjuva sınıf egemenliğine karşı mücadelesi olmaksızın, kendiliğinden devrime yol açacağını düşündüğünü ileri sürmektedirler. Varsayıma dayalı bu düşünce iki yönlü olarak geliştirilirken, ya politik çalışmanın önemi yadsınarak, ekonomik hareket, her şeyi ve bütün gelişmeyi belirleyen tek etken sayılmakta, ya da iradenin “belirleyici rolü” üzerine idealist zorlamalarla, sınıfın sınıfa karşı mücadelesi, bireylerin, “öncü”nün, partinin eylemi düzeyine çekilmektedir. Küçük burjuva idealist yazar ve çevreler bu mantık yürütme yöntemini, bilinçli politik eylem ile nesnel toplumsal hareket arasındaki diyalektik ilişkiyi, iki ayrı yanın matematik toplamı olarak ele almaya kadar vardırırlarken, Marx’ı, açık ya da örtülü “determinizm” ile suçlamakta, proletarya partisinin, sınıfın politik eğitimi, aydınlatılması ve örgütlenmesi görevine Lenin tarafından yapılan vurguyu da oportünist bir tarzda yorumlayarak, onu, toplumsal hareketin diyalektiğini göz ardı eden bir idealist-iradeci durumuna düşürmeye çalışmaktadırlar.
Ekonomist-indirgemeci bu tür bir anlayışın, diyalektik tarihsel materyalizm ve proletaryanın sınıf konumu, devrimdeki rolü, eyleminin niteliği ve devrimci sınıf sorumluluğunun, Marksist yorumuyla ortak bir yanı yoktur. Marx’a ve onun gerçek izleyicilerine, sosyo-ekonomik gelişmenin, proletaryanın eylemi olmaksızın ve kendiliğinden bir devrime yol açacağı görüşünü mal eden oportünizm ve küçük burjuva solculuğu, Marksist teoriyi kaderci bir düzeye indirgemekte, ona anti-Marksist özellikler atfetmekte, sınıf ile birey; öncü örgüt ile sınıf arasındaki bağı da idealist bir biçimde tersten kurmaktadır.
İndirgemeci ve idealist “öncü” anlayışına göre, sınıfların eylemiyle küçük grup eylemlerinin toplamını özdeşleştirmekte herhangi bir sakınca yoktur. Aristocu mantık yürütme yöntemiyle varılan bu düşünceye göre, bireyler sınıfları oluştururlar ve tek tek ya da gruplar halinde bireylerin eyleminin matematiksel toplamı sınıfın eylemine denk düşer. Bu varsayımsal düşünce gerçeğe aykırıdır, çünkü sınıflar bireylerden oluşmasına karşın, kapsamı, niteliği ve nicelik durumu bakımından, sınıfların rolü, birey ve grup eylemleri toplamından farklılıklar gösterir. Proletaryanın tarihsel devrimci eylemi de, tek tek işçilerin ve onların eylemlerinin toplamı olarak ortaya çıkmaz; aksine, kapitalist üretim sektörlerinde, fabrika ve işyeri disiplini içinde, kapitalistler ve burjuvazinin sınıf diktatörlüğü ile çatışma ortamında, ekonomik ve özellikle politik mücadele deneyimi edinerek gelişen sınıfsal etkinlik, proletaryayı devrimci iktidar mücadelesine yetenekli duruma getirir.

TOPLUMSAL HAREKET VE TOPLUMSAL DEVRİM
Gerek Marx ve Engels, gerekse Lenin ve Stalin, toplumsal sistemleri irdelerlerken, birinden ötekine, geri ve çürüyenden ileri ve gelişmekte olana geçişi toplumsal yasaların işleyişi ve üretim ilişkileri-üretici güçler ilişkisi kapsamında ele almışlar, proletarya devrimi ve sosyalizmin kurulması zorunluluğu ve kaçınılmazlığını da kapitalizmin çelişkileri, krizi ve yıkıma gidişiyle ilişkilendirmişlerdir. Bununla da yetinmemişler; bir devrimin gerçekleşebilmesi için, burjuvazinin sınıf diktatörlüğünü yıkacak ve yeni sınıfın devrimci devletini kurarak toplumu kurtuluşa götürecek tek sınıf olan proletaryanın devrimci eyleminin zorunluluğuna dikkat çekmişler, yaşamlarını da bu eylemin örgütlenmesine hasretmişlerdir. Marx’ın genel olarak altyapı-üstyapı ilişkisini ele aldığını ve herhangi bir toplumsal sistemden bir diğerine geçişte, temel etkenin, üretim ilişkileri ile üretici güçler arasındaki çelişki olduğunu belirttiğini biliyoruz. Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı’nın önsözünde Marx tarafından özetlenen bu düşünce, -özellikle burada ele alınan sorunun özü bakımından-, her zaman dikkate alınması gereken temel bir hareket noktasıdır. Marx’ın tarihsel önemdeki vargısı şudur: “Varlıklarının toplumsal üretiminde insanlar, aralarında zorunlu, kendi iradelerine bağlı olmayan belirli ilişkiler kurarlar; bu üretim ilişkileri, onların maddi üretici güçlerinin belirli bir gelişme derecesine tekabül eder. Bu üretim ilişkilerinin tümü, toplumun iktisadi yapısını, belirli toplumsal bilinç şekillerine tekabül eden bir hukuki ve siyasal üstyapının üzerinde yükseldiği somut temeli oluşturur. Maddi hayatın üretim tarzı, genel olarak toplumsal, siyasal ve entelektüel hayat sürecini koşullandırır… Gelişmelerinin belli bir aşamasında, toplumun maddi üretici güçleri, o zamana kadar içinde hareket ettikleri mevcut üretim ilişkilerine ya da, bunların hukuki ifadesinden başka bir şey olmayan mülkiyet ilişkilerine ters düşerler. Üretici güçlerin gelişmesinin biçimleri olan bu ilişkiler, onların engelleri haline gelirler. O zaman bir toplumsal devrim çağı başlar. İktisadi temeldeki değişme, kocaman üstyapıyı, büyük ya da az bir hızla altüst eder. Bu gibi altüst oluşların incelemesinde, daima, iktisadi üretim koşullarının maddi altüst oluşu ile -ki bu, bilimsel bakımdan kesin olarak saptanabilir-, hukuki, siyasal, dinsel, artistik ya da felsefi biçimleri, kısaca, insanların bu çatışmanın bilincine vardıkları ve onu sonuna kadar götürdükleri ideolojik şekilleri ayırt etmek gerekir. … İçerebildiği bütün üretici güçler gelişmeden önce, bir toplumsal oluşum asla yok olmaz; yeni ve daha yüksek üretim ilişkileri, bu ilişkilerin maddi varlık koşulları, eski toplumun bağrında çiçek açmadan, asla gelip yerlerini almazlar. Onun içindir ki, insanlık kendi önüne, ancak çözüme bağlayabileceği sorunları koyar. Çünkü yakından bakıldığında, her zaman görülecektir ki, sorunun kendisi, ancak onu çözüme bağlayacak olan maddi koşulların mevcut olduğu ya da gelişmekte bulunduğu yerde ortaya çıkar.”
Marx’ın bu düşüncelerini salt altyapı-üstyapı ilişkileri bakımından değerlendirmek doğru değildir. Marx, burada, bununla birlikte, insanların üretim süreci içinde kurdukları ilişkilerle, bu ilişkilerin oluşturduğu koşullar bütünüyle, insanın eylemi (bizim açımızdan proletaryanın eylemi) arasındaki bağa dikkat çekmekte; üretimin toplumsal karakteri ile, mülk edinmenin özel kapitalist niteliği arasındaki çelişkinin, üretici güçlerin gelişmesinin önündeki engelleri parçalayan değiştirici devrimci eylemin maddi zeminini yarattığını ve siyasal-toplumsal devrimin bu zemin üzerinde gerçekleştiğini belirtmekte; buna dikkat çekmektedir. Daha da önemlisi, Marx, yalnızca teorik görüşleriyle değil, siyasal eylemiyle de indirgemeci oportünizmi mahkûm etmiş, burjuva diktatörlüğünün yıkılması ve proletaryanın politik iktidarının kurulması zorunluluğunun altını çizerek, Engels ile birlikte proletaryanın uluslararası örgütlenmesi için çaba göstermiş, Birinci Enternasyonalin kuruluşu da onların önderliğinde gerçekleşmiştir.

İŞÇİ SINIFI: DEVRİMİN ÖNCÜ GÜCÜ
Kapitalizm, proletaryayı yaratırken, ya da küçük üreticiyi topraktan ve üretim araçlarından koparıp yaşamını, ancak işgücünü kapitaliste belli bir ücret karşılığında satarak sürdürebilir duruma getirirken, işçi hareketinin ayrı (ve karşıt) bir hareket olarak gelişmesinin koşullarını da yaratmış olur. Kapitalizmde bütün diğer sınıflar erime sürecine girer, çürür ve zayıflarken, kaçınılmaz biçimde safları büyüyenin esas olarak yalnızca proletarya olması, başka şeylerin yanı sıra, işçi sınıfının yok olduğu, zayıfladığı ya da mülk sahibi haline gelerek burjuvaziye eklemlendiği yönündeki revizyonist burjuva görüşleri de geçersiz kılmaktadır. Proleterleşme ve proletaryanın saflarının, özel mülk sahibi sınıfların, özellikle de küçük üreticilerin kapitalist rekabet -20. yüzyıldan itibaren tekelci baskı ve rekabet- vb. nedenlerle mülksüzleşmesiyle büyümesi tarihsel bir olgudur ve kaçınılmazdır. Çünkü sermayenin genişleyen yeniden üretim faaliyeti başka türlü gerçekleşemez ve kapitalizm başka türlü varlığını sürdüremez.
İşçi sınıfı daha ortaya çıkar çıkmaz, kapitalistlerle çelişkiye düşer. İşgücü sömürüsü; işçinin yarattığı artı değere kapitalist tarafından karşılıksız el konması, işçi ile kapitalisti karşı karşıya getirir. Ancak bu çelişki hemen ve ilk günden tüm toplumsal süreci belirleyen bir kapsama genişleyemez. Kapitalizmin, bir toplumsal sistem olarak ömrünü tamamlamasının nedeni, kapitalist üretim ilişkilerinin, üretici güçlerin gelişmesinin engeli hâline gelmiş olmasıdır. Kapitalist üretim ilişkileri içinde, işçi kendini, kendisi için üretim yapan ve ürettiğinin sahibi olan bir unsur olarak görmez. İşçi, ancak üretim süreci dışında kalan boş zamanlarında kendine aittir. Üretimin toplumsal karakteri, mülk edinmenin özel kapitalist biçimiyle çelişki içindedir. Mülk edinmenin özel kapitalist biçimi ve kapitalist üretim ilişkileri, emek-sermaye çelişkisini ve onun sınıfsal planda ifadesi olan proletarya-burjuvazi çelişkisini geliştirerek toplumsal bir devrim (proleter devrim) zorunluluğunu doğurur. Bu çelişki, ancak, üretimin toplumsal karakterine ve üretici güçlerin gelişmesine uygun düşen üretim ilişkilerinin, toplumsal ilişkilerin temeli haline gelmesiyle aşılabilir; bu da üretim araçlarının kolektif-toplumsal mülkiyetinin gerçekleşmesiyle mümkündür. Sosyalizmin kurulabilmesi için zorunlu maddi koşullar; üretimin toplumsal karakteri ve kapitalist tekel tarafından oluşturulmuş bulunmaktadır. Tekeller ve emperyalizm, sosyalizmin arifesi olarak, proletarya devriminin maddi koşullarını olgunlaştırmıştır.
Üretici güçlerin gelişmesinin ulaştığı düzey, proletaryanın, partisinin önderliğinde, üzerinde yeni toplumu inşa edeceği maddi koşulları bugün daha da ileri boyutlarda olgunlaştırmıştır. Kapitalizmin kendini yenilemesi, aynı amaçlı yeni buluşların üretime sokulması meta ve sermaye ihracının bütün dünya ülkelerini bir tek ekonomik zincirin halkaları haline getirmesi vb. gelişmeler, proletaryanın eyleminin uluslararası zeminini oluşturan ve onun eylemini dünya çapında etkili kılan gelişmelerdir.
Proletaryanın toplumsal ilerleme ve devrim için tarihsel önemdeki rolü, öncelikle onun üretim içindeki konumundan, üretim araçları mülkiyetine sahip olamamasından kaynaklanır. Proletarya, kapitalist gelişmenin dolaysız ürünü ve ana unsurlarından biri olarak, bizzat bu üretim tarafından birleştirilir, disipline edilir ve mücadeleye sürüklenir. Bu iki özellik onu kaçınılmaz biçimde tüm ezilen sınıfların mücadelesinin öncü gücü haline getirmekte, devrime önderlik göreviyle yükümlü kılmaktadır. Benzer ya da aynı yaşam koşulları ve karşı karşıya bulundukları sorunların ortaklığı, işçilerin birlikte hareketinin ve dayanışmasının maddi zeminini güçlendirmektedir.
Proletarya, burjuvaziye karşı mücadelesinde, günlük ekonomik mücadele sınırları içinde kaldığı sürece, iktidarı alamaz ve sınıf olarak kurtuluşunu gerçekleştiremez. O, burjuvaziden bağımsız olarak örgütlenmeli ve sermaye ve gericiliğe karşı mücadelesini iktidarın alınması hedefiyle birleştirmek için, sınıfın çoğunluğunun -Lenin’in deyişiyle hiç değilse aklı eren ve politik bakımdan gelişmiş çoğunluğu- desteğini alacak biçimde işçi sınıfı içinde örgütlenmiş bir partinin önderliğine sahip olmalıdır. İşçi sınıfının doğrudan kapitalist üretim sürecinde ve üretim birimlerinde yatan devindirici-değiştirici ve yeniden kurucu gücünü, tarihten gelme deneyiyle burjuvazi, işçilerden çok daha iyi ve onlardan önce bilmektedir. Burjuvazi, işçilerin gücünün, kapitalizm için oluşturduğu tehdidi zayıflatmak ve sınırlamak için, egemen sistemin tüm ilişki biçimlerinden ve burjuva devlet örgütlenmesinden yararlanmakta; kapitalist işbölümünün işçiler arasında yarattığı parçalanmayı ve işsizliğin yol açtığı rekabeti kullanmaktadır.
Bunun içindir ki, işçi sınıfının burjuvaziye karşı mücadelesi, yaşamın her alanını kapsamak zorundadır ve onun başlıca temel biçimleri -ekonomik, politik ve ideolojik (teorik-felsefi)- birbirine bağlı olarak ele alınmalıdır. Bu temel mücadele biçimlerinden herhangi birinin ihmali ya da küçümsenmesi, kaçınılmaz biçimde proletaryanın sınıf mücadelesine darbe vurmakta, onu zaafa uğratmakta, eksik ve yarım kalmasına yol açmaktadır. Proletaryanın sınıf mücadelesinin en üst biçimi olarak siyasal mücadele, dolaysız olarak, üretim sürecinin maddi zeminini oluşturduğu günlük sınıf çatışması içinde; sınıfların ilişki alanında gerçekleşir ve tüm toplumsal sınıfların burjuva devleti ile ilişkilerinin ortaya çıkardığı sorunların çözümü çabasıyla çeşitlenir.

TOPLUMSAL GELİŞME, İŞÇİ HAREKETİ VE PARTİNİN ROLÜ
Gelişmiş ya da gelişmekte olan herhangi bir kapitalist ülke için olduğu kadar, Türkiye’de de, bugünkü temel sorun işçi sınıfı kitlelerinin (ve ezilen emekçi yığınlarının -kır ve şehir yoksullarının-) devrim için örgütlenmesidir.
Kapitalizmin emperyalist aşamasıyla birlikte, tek tek ülkelerin ekonomisinin genel emperyalist ekonomik zincirin bir halkası haline gelmesi, kapitalizmin çelişkilerinin çeşitlenmesine ve ona niteliksel özellikler kazandıran sıçramalı (ve dengesiz) gelişmenin yol açtığı yeni çelişkilerle zenginleşmesine; devrimin olanaklarının genel olarak olgunlaşmasına ve bunun, zincirin, en zayıf halkasında parçalanmasını olanaklı hale getirmesin’.’ yol açmıştır. Çünkü, “Emperyalizm, tekellerin ve mali sermayenin egemenliğinin kurulduğu, sermaye ihracının birinci planda önem kazandığı, dünyanın uluslararası tröstler arasında paylaşımının başlamış olduğu ve dünyadaki toprakların en büyük kapitalist ülkeler arasında bölüşülmesinin tamamlanmış bulunduğu bir gelişme evresine ulaşmış kapitalizmdir.” (Lenin, Emperyalizm, İnter yay, sf.111)
Emperyalizm, kapitalizmin en gelişmiş evresi olarak yüz yıla yakın bir süredir proletarya ve ezilen halkların açlık, yoksulluk, işsizlik, savaşlar vb. sorunlarla bir arada yaşamalarına neden olmakta, eğitim, sağlık ve barınma alanındaki sorunlarla boğuşarak mutsuz bir yaşam sürdürmelerine; çocukların ve kadınların, kapitalist meta üretimi ve dolaşımı sürecinde insanlık dışı uygulamaya tabi tutulmalarına yol açmaktadır. Emperyalist uygarlık, insan köleliğini, inşanın sınırlanmasını ve yetmez duruma düşürülmesini kaçınılmaz sayan uygarlıktır. Büyük emperyalist ülkelerin geri ülkelerle bağları, hegemonya ve kaynaklarını ele geçirme temelinde biçimlenmiştir.
Emperyalist sermaye ihracı, ihraç edildiği ülkelerde, kapitalizmin gelişmesini etkiler, hızlandırır. “Böylece, sermaye ihracı, ihracatçı ülkelerdeki gelişmeyi bir parça durdurma eğilimini taşısa da, bunun, bütün dünyadaki kapitalizmi derinlemesine ve genişlemesine geliştirmek pahasına olduğu unutulmamalı.” (Lenin, Emperyalizm, İnter yay, sf.78)
İhraç olan sermaye böylece, bağımlı ülkelerde kapitalist gelişmeyi hızlandırabilmekte, sömürge ve yarı sömürge ülkelerde hafif ya da ağır sanayi yatırımlarına girişebilmekte ve toplumsal ilişkilerin etkenlerinden biri olarak rol oynamaktadır. Ancak bu, ilişkinin bir yanıdır ve diğer yandan emperyalist sermaye, ihraç olduğu ülkenin ekonomisini tahakküm altına almakta, ucuz işgücü ve hammadde kaynaklan üzerinde tekelci hâkimiyet kurmakta ve o ülkelerin ekonomisinin sanayi temelinde gelişmesine set çekerek tekelci vurgunu ve kaynakların transferini gerçekleştirmektedir.
Türkiye, kapitalizmin bağımlı özelliği ve gecikerek gelişmesi, işçi hareketinin kırla bağlarının nispeten güçlü oluşu, geniş küçük üretimin varlığı, çok uluslu yapısı ve Kürt sorununun yüzyıllık bir süreç geride bırakılmış olmasına karşın hâlâ temel önemdeki bir sorun olarak durması, proletarya ve emekçilerin güçlü bir demokrasi mücadelesi geleneğine sahip olamayışı vb. özellikleri nedeniyle kimi özgünlükler göstermekte ve bu durum, işçi sınıfının mücadelesi ve parti çalışması üzerinde etkili olmaktadır. Türkiye’de sınıf mücadelesinden söz edildiğinde bugün akla ilk gelen ve gelmesi gereken proletarya ve burjuvazi (esas olarak işbirlikçi tekelci burjuvazi) arasındaki mücadeledir. Bunun kapitalizmin gelişme seyri ve düzeyine bağlı olarak şekillenmesi doğaldır. İşçilerle birlikte, toplumun ezilen diğer kesimlerinin, emperyalizm, işbirlikçi büyük burjuvazi ve faşizmin sömürü ve baskısı altında olması, sermaye ve gericiliğe karşı mücadelenin sınıf temeli ve sosyal dayanaklarını güçlendiren bir diğer olgudur. İşçi sınıfının, henüz çok zayıf bir durumda bulunduğu 1920’li yıllarda bile, genel olarak Avrupa işçi hareketinin ve özel olarak Sovyet Devrimi’nin etkisiyle Türkiye’de işçilerin ilk toplandıkları merkezlerde ve liman kentlerinde, başlıca tütün, liman ve ray işçilerinin çeşitli direnişleri görülmüş; işçilerin burjuvaziden bağımsız örgütlenmesi yönünde ilk adımlar bu yıllarda atılmıştır. Henüz kapitalizmin ancak çok cılız biçimde geliştiği ya da yabancı kapitalizmin mallarının pazarlamasına aracılık yapan liman burjuvazisi (tefeci tüccarlar ve giderek komprador), aracılıktan aldığı pay üzerinden kendi hesabına yeni kapitalist işletmeler kurduğu bu yıllarda, buna bağlı olarak zayıf bir işçi kitlesi de oluşmuştur. 1927 sayımlarına göre 13 milyon civarındaki nüfusun 257.000’i “sanayi alanında” ve ülkenin çeşitli bölgelerinde küçük işletmeler halinde dağınık olarak çalışmaktadır. 1930’lu yıllarda devletçilik uygulamasına geçilirken, hedeflenen tüketim maddeleri ve ara malları üretimi yoluyla “sanayinin altyapısını oluşturmak”tır. Bu uygulama sonucu Sümerbank ve Etibank işletmeleri, çimento sanayisi, demir çelik, bakır ve demir işleme tesisleri, tuğla ve kiremit fabrikası, tekel, şeker fabrikaları, telefon ve telgraf işletmesi vb. gibi işletmeler işçilerin esas olarak yoğunlaştığı yerler olmuşlardır.
Türkiye kapitalizmi 1950’li yıllarda yabancı sermaye girişinin hızlanmasıyla, bağımlı bir kapitalizm olarak daha hızlı bir gelişme sürecine girdi. 1960 sonrası yıllarda kapitalist gelişme hızı arttı. Özel sektör işletmeleri sayı, çalıştırdıkları işçi ve üretim kolları bakımından çeşitlenip gelişirken, “kalkınma planı” uygulamalarıyla devlet yatırımlarında da artış görüldü. İstanbul, İzmir gibi başlıca liman kentlerinin yanı sıra, Bursa, Adana, Zonguldak ve Antep, işçilerin biriktiği kentler oldular. Giderek artan oranda küçük üreticinin topraktan kopması ve proleterlerin safına, çalışan ya da işsiz olarak katılması, işçi sınıfı ile burjuvazi arasındaki sınıf kavgasının büyümesine; binler yerine yüz binler ve milyonlarla ifade edilen sayıdaki işçinin sendikalarda toplanarak, çalışma ve yaşam koşullarının iyileştirilmesi, grev ve sendika hakkının genelleştirilmesi vb. taleplerle işbirlikçi gericiliğin karşısına dikildiği yıllar oldu. (Burada işçi hareketinin tarihini yazmıyor olmakla birlikte, bu gelişmenin bugün işçi ve emekçi hareketinin önündeki sorunların devrimci tarzda aşılması için gereken sınıf temelini sağladığını belirtmek bakımından bu bilgiyi yararlı görüyoruz.)
Bugün kapitalist gelişme ülkenin hemen bütün önemli kentlerini içine almıştır ve genel olarak ülkede, özel olarak kent nüfusunun günlük yaşamı üzerinde işçiler kesin bir etkide bulunmaktadırlar. Yeni işçi merkezleri oluşmuştur ve işçiler, toplumsal düzeyde görülen çürümeye karşın, sınıf kardeşliğini gösteren örnekler sergileyerek, çoğu işyeri ve fabrikada, şu ya da bu zamanda grev, direniş, iş yavaşlatma, toplu viziteye çıkma, miting ve yürüyüş yapma gibi eylemlerle, burjuvaziye karşı hak mücadelesi vermektedirler. Yeni işçi merkezleri arasında Denizli, Batman, Malatya, Çorum, Konya, Maraş gibi iller ve yakın gelecekte çok önemli bir tarımsal ve sanayi işçi alanı olacak GAP bölgesi sayılabilir.
İşçilerin, bu gelişme sonucu, burjuvaziye karşı sınıf mücadelesinin başındaki yürüyüşlerini daha güçlü olarak sürdürecekleri kuşkusuzdur. İşçi sınıfının, halk kitlelerini de ezen sermaye sistemine, emperyalist gericiliğe ve burjuvazinin sınıf diktatörlüğüne karşı mücadelenin başında yürümesinin nesnel koşulları bugün çok daha fazla olgunlaşmıştır. İşbirlikçi gericiliğin yeni vahşi saldırı ve sömürü yöntemleri, açlık, yoksulluk ve işsizlikle terbiye edilmeye çalışılan kitleler içinde öfkeli başkaldırıları engelleyemez. Ancak işçi sınıfı, burjuvazi ve sermayeye karşı mücadelenin başarısını, kapitalist gelişmeyle artan sayısına ve kendiliğinden birleşik eyleminin gücüne bağlamakla yetinemez. İşçi sınıfı, zafer için, sınıf mücadelesi tarihinin derslerini özümleme-li, bilimsel sosyalist teoriyle silahlanmak, ve mücadelenin önüne çeşitli engeller çıkaran küçük burjuva parti ve örgütlerin ideo-lojik-politik etkisine karşı kararlı bir mücadele yürütmelidir. İşçi sınıfı (ve onun ileri kesimleri), uluslararası ve ulusal alanda süren mücadelenin başarı ve başarısızlıklarından doğru sonuçlar çıkarmalı, tecrübe ve deneylerden yararlanmalı, toplumsal devrimin yasalarının bilgisini edinmelidir.
Her şeyden önce burjuvazi, sınıf egemenliğini, burjuva devlet aygıtına dayanarak sürdürmekte ve onun kurumlarıyla işçi sınıfının karşısına dikilmektedir. Burjuvazinin, üretim araçları mülkiyetini elinde tutarak, işçileri sömürme ve onlara verdiklerini geri alma imkanına sahip olması, ekonomik mücadele sınırları içinde onun temelli bir yenilgiye uğratılmasını olanaksız kıldığı gibi; burjuvaziye karşı politik mücadeleyi de zorunlu kılmaktadır. Ekonomik ve toplumsal kurtuluşu için Türkiye işçi sınıfı, öncelikle politik bir devrimle, burjuvazinin sınıf diktatörlüğüne son vermelidir.
Devrimci mücadelenin temel sorunu siyasal iktidarın proletarya (ve müttefikleri) tarafından alınması ve proletaryanın devrimci iktidarı yoluyla sosyalizmin inşasıdır. Marksizm-Leninizm’in sınıf mücadelesine ilişkin öğretilerinin özümlenmesi, yaygınlaştırılması, geliştirilmesi ve sınıfa mal edilerek, toplumsal sürecin değişiminde etkili bir araca dönüştürülmesi gerekli ve zorunludur. İşçi sınıfının tarihsel devrimci rolünün bilincine ulaşmasında partinin politik faaliyeti büyük bir rol oynar. İşçiler, kapitalistler ve burjuva devlet gücü ile ilişkilerinde mücadelenin zorunluluğunu duyumsar ve kavrarlar, ancak siyasal iktidarın alınması gerekliliğini tek başına bu hareket içinde algılama olanakları yok ya da son derece sınırlıdır. Çünkü kendiliğinden ekonomik hareket, ideolojik bakımdan ancak burjuva bir karakter gösterir ve düzen sınırları içinde, iş, ücret çalışma ve yaşama koşullarının iyileştirilmesiyle sınırlı olarak kalır. Devrim ise, genel olarak “var olan egemen erkin devrilmesi ve var olan toplumsal ilişkilerin çözülmesidir.
Proletarya, bu nitelikteki eyleme, ancak partisinin öncülüğünde hazırlanabil;, ve girişebilir. Marksizm, proletaryanın birleşik faaliyetini yönetebilecek, proletaryaya ve onun aracılığıyla bütün emekçi yığınlara siyasal liderlik yapacak, işçi ve emekçilerin öncüsünü birleştirmeye, eğitmeye ve örgütlemeye yalnızca komünist partisinin yetenekli olduğunu öğretmektedir. Bunun için her şeyden önce, “proleterleri iktidar için mücadeleye yöneltecek kadar cesur, devrimci bir durumun çapraşık koşulları içinde yolunu şaşırmayacak kadar deneyim sahibi ve hedefe giden yolda hiçbir çeşit kayaya çarpmadan yol alabilecek esnek, mücadeleci bir parti”nin (Stalin), inşa edilmesi ve bu partinin sınıf içindeki çalışmasının yardımıyla devrim için ayağa kalkmış ve emekçilerin desteğini yanına almış proletaryanın politik eylemine ihtiyaç vardır. (Burada devrimin gerçekleşmesi için, nesnel ve öznel tüm gerekli koşulları ve tüm toplumsal sınıfları etkileyen ve yönetenlerle yönetilenler bakımından işlerin eskisi gibi yürütülmesini olanaksızlaştıran ulusal ölçekteki kriz vb. etkenler üzerinde durmuyoruz. Sorunu belli sınırlar içinde ve partiye ilişkin yanı ile ele alıyoruz.) Parti, burjuvazinin engelleme ve bastırmalarına karşın, toplumsal hareketin sınıflar arasındaki ilişkileri altüst ederek geliştiğini ve farklı çıkarlara sahip sınıflar arasındaki çelişkileri derinleştirdiğini göz önünde tutarak, hareketin devrimci gelişimi için, bilinçli müdahale görevini en etkin biçimde yerine getirmek zorundadır.
Marx ve Engels, “Biz sınıfların ortadan kalkmasını istiyoruz; bunu elde etmenin yolu nedir?” diye sorarak, cevabını şöyle veriyorlardı. “Tek yol proletaryanın politik hakimiyetidir.,. Devrim en yüksek bir politik harekettir ve devrim isteyenler, onu elde etmenin yolunu da istemelidirler. Bu yol, devrim için yolu hazırlayan ve işçilere devrimci eğitim veren politik eylemdir. Bu eğitim olmaksızın işçiler ertesi sabahı Favres’lerin ve Pyat’ların aletleri haline gelmeye mahkûmdurlar. Öte yandan, bizim politikamız, işçi sınıfı politikası olmak zorundadır. İşçi partisi, asla herhangi bir burjuva partinin kuyruğuna takılmamalıdır. Bu parti bağımsız olmalı, kendi amacına ve kendi politikasına sahip olmalıdır.” (Birinci Enternasyonalde Örgütlenme Sorunları)
Lenin, Marx ve Engels’in teorisini yeni koşullarda geliştirirken, bu sorunu çeşitli yanlarıyla irdeledi ve ekonomi ile politika, kendiliğinden eylem ile siyasal eylem ve parti örgütlenmesi arasındaki bağı ortaya koydu. Lenin, “Bizim başlıca ve temel görevimiz, işçi sınıfının politik örgütlenmesi ve politik gelişimini kolaylaştırmaktır. Bu görevi arka plana itenler, mücadelenin her türlü özel metotlarını ve diğer bütün görevlerini buna tabi kılmayı reddedenler, yanlış bir yol izlemekte ve harekete ciddi zararlar vermektedirler” diyordu.
İşçi sınıfının politik örgütlenmesi ve politik eğitimi, işçilerin kapitalistlere karşı günlük ekonomik-demokratik mücadelesinin içinde yer almaksızın; bütün toplamsal sınıfların devletle ilişkileri konusunda sınıfın aydınlatılmasını ve bununla bağlı olarak devrimci müdahalesini gerçekleştirmeden, sağlanamaz.
Stalin, Leninizm’in Sorunları adlı eserinde, Lenin’in şu sözlerini aktararak, parti, sınıf ve sınıfın devrimci mücadelesinin bağına dikkat çekiyordu. “Biz bir sınıf partisiyiz. Bu yüzden hemen hemen bütün sınıfın (ve savaş sırasında, iç savaş sırasında bütün sınıfın) bizim partimizin önderliğinde hareket etmesi, mümkün olduğu kadar yakından bizim partimize bağlanması gerekir…”
Sınıfın geniş kesimlerinin ve halk kitlelerinin sevgisi, desteği ve bağlılığıyla güçlenmiş bir parti olmaksızın, burjuvaziye karşı siyasal iktidar mücadelesinin zaferi olanaksızdır. Parti, sınıfın bir parçası, varlığının bütün kökleriyle ona sıkı sıkıya bağlı olarak sınıfın bütün kesimleri ve bütün üretim birimlerinde örgütlenmiş bir güç haline gelmemişse, bir devrimci durumda, iktidarın alınması başarılamaz; ya da bir başka biçimde söylersek, böyle bir partinin yol gösterici yönetimi altında değilse, burjuvaziye karşı mücadelede zafere ulaşamaz. Sınıfın geniş kitleleri içinde örgütlenmemiş, örgütünün bütün temel organlarını başlıca büyük işçi merkezlerinde ve büyük fabrikalar başta gelmek üzere üretim ve yerleşim (ve eğitim, sağlık, ulaşım ve iletişim başta olmak üzere hizmet işkolunda ve bütün emekçiler içinde) birimlerinde oluşturmamış bir sınıf partisinin, sınıfın en ileri, en devrimci öğelerini saflarında birleştirmesi ve onların devrimci ruhunu ve mücadele kararlılığını edinmesi mümkün değildir. Partinin gücü işçi sınıfı hareketindedir; parti çalışmasının olanaklarını olduğu kadar, bu çalışmanın başarılı olmasının koşullarını yaratan da bu harekettir. Aynı nedenle, parti çalışması işçi sınıfı hareketinin zig-zaglarından, alçalış ve yükselişlerinden etkilenir; işçi sınıfı ile birlikte tüm toplumsal sınıfların ilişkilerinin oluşturduğu toplumsal koşullar içinde, bu koşulların genel etkisi altında gerçekleşir.
Parti ancak işçileri, her koşulda görev yapacak ve çalışma yeteneği gösterecek örgütlerde birleştirerek, onlara “sınıf mücadelesi ruhunu aşılayarak”, amaçlarını net biçimde ortaya koyarak ve gerçek materyalist dünya görüşüyle işçileri eğiterek bu görevini yerine getirebilir. Siyasal mücadele tarihi, zamanı, gücü ve koşulları doğru değerlendiremeyen, düşmanına, onun zayıf düştüğü anda saldırmasını ve öldürücü darbe vurmasını başaramayan sınıfın kaybettiğini; yeni bir saldırı için güçlerini toparlaması ve hazırlanması için yeni bir zamana ihtiyacı bulunduğunu göstermektedir. Devrimci örgütün, ya da partinin en önemli görevlerinden biri de, somut durum ve koşullardaki değişmeleri doğru biçimde tespit etmek ve buna uygun bir pratik siyasal tutum geliştirmektir. Bir Marksist, der Lenin, gerçek durumu, sınıf ilişkilerinin durumunu ve koşulları doğru değerlendirmeli, “belirli bir durumu değerlendirirken, olurluluklardan değil, gerçeklerden hareket etmelidir.” Koşullara uygun düşmeyen keskin devrimci lafazanlığın, duygu, dilek, öfke vb. ile kendini ifade etmenin ve eldekiyle avunmanın dışında herhangi bir yararı olmamaktadır. Lenin’in deyişiyle, sloganların “çok iyi, parlak, soluk kesici” olması, bu sloganların koşullar gözetilmeden tekrarlanması, işçi hareketine ve yığınların mücadelesine, bu mücadelenin ilerletilmesi bakımından herhangi bir hizmette bulunmamaktadır.
Proletaryanın devrimci partisi, burjuva ilişkiler ağının işçileri kuşattığını bilerek, sınıfın geniş kesimleri ve emekçi kitleler içinde faaliyet yürütür. Parti, işçileri kuşatan kapitalist ilişkiler ağının yol açtığı burjuva etkinin kırılması, işbölümü ve rekabetin neden olduğu parçalanmanın, sınıfın birliği yönünde giderilmesi için çalışır ve ekonomik-kendiliğinden mücadelenin bir araya getirdiği işçi kitleleri içinde proletaryanın devrimci ideolojisinin etkisini yağma yoluyla, proletaryayı politik iktidar mücadelesine hazırlar.
Parti bu çalışmayı yürütürken, gelişmeyi belirleyenin yalnızca kendi çabası ya da etkisi olmadığını bilerek hareket etmek zorundadır. Koşullardaki ve sınıf ilişkilerindeki değişiklikler, ekonomik ve politik durum, kriz ya da nispi istikrar durumu, burjuva hükümetlerinin ve burjuva devletin işçi kitleleri ve emekçi yığınlar nezdinde yıpranmış olup olmaması, uluslararası koşullar, sınıf hareketinin mücadele geleneği vb. parti çalışmasını etkileyen ve ilgilendiren unsurlardır.
Sosyalist teorinin sınıf hareketiyle birliği, yani teorinin sınıf hareketine “sokulması” ise ancak bu süreçte gerçekleştirilebilir. Sürecin başında, bu, devrimci aydınların işçi ve emekçilerin günlük ekonomik-politik mücadelesine katılması ve tüm toplumsal sınıfların devletle ilişkilerinden hareketle propaganda, siyasal teşhir ve ajitasyon yoluyla gerçekleştirilmekle birlikte, proletaryanın geniş kesimlerinin politik eğitimi esas olarak, proletaryanın öncü unsurları tarafından gerçekleştirilebilir. Partinin (ve partili aydınlar) en önemli görevlerinden biri de proleter sınıf mücadelesinin ilerletilmesi ve yönetimi için “aydınlar arasından özel liderler çıkmasını gereksiz kılacak” (Lenin, Halkın Dostları Kimlerdir, Sol yay. sf.230) bir çalışmayı hedefleyerek, bu işin öncü-ileri proleterlerce gerçekleştirilmesinin olanak ve araçlarını etkin bir biçimde oluşturmaktır. İşçi sınıfının eğitimi ve aydınlatılması ancak sınıfın öz-deneyimi temelinde gerçekleştirilebilir. Bütün toplumsal gerçeklerin anlaşılmasını olanaklı kılan ve merkezi ve yerel düzeyde sürdürülen siyasal teşhir ve bununla birleşen devrimci siyasal ajitasyon işçilerin devrimci eğitimi için zorunludur. Öyle ki işçi sınıfı, hangi sınıfları ve kesimleri etkiliyor olursa olsun baskı, zor ve suiistimalin her çeşidine karşı Marksist (sosyalist) açıdan tepki göstermeli, siyasal gericiliğe karşı mücadelenin öncülüğünü üstlenmelidir.
Proletarya ve emekçi halk kitlelerinin, ekonomik ve politik taleplerini elde etmek için burjuvaziye karşı yürüttükleri mücadele içinde yer alarak, onları aydınlatmak, sosyalizm bilinci ve toplumsal mücadelenin yasalarının bilgisini edinmeleri için çaba göstermek ve işçileri yeni toplumun kurucuları olarak örgütlemek partinin görevidir.

İNSAN OLARAK PARTİLİ; SINIRLILIKLAR VE DAYANAKLAR
Türkiyeli işçiler, burjuvaziden bağımsız politik bir örgüte sahip olmakla, burjuvazinin (günümüzde esas olarak tekelci burjuvazi) sınıf iktidarından kurtulmak ve kendi devrimci sınıf iktidarlarını kurma yolunda ilk adımları atmış bulunuyorlar. Ancak bu, henüz yolun başı sayılmalıdır ve proletarya ve partisi, burjuvaziye ve onun siyasal egemenliğine karşı mücadelesinde başarıya ulaşmak için, toplumsal hareketin ve koşulların nesnel bir değerlendirmesini her dönemeçte yeniden yaparak, güçleri bir devrimci durumda, düşmana en etkili darbeyi vuracak biçimde hazırlama göreviyle yükümlüdür. Bu ise, ancak işçi sınıfı partisinin, sınıf mücadelesinde oynadığı rolün doğru bir biçimde tespit edilmesi ve partinin görevini eksiksiz olarak yerine getirmesi sonucu başarılabilir.
Parti çalışmasıyla sınıfın eylemi; parti üyesinin eylemiyle toplumsal koşullar; bireyin tutumuyla nesnel yasalar arasında tarihsel materyalizm diyalektik bir ilişki kurar. Parti, sınıf ve devrimci insanın, eylemi ve ideolojik tutumu, içinde yaşartılan ve hareket edilen toplumsal ilişkiler bütünüyle dolaysız bir bağ içindedir. Proletarya bütün öteki toplumsal sınıflardan tecrit durumda bulunmadığı gibi, parti çalışması da partiyi saran sınıf ilişkilerinden bağımsız değildir. Parti ve örgütlü birey olarak sosyalist insan, bütün bu koşullar ve koşullanmışlıklar içinde hareket etmektedir.
Kapitalizm, feodal toplumun yıkıntılarından filizlenirken, eskilerin yerine yeni sınıfları, yeni ilişkileri ve yeni çatışmaları geçirir. Burjuva toplum, giderek artan biçimde iki düşman kampa; proletarya ve burjuvazinin şahsında “iki büyük sınıfa” bölünürken, ara tabakalar da dahil bu sınıflar arasında, onların iradesinden bağımsız olarak bir ilişkiler yumağını da oluşturur. Karşıt eğilimler, davranış ve tutumlar, toplumun çeşitli sınıflarının üretim ve yaşam koşullarından kaynaklanır, sınıfların yaşam biçimi, üretim sürecindeki konumu ve buradan kaynaklanan farklılıklar, onların pratik ilişkileri ve tutumları üzerinde etkili olur.
İşçi sınıfı partisi sosyalizm mücadelesini, kapitalizmin “bağrında”, kapitalist toplumsal koşullar içinde yürütür. Parti çalışmasının esas hedefi, tarihsel açıdan “eski”yi temsil eden bugünkü toplumun ve üretim ilişkilerinin üretici güçlerin gelişmesinin önüne kurduğu barikatları ve siyasal ve ekonomik tüm engelleri aşmak, sömürü ilişkilerinin tüm insanlar için oluşturduğu kölelik zincirlerini parçalamak ve insanın özgürleşmiş yaratıcı gücünün her bakımdan geliştirilmesinin maddi koşulları da demek olan sosyalist-komünist toplumu kurup inşa etmektir.
Her toplumsal sistem, iradi etkiden bağımsız olarak, o sistemin ilişkileri çerçevesinde insanı biçimlendirme gibi bir işlevi de yerine getirir. Kapitalizm, üretim araçlarının özel mülkiyetine dayalı ve ücretli emek sömürüsüyle varlığını sürdüren bir sistemdir ve bu sistemin bireye egemen kıldığı, rekabet ve bireyciliktir. Kapitalizm insan emeğini, pazarda serbestçe alınıp satılan bir metaya dönüştürüp, işçiyi kendine ve kendi emeğinin ürününe yabancılaştırırken, işbölümünün gelişmesi ve makinelerin üretimde kullanılması, bilimsel teknik buluşların emek verimliliğinde yol açtığı artışlar (artı emek zamanı ve artı değerin artması demektir bu), vb. gibi gelişmeler, kapitalistler arası rekabeti kızıştırmakla kalmamakta, işçiler arasında da rekabete yol açmakta, bireysel çıkarcılığı kışkırtmaktadır. Aşırı üretim bunalımlarının etkisiyle büyüyen işsizlik, çalışan insanı tehdit ederken, işçiyle işçiyi; iş bulanla bulamayanı rekabete sokmaktadır. Kapitalizm, insan ve işçiyi tek yanlı hale getirmiş, zihni ve fiziksel yeteneklerinin gelişmesinin önüne set çekmiş, kapitalist özel mülkiyet ve çıkarcılık temelinde birbirlerinden yalıtık hale getirmiştir. Kapitalizm, rekabet ve mülk edinmenin özel kapitalist niteliği nedeniyle dayanışma ve yardımlaşmayı engellemekte, aile içi ilişkileri çıkar ilişkisine dönüştürmekte, insanın insanla ilişkisini nesnelerin ilişkisine; parasal ilişkiye çevirmektedir. Ama hepsi bu değil. Genel koşulları içinde, kapitalizmin insanı bireyselleşmiş, birey olarak hareket eden ve düşünen insandır.
Parti, bu toplumsal koşulların biçimlendirdiği bireyleri örgütlü-kolektif mücadele içinde değiştirip-dönüştürmeyi de içeren bir çalışmayla işe koyulur. Parti çalışmasının üzerinde yükseldiği maddi zeminin proletarya hareketi tarafından yaratılması, parti faaliyetinin proleter ve emekçi hareketine dayanması ve bu hareketin tarihsel haklılığından güç alması, siyasal-örgütsel başarıyı ve insanın -partilinin- devrimci değişimini olanaklı kılan maddi dayanağı oluşturur.
Parti çalışması, parti organ ve üyelerinin eyleminde somutluk kazanırken, bu çalışma bakımından da temel sorunlardan biri, insan, insan ilişkileri ve bu ilişkilerin toplumsal koşulları bütünüyle birlikte belirlediği “insani tutum ve davranışlar” ve bunların devrimcileştirilmesi olarak varlığını sürdürür.
Ama insan aynı zamanda irade ve düşünmeyi, karar verme ve uygulamayı, yaşam deneyi ve insan ilişki ve çelişkileri üzerine akıl yürütme ve sonuç çıkarmayı, koşulları etkileme ve olabilir değişiminde rol oynamayı temsil eden toplumsal öznedir. İnsanın üretim faaliyetinin toplumsal değişimi sağladığı, insanın doğa ve toplum yasaları üzerinde etkide bulunabildiği, toplumsal yasaların edilgen ve “kör” bir tutsağı olmadığı bilinen bir gerçektir. İnsan ve sınıflar, önceden belirlenmiş “kader”in çaresiz kurbanları değildirler. Marx ve Engels, daha sonraları da Lenin, insanın eylemi -bilinçli eylemi- üzerinde dururlarken, insanın çaresiz olmadığını, ancak, “insanın özü”nün “toplumsal ilişkilerin toplamı” olduğunu söylemişlerdi. Toplumsal ilişkiler soyut değil somut ve tarihseldirler.
Aykırı gelişme gene kapitalizm tarafından yaratılmakta ya da kapitalist üretim bu aykırı durumu kaçınılmaz olarak doğurmaktadır. Proletaryayı, bir yandan bu tür bir bölünme ve rekabete sokarak, onun direnişini ve yeni ilişkileri geliştirmesini engelleyen kapitalizm, diğer yandan kaçınılmaz olarak üretimi, artan oranda bireysel bir iş olmaktan çıkararak toplumsallaştırmakta, binlerce işçiyi fabrika, iş alanları ve sanayi komplekslerinde bir araya getirerek, dayanışma, paylaşma ve ortaklaşa hareketin koşullarını yaratmaktadır. Kapitalizm, yüzlerce ve binlerce işçiyi fabrikalarda toplayarak, egemen ilişki biçimine aykırı olma özelliği taşıyan yeni bir ilişkinin tohumlarını da atmaktadır. Dayanışma ve birlikte hareket etmenin, paylaşma ve dayanışmanın zemini fabrika koşulları içinde ortaya çıkıp güçlenebilmektedir. Fabrika koşulları ile proletaryanın en devrimci sınıf olması arasında koparılamaz bir ilişki vardır. Bu bakımdan proletarya partisi fabrikalarda ve büyük sanayi komplekslerinde örgütlü olduğu oranda, harekete devrimci tarzda katılma ve müdahale olanaklarına kavuşmakta; proleter kararlılığı ve çalışkanlığıyla donanmakta ve her koşulda çalışabilir örgütleri oluşturma olanaklarını elde etmektedir. Devrimci sınıf partisi ve onun militanı için geçmiş kuşakların tarihsel birikim, kültür ve sınıf mücadelelerinin deneyleri üzerinden bugüne aktarılan tecrübe, yeniyi kurma mücadelesinde bir dayanak ve kazanım durumundadır. Bu, sınıfsal sömürü ve baskıyı ortadan kaldırma mücadelesinde yararlanılacak ve bilinçle ayıklanıp kullanılacak genel bir birikim ve deney zenginliğini sağlamaktadır.
Yeniyi inşadan söz edildiğinde, insan unsuru açısından da yeniyi kurmak, eskinin içinde bir ucundan yeşermeye başlamış yeninin ilişkilerini geliştirmekle mümkündür. Çünkü her toplumsal ilişki tarzı kendi unsurlarını biçimlendirir. İnsan, içinde yaşadığı ilişkiler bütününün etkisi dışında yaşayabilecek cansız ve ruhsuz bir robot değildir; ama insan, iradesiyle ve bilinçli etkinliğiyle koşullar üzerinde değiştirici etkide bulunan bir “yeniden kurucu”dur da. Proletarya partisi, proletaryanın yeni toplumu kurmasının olmazsa olmaz aracıdır. Parti, kolektif çalışmanın kapsadığı birikim ile sınırlanmışlıkların aşılmasının yolunu açan, sosyalist insanın kolektif iradesiyle yeniyi bugünden biçimlendirmeye başlayan canlı bir organizmadır. Proletarya hareketi ve fabrika koşulları, üretimin toplumsal karakteri ve işçilerin kapitalistlere karşı sınıf örgütlerinde bir araya gelmesi, yeninin nesnel dayanaklarını oluştururken, Marksizm’in ve uluslararası proletarya hareketinin kazanım haline getirdiği birikim, deney ve tecrübe öznel dayanakları oluşturur. Parti yaşamı ve çalışması sosyalist yeni insanın eğitim-evidir. Marx ve Engels, ilk eserlerinde, sosyalizmin kurulmasıyla insanın “kitlesel ölçekte değiştirilmesi” arasındaki ilişkiye dikkat çekerek, en iyi değiştirici etkenin proletaryanın devrimci eylemi olduğunu söylemişlerdi. İnsanın, kapitalizm ve sınıflı tüm toplumlar tarafından ona dayatılan bireyci, çıkarcı ilişkilerden kurtulması ve tüm toplumun kurtuluşu için fedakârlık yapması, değiştirici ve devrimcileştirici bir rol oynar. İşçiler ve işçi sınıfının kurtuluşu davasına bağlanmış devrimci aydınlar, parti yaşamı içinde, kapitalizmin etki ve koşullanmışlıklarıyla savaştıkları ve paylaşımcı, dayanışmacı özellikleri geliştirdikleri ölçüde, yeni sosyalist toplumun kurucuları haline gelebilirler. Parti çalışması, parti militanına, kapitalizmin ve burjuva toplumun tüm etkilerine karşı savaşma; bireysel çıkar ilişkilerinden arınma, insanlığın olumlu tüm birikim ve kazanımlarına ulaşma, paylaşma ve dayanışma ruhunu geliştirme olanaklarını sağlayarak, onu kapitalizme karşı savaşma gücüyle donatır. Parti ve militanı, burjuvazinin politik ve ideolojik-kültürel kuşatmasına karşı mücadele edecek ve henüz esas olarak burjuva dünya görüşüyle şekillenmiş bulunan işçilerin, fabrika ortamının uygun koşullarında kolektif üretim ve yaşam ruhuyla yetişmeleri için çaba gösterecektir. Bunu yaparken kendisi de olumlu-devrimci bir değişimi kaçınılmaz olarak yaşayacaktır. Lenin, sosyalizmin “saksılarda yetiştirilmiş” insanlarla değil, ama kapitalizm koşullarında yetişmiş insan malzemesiyle kurulabileceğine işaret ederken de, bu gerçeği ifade etmekteydi. Eksiksizi ve mükemmeli -bunun bütünüyle mümkün olup olmaması bir yana- koşullardan bağımsız biçimde bugünden oluşabilir saymak ve devrimci faaliyeti de bu tür unsurların eylemi düzeyine çekmek, yalnızca idealist bir dünya görüşüne işaret etmez, ama hayalci bir beklentiyle zaman israfına da yol açar.
Parti, parti üyesinin, eski toplumun alışkanlıklarından kurtulma çabasının en yoğun ve kolektif biçimde yaşandığı; insanın ve bireyin özel mülkiyet ilişkilerinden, onların üzerinde oluşan kültürel-siyasal vb. özellikler ve anlayışlardan, tortusal eğilimlerden kurtulma çabalarının başarıya ulaşma olanağına en fazla yaklaştığı canlı bir “toplumsal organizma”dır. Partili için, örgütü ve parti çalışması zenginleştirici, geliştirici, donatıcı, yeteneklerin geliştirilmesine kolektif birikim üzerinden olanak sağlayıcı ve yardım edici koşulların oluştuğu yer ve çalışmadır. Örgüt, isterse ekonomik mücadelenin aracı olsun, insanların ortaklaşmış davranışlarının, enerji ve güçlerinin kolektif harekete geçirilişiyle, toplumsal ilerleme ve değişimde en önemli etkenlerden biridir. Tarihi yapan insanın, bunu, tek tek bireylerin eylemiyle değil, ama toplulukların ve sınıfların örgütlü eylemiyle gerçekleştirdiği; tarihin, -ilkel komünal toplum dışında- sınıf mücadeleleri tarihi olarak yaşandığı bilinmektedir. Proletarya ve ezilenler, yeni insanca yaşamı gerçekleştirmek için proletarya partisinin önderliği altında, burjuvazi ve kapitalizme karşı yürümedikleri sürece, insanı kendi dışında diğer insanlarla rekabete ve mülk edinme yansına sokan ve bütün kötülükleri bu temelde üreten bugünkü “hayvani” dünya değiştirilemez. İnsanın özgür, eşit ve mutlu yaşamını temel hedef edinen sosyalizm, bireye, zihni ve fizik gelişimi için olanaklı tüm zamanı sağlayarak, yeni insanın daha tam oluşmasının maddi koşullarını da yaratacaktır. İşçi sınıfı ve burjuvazinin köleleştirdiği, hayvani, bir yaşam düzeyine mahkûm ettiği insanlar neden sosyalizmi istemesinler. İşçi sınıfının devrimci partisinin her bireyi bu bilinçle işçi ve emekçi yığınlar içinde çalışma yürütecek, devrimci sınıfın, toplumsal kurtuluşun başında yürümesi için ona tüm gücüyle yardım etmeye çalışacaktır.
İnsan ve birey olarak partili ile toplumsal koşullar arasındaki ilişkiyi bu biçimde ele almayanlar, idealist tarih yorumu saplantısına düşmekten kurtulamazlar. Bunun sonu ise yalnızca hayal kırıklığıdır.

KAZANMANIN TARİHSEL KAÇINILMAZLIĞI VE DEVRİMCİ KAVRAYIŞ
Engels, “Almanya’da Devrim-Karşıdevrim” başlığı altında toplanmış makalelerin birinde şöyle yazıyor. “Boş inanın, devrimleri bir avuç ajitatörün hınzırlığına (burada komplocu örgüt anlayışı eleştiriliyor-Y.A.) bağladığı zamanlar geçti ve iyice geride kaldı. Her türlü devrimci kargaşalığın arkasında, günü geçmiş kurumların karşılanmasını engelledikleri bir gereksinmenin bulunduğunu şimdi herkes biliyor. Bu gereksinmenin kendini, henüz hemen bir başarı sağlayacak kadar derin, o kadar genel bir biçimde duyurmaması olanaklı; ama bu gereksinmeyi her zorla bastırma girişimi onu, engellerini parçalayıncaya kadar, daha da belirgin bir duruma getirmekten başka bir sonuç vermeyecektir.” (Almanya’da Devrim ve Karşı-Devrim, Sol yay. sf.12)
Burjuvazi, tarihsel olarak “günü geçmiş” toplumsal sistemini, ekonomik ve ideolojik egemenliği ve zor dayatmasıyla sürdürmeye çalışsa da, proletaryanın sınıfsal eyleminde tarih, yeniye -sosyalizme- doğru yol alıyor. Proletarya ve tüm ezilenlerin kapitalist sömürü ve zorbalıktan kurtulma gereksinimi ve zorunluluğu ileri işçi kitleleri içinde daha fazla netlik kazanıyor. Sömürüşüz ve sınıfsız yeni toplumu kurma mücadelesinin, günü geçmiş kurumların direnci ve burjuva diktatörlüğünün siyasal şiddetiyle karşılanması çelişkileri derinleştirmekte ve değişim gereksinimini “daha belirgin” hale getirmektedir. İşçi sınıfı, partisinin yol göstericiliğinde sınıf mücadelesinin yasalarından öğrendiği, kapitalizmin yıkılmasının kaçınılmazlığını siyasal deneyimine dayanarak kavradığı oranda, kendisiyle birlikte tüm ezilenlerin kurtuluşunu sağlamak üzere örgütlü sınıf mücadelesini yükseltecek ve tarihin yasası işlemeye devam edecektir. Feodal beyler köle sahiplerini ve burjuvazi feodalleri nasıl yenilgiye uğrattıysa, proletarya da burjuvaziye yenilgiyi yaşatacaktır, bu kaçınılmaz!
Proletaryanın sosyalist partisi, ancak devrimci sınıfın eylemine faaliyetiyle önderlik ediyorsa, hareketin ortaya çıkardığı biçimleri gözeterek mücadelenin ilerletilmesi için yeni yol ve yöntemler bulabiliyor ve uygulayabiliyorsa, hareketin “ıskartaya çıkardığı” eski biçimleri zamanında bir kenara bırakarak, hareketin ihtiyaçlarına cevap veren ve hareketin ortaya çıkardığı yeni biçimleri genelleştirip geliştiriyorsa, görevini yerine getirmiş ve adına layık davranmış olur.
Yaşamın ve sınıf mücadelesinin materyalist bilimsel yöntemi olan Marksist-Leninist teori ne denli iyi özümlenirse, hareketin nesnel yasalarının işleyişi ve değişen toplumsal koşulların rolü ne denli iyi kavranırsa, gücünü tarihsel kaçınılmazlık ve proletaryanın sınıf eyleminden alan partili devrimci, görevini ne denli iyi ve tam yerine getirirse, başarmak o denli kesin olacaktır.
Proletaryanın devrimci hedeflerini ve partinin sosyalizm için mücadelesini, gerçekleşemez bir ütopya uğruna gereksiz çaba sayanlarla, proletarya partisinin eylemini ve rolünü, sınıf hareketi ve toplumsal koşullardan koparanlar ise, Marksizm ve materyalizm üzerine onca laf kalabalığına ve görünürde ters noktalardan hareket etmelerine karşın aynı yerde birleşiyorlar. Hareketin yasalarının reddi ve zorunluluğun yadsınması…
Proletaryanın ve onun partisinin eylemi, tarihsel bakımdan haklı, siyasal ve ekonomik bakımdan kaçınılmaz bir “ütopyamın gerçekleşmesi için zorunlu bir etkendir. Gerçekçi, maddi gerçekleşme koşullarına sahip ve elde edilmesi kaçınılmaz ve mümkün olan bir hedefe yöneliktir. Yeterli olmayan ve geliştirilmesi gereken araçlara sahiptir: Mevzilerin korunup geliştirilmesi, proletaryanın elinde etkili araçlar olarak burjuvaziye karşı kullanılmalarının gerçekleştirilmesi gerekmektedir. Bu görev başarıyla yerine getirildiği ölçüde, “hayal” gerçeğe dönüşecek, devrimci coşku yaşam coşkusuna yükselecektir.

Aralık 1997

Yorumlar kapatıldı.

Özgürlük Dünyası 2022

Yukarı ↑