1848 devrimi’nde proletarya Üç renkli bayraktan kızıla

Sınıf mücadelesi tarihinde, Fransa’daki 1848 Haziran devrimi, o güne kadar gerginleşmiş ve artık yeniden saflaşmak üzere altüst olmak zorunda kalan sınıflar-arası ilişkilerin çözüldüğü ve bunların bir başka düzlemde ve platformda yeniden kurulacakları tarihsel sürecin başladığı özel ve özgün bir uğraktır. Dünyada daha önce ve sonra da çok sayıda devrim yaşanmasına rağmen, Haziran devriminin, daha genel olarak da 1789’dan itibaren Avrupa’daki sosyal ve siyasal haritayı değiştiren Fransız devrimlerinin, devrim tarihinde ayrıcalıklı bir yer tutmasının nedenleri vardır ve bu devrimlere özgünlüğünü veren de bu nedenlerdir.

Kimi zaman sanıldığı gibi, bu önem, Marx ve Engels’in diyalektik materyalist yöntemi tarih çözümlemesi yapmak üzere geliştirme olanağını ilk kez, hemen yanı başlarında cereyan eden Fransız devriminde bulmuş olmalarından gelmez. Kuşkusuz, bu pratik olanak, teorinin zenginleşmesine ve gelişmesine, tarihsel materyalizmin olgunlaşmasına çok büyük katkılar sağlamıştır ama Fransız devrimi, teorik bir olanaktan çok daha fazla şeyi ifade eder. Dahası, Marx’ın, kendi yaşadığı dönemde, onun için yakın olan bir tarihe projeksiyon tutarak onu analiz etmeye çalışmasından yola çıkarak teorinin Avrupa merkezli bir mahiyet taşıdığını, diğer anakaralarda yaşanan süreçleri açıklayamayacağı iddialarını da Engels, Marx’ın kaleme aldığı Louis Bonaparte’ın 18 Brumaire’inin üçüncü baskısına yazdığı önsözde yanıtlar. Der ki Engels, “Fransa, sınıf savaşımlarının, her seferinde, herhangi başka bir yerde olduğundan daha fazla, kesin karara kadar sürdürüldüğü ve bu bakımdan sınıf savaşımlarının içinde geçtikleri ve bu savaşımların sonuçlarının özetlendikleri değişken siyasal biçimlerin en belirgin sınırlarıyla belirledikleri biçimlerin en belirgin sınırlarıyla belirledikleri ülkedir. Ortaçağ feodalizminin merkezi, Rönesans’tan beri babadan oğla geçen krallığın klasik ülkesi olan Fransa, Büyük Devrimi’nde, feodalizmi yıktı ve burjuvazinin egemenliğine, Avrupa’da başka hiçbir ülkenin ulaşamadığı katıksız klasik bir özellik verdi. Aynı biçimde, devrimci proletaryanın, hüküm süren burjuvaziye karşı savaşımı da, Fransa’da başka yerde bilinmeyen keskin biçimlere büründü. Marx’ın eski Fransız tarihini, özel bir önem vererek incelemekle kalmayıp, geçmekte olan tarihin bütün ayrıntılarını izlemesinin ve daha sonra yararlanılmak üzere malzeme toplamasının nedeni budur.” (Karl Marks, Louis Bonaparte’ın 18 Brumaire’i, sol yay, 1990, s.11, Sevim Belli çevirisi)

Öyleyse, teorinin de bizzat ürünü olduğu 19. yüzyıldaki Avrupa’daki devrimlerin içinde özel bir yer tutan Fransız devriminin sonuçları ve kendisinden sonra gündeme getirdiği siyasal ve sosyal değişikliklerin bugünkü politik ihtiyaçlar bakımından bir kez daha hatırlanmasında yarar olacaktır. Çünkü tarih, aslında bugünü açıklar. Üstelik Fransız ihtilali, başka zamanlarda, değişmesi için aylar ya da yıllar gereken sınıflar-arası ilişkilerin her gün değiştiği, hiçbir şeyin bir önceki gün gibi olmadığı, hiçbir ilkenin ya da dengenin ertesi gün aynı konumda kalmadığı, pek çok şeyin çok kısa anlara sığdığı bir tarihsel dönem olması bakımından, bu devrimde yer alan, karşı karşıya gelen, yan yana duran, süreç içinde ayrışan veya birleşen sınıfların durumları, geçişleri ve gelişmeleri hakkında açık ipuçları- verir; bu durumların en kristalize olmuş hallerini görmemize olanak sağlayarak bugünkü, daha dolaylı, bazen, henüz açığa çıkmamış ilişkilerin nereye evrileceğini anlamamızı kolaylaştırır. Denebilir ki Fransız devrimi bir siyaset okuludur.

 

HAZİRAN ÖNCESİ

Fransa’da 1789’dan başlayarak 1871 Paris Komünü’ne kadar uzanan devrimci süreçte sayısız çalkantılar yaşanmış, burjuvazi, siyasal iktidarı aristokrasiden almak için girdiği pek çok çatışmadan sonra bazen bu iktidar üzerinde denetim sağlayabilmiş ama çoğu kez de gerici sınıflarla işbirliği yapmayı tercih ederek kendisine tanınan temsil yetkisiyle yetinmişti. Fransız burjuvazisinin iktidar için mücadelesinin bu kadar uzun zamana yayılmasının, bu sınıfın ekonomik ve siyasal bakımdan az gelişmiş olmasıyla bir ilişkisi olduğu gibi, onunla birlikte giderek gelişen ama henüz, politik olgunluğa ulaşmamış alt sınıfların iktidardan bekledikleri talepler karşısında duyduğu ürküntüyle de ilişkisi vardır. Ve bütün devrimci süreçte, Fransa bu sınıfların birbirlerine karşı sürekli değişen tutumlarına, politik hesaplarına sahne olur.

1830’da, aristokrasiye karşı başkaldıran cumhuriyetçi burjuvazinin daha sonra, iktidara getirilen Orleans Hanedanı’ndan Louis Philippe’le uzlaşmayı tercih etmesiyle birlikte Temmuz Monarşisi adıyla anılan dönem başlamıştı. Temmuz iktidarında söz sahibi olan, burjuvazinin bütün kanatları değildi ve bu yüzden 1848, hatta 1852’ye kadar süren süreç, burjuvazinin bütün kanatlarının birleşik iktidarının sağlanması için verilen mücadeleleri kapsar. Louis Philippe’in zamanında tahta yerleşen kesim; “bankacılar, borsa kralları, demiryolu kralları, demir madeni sahipleri, orman sahipleri ve toprak mülkiyetinin onlara bağlı bölümü”nü içeren mali aristokrasiydi. Sanayi burjuvazisi ise iktidarla temsili düzeyde ilgiliydi ama azınlıktaydı. Burjuvazinin muhalefete itilen bu kanadıyla iktidardaki mali aristokrasi arasında cereyan eden çelişki, devletin içine düştüğü ekonomik bunalıma bağlı olarak da keskinleştiğinde, ticareti, sanayiyi, denizciliği ve sanayi burjuvazinin çıkarlarını durmadan tehdit eden ve zarara uğratan bu hükümete karşı sanayi burjuvazisi yani “resmi muhalefet”, toplumun tüm kesimlerini de etkileyecek bir savaşa hazırlanmak üzereydi. 1845–46 yıllarında tarımsal üretimin gerilemesi, yaşamın pahalılaşması, İngiltere’de baş gösteren ekonomik bunalım, taşra bankalarının iflası gibi nedenlerle bütün Avrupa’yı harekete geçiren dalga, Fransa’yı da 1848 Şubat devrimine götürdü. “Ekonomik bunalımın ticaret ve sanayide neden olduğu yıkıntı, mali aristokrasinin her şeyi yapabilme gücünü, tüm yetkilere sahip oluşunu daha da katlanılmaz kılıyordu. Burjuva muhalefeti bütün Fransa’da ziyafetler yoluyla mali reform lehinde bir kışkırtma hareketi başlattı. Bu hareket, burjuva muhalefetine meclislerde çoğunluğu kazandıracak ve borsa kabinesini devirmesini sağlayacaktı. ” (Karl Marx, Fransa’da Sınıf Savaşımları 1848–1850, Sol yayınları, 1976, s.44, Sevim Belli çevirisi) Böylece sanayi burjuvazisi, mali aristokrasiye karşı yürüttüğü muhalefetin sonucunda, egemenliğini ilan etmeyi tasarlıyordu. Öte yandan, diğer sınıflarda da derin bir kaynaşma vardı. Köylülük zor durumdaydı ve ipotek faizleri yüzünden iki yakasını bir araya getiremez olmuştu, kent küçük burjuvazisi yani “dükkân” ise büyük tüccara, bankere ve fabrikatöre karşı giderek derinleşen bir öfke biriktiriyordu. Proletarya ise en alttaki sınıf olarak yoksullaşmanın son sınırına kadar gelmiş dayanmıştı. Ve Fransa geniş bir lümpen proleter kitlesine sahipti. Bütün bu sınıfların devrimden çıkarları, burjuvazinin üç renkli bayrağı altında birleşti ve mali aristokrasiye yönelik muhalefetin içinde eridi. Şubat ayaklanması, ardında bir Geçici Hükümet bırakıp geçtiğinde, yeni durumda, bütün toplumsal sınıflar iktidarda az çok temsil edilebilme olanağı buldular. Burjuvazinin sözcüleri, bu kardeşlikten dolayı bütün ulusun sarhoşluktan başının dönmesini bekliyordu. Çünkü geçici hükümetle birlikte, önceki dönemlerin hâkim anlayışı kırılmıştı: Sınıf farklılıkları bir yanlış anlamadan ibaretti ya da Temmuz Monarşisi günlerinin bir kötülüğüydü, şimdi ise tarihe karışmıştı: “Sınıf ilişkilerinin bu yalnızca düşüncede kaldırılmış olmasına karşılık veren sözcük fraternite, kardeşleşme, evrensel kardeşlik idi. Sınıflar-arası uzlaşmaz çelişkilerin bu yumuşak başlılıkla soyutlanışı, karşıt sınıf çıkarlarının bu duygusal dengesi, fraternitenin coşkunlukla sınıf savaşımının üzerinde yüceltilmesi, işte gerçekten Şubat devriminin özeti bunlardı. Sınıfları birbirinden ayıran şey basit bir yanlış anlama idi ve 24 Şubat’ta, Lamartine, Geçici Hükümetin adını taktı: ‘çeşitli sınıflar arasındaki o korkunç anlayışı ortadan kaldıran hükümet’ Paris proletaryası ise bu yüce gönüllü kardeşlik sarhoşluğuna kendini kaptırdı gitti. ” (agy, s. 51)

Kuşkusuz bu kısacık bir andı ve Geçici Hükümet dönemi, Haziran günlerine gelinceye değin yoğun bir huzursuzluğun yaşandığı dönem oldu. Anlık denge çok kısa bir süre içinde çözülecek, burjuvazinin, “özgürlük, eşitlik, kardeşlik” sloganıyla kendi bayrağı altında topladığı alt sınıflardan kurtulmak için düzenlediği entrikalar bu kez burjuvaziyle, müttefiki proletaryayı Haziran barikatlarında karşı karşıya getirecekti. Üstelik Haziran barikatlarının bir tarafında yer alan proletarya, burjuvazinin bir süre sonra ona da ihanet edeceği “dükkân”ı yanında bulamayacaktı.

Geçici Hükümette, cumhuriyetçi küçük burjuvazi, cumhuriyetçi burjuvazi, hanedan muhalefeti ve işçi sınıfı temsil edilmekteydi. Bu, çıkarları birbirine karşıt ve düşman sınıflar Şubat Devrimini birlikte yapmışlardı ve şimdi de iktidarı paylaşıyorlardı. Şubatın son günlerine doğru, Paris proletaryası, Geçici Hükümete silah zoruyla cumhuriyeti ilan ettirdi. Böylece proletarya tarih sahnesine ilk kez etkin bir güç olarak çıkmış oldu. Devrim sırasındaki ve Cumhuriyetin ilan edilmesindeki rolünden dolayı da devrimin kazanımlarını ve Geçici Hükümeti alkışlıyordu. Marx, şöyle yazıyordu: “Toplumun devrimci çıkarlarını kendinde toplayan bir sınıf başkaldırdı mı derhal, kendi özel durumunda, kendi devrimci eyleminin içeriğini ve maddesini bulur: Düşmanlarını ezmek, savaşım gereklerini zorladığı önlemleri almak ve onun kendi eylemlerinin sonuçları onu daha ileriye iter. Kendi özel görevi üzerine hiçbir teorik araştırmaya girişmez. Fransız işçi sınıfı henüz bu noktada değildi. O, henüz kendi devrimini yapacak yetenekte değildi.” (agy, s. 49)

Proletarya Şubat günlerinde kendi eyleminin sonuçlarını daha ileri götürmek için hiçbir şey yapmadı. Bu çatlamaya mahkûm ortak hükümeti -üstelik burjuvazi bir süre sonra, proletaryadan kurtulmak isterken buna cumhuriyetin selametini gerekçe gösterecekken- herkesten daha çok savundu.

Umulabileceği gibi devrim bir süre sonra gerilemeye başladı. Burjuvazi özel yöntemler uygulayarak, köylülüğü proletaryaya, proletaryanın bir kesimini diğer kesimine düşürmeye çalıştı. Devrimin masrafları “saf Jacques”e yani köylüye ödetilmek üzere yeni vergi yasaları çıkarıldığında “cumhuriyet Fransız köylüsü için bundan böyle 45 sentlik vergi demek” olacaktı ve “Paris proletaryasını kendi sırtından keyif çatan bir savurgan olarak” görecekti. Böylece burjuva devrimi, feodal kötülükleri ortadan kaldırmak gibi bir siyasal görevi tamamlamayı burjuvazinin diğer çıkarları adına reddediyor, hızını kesiyordu. Proletaryanın birbirine düşürülmesinin yöntemi de lümpen proleter unsurlardan oluşturulan gezgin muhafız taburlarının oluşturulmasıydı. Bunlar herhangi bir iç karışıklıkta proletaryaya karşı devleti savunacaklardı. Nitekim çok geçmeden de bu, böyle oldu. İç savaş Haziran’da patladı. Cumhuriyet, zaten aslında kardeşlikten çok, bir iç savaş olasılığını nüve olarak barındıran ucube bir ortaklıktı. Neue Reinische Zeitung’da şunlar yazıldı: “Şubatta ilan edilen büyük harflerle Paris’in her alanına, her cezaevinin, her kışlanın duvarları üzerine yazdan bu kardeşliğin gerçek, aslına uygun, alelade yalın ifadesi iç savaştır. En korkunç biçimiyle iç savaş, emek ile sermaye arasındaki savaş… Bu devrimde krallığa karşı patlak veren uzlaşmaz çelişkiler, henüz embriyon halinde uslu uslu yan yana uyuklamaktaydılar, çünkü onun arka planını oluşturan toplumsal savaşım ancak hayal meyal belirimsiz bir varlık, ancak sözde, kelamda bir varlık kazanabilmişti” (Alıntı Marx’ın agy, s. 66)

 

HAZİRAN VE SONUÇLARI: “DEVRİM ÖLDÜ YAŞASIN DEVRİM”

Haziran ayaklanmasına proletaryayı burjuvazi zorlamıştı, iç savaş, Paris’i doğudan batıya kesen hattın; Montmartre’dan başlayan Saint Denis caddesinden geçen, Saint Jacques sokağı boyunca uzanan hattın üzerine oluşan barikatın iki tarafında toplanan iki sınıf arasında yaşandı. “Haziran devrimi, bütün toplumu Doğu Paris ve Batı Paris tarafından temsil edilen iki büyük düşman kampa gerçekten bölen ilk devrimdir. Şubat Devrimi’nin oybirliği, göz kamaştırıcı yanılsamalarla dolu, güzel yalanlarla dolu ve dilinden ballar akan hain Lamartine’in yakışığınca temsil ettiği oybirliği yok oldu” (Engels)

O zamana değin üç renkli bayrağın altında burjuvaziyi, kendi talepleri için sadece zorlamak niyetinde olan, cumhuriyetin varlığını bunun teminatı olarak gördüğü için silahlarını yitirip, kızıl bayrağını indiren işçi sınıfı, kendisini, Paris sokaklarını, içlerinden çoğunun kanıyla yıkamaya getiren gelişmeler karşısında aslında hazırlıksız yakalanmıştı. Erken kurulan barikatın kendi tarafında, bağımsız bir örgüt ve mücadele deneyiminden yoksun halde, üç kuruşluk hesaplara devrimi satan küçük burjuvazinin ve burjuvazinin ihanetinin bedelini korkunç bir yenilgiyle ödedi. Ama diğer yandan 1834’te ayaklanan, sınıfın Lyonlu mensuplarının gerçekleştirmiş olduğundan bu yana Fransa’nın gördüğü en büyük işçi ayaklanmasıydı bu ve bir bakıma tarih hem burjuvazi için hem de proletarya için yeni yazılıyordu. Ne 1789 ne 1930 ve ne de 1848 Şubat Devrimi’nin sağlayamadığı bir şeyi; burjuvazinin siyasal iktidarının kurulmasını, burjuvazinin tüm kesimlerinin açık, yalın ve kesin iktidarını Haziran günleri sağladı, iktidar mücadelesi verirken, feodal aristokrasinin karşısında kaypak ve teslimiyetçi davranan burjuvazi, bir tarihsel dönemi feodalizme karşı verdiği mücadeleler sayesinde olduğu kadar, en az onun kadar, proletaryanın Paris sokaklarında akan kanı üzerine basmak suretiyle başlattı. Diyalektik olarak bunun tersini söylemek daha doğrudur, modern sınıf ilişkilerinin içinde boy verip serpileceği düzenin siyasi miladı aslında Haziran günleridir; devrim o gün öldürülmüştür ama bir yandan da o gün doğmuştur. Haziran günlerini anlatan Marx bu yüzden makalesini “devrim öldü yaşasın devrim” diye yazacaktır.

Devrim ölmüştü; bunun pek çok nedeni vardı; eğer tarihsel bakımdan “erken” sözcüğü yeterince açıklayıcıysa, proletaryanın bu ilk bağımsız tavrı, komünizmin ütopik fikirlerinden yeni yeni arınmaya başladığı, politik programının henüz Şubat’ta, Manifesto’da ifade olanağı bulabildiği, parti fikrinin daha olgunlaşmadığı, gerçek komünist örgütlerin, bütün Avrupa’da ancak yüzlerle ifade edilebilecek bir üye sayısına sahip olabildiği üstelik bu örgütlerin işçi sınıfı mücadelesiyle, onu disipline edebilecek, yönetebilecek ve birleştirecek düzeyde doğrudan bağlantı halinde olamadığı bir dönemde işçi sınıfının Haziran’da neden yenildiğini de açıklayacaktır kuşkusuz. “Tarih bizi ve benzer düşüncede olanların hepsini haksız çıkardı. Tarih gösterdi ki, kıta üzerindeki iktisadi gelişme durumu, o zaman, kapitalist üretimin kaldırılması için yeterince olgunlaşmamıştır.” (Engels)

Proletaryanın yenilgisinin nedenlerinden birini de Engels, Haziran devrimini askeri bakımdan da tartıştığı, “Fransa’da Sınıf Savaşımları”nın önsözü’nde şöyle açıklar: ” Haziran 1848’de Paris’te, Ekim 1848’de Viyana’da, Mayıs 1849’da Dresde’de saldırıyı yöneten liderler, siyasal düşüncelere aldırmadıklarından salt askeri görüş ve gerekçelerle hareket edince ve erleri de kendilerine bağlı kalınca, sonunda başkaldırmanın yenilgiyle sonuçlanmasında, şaşılacak bir şey yoktur.” Ve sonuçta, en büyük çatışmaların 1848 ve ‘49’da yaşandığı barikat savaşlarını eskimiş bir savaş yöntemi olarak buluyordu Engels. Bu bakımdan Haziran’ın kazanından arasında, sınıf mücadelesinde iyi uygulanan askeri yöntem ve taktiklere ihtiyaç duyulduğunun anlaşılmasını saymak gerekir. Üstelik bu yöntem ve taktikler, zaman, mekân ve teknolojinin gelişmesine bağlı olarak durmaksızın değişmekte, bir öncekiler eskimekte yeni yöntemlerin bulunmasıyla zenginleşmektedir. Bu konuda yaratıcı olmaya ihtiyaç vardır, çünkü 1848’de Paris sokaklarında gerçek barikatların kurulmasından sonra, bütün dünyada da burjuvazi ile proletarya arasında bu türden manevi barikatlar kurulacaktır. O yüzden, burjuva Paris, Haziran günlerinden sonra yeniden düzenlenirken burjuvazinin o derin sınıfsal korkusunun ve kininin doğurduğu ihtiyaçlara göre yeniden düzenlenir; bu, aslında dünyanın yeniden nasıl düzenleneceğinin işaretlerini verir. Burjuvazinin kentleri düzenleyiş biçimi bile proletaryaya karşı bir mevzilenme biçimine denk düşer; öyleyse 1848’den sonra verilecek sınıf mücadelesi, bu değişiklikleri gözetmek zorundadır. Şöyle yazar Engels: “Son olarak 1848’den bu yana büyük kentlerde kurulan mahallelerin caddeleri uzun, dümdüz ve geniş ve yeni topların, yeni tüfeklerin etkinliklerine uyarlanmışa benzerler. Bir barikat savaşı için Berlin’in kuzey ve doğusundaki yeni işçi semtlerini seçecek bir devrimcinin çılgın olması gerekirdi. Bu demek midir ki, gelecekte sokak savaşı hiçbir rol oynamayacaktır? Hiç de değil yalnız şu demektir: 1848’den bu yana koşullar, sivil savaşçılar için elverişsiz, birlikler için ise çok daha elverişli olmuştur… Büyük kuvvetler bütün Fransız devriminde… Paris’te olduğu gibi, kuşkusuz açık saldırıyı barikatın pasif taktiğine yeğ tutacaklardır.” ( Engels, Fransa’da Sınıf Savaşımları’na önsöz)

Bunların yanı sıra, proletaryanın haziran günlerinde öğrendiği bir şey daha vardır. Müttefiklerini doğru saptamak ve onları kendi yanına çekmek. Haziran günlerine, cumhuriyetçi demokrat küçük burjuvaların ve köylülüğün desteğinden yoksun bir biçimde giren işçi sınıfı, yapılan burjuva propagandalar nedeniyle kendisinden uzak, hatta düşmanca bir konumda duran bu iki toplumsal katmanı kazanmak için pek bir şey yapmamıştı. Buna belki zamanı da olmamıştı ve hazır olmadığı bir savaşa zorla çekilirken işçi sınıfının saflarında da gevşeklikler yaşanıyordu. “Ulusun burjuva rejimine sermayenin egemenliğine başkaldırmış proletarya ile burjuvazi arasında yer alan kitlesi, yani köylülük ve küçük burjuvazi, devrimin ileri doğru yürüyüşü ile proleterleri öncüleri olarak tanıyıp onlara katılmak zorunda bırakılmadıkça, Fransız işçileri bir tek ileri adım atamazlar ve bu rejimin kılına bile dokunamazlardı, işçiler bu zaferi ancak Haziran yenilgisi ile satın alabilirlerdi…” (Marx, agy, s. 50) Oysa “Haziran günlerinde, hiç kimse mülkiyeti kurtarma uğruna ve krediyi yeniden tesis etme uğruna Paris küçük burjuvaları kadar bağnazca savaşmamıştı. Dükkân bütün kuvvetini toplayarak sokaktan dükkâna geçişi yeniden sağlamak için barikata karşı yürümüştü. Ama barikatın ardında dükkânın müşterileri ve borçluları, önünde ise alacaklıları vardı. Ve barikatlar devrilip işçiler ezildiğinde ve mağazaların bekçileri zafer sarhoşluğu içinde yeniden dükkânlarına koştukları zaman, dükkân kapısının, mülkiyetin bir bekçisi tarafından, kendilerine bir takım göz korkutucu kâğıtlar uzatan resmi bir kredi memuru tarafından kesilmiş olduğunu gördüler. Vadesi geçmiş poliçe, vadesi geçmiş bono, batmış dükkân ve batmış dükkâncı buldular. ” (Marx, agy. 74)

Küçük burjuvazinin Haziran’dan sonra karşılaştığı sıkıntı sadece ekonomik değildir. Burjuvazi bu sınıfın temsilcisi olan siyasi hasımlarından da kurtulmanın bir yolunu bularak iktidarı tek başına elinde tutabileceği koşulları yaratmaya çalışır. Ama küçük burjuva cumhuriyetçi demokratlar, burjuvaziye karşı anayasal yoldan mücadeleyi tercih ederler, burjuva anayasayı bağnazca savunurken, sokaktan ürkmektedirler. Aynı zaman zarfında diğer toplumsal sınıflar arasındaki gerginlik giderek artar ve Aralık ayında köylüler ayaklanır ve iktidarda söz sahibi olmak isterler. Marx, bu ayaklanmayı “köylü şubatı” olarak tanımlamaktadır. 1848’den sonraki dönem iktidar mücadelelerinin kızışmaya devam ettiği dönemdir; aynı zamanda, devrim de hızla geriler. Burjuvazi iktidarını sağlamlaştırdıkça bütün muhalefete darbe üstüne darbe indirecektir. Louis Bonaparte’in iktidara geldiği sıralarda -Bonaparte, bütün sınıfların desteğini alarak, köylü ayaklanmasını takiben iktidara getirilir- ise, önce işçi örgütleri olan kulüpler kapatılır, işçi sınıfı, küçük burjuvazi ve köylülüğün iktidarda denetim kurmasının araçlarından bir olan genel oy hakkı kaldırılır. Gericilik yılları başlamış; kardeşliğin yerini devrime ihanet, devrime katlan sınıflara yönelik baskılar almıştır. Ama Haziran günleri sadece bir yenilgiyle açıklanamayacağı, bu ayaklanmanın, proletaryanın çok açık bağımsız bir sınıf olarak ortaya çıkması gibi bir kazanımla sonuçlanmış olması bu yenilginin kendisinden daha önemli olduğu için yeni bir süreç başlamıştır. Burjuvazinin siyasal iktidarını, aristokrasinin koltuğunda güçlendirmek için harcadığı onca çabaya karşın, bir zamanlar, kardeşlik bayrağının altında henüz nüve halinde saklanan iç savaş şimdi artık bir gündem haline gelmiştir. “Zambak arkasına gizlenen” üç renkli bayrak, kırmızısından, kendi mezarını kazacak olan sınıfın bayrağını dikmiştir. Bu bayrağın üzerine demek ki “bütün işçiler birleşin” sözü yazılacaktır. Manifesto bunu daha Şubat günlerinde görmemiş midir?

 

Haziran-Temmuz 1995

Yorumlar kapatıldı.

Özgürlük Dünyası 2022

Yukarı ↑