Dünya kapitalist ekonomisinde canlanma gündemde değil. Canlanma sürekli yarın için ilan ediliyor, ama ülkelerin çoğunluğu için durgunluk ve hatta çöküş geçerli. Kriz, sözde yükselen ülkeleri de sarmış bulunuyor.
AB’nin sağcı, sosyal demokrat ya da koalisyon hükümetleri şiddetli kemer sıkma politikalarını uygulamaya koyuyor ve Avrupa Komisyonu onların katı uygulamalarını denetlemekle görevli. Hatta Avro Bölgesi’nde, neoliberal kriterler olan bütçe indirimleri ve devlet borçlarının düşürülmesinin sağlama bağlanması için değişik hükümetlerin bütçelerini açıklanmadan önce denetliyor.
Devlet borçlarının milli gelirin yüzde 3’ü oranında tutulmasını dayatan neoliberal dogma, Merkel – Sarkozy anlaşmasında (“vergi paktı”) kayda geçirilerek, gerçek bir “çelik kural” haline dönüştü ve sosyal kazanımlara, sosyal korunmaya ve kamu hizmetine karşı savaş anlamına geliyor.
Patronların, hükümetlerin ve Avrupa Komisyonu’nun saldırısı, ücretlerin şiddetli düşüşü ve rekabetin arttırılması üzerinde yoğunlaşıyor. Bu ikisinin birleşmesi, tekellerin büyük oranda kârlarının artmasına yol açıyor. İşçi sınıfının ve emekçi kitlelerin hak ve kazanımlarının yok edilmesi ve esnek çalışmanın genelleştirilmesi için kriz müthiş bir bahane oldu. “Troyka”nın (Avrupa Merkez Bankası, AB ve IMF) Yunanistan’a dayattığı, sağ ve sosyal demokrat koalisyonu hükümetinin uyguladığı dev kemer sıkma politikası, büyük sosyal tahribata, yaşam standardının görülmedik bir oranda düşmesine, ortalama hayat süresi ve toplumun sağlıklı yaşayabilmesinde gerilemelere neden oldu. Bunlara iş bulabilme umuduyla ülkelerini terk eden gençliği, kalifiye emekçiler içinde yaşanan iç kanamayı da eklemek gerekir. Aynı şey, özellikle de genç işçiler içinde yüksek seviyelere fırlayan işsizlik oranının yaşandığı, “resmi” yoksulluk seviyesinin altında yaşayan milyonlarca ailenin bulunduğu İspanya, İtalya, Portekiz için de söylenebilir.
İşçiler ve halklar için, gençler için, emekçi kadınlar için, AB kemer sıkma politikaları, sosyal gerileme, herkesin herkesle rekabeti, sosyal damping, kitlesel işsizlik ve yoksulluk anlamına geliyor. Bütün AB ülkelerinde işçi sınıfı ve emekçi kitleler, grevler, gösteriler, milyonları kapsayan dev yürüyüşler, şehir ve kır emekçilerinin, emeklilerin mücadeleleri ile bu politikalara karşı mücadelenin merkezinde yer alıyorlar. Yani bu politikanın tüm mağdurlarını sokağa döken kitlesel karşı koyuşlar yaşanıyor. Tekeller tarafından denetlenen basın bunları görmezden geliyor. Zira mali oligarşi, onun hizmetindeki hükümetler, elindeki aleti olan Avrupa Komisyonu, aynı politikalara karşı yürütülen bu mücadelelerin birbirlerini güçlendirmesinden, işçi sınıfı ve emekçi kitlelerin güç ve ortak çıkarlarının bilincine varmalarından ve söz konusu kemer sıkma politikalarının tüm mağdurlarını birlikte harekete çekebilmelerinden korkuyorlar.
Mali oligarşi, tekeller ve bankalar… kemer sıkma ve rekabet politikalarını dayatabilmek için, seçilmemiş hükümetleri iktidara getirmek, aşırı sağın da katıldığı hükümet ittifakları kurmak ve hükümetlere, meclislere ve ulusal kurumlara dayatılan yasa gücündeki normlar ve Avrupa direktiflerininin uygulanmasını zorunlu kılmaktan çekinmiyorlar. Böylelikle İtalya’da Troyka, seçilmemiş ilk hükümeti dayattıktan sonra, yine seçilmemiş ve işçi düşmanı önlemlerle otoriter bir başkanlık sistemini hayata geçirmek için hızla yol almak isteyen reformist bir liberal tarafindan yönetilen üçüncü hükümete de destek verdi. Kemer sıkma; daha fazla gericilik, karşı çıkan herkese karşı daha fazla baskı, sosyal mücadelelerin daha fazla kriminalize olması anlamına geliyor.
Bu, AB’nin antisosyal ve antidemokratik niteliğini daha fazla su yüzüne çıkarıyor. Gerçek iktidar, devlet ve hükümet başkanlarının, tekel lobilerinin temsilcilerinin baskısı ile devletlere dayatılan direktifleri kararlaştıran seçilmemiş bir Avrupa Komisyonu’nun elindedir. Kalabalık Avrupa Parlamentosu tartışıyor, ama kararlarının çok az bir etkisi oluyor. Demokratik olmayan bir AB için “demokratik” bir koz olarak kullanılıyor.
Üst üste binmiş ve binlercisi Akdeniz’de alabora olan göç adaylarını avlamak için tehdit yasalarının gerisine, askeri gemilerin, duvarların ardına gizlenen bir AB. “Frontex”le Lampedusa’da olduğu gibi tutuklama kamplarıyla, dikenli telli duvarlarıyla, bu “kale Avrupası”, kendisinin sorumlu olduğu yoksulluktan, savaşlardan korunmak için kaçan insanlardan “korunmak” istiyor.
Zira, bugün askeri olarak Orta Afrika Cumhuriyeti’ne müdahale eden AB’dir. İlk askeri müdahale Fransız emperyalizmi tarafindan kararlaştırılmış ve yapılmıştır, ama AB’deki ittifaklarını yardıma çağırmıştır. Kimi hükümetler asker göndermiş, kimileri de lojistik destek sağlamıştır. Ama hiçbiri bataklığa dönüşen bu askeri müdahaleyi, tüm Afrika’daki emperyalist askeri müdahalelerde olduğu gibi, mahkum etmemiştir. Temel amaçları neosömürgeci egemenliklerini devam ettirmek, hammadde kaynaklarını, özellikle de uranyum maden yataklarını denetim altında tutmaktır. AB’nin en saldırgan ve savaşçı emperyalist güçleri, Fransız emperyalizmi, İngiliz emperyalizmi ve giderek Alman emperyalizmi, özellikle de kendi “arka bahçesi” olarak gördükleri Afrika’da çıkarlarını savunma amacıyla, AB’nin askeri olanaklarını arttırmaya yönelik çok tehlikeli ve gerici bir rol üstleniyorlar. ABD emperyalizmi ile yakın ilişki içinde yürüttükleri bu politika milyarları yutuyor ve tüm AB ülkelerinin daha fazla askerileşmesine yol açıyor. Bu politika, doğrudan, emperyalist egemenlik ve onların işbirlikçi kukla gerici kliklerine karşı mücadele eden Afrika halklarına karşı yönlendirilmiştir.
Avrupa Komisyonu, aylardır ABD’li Hükümet, Ticaret Bakanlığı ve büyük şirket temsilcileri ile gizlice Transatlantik Anlaşması’nı görüşüyor. Bu anlaşma, tekellerin iştahları için gıdaların kalite korunma normlarını parçalamak isteyen ve tüm pazarların, özellikle de kamu pazarlarının açılışını daha da genişletecek olan “serbest dolaşımcı” ve neoliberal bir anlaşmadır. Bu anlaşmalar, tekellere özel mahkemeler önünde devletleri suçlama ve “serbest” rekabete engel olmaktan cezalandırma yetkisi tanıyabilecek. Bu anlaşma, bizzat Obama tarafından, ABD-AB ittifakının ticari anlamda Çin ve diğer rakiplerine karşı yönelttiği bir “NATO” olarak tanıtıldı. Formülü şu: Dünyanın geri kalanına karşı birleşelim ve pazar, hammadde ve doğal kaynakları denetleme kavgasında birlikte ekonomik savaş yürütelim. Bu sözleşme, herkesin birbirine karşı rekabeti yoluyla, tüm dünyanın işçi ve halklarına karşı bir savaş makinesidir. “Serbest ve engelsiz rekabet”ten kazançlı çıkanlar, sadece en güçlü tekellerdir. Bu görüşmelerin durdurulması için tüm AB ülkelerinde geniş bir halk hareketini geliştirmek acildir.
Ukrayna ve tüm bölgede yaşanan ve askeri olarak büyük çaplı karşı karşıya gelişe dönüşebilecek tehlikeli duruma bu politika yol açtı. Kökeninde, emperyalistler arası çelişki, AB içerisinde kendi egemenliğini pekiştirme ve emperyalistlerin dünya çapında yürüttükleri rekabette daha güçlü olma amacıyla Alman emperyalizminin itkisi ile AB’nin doğuya yayılma politikası vardır. Ukrayna büyük, önemli kaynaklara ve Rusya açısından önemli jeostratejik yere sahip bir ülkedir. Ukrayna’nın AB’nin etkilediği alana çekilmesi, Rusya’ya ve yöneticilerinin büyük emperyalist ülke olma emellerine vurulan büyük bir darbe olur. Bunu kimse görmezden gelemezdi. Ama AB’nin yöneticileri tam da bunu yaptılar, bir darbe ile iktidarı ele geçiren gerici, hatta açıktan faşist güçlere destek vermekden geri durmadılar.
Putin hemen tepki gösterdi. ABD emperyalizmi, krizin idaresini ele geçirmek için açıktan eyleme geçti ve uzun zamandır Rusya ile ekonomik bağlar kurmuş Avrupalı müttefiklerinin başına geçti. Fransız emperyalizmi Rusya’ya silah satıyor, Alman emperyalizmi kısmen onun ihraç ettiği gaza bağımlı, İngiliz emperyalizminin Rus mali oligarşisinin milyarlarına ihtiyacı var… ve AB’nin birçok devletinin kullandığı gazın önemli bir kısmı Ukrayna borularından geçiyor. Bu krizi firsat bilerek, NATO, daha fazla doğuya yayıldı, Rusya’nın sınırlarına daha da yaklaştı; bu ise, gerilimin daha fazla artmasına neden oldu.
Büyük emperyalist güçler, doğrudan işin içindeler ve karşı karşıya gelmiş durumdalar. Bugün askeri olarak hiçbiri doğrudan karşı karşıya gelmek istemiyor, ama bölgede, askerileşmenin daha da arttığı koşullarda bir iksikrarsızlık yerleşti. AB daha fazla emperyalist bir blok olarak görünüyor ve emelleri barışı tehdit ediyor. Evet, hâlâ içinde tam bir birlik yok, ama egemen emperyalist güçler ona yön veriyor ve onun adına politika yürütüyorlar.
Burada sosyal demokrat ve muhafazakar partilerin tam bir birlik içinde olduklarına vurgu yapmak lazım. Hepsi Ukrayna’da aşırı sağ ile ittifak yapan gericiliği destekledi ve NATO’nun yeniden sahnenin önüne çıkmasını selamladı. Tıpkı, NATO’nun genel sekreterliğine Norveçli bir sosyal demokrat yönetici olan Stoltenberg’in seçilmesini selamladıkları gibi.
Bu politikanın bütünü, bugün işçi ve halklar tarafindan reddediliyor. Bu karşı çıkış her yerde buyüyor. Başta işçi sınıfı olmak üzere halkın tüm katmanlarının içerisinde yaygınlaşan bu geniş karşı çıkışın başına geçmek, ilerici, devrimci, antiemperyalist güçler ve Marksist-Leninist parti ve örgütlerin acil görevidir. Bu görev, kemer sıkma politikaları ve onu dayatan hükümetlere ve AB’ye karşı kesintisiz mücadele etmek anlamına geliyor. Bu, işçi ve halkların AB’nin antidemokratik niteliğiyle politikalarının emperyalist karakterine ve halkların kendi geleceklerine karar verme hakkının reddine karşı özlem ve mücadelelerine destek vermek anlamına geliyor.
Gerici güçler, aşırı sağ, açıktan faşist olan grup ve partiler, kitleleri milliyetçilik, bölücülük ve yabancı düşmanlığının tehlikeli yoluna sokabilmek için bu hoşnutsuzluğu kullanmak istiyorlar. Onlara göre, düşman kapitalist sitem değil, halklar ya da “yabancılardır”. Bu gerici güçler, Avrupa seçimlerini kullanarak güçlenmek, milletvekili seçtirmek ve faaliyetlerini genişletmek için AB’nin mali olanaklarından faydalanmak istiyorlar.
Bu deklarasyonu imzalayan Marksist-Leninist parti ve örgütler olarak, AB’nin niteliğine ve politikalarına dair tahlillerimizi geliştirmeye devam edeceğiz ve bu seçimlerde kendi görüş ve tutumlarımızı tanıtacağız. Bu seçimler aynen Avrupa inşaasının görüntüsünü yansıtıyor, yani demokrasinin karikatürünü.
Kemer sıkma politikalarına, gerici ve savaşçı AB’ye karşı mücadele üzerinden seçimlere katılan güçlerin bulunduğu ülkelerde, bu güçlere oy verilmesi çağrısı yapıyoruz.
Bu olanağın olmadığı ülkelerde, seçim, sadece AB’yi destekleyen güçlerle AB’nin ne temellerini ne amaçlarını reddetmeyen, ama sadece kimi yönlerini eleştiren ve onun reforme edilebileceği fikrini yayan güçler arasında ise, biz, bu listelerin hiçbirini desteklemeyecek ve oy kullanmama yönünde aktif bir politika yürüteceğiz.
AB’den çıkmak için mücadele eden, halk desteğini alan ve geniş bir cephe temelinde listeler sunan ilerici güçlerin olduğu ülkelerde ise, bunları destekleme çağrısında bulunuyoruz. Halkların kendi kaderlerine karar verme hakkı adına, biz bu listeleri uluslararası boyutta daha da yaygınlaştıracağız. Her türlü şantajı, kitlelerin mücadelelerini görmezden gelmeyi ya da amaç ve hedeflerini çarpıtmanın her türlü girişimini teşhir ediyoruz.
Her koşulda, aşağıdaki mücadele hatlarını öne çıkartıyoruz:
Kahrolsun AB emperyalizmi!
AB’nin kemer sıkma politikası dursun!
Kemer sıkma ve gericiliğin AB’sine hayır!
Sosyal mücadelenin kriminalize edildiği Avrupa’ya hayır!
AB’nin savaş politikalarına hayır!
Transatlantik sözleşmeye hayır!
Avrupa Birleşik Devletleri projesine hayır!
Emperyalist Avrupa’ya hayır!
Halkların AB’den çıkma hakkı için
İşçilerin ve halkların dayanışmasına evet!
Marksist – Leninist Parti ve Örgütler Uluslararası Konferansı (CIPOML) Üyeleri Bölge Konferansı
Almanya, Nisan 2014
Konferansa katılan parti ve örgütler:
Almanya
İşçi Komünist Partisi – İnşa Örgütü (Arbeit Zukunft)
Danimarka
Danimarka İşçileri Komünist Partisi – APK
İspanya
İspanya Komünist Partisi – Marksist – Leninist (PCE-ML)
Fransa
Fransa İşçileri Komünist Partisi – PCOF
İtalya
Komünist Platform
Norveç
Revolution Marksist Leninist Grup
Türkiye
Emek Partisi (EMEP)