20 Aralık’ı en kestirme biçimde ifade etmek gerekse söylenecek tek şey; 20 Aralık’ın memur mücadelesinde her bakımdan bir dönüm noktası olduğudur. Eylem öncesi ve sonrası gelişmeler ve gerçekleşen eylem bir yandan memur hareketinin büyük bir direnme ve mücadele potansiyeline sahip olduğunu ortaya koyarken, diğer yandan bugüne kadar bağrında taşıdığı zaaf ve eksiklikleri de açığa çıkardı. Bu bakımdan yapılacak 20 Aralık değerlendirmeleri asıl olarak bu iki cepheden ele alınmalı, irdelenmelidir.
EYLEM BİÇİMİ OLARAK 20 ARALIK
Son yıllarda işçi, memur tüm emekçilerin gündeminden düşmeyen taleplerin en başında tereddütsüz genel grev talebi gelmektedir. Ama gel gör ki ülkemizde genel grev, emekçi yığınlarca yalnızca en çok istenen talep olmakla kalmamakta, aynı zamanda bir eylem biçimi olarak üzerinde en çok tartışılan ve bir türlü mutabakata varılamayan bir özelliğe de sahip bulunmaktadır. İş, yer yer öyle noktalara götürülüyor ki genel grev fiilen imkânsız hale getirilebiliyor. Bu tartışmaların yeni bir vesilesi, 20 Aralık eylemi oldu. Sorun basitçe 20 Aralık’ı ifade etmekle sınırlı kalsa, belki eyleme “genel eylem” ya da “memur genel grevi” demenin pek bir önemi olmayabilirdi. Ancak eylemin hemen peşinden gerek memur sendikası yöneticilerinin ve gerekse de başta Aydınlık dergisi olmak üzere bazı dergi çevrelerinin ve bu dergiler etrafında kümelenmiş bulunan siyasi akımların, “uyarı görevi mükemmelen yerine getirildi sıra genel grevde” şeklinde özetlenebilecek düşünce silsilesi durumun hiç de böyle olmadığını gösteriyor. 20 Aralık’ın bu tarzda ifadelendirilmesi yakın dönemde memur mücadelesini önemli problemlerin beklediğinin bir işaretidir. Çünkü genel grev sorununa bu yaklaşım tarzının Türk-İş Genel Başkanı Bayram Meral’in ve genel olarak sendika bürokrasisinin yaklaşım tarzından bir farkı yoktur ve tıpatıp benzeşmektedir. Bu bakış açısıyla hareket edildiği müddetçe, o hakkında çok şeyler yazılan, isçi, memur tüm emekçi yığınların her gösteri ve mitingde haykırdıkları genel grevin gerçekleşmesi çıkmaz ayın son çarşambasına kalacaktır. Zira tarifi yapılan, genel grevden çok bir kılıç darbesidir, bir ayaklanma hali ve anıdır. Böylesine her şey denebilir ama genel grev demek mümkün değildir.
Diğer taraftan genel grevi bu biçimde formüle ettiniz mi koşullarının da buna uygun olarak oluşmasını beklemenizden doğalı yoktur. Söylemek bile gereksizdir ki; bu durumda beklenen Godot asla gelmeyecek, hareketin ortaya çıkardığı fırsat ve olanaklar heba olup gidecektir. 20 Aralık gibi etkili bir eyleme “uyarı” mahiyetinin ötesinde somut bir içerik kazandırılamamasının temel nedeni bir anlamda genel greve yüklenen bu “sihirli değnek” işlev ve imajıdır. Yanlış anlamaya yer vermemek için belirtmeliyiz ki; bir genel grev eylemi hak almaya yönelik olarak örgütlendiği gibi, uyarı veya dayanışma veya bir başka amaçla da örgütlenebilir. Eleştirmeye çalıştığımız 20 Aralık’ın uyarı amaçlı yapılmış olması değil, eylemin “genel eylem” olarak nitelenmesi ve gelecek günlerdeki olası memur mücadelesinin ufkunun buna bağlı olarak çizilmiş olmasıdır. Mücadele ve eylem biçimlerine ilişkin bilinci bulanıklar ve perspektif yoksunları aksini iddia etseler de Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’e, “bunlar devleti işlemez hale getirdiler, felç ettiler” dedirten bu eylem, öyle söylenildiği gibi “genel eylem” filan değil bal gibi bir genel grevdi. Ve kim ne derse desin 20 Aralık, memur genel grevi olarak tarihteki yerini şimdiden almış bulunuyor.
KİTLESELLİK YÖNÜNDEN 20 ARALIK
20 Aralık, bugüne kadar gerçekleşen en kitlesel memur eylemi oldu. Bir milyonu aşkın memur bu eylemde yer aldı. Yaklaşık iki yüz bin kişi sokaklara çıktı. Sendikalarda örgütlü memur sayısını ikiye katlayan bu kitlesellik, bir yanıyla geniş memur yığınlarındaki derin hoşnutsuzluğun bir göstergesi olurken diğer yandan, memur sendikalarının kuruluşundan bu yana en temel sorunlarından biri olan kitleselleşme sorununa da bir cevap verdi. Memur mücadelesinde kitleselleşme sorununda yaşanan bu zaafların bir kısmı bünyesel yani genel olarak hareketin tarihinden (yani ülkemiz işçi ve emekçi hareketinin kendine has özelliklerinden) kaynaklanırken diğer bir bölümü de dönemsel yani bizzat memur sendikalarının yönetiminde egemen olan anlayışın burjuva liberal reformcu karakterinden kaynaklandı. Soruna daha yakından bakalım. Genel ilkedir; her örgüt mutlak surette bir kitle hareketinin üzerinde şekillenir. Ve yine harekette yaşanan bir istikrarsızlık kaçınılmaz olarak bu örgütte de belirli oranda bir istikrarsızlığa kaynaklık eder. Söz konusu edilen örgüt bir sendika oldu mu, durum daha da yakıcı bir hal alır. Özelinde memur sendikalarının ortaya çıkışı ve şekillenişi bu genel ilkenin dışında gelişmedi. Bir başka anlatımla, Türkiye sendikal hareketindeki bünyesel zaaflar, bire bir olmasa da büyük oranda memur sendikalarının her tür örgütlenme ve mücadele çizgisinde bu nedenle kendi varlık temellerini buldu. Bununla birlikte memur sendikaları yönetimlerinde egemen bulunan anlayışın; memur mücadelesinin gündemine geniş memur yığınlarının en acil taleplerini değil de kendi suni gündemlerini dayatmaları; başka bir anlatımla, günlük sendikal çalışmanın mücadeleci bir gündem üzerinden değil de daha çok “lobicilik” üzerinden yürütülmesi; sendikaların üyeleşme bazında bir türlü istenen seviyeyi tutturamamasının nedenlerinden başlıcası oldu. Yoksa salt 20 Aralıkta değil daha önceki memur eylemlerinde de sendikaya üye olmayan memurların geniş katılımının izahı mümkün değildir. Doğrudan sendikalar tarafından örgütlenen eylemlere katılma ve ama aynı sendikaya üye olmama tutumundaki paradoks 20 Aralık’la çözüme kavuşmuştur: Sorun ancak mücadeleci zeminde yüründüğü vakit çözülecektir.
BİRLİK SORUNU VE 20 ARALIK
Memur mücadelesinde çözüm bekleyen sorunlardan biri de, sendikal birlik sorunudur. Geçen dönemde enerji ve ulaşım sektörlerinde sağlanan birlik, bugün de eğitim işkolunda sonuçlanma aşamasında. Ancak birlik sorununda sağlanan bu olumluluk memur sendikalarının geneli söz konusu olduğunda yetersiz kalmaktadır. Birçok işkolunda bölünmüşlük ve parçalanmışlık devam ediyor ve ne yazık ki yakın vadede umutlu olmak için çok fazla neden yok. Geçmişin olumsuz mirası en fazla kendini birlik sorununda gösteriyor. En az yirmi beş yıllık geçmişi olan memur mücadelesinde, en karakteristik yan; dernekçilik zemininde uç veren ve günümüz sendikal çalışmalarına da taşınan grupçu sekter yaklaşımlardır. Hatırlardadır; memur sendikalarının ilk kuruluş aşamasında, eskinin “birlik ve dayanışmacı”ları fırsatçı bir biçimde kendi meşrebinde sendikaları alelacele oluşturup adeta memur hareketine dayatma yoluna gitti. Bugün eşgüdüm sendikalarını oluşturan bu anlayış, gerek örgütlenme ilkeleri ve gerekse de mücadele prensipleri itibariyle “sosyal demokrat” bir çizginin dahi gerisine düşmüş bulunuyor. 20 Aralık karşısında almış oldukları tutum bunun en açık kanıtını vermektedir. Merkezi olarak eylemi destekler yönde hiçbir tutum belirlemeyerek topu yerel birimlere atmasının bir başka anlam ve izahı yoktur. Eşgüdüm sendikalarının mücadele karşısındaki bu geri tutumları, KÇSP’yi oluşturan sendikalar tarafından sendikal birliğin önündeki önemli engellerden biri olarak görüldü/görülmeye devam ediliyor En son, Eğitim-İş Genel Başkanı Niyazi Altunya’nın Meclis Anayasa Komisyonu’nda, komisyon üyelerine dönüp “artık memurunuza güvenin” sözleri, tartışmasız grevli toplu sözleşmeli sendika mücadelesinde eş-güdümcü anlayışı en iyi anlatan ibreti âlem bir durumdur. Bütün bunlardan sonra birlik sorununda eşgüdümcü sendikalara alman mesafeli tutumlarda şaşılacak bir yan yokmuş gibi görülse de son tahlilde birlik söz konusu olduğunda biricik doğru tanım, hiç kuşkusuz emekçilerin kayıtsız, koşulsuz birliğini savunmaktır. Ancak bu olguların yanı sıra eşgüdüm sendikalarının 20 Aralık karşısında aldığı tutum da göz önüne alındığında; birliğin eşgüdüm platformunda gerçekleşmesinin önünü alacak taktiklerin geliştirilmesinin zaruri hale geldiği de aşikârdır.
20 Aralık tabanda birliği sağlamıştır. Birliğin ancak eylemci ve mücadeleci bir platformda gerçekleşeceği belli olmuştur. Eyleme olumsuz bakan sonuçlarına da katlanır. Bu bağlamda 20 Aralık’a katılmama yönündeki tavır alışın Adana’da Eğitim-İş’in saflarında istifaya kadar varan sonuçlara yol açmış olması, birlik sorununda bundan sonrası için umut vericidir.
Hemen her işkolunda farklı sendikalarda örgütlü veya şu ana kadar herhangi bir sendikaya üye olmayan memurlar, omuz omuza greve çıkıp sokakları zapt ederek dayanışmanın önemini görmüş, birleşmenin sağladığı gücün ayırtına varmıştır. Bundan ötesi daha memur hareketinin ileri unsurlarına kalmıştır. Sendika yönetimlerim birleşmeye yöneltecek baskıyı oluşturmak görevi onların omuzlarındadır. 20 Aralık’ta sağlanan bu tarihsel kazanım mutlak surette korunmalı ve bundan sonrası için boydan boya memur mücadelesinin hizmetine sunulmalıdır.
DAYANIŞMA YÖNÜYLE 20 ARALIK
Türkiye sınıf hareketinde destek ve dayanışma bilincinin gelişmemiş olması gerçeği, sınıf hareketi üzerine yapılan değerlendirmelerde öteden beri en sık vurgulanan şeylerin başında gelmektedir. Bu hususta gösterilen hassasiyetin boşa olduğunu kimse iddia edemez. Çünkü işçi hareketinin, “kendiliğinden hareket” olmaktan kurtulup “kendisi için hareket” düzeyine yükselmesinde, destek ve dayanışma bilinci ve pratiğinin layıkıyla yerine getirilmesinin rolü büyüktür. Bu anlamda da 20 Aralık’ın küçümsenemez katkıları olmuştur denebilir. Daha önce, 20 Temmuz’da oldukça sınırlı oranda gerçekleşen işçi memur birleşik eyleminin sınırları bu kez daha da genişlemiştir. Bu sonuçta, işçi sendikaları şubeler platformlarının aldığı olumlu tutumun önemli payı inkâr edilemez, ancak olabildiği kadarıyla bu birliğin yakalanmasında asıl olan hareketin nesnelliğidir, yani işçi ve memur yığınlarını derinden etkileyen ekonomik kriz ve buradan kaynaklı sermaye saldırılarının işçi, memur, emekçi saflarda yarattığı hoşnutsuzluk ve öfkedir. Öfke öylesine boyutludur ki, bizzat devlet tarafından 20 Aralık Eylemi’ni kırmak için kendi güdümündeki Türk Kamu Sen’e 17 Aralık tarihinde yaptırılan miting, amaçlananın aksine netice vermiştir. Bu eylemde, bir avuç üst düzey bürokratı dışta tutuğumuzda yığınlar, öfke ve taleplerini haykırdılar.
Eğer 20 Aralık’ta dayanışmanın boyutları daha ileri noktalara götürülememişse, bunun baş sorumlusu işçi sendikalarının başına çöreklenmiş bulunan sendika bürokrasisidir. Ama yeri gelmişken memur sendikası yöneticilerini de eleştirmek gerekiyor; onlar da birleşik eylemin gerçekleşmesi için gerekli çabayı ortaya koymadılar. Türk-İş, DİSK ve Hak-İş’in de içinde yer aldığı “Demokrasi Platformu”nun biraz şov, biraz da yasak savma türünden yaptıkları, hiçbir plan ve perspektife sahip olmayan soyut destek çağrıları kendilerine kâfi gelmiş gibi hareket ettiler. Bu durumu biz eleştirmiyoruz yalnızca, benzer eleştiriler haftalık Gerçek dergisinin 24 Aralık tarihli 39. sayısında, 20 Aralık’a ilişkin olarak yaptığı değerlendirmede Yol-İş İstanbul 1 No’lu Şube Başkanı ve İstanbul Sendika Şubeleri Platformu Yürütme Kurulu üyesi Ercan Atmaca tarafından da dile getiriliyor.
MÜCADELE GÜNDEMİ VE 20 ARALIK
20 Aralık’ın hemen ardından memur sendikası yönetimlerince yapılan açıklamalar yalnızca yazımızın başında genel grev sorununa ilişkin eleştirmeye çalıştığımız düşüncelerden ibaret kalmadı. Daha açık bir deyişle; söylenen sadece “sıra genel grevde” söylemi değildi. Bundan sonrası için belirlenecek görevlere ve izlenecek mücadele hattına dek oldukça kapsamlı sözler edildi. Örneğin, “Son üç beş aydır, ‘kamu çalışanları öldü bitti’, diyerek felaket tellallığı yapanlara, yine kamu çalışanlarının bugünkü kadrolarına, öncülerine ‘sağcı, teslimiyetçi’ damgası vuranlara da 20 Aralık güzel bir ders vermiştir” sözlerini Tüm Maliye-Sen Başkanı İrfan Erdemoğlu değil de, sıradan bir memur söylese üzerinde durmanın hiçbir gereği olmazdı. Çünkü memur hareketinin mücadele gündeminin belirlenmesinde bir nebze payı ol(a)mayan birisine kimsenin bir diyeceği olmazdı. Biliyoruz bu sözlerimize Erdemoğlu çok kızacak, kendilerine haksızlık ettiğimizi, kendilerinin tabanın sesine kulak verdiklerini, zaten bu tutumlarını “söz, yetki, karar çalışanlara” sloganıyla da formüle ettiklerini öne sürecektir. Öne sürecektir, sürmesine de, cevabını bizden değil, bizzat Erdemoğlu gibi düşündüğünden zerrece kuşku duyulamayacak birinden, Eğit-Sen Genel Başkanı İsmet Aktaş’tan alacaktır. Bakın o görkemli 20 Aralık Eylemi’nden Aktaş’ın çıkardığı temel ders nedir: “…20 Aralık’ı çok iyi değerlendirmeli… Daha merkezi, daha disiplinli bir yapılanmaya gitmemiz gerekiyor. Bu eylem de göstermiştir ki, daha disiplinli bir yapı olan konfederasyonlaşmayı gerçekleştirmeliyiz. Bir üst örgütlenmeye sıçrama talebi (buraya dikkat-S.S.) tam da bugün mücadele içinde tartışılmalı.” Şimdi, “daha merkezi”…”daha disiplinli” olma ihtiyacı nereden kaynaklanıyor dersiniz? KÇSP’de neyi istiyordunuz da, gerçekleştiremiyordunuz? Sorularını sormanın bir yararı yoktur. Çünkü anlamı çok açıktır. Buna, literatürde benmerkezcilik denir ve tabanın söz ve karar sahibi olmasını baştan dıştalar. Aktaş olsun, Erdemoğlu olsun ve ya onlar gibi düşünenlerin mantığı “yağarken küpümü doldurayım” mantığıdır. Bu mantıktır ki, aylar boyu memur hareketinin gündemini konfederasyonlaşma, kısır tartışmalarıyla meşgul ve işgal eder. O nedenle “20 Aralık güzel bir ders vermiştir” ama Erdemoglu’nu eleştirenlere değil… Bizzat Erdemoğlu’na ve onun düşüncesinde olanlara.
Aslına bakılırsa 20 Aralık, memur mücadelesinin bundan öte hangi gündemde yürümesi gerektiğini emredici bir tarzda gözler önüne serdi.
Açık yüreklilikle söylemek gerekir ki; 20 Aralık, memur sendikalarına egemen olan zihniyetin elinde tıkanmanın eşiğine dayanmış memur mücadelesine yeni bir soluk getirdi ve onun kılcal damarlarına taze kan pompaladı. Gözden ırak tutulmaması gereken, yakalanan bu halkanın doğru değerlendirilemediği koşullarda çok çabuk tersine dönme eğilimini de içinde barındırdığıdır. Ancak ne var ki eylem sonrası söylenen ve bir kısmını buraya aldığımız birazda alelacele yapılan açıklamalar, 20 Aralık’ın yeterince doğru değerlendirilmediğini göstermesi yönüyle ümit kırıcı, talihsiz açıklamalardır.
20 ARALIK VE EGEMEN SINIFLARIN POLİTİK GÜÇSÜZLÜĞÜ
20 Aralık’ın en çarpıcı sonuçlarından biri de egemen sınıfların içinde bulundukları politik güçsüzlüğü gözler önüne sermesi oldu. İşçi ve emekçi sınıflara karşı tarihinin hiçbir döneminde olmadık derecede bir saldırı politikası izleyen sermaye cephesi ve onun devletinin baskıcı uygulamaları emekçi yığınların ideolojik ve moral olarak devletten kopuşunu hızlandırmaktan öte bir sonuç vermiyor. İşçi ve emekçilerin yükselen muhalefetini önlemek yolunda her tür uygulamanın içinde olan burjuvazi ve devlet, memurların karşısına da Türk Kamu-Sen’i çıkarmak istedi. Alay-ı vala eşliğinde 17 Aralıkta Ankara’da bir miting örgütledi. Ne var ki evdeki hesap çarşıya pek uymadı. Mitinge katılanlar bizzat düzenleyici devlet ve onun emekçilere saldın politikasını lanetlemeye yöneldi. Üstelik devletin bu sinsi politikası, 20 Aralık Eylemi’ne katılımı artırmaktan başka bir sonuç vermedi. Aldatmanın kâr etmediği yerde işin içine tehdit etmeler girdi. Başbakan başta olmak üzere bakanlar, müsteşarlar ve valiler de 19 Aralık akşamı itibariyle biri bin paraya olan tehditlerini savurmaktan geri durmadılar. Ne var ki, 20 Aralık tarihinde 1 milyon memur eylem yapınca, devlet bir anda memurunu hatırlayıp onunla “barışma” ihtiyacı duydu. Daha önce de benzer bir durum Türk-İş’in düzenlediği Ankara Yürüyüşü’nde devletin başına gelmişti. Sendika ağlarının denetlemekte ipin ucunu kaçırması, yürüyüşü tam bir düzen karşıtı gösteriye dönüştürmüştü.
Bütün bu gelişmeler ’95 yılının öyle bazı felaket tellallarının söylediği gibi işçi ve emekçiler açısından hiç de “kara bir yıl” olmayacağının kanıtlarını vermektedir. Belki de hiçbir dönem yakalanmadık ölçüde işçi ve memurların birleşik eyleminin temelleri açığa çıkmıştır. Hiç kimse, yığınların cesaret ve kararlılığı üzerinde var olan bu dev potansiyeli kendi fukara politikalarına alet etmeye çalışmamalıdır. Memurlar özelinde gündem artık, uyarı amaçlı değil, hak almaya dönük eylemlerin örgütlenmesidir. Gelinen noktada 20 Aralık’ı aşmayan bir mücadele ve örgütlenme çizgisini memur hareketine empoze etmeye kalkışmak, dünden farklı olarak bugün ihanetle eş anlama gelecektir.
(Alıntılar, 24 Aralık tarihli haftalık Aydınlık dergisinde, İrfan Erdemoğlu ve İsmet Aktaş’la yapılan röportajdan alınmıştır.)
Ocak 1995