Lyon dokuma işçilerinin “çalışarak yaşamak ya da dövüşerek ölmek” şiarıyla, 1831’de patla¬yan ayaklanmaları, yakın gelecekte patlak verecek ve Fransa’dan başlayarak bütün Avrupa kıtası¬nı saracak devrim ateşinin önemli bir kıvılcımıydı. Lyon ayaklanması, tarihi bir dönemde patlak verdi ve bu dönemin, siyasal plandaki ilk yansımasıydı. İşçi sınıfı ile burjuvazi arasında bu ilk si¬lahlı çatışmayı 1848 Şubatı’nda, ama bu kez işçilerin zaferiyle sonuçlanan bir ikincisi izleyecekti.
Paris’te, 22 Şubat 1848’de halkın reform talebiyle sokağa dökülüşüyle başlayan devrim süreci,
24 Şubat günü meclisin işgal edilmesi ve geçici hükümetin kurulmasıyla doruk noktasına ulaştı.
25 Şubat’ta cumhuriyet ilan edildi.
Fransa’dan başlayarak, Prusya, Avusturya-Macaristan, Alman prenslikleri, Bohemya, Polonya, Piyamonte, Venedik, İsviçre ve bütün kıta Avrupası’nda 1815’te imzalanan Viyana Antlaşması ile sağlama alınan monarşistlerin egemenlik alanları, 1848 devrimleriyle birlikte sallandı ve yıkılma¬nın eşiğine geldi. Ama hiçbir devrim başarılı olmadı, sarsıntı geçiren hiçbir monarşi yıkılmadı.
Marx ve Engels, Avrupa’daki siyasal gelişmeleri, devrim ve karşıdevrimleri yakından izlediler. “Neue Rheinische Zeitung”da (Yeni Ren Gazetesi), Marx ve Engels, materyalist diyalektiğin ışığın¬da günlük gelişmeleri analiz ettiler, siyasal çelişkilerin gerçek niteliğini, olağanüstü keskin bir sınıf mücadelesinin ifadesi olarak açığa çıkardılar, politik arenadaki sınıf güçlerinin değişken iliş¬kilerini ve gruplaşmalarını saptadılar ve buna dayanarak, Alman ve Avrupa devrimlerinin çeşidi aşamalarında proletaryanın taktik çizgisinin çerçevesini çizdiler. Devrimci dönem boyunca kitlele¬rin zengin mücadele deneyimlerini teorik olarak genelleştirirken, bilimsel sosyalizmin politik fi¬kirlerini ve tarihsel materyalizm ile Marksist politik ekonominin temel tezlerini genişleterek geliş¬tirdiler.
Aşağıya aldığımız ilk makale Marx’ın, 1848-49 yıllarında “Neue Rheinische Zeitung”da Prus¬ya’da karşıdevrimin zaferinin kaynaklarını incelediği “Burjuvazi ve Karşıdevrim” başlıklı yazı dizi¬si içinde yer almaktadır. Marx’ın, Avrupa devriminin ve karşıdevriminin, 1848 yılında izlediği yolu incelediği aşağıya aktardığımız makalelerden ikincisi de “İtalya’da Devrimci Hareket”tir.
Makaleleri, Olcay Dönmez Türkçeye çevirdi.
BURJUVAZİ VE KARŞI-DEVRİM
(Marx-Engels, eserler, Cilt: 6, Dietz Verlag Berlin, 1968 (Almanca Baskı) Sf: 106-109)
Köln, 11 Aralık. Mart tufanının –minyatür bir tufan- etkisi dağıldığında, Berlin toprağı¬nın üstünde canavarlar, devrimci devler bı¬rakmadı; geriye eski usul yaratıklar, burjuva boyunduruk altındaki kişiler Birleşik Eyalet¬ler Meclisi’nin liberalleri, bilinçli Prusya bur¬juvazisinin temsilcileri kaldı. En gelişkin bur¬juvaziye sahip olan Ren ile Silezya eyaletleri, yeni parlamentolara temel konten¬janı sağlıyordu. Peşlerinde de, Ren’li hukukçulardan oluşan koca bir kuyruk. Burjuvazi, feodallerce arka plana itildiğinde, Ren eyaleti ve Silezya, aynı ölçüde, Prusya eyaletlerine parlamentolarda yer açmışlardı. Branden¬burg parlamentosunun, sadece Eberfeld’li Tory dolayısıyla Ren eyaletiyle ilişkisi kalmış¬tır. Hansemann ve von der Heydt! Prusya burjuvazisi için, Mart ve Aralık 1848 arasın¬daki tüm farklılık bu iki isimde cisimleşiyor!
Prusya burjuvazisi, devletin doruklarına çıkarılmıştı; ama arzusu doğrultusunda taht¬la birlikte barışçıl bir trans-aksiyon yoluyla değil, bir devrim yoluyla. Kendi çıkarlarını değil, halkın çıkarlarını, tahta karşı, daha doğrusu kendi kendilerine karşı savunmala¬rı gerekiyordu, çünkü ona bu yollan açan bir halk hareketiydi. Fakat onların gözünde taht, sadece, ardına kendi dünyevi çıkarlarını saklamaları gereken, tanrı rahmetinin şemsiyesiydi. Kendi çıkarlarının dokunulmazlığı ve çıkarlarına uygun politik biçimler, meşruti dile çevrilerek şöyle ifade edilmeliydi: Tah¬tın dokunulmazlığı. Alman ve özellikle Prus¬ya burjuvazisinin meşruti monarşiye karşı hayranlıkları bundandır. Bir yandan, Şubat Devrimi, bütün, sonradan gelen kötü Alman etkilerine rağmen, Prusya burjuvazisinin işine gelmişti, çünkü devlet dümeni onun (devrim-çev.) tarafından avucuna teslim edilmişti, öte yandan hesapları altüst olmuştu, çünkü iktidarı öylesi şartlara bağlıydı ki, bun¬ları ne yerine getirmek istiyor, ne de yerine getirebiliyordu.
Burjuvazi, parmağını bile oynatmamıştı. Halka, kendisi uğruna savaşmasına izin ver¬mişti. Bu nedenle, devredilen iktidar, düşma¬nını yenilgiye uğratan bir generalin iktidarı değildi, tersine, zafer kazanmış halkın, kendi çıkarlarını emanet ettiği bir güvenlik komite¬sinin iktidarıydı.
Camphausen, bu durumun rahatsızlığını hâlâ tamamıyla hissediyordu ve parlamento¬sunun bütün zayıflığı bu duygudan ve o duy¬guyu gerektiren koşullardan kaynaklanmak¬taydı. Bir tür utanç kızarıklığı, bu nedenle, hükümetinin pervasız hareketlerini hafifleti¬yordu. Açık yürekli pervasızlık ve küstahlık, Hansemann’m lisansıydı. Kızarık bir ten, bu iki ressam arasındaki biricik farklılığı oluştu¬ruyor.
Prusya Mart Devrimi, ne 1648 İngiliz Devrimi’yle, ne de 1789 Fransız Devrimi’yle karıştırılmamalıdır.
1648’de burjuvazi, modern soyluluk ile; krallığa, feodal soyluluğa ve egemen kiliseye karşı birleşmişti.
1789’da burjuvazi halk ile krallığa, soylu¬luğa ve egemen kiliseye karşı birleşmişti.
1789 Devrimi’nin önünde örnek olarak (en azından Avrupa’da) sadece 1648 Devrimi vardı, 1648 Devrimi’nin önünde ise sadece Hollanda’nın ispanya’ya karşı ayaklanması vardı. İki devrim, salt dönem açısından değil, aynı zamanda muhteviyat açısından da örneklerinden bir yüzyıl kadar ilerideydi.
İki devrimde de burjuvazi, hareketin ger¬çekten başında bulunan sınıftı. Proletarya ve kentlilerin burjuvaziye dâhil olmayan fraksi¬yonlarının, ya henüz burjuvaziden ayrı çıkar¬ları yoktu, ya da henüz bağımsız gelişmiş sı¬nıflar veya sınıf kesimleri oluşturmamışlardı. Bundan dolayı, burjuvazinin karşısına çıktık¬larında, mesela Fransa’da 1793’ten 1794’e kadar, burjuvazinin tarzında olmasa da, sade¬ce burjuvazinin çıkarları uğruna mücadele ediyorlardı. Bütün Fransız terörizmi, burju¬vazinin düşmanlarıyla; mutlakıyetle, feoda¬lizmle ve gericilikle başa çıkmanın plebce usulünden başka bir şey değildi.
1648 ve 1789 devrimleri, İngiliz ve Fran¬sız devrimleri değildi, onlar Avrupa usulü devrimlerdi. Onlar, belirli bir toplumsal sını¬fın, eski siyasal düzen üstündeki zaferi değil¬lerdi; onlar, yeni Avrupa toplumunun siya¬sal düzeninin ilanıydılar. Burjuvazi (bu devrimlerden-çev.) zaferle çıktı; fakat burju¬vazinin zaferi, o dönemde yeni bir toplum¬sal düzenin zaferiydi, feodal mülkiyetçiliğin karşısında burjuva mülkiyetçiliğin zaferi, eya¬let karşısında ulusun, loncalar karşısında re¬kabetin, meşruta (Majorat) karşısında bölün¬menin, toprak sayesinde mülkiyet sahibine hükmedilmesi karşısında toprak sahibinin egemenliğin batıl inanç karşısında aydınlan¬manın, aile adı karşısında ailenin, kahraman¬ca tembelliğin karşısında sanayinin, ortaçağ imtiyazları karşısında burjuva hukukunun za¬feri. 1648 devrimleri, 17. yüzyılın 16. yüzyıl üstündeki zaferiydi. 1789 devrimi 18. yüzyı¬lın 17. yüzyıl üstündeki zaferiydi. Bu devrim¬ler, gerçekleştikleri yeryüzü parçalarından çok -İngiltere ve Fransa- tüm dünyanın o dö¬nemdeki ihtiyaçlarını ifade ettiler.
Prusya Mart Devrimi’nde, bunlardan eser yoktu.
Şubat Devrimi mutlakıyetçi krallığı ger¬çekte ve burjuva egemenliğini fikir alanında ortadan kaldırmıştı. Prusya Mart Devrimi, mutlakıyetçi krallığı kafada ve burjuva ege¬menliğini gerçekte yaratmakla yükümlüydü. Bir Avrupa devrimi olmaktan çok uzaktı; bir Avrupa devriminin geri kalmış bir ülkeye yansıyan zavallı etkisinden başka bir şey de¬ğildi. Kendi yüzyılının ilerisinde olmak bir yana, yarım yüzyıl gerisindeydi. Başından beri tali idi, ‘fakat tali hastalıkların daha zor iyileştirildikleri ve aynı zamanda bedeni pri¬mitif hastalıklardan daha fazla tahrip ettikleri bilinen bir şeydir. Söz konusu olan, yeni bir toplumun yaratılması değil, Paris’te ölen top¬luma Berlin’de yeniden hayat verilmesiydi. Prusya Mart Devrimi; ulusal, Alman bile değil¬di, başından beri yerel -Prusyalıydı. Viyanalılar, Kasselliler ve Münihliler, yerel ayaklan¬maların her türü yanında koşuyor ve niteliğini tartışılır kılıyordu.
1648 ve 1789, yaratıcılığın zirvesinde ol¬manın sonsuz bilincine sahipken, 1848 Berlin’inin hırsı, bir anakronizm (tarih aykırılığı-çev.) oluşturmaktan ibaretti. Işığı, onun yay¬dığı ışık, sönmelerinin üzerinden 100 bin yıl geçtikten sonra biz dünyalılara ulaşan yıldızlarınkine benziyordu. Prusya Mart Devrimi, her şeyde küçük olduğu gibi, ufak çapta, Av¬rupa için öyle bir yıldızdı. Işığı, çoktan çürü¬müş bir toplumun cesedinin ışığıydı.
Alman burjuvazisinin gelişimi öyle ağır, korkak ve yavaştı ki, tam feodalizme ve mutlakıyete karşı tehdit oluşturacağı anda, kendi¬ni; proletaryanın ve kendilerin (Bürgertum) tüm fraksiyonlarının (bunların çıkar ve fikirleri proletaryaya yakındı) karşısında tehdit unsuru olarak buldu. Arkasında tek bir sınıf bile yoktu, bütün Avrupa, onu, düşmanca karşısında gördü. Prusya burjuvazisi, 1789 Fransız burjuvazisi gibi, modern toplumun bütününü; eski toplum temsilcilerinin, krallı¬ğın ve soyluluğun karşısında temsil eden sınıf değildi. Öyle bir sınıf haline alçaldı ki, tahta karşı olduğu kadar halka da karşıydı, ikisine karşı da muhalefet heveslisiydi, teke tek olunca her bir düşmanı karşısında karar¬sızdı, çünkü ikisini de ya arkasında ya da karşısında görüyordu; baştan beri halka iha¬net etmeye ve eski toplumun taçlı temsilcisiy¬le uzlaşmaya eğilimliydi, çünkü kendisi de eski topluma aitti; yeni bir toplumun çıkarla¬rını eskisine karşı temsil eden değil, eski bir toplumda yenilenmiş çıkarları temsil eden; ardında halk durduğu için değil, aksine halk onu dürtükleyip önüne kattığı için devrimin dümeninde idi; yeni bir toplumsal dönemin inisiyatifini temsil ettiği için değil, tersine sa¬dece eski bir toplumsal dönemin kuyruk acı¬sını temsil ettiği için baştaydı; eski devletin yeni devletin üstünü bir depremle örttüğü kırılmayan bir tabakaydı. Kendine inancı yok, halka inancı yok, yukarıya hırlayan, aşağıya karşı titrek, iki tarafa karşı da bencil ve ben¬cilliğinin bilincinde, muhafazakârlara karşı devrimci, devrimcilere karşı muhafazakâr, kendi sloganlarına karşı güvensiz, fikir yeri¬ne lafebesi, dünya fırtınası tarafından ürkü¬tülmüş ama dünya fırtınasını kendi çıkarına kullanan (hiçbir yöne gitmeyen enerji, her yönde aşırıcılık, orijinal olmadığı için bayağı, bayağılıkta ise orijinal) kendi isteklerinde Ya¬hudi pazarlıkçısı, inisiyatifi yok, kendine inancı yok, halka inancı yok (kendini, dinç bir halkın ilk gençlik hareketlerini, kendi bunak çıkarlarına göre yönetmeye mahkûm olmuş gören lanet bir ihtiyar- Gözsüz! Kulak¬sız! Dişsiz! Her bir şeysiz!). Prusya burjuvazi¬si Mart Devrimi’nden sonra, kendini bu halde Prusya devlet dümeninin başında buldu.
(“Neue Rheinische Zeitung” Nr.l69,15 Aralık 1848]
İTALYA’DA DEVRİMCİ HAREKET
(Marx-Engels Eserler Cilt 6. Dietz Verlag Berlin, 1968 (Almanca Baskı) sf. 77-80)
Köln, 29 Kasım. Nihayet, demokrasinin, altı aylık, neredeyse kesintisiz yenilgilerin¬den sonra, karşıdevrimin bir dizi pervasız za¬ferinden sonra, nihayet, devrimci partinin ya¬kındaki bir zaferinin ilk belirtileri yeniden ortaya çıkmaya başladı. İtalya, ayaklanması¬nın 1848 Avrupa ayaklanmasına uvertür olan, devrilişinin Viyana’nın devrilişine uvertür olan ülke; İtalya ikinci kez ayağa kalkı¬yor. Toskana, demokrat parlamentosunu başa çıkardı ve Roma, kendisininkini henüz fethetti.
Londra, 10 Nisan; Paris, 15 Mayıs ve 25 Haziran; Milano, 6 Ağustos; Viyana, 1 Kasım (1) -bunlar, Avrupa karşıdevriminin dört büyük tarihi, son zafer alaylarında kat ettikleri mesa¬feleri gösteren o dört kilometre taşı.
10 Nisan’da Londra’da, sadece Chartistlerin (2) devrimci iktidarı devrilmedi, aynı za¬manda ilk kez Şubat zaferinin devrimci pro¬pagandası da kırıldı, İngiltere’yi ve modern tarihteki konumunu doğru olarak kavrayan bir kimse, kıtada meydana gelen devrimlerin o an için hiç etki bırakmadan yanından geçip gitmesine şaşırmayacaktır, İngiltere, sanayi¬siyle ve ticaretiyle kıtanın o kalkışan ulusların hepsine egemen olan ve Asya, Amerika ve Avustralya pazarları üstündeki egemenliği sayesinde bu müşterilerine oldukça az bağım¬lı olan ülke; modern burjuva toplumunun çe¬lişkilerinin, burjuvazi ile proletarya arasında¬ki sınıf mücadelelerinin en gelişkin, en doruk noktasına ulaşmış olan ülke, İngiltere; her ül¬keden daha fazla kendine özgü, bağımsız gelişmesine sahiptir, İngiltere’nin, sorunların çözümüne, çelişkilerin ortadan kaldırılması¬na yaklaşmak için geçici kıta hükümetleri gibi el yordamıyla yürümesine ihtiyacı yok¬tur. Çünkü bu, bütün ülkelerin öncesinde, onun mesleğidir. İngiltere, kıtanın devrimini kabul etmez, İngiltere zamanı geldiğinde, kı¬taya devrimi dikte edecektir. Bu, İngilte¬re’nin konumuydu; bu, bu konumun zorunlu sonucuydu. Ve bu nedenle, 10 Nisan’da “düzenin” zaferi tamamıyla açıklanabilir bir şeydi. Fakat “düzenin” bu zaferinin, Şubat ve Mart darbelerine, ilk karşı darbenin, karşı¬devrime her yerde nasıl yeni bir dayanak verdiğini, sözde muhafazakârların, pervasız umutlarla nasıl ağızlarının kulaklarına vardı¬ğını kim hatırlamaz! Bütün Almanya’da, Londralı özel polisin ortaya çıkışını bütün milis teşkilatı tarafından anında örnek alındı¬ğını kim hatırlamaz! Kopan bu hareketin karşı konulamaz olmadığına ilişkin bu ilk ka¬nıtın nasıl bir etki yarattığını kim hatırlamaz!
15 Mayıs, Paris, hemen İngiliz sıkıyöne¬tim polisinin zaferinin eşini sergiler. 10 Nisan devrimci tufanının en dış dalgalarına karşı bir dalgakıran oluşturmuştur; 15 Mayıs, tufanın gücünü, çıkış noktasının kendisinde kırdı. Şubat hareketinin durdurulamaz olma¬dığını 10 Nisan kanıtlamıştı, Paris’teki ihtilal¬ci harekete ket vurulabileceğini 15 Mayıs ka¬nıtladı. Merkezinde yenilgiye uğratılmış devrim, elbette çeperinde de yenilgiye uğratılmalıydı. Ve gün be gün, daha çok Prus¬ya’da ve küçük Alman devletlerinde gerçek¬leştirildi. Ancak devrimci akım, hâlâ Viya¬na’da halkın iki zaferini, ilki yine 15 Mayıs’ta, ikincisi 26 Mayıs’ta (3) olanaklı kıl¬mak için yeterince güçlüydü. Ve yine 15 Mayıs’ta elde edilen, Napoli’deki mutlakçılığın zaferi, taşkınlığı nedeniyle daha çok Paris’teki, düzenin zaferine karşı etkide bu¬lundu. Hâlâ, bir şey eksikti; Paris’te sadece devrimci hareketin yenilmesi yetmezdi, Paris’te silahlı ihtilalcilerin üstünden, yenil¬mezlik büyüsü silinmeliydi; ancak o zaman karşı-devrim rahatlayabilecekti.
Ve bu, Paris’te, 23 Haziran’dan 26 Haziran’a kadar süren dört günlük mücadele so¬nucu gerçekleşti. Dört gün top ateşi ve bari¬katların zapt edilemezliği, silahlı halkın yenilmezliği artık yoktu. Cavaignac; zaferiyle, savaş sanatı yasalarının, sokakta da resmigeçitlerde de, barikatlar karşısında da keşme¬keş ve burçlar karşısında da aşağı yukarı aynı olduğundan başka neyi kanıtlamıştır? Topsuz, mermisiz ve cephane ikmali olma¬dan, 40 bin disiplinsiz silahlı işçinin, 120 bin tecrübeli askerden ve 150 bin ulusal muha¬fızdan oluşan, en iyi ve sayıca en kalabalık topçu birliği ile desteklenmiş ve yeteri kadar cephaneyle donatılmış, organize bir orduya karşı, dört günden daha fazla dayanamayaca¬ğını mı? Cavaignac’ın zaferi; küçük sayının, yedi kat büyük bir sayı tarafından basitçe ezilmesiydi. Kazanılmış zaferlerin, en yüzü kara olanıydı. Ve devasa üstünlüğe rağmen, ne kadar daha fazla kana mal olduysa, o kadar daha fazla yüzü karadır. Yine de, buna rağmen dünya, bu zafere bir mucize gözüyle baktı çünkü üstünlüğün bu zaferi, Paris hal¬kının, Paris barikatının yenilmezlik halesini elinden aldı. Cavaignac’ın üç yüz bini, 40 bin işçi içinde sadece 40 bin işçiyi değil, farkında olmadan Avrupa devrimini de yenmişti. O günden sonra durdurulamazcasına kopan ge¬riciliğin şiddetli saldırısını hepimiz biliyoruz. Artık durdurmak mümkün değildi; muhafazakâr zor; Paris halkını obüslerle, salkım ateşiyle yenmişti ve Paris’te mümkün olanı, her¬hangi başka bir yerde de tekrarlamak mümkündür. Bu kesin yenilgiden sonra, de¬mokrasiye; artık, olabildiğince onurlu bir şe¬kilde geri çekilmekten ve bundan böyle elde tutulamayan basın, halk toplantıları ve parla¬mento mevzilerini adım adım savunmaktan başka bir şey kalmıyordu.
Sonraki büyük darbe, Milano’nun düşü¬şüydü. Radetzky tarafından Milano’nun yeni¬den ele geçirilişi, gerçekten Paris Haziran za¬ferinden sonra, ilk Avrupasal olguyu oluşturuyor. Milano Katedrali’nin burcunda, iki başlı kartalın anlamı sadece tüm İtal¬ya’nın düşüşünü değil; aynı zamanda Avrupa karşıdevriminin yeniden doğuşunun ağırlık noktasını, Avusturya’nın yeniden doğuşunu da simgeliyordu. İtalya yenilgiye uğratılmış ve Avusturya yeniden doğmuştu -karşıdevrim daha ne isterdi ki. Ve Milano’nun düşüşüyle birlikte İtalya’da devrimin enerjisinin bir anda gücünü yitirdiği, Roma’da Mamiani’yi devirdiği, Piyarmont’taki demokratların ye-nildiği bir gerçektir ve hemen Avusturya’daki gerici parti, yeniden başını kaldırdı ve yeni bir cesaretle, merkezinden doğru, Ra-detzky’nin üssünden, tüm eyaletler üstünde entrikalarını örmeye başladı. Ancak şimdi, Jellachich saldırıyı başlatır, ancak şimdi, Avusturya Slavlarıyla birlikte karşıdevrimin büyük ittifakı tamamlanarak doğdu.
Karşı-devrimin lokal zaferler kazandığı ye tek tek eyaletleri ele geçirdiği küçük uvertü¬ründen, Frankfurt yenilgisinden vb. bahset¬miyorum. Bunların lokal, belki ulusal önemi vardır, ama Avrupasal önemi yoktur.
Nihayet 1 Kasım’da Custozza’nın (4) öngününde başlatılan eser tamamlandı: Radetzky Milano’ya nasıl girdiyse, Windischgrâtz ve Jel¬lachich, Viyana’ya öyle girdi. Caviagnac’ın metodu Almanya devriminin en büyük ve en verimli ocağında uygulandı ve de başarıyla. Devrim Viyana’da, Paris’te olduğu gibi kan ve dumanla boğuldu.
Fakat neredeyse öyle görünüyor ki; sanki 1 Kasım zaferi, aynı zamanda, geriye doğru hareketin çark ettiği ve bir krizin başladığı noktayı niteliyor. Viyana kahramanlığını Prusya’da, parça parça tekrarlama denemesi başarılı olmadı; en iyi halde, Ulusal Kurucu Meclisi’ni feshetse bile tahtı, kesin değil, sa¬dece yarım bir zafer bekleyebilir. Ve en azın¬dan Viyana yenilgisinin ilk cesaret kırıcı etki¬si kırıldı. Onu bütün ayrıntılarıyla kopya etmek gibi bir kaba denemeden dolayı kırıl¬dı.
Ve Avrupa’nın kuzeyi, yeniden 1847’nin köleliğine gerisin geriye atıldığı ya da karşı¬devrime karşı ilk ayların kazanımlarını bin-bir güçlükle savunmaya çalıştığı sırada, bir¬den İtalya yeniden ayağa kalkıyor. Livorno, Milano’nun düşüşü dolaysıyla, başarılı bir devrim için kışkırtılan tek İtalyan şehri, Li¬vorno, nihayet demokratik atılımını tüm Toskana’ya duyurdu ve kararlı bir şekilde de¬mokratik bir parlamentoyu başa geçirdi. Bir monarşi altında bugüne kadar gerçekleşmiş olanlardan daha kararlı. Öyle bir parlamento ki ve öyle kararlı ki, bir cumhuriyette böylesi çok az gerçekleşmiştir. Öyle bir parlamento ki, Viyana’nın düşüşü ve Avusturya’nın yeni-den doğuşuna, İtalyan Ulusal Kurucu Meclisi¬ni kurarak yanıt veriyor. Ve bu demokratik parlamentonun İtalya halkının içine saldığı devrimci yangın, alev aldı: Roma halkı, ulu¬sal muhafızları ve ordusuyla tek vücut gibi kalktı, karşıdevrimci parlamentoyu devirdi, demokratik bir parlamento kazandı ve kaza¬nılmış taleplerinin en başında şu geliyordu: İtalyan vatandaşlığı ilkesine göre bir hükü¬met. Bunun anlamı, Guerazzi’nin önerdiği İtalyan anayasasını onaylamaktı.
Piyamont ve Sicilya’nın arkadan geleceği¬ne şüphe yok. Gelecekler, bir önceki yıl gel¬dikleri gibi.
Şimdi? İtalya’nın üç yıl içerisindeki bu ikinci dirilişi, bir önceki gibi, Avrupa demok¬rasisinin yeniden kalkışmasının kızıl şafağı mı olacak? Neredeyse o izlenimi veriyor. Kar¬şıdevrimin potası, taşacak kadar doldu. Fran¬sa, salt Cavaignac ve Marrast’ın iktidarından kurtulabilmek için kendini bir maceracının kollarına atmak üzere Almanya her zaman¬kinden daha fazla dağınık Avusturya bunal¬mış, Prusya iç savaşın öngününde, bütün, Şubat ve Mart’ın bütün illüzyonları tarihin fırtınalı adımı tarafından yerle bir edilmiş durumda. Gerçekten de, halkın karşıdevri¬min yeni zaferlerinden öğreneceği bir şey kalmadı.
Bu son altı ayın derslerini gelecek fırsat¬ta, zamanında ve korkusuzca uygulayabilsin.
(“Neue Rheinische Zeitung” Nr.156, 30 Kasım 1848)
DİPNOTLAR
(1) 10 Nisan 1848’de Londra’da, parlamentoda Halk Fermanı’nın (People’s Charter) kabulüne ilişkin üçüncü bir dilekçe vermek isteyen bir Chartistler gösterisi, ordu ve özel polisin müdahalesiyle dağıtıldı. 15 Mayıs 1848’de burjuva ulusal muhafızların yardımıyla Paris işçilerinin bir eylemine saldırıldı. 25 Haziran 1848’de Paris proletaryasının ayaklanması kanlı bir şekilde bastırıldı. 6 Ağustos 1848’de Milano, Kuzey İtalya’daki ulusal kurtuluş hareketini bastıran Avusturya birliklerince işgal edildi. 1 Kasım 1848’de General Windischgrâtz’in birlikleri Viyana’yı işgal eder.
(2) Chartistler- 1836-1848 arasında İngiliz işçilerin devrimci fakat sosyalist olmayan hareketin temsilcileri. Bunlar Halk Fermanı’nın gerçekleşmesi için mücadele ediyorlardı. Talepleri İngiltere’nin devlet düzeninin demok¬ratikleştirilmesine yönelikti. Chartistler hareketinin önemi üzerine Lento; “İngiltere’nin, dünyaya, ilk gerçek, siyasi olarak gelişmiş yaygın proleter devrimci kitle hareketini… verdiğini” söyledi.
(3) Viyana halkının 15 ve 26 Mayıs’taki zaferleri: 15 Mayıs 1848’de, işçi ve askerlerin 25 Nisan’da Pillersdorf parlamentosunca ilan edilen anayasaya karşı çıkan silahlı çarpışmalarına sahne olur… 26 Mayıs 1848’de devrimci üniversite öğrencilerinin askeri örgütlerinin akademik lejyonu, hükümet tarafın¬dan dağıtılır.
(4) Custozza (Kuzey İtalya) yakınlarında Avusturya ordusu, Radetzky yönetiminde 25 Temmuz 1848’de Sardunya-Lombardo devrimci güçlerini yenilgiye uğratır.
Haziran 1994