Engels, “Wilhelm Wolff adlı çalışmasını Haziran-Kasım 1876’da, Wilhelm Liebknecht tarafından yönetilen “Die Neue Welt” (Yeni Dünya – çev.) dergisi için kaleme aldı. Makaleler dizisi; Marx’ın, temel eseri “Kapital”in ilk cildini anısına adadığı, döneminin en tanınmış Alman proleter devrimcisinin yaşamını kısa fakat özlü bir biçimde anlatıyor. Marx da bir Wilhelm Wolff biyografisi yazmayı tasarlamış, fakat o dönemde Wolff un yaşamı hakkında gerekli verilere sahip olmadığı için bu tasarısından vazgeçmiştir. Engels, yazdığı uzun biyografiyi, sonradan kısaltarak, Wilhelm Wolff’un makalelerinin derlendiği bir broşüre giriş olarak yeniden yayınlamıştır. Bizim buraya aldığımız biyografi, kısa olanıdır. Türkiyeli okuyucunun yakından bilmediği ve Marx’ın “proletaryanın yiğit, vefalı ve yüce savunucusu” olarak andığı Wilhelm Wolff ün yaşamını konu alan bu makale, büyük devrimcilerin yaşamlarının devrimci kadrolar için önemli bir eğitim malzemesi olduğu göz önünde tutularak okunmalıdır Bu makale Olcay Dönmez tarafından Türkçeye çevrilmiştir.
Yanılmıyorsam, Nisan 1846 sonlarına doğruydu. Marx ve ben, o zamanlar Brüksel’in bir banliyösünde oturuyorduk. Almanya’dan bir bayın bizimle görüşmek istediği iletildiği sırada, ortak bir çalışmamız (1) üzerinde çalışıyorduk. Kısa boylu, tıknaz yapılı bir adam ile karşılaştık. Yüz ifadesi, sakin bir kararlılığın yanı sıra samimiyet de yansıtıyordu; görünüşü ise, küçük burjuva kılığındaki bir Doğu Alman köylüsüne benziyordu. Bu, Wilhelm Wolff tu. Basın suçu nedeniyle aranırken, Prusya hapishanelerine düşmemeyi başarmıştı. İlk bakışta, bu silik dış görünüşün, ne kadar az rastlanır türden bir adamı gizlediğinin farkında değildik. Bu yeni mültecilik yoldaşıyla candan bir dostluk kurmamız ve sıradan bir insanla karşı karşıya olmadığımızı anlamamız için birkaç gün yeterli oldu. Klasik antikçağ okulunda incelikle eğitilmiş zekâsı, zengin mizah gücü, zor teorik sorunları duru bir biçimde kavrayışı, halkları ezen bütün zalimlere karşı beslediği alev alev nefreti, enerjik ama yine de sakin yapısı kısa zamanda kendini ortaya koydu. Ancak, sarsılmaz güçlü kişiliğinin, kesin ve şüphe götürmez güvenilirliğinin, dosta, düşmana ve kendine karşı aynı derecede katı sağlam sorumluluk duygusunun her yönüyle denenmesi için; mücadelede, zafer ve yenilgide, iyi ve kötü zamanda, uzun yıllar boyu süren bir birliktelik ve arkadaşlık ilişkisini gerektirdi.
* * *
Wilhelm Wolff, 21 Haziran 1809’da Silezya bölgesinin Frankenstein civarındaki Tarnau (2) kentinde doğdu. Babası serfti ve aynı zamanda, onu, karısı ve çocuklarıyla birlikte beyefendinin feodal angaryalarını görmek zorunluluğundan kurtarmayan mahkeme kretçamını (meyhane -Lehçe’de karczma-, burada köy duruşmaları yapılıyordu) da işletiyordu. Wilhelm, böylece, çocuk yaştayken uysal Doğu Almanya köylülerinin kötü durumunu öğrenmekle kalmadı, bizzat yaşadı. Fakat bundan fazlasını da öğrendi. Hep özel bir bağlılıkla söz ettiği ve o günkü koşulların üstünde bir eğitime sahip olan annesi, onda, köylülerin feodal beyler tarafından pervasız sömürüsüne ve uğradıkları aşağılayıcı muamelelere karşı öfke uyandırdı ve besledi. Ve bu öfkenin ömrü boyunca içinde nasıl mayalanıp kaynadığını; nihayet onu açıkça dışa vurduğu o yaşam dilimine geldiğimizde göreceğiz. Köylü çocuğunun yetenekleri ve öğrenme hevesi kendini kısa süre içinde belli etti; liseye gidecekti; fakat bunun için birçok engelin aşılması gerekiyordu. Maddi olanaksızlıklar bir yana bırakılırsa, beyefendi ve kâhya engeli vardı, onların izni olmadan adım atılamazdı. Serflik, gerçi 1810 yılında sözüm ona kaldırılmıştı, fakat feodal bağımlılık, angarya, veraset mahkemesi, toprak beyliği polisi varlıklarını sürdürüyor ve bunlar sertliğin fiilen devam etmesine neden oluyordu. Ve bey ile onun hizmetindekiler, bu köylü çocuğunun öğrenciden çok bir domuz çobanı olmasını yeğlerlerdi. Bu arada, tüm engeller aşıldı. Wolff, Schweidniz’de liseye kaydoldu, sonra da Breslau’da üniversiteye. Her iki öğrenim sürecinde de geçimini esas olarak özel ders vererek sağlamak zorundaydı. Üniversitede tercihini klasik filoloji üzerine yaptı; fakat o, eski okulun hece didikleyen filologlarından değildi. Yunan ve Roma şair ve yazarlarını benimsedi ve onların eserleri, ömrü boyunca onun en sevdiği eserler olarak kaldılar.
Ulusal Meclisin (3) ve Avusturya ile Prusya hükümetlerinin durulmuş olan “Demagoglar kışkırtması” (4) 20’li yıllarda yeniden başladığında, üniversite öğrenimini bitirmek üzereydi. Burschenschaft (Üniversite Öğrencileri Derneği-çev.) üyesi olarak 1834’te tutuklandı. Senelerce tutuklu olarak cezaevi cezaevi dolaştırıldı, sonunda da hüküm giydi. Ne için? Öyle sanıyorum ki, hiçbir zaman bunu açıklamaya değer bulmadı. Yeter. Spielberg kalesine götürüldü. Orada dert ortakları buldu, özellikle de Fritz Reuter’i. Ölümünden birkaç ay önce, Wolff un eline Reuter’in yazdığı “Ut mine Festungstid” (Cezaevi Anılarım -çev.) geçti. Yazarın eski dert ortağı olduğunu anlayınca, hemen, yayınevi yoluyla ona haber yolladı. Reuter, ona, bekletmeden -şu anda önümde duran ve o yaşlı “Demagog”un 12 Ocak 1864’te uysal bir dalkavuğun dışında her şey olduğunu kanıtlayan- uzun ve çok candan bir mektupla yanıt verdi.
“Şimdi burada oturuyorum,” diye yazıyordu “saçlarım ağaralı otuz yıl oluyor ve halk iradesini şöyle enerjik bir biçimde yansıtacak şiddetli bir devrim bekliyorum, ama neye yarar? … Bari Prusya halkı vergi boykotuna başvursaydı; bu, Bismarck ve hempalarından kurtulmanın ve ihtiyar kralı öldüresiye kızdırmanın tek yoludur.”
Wolff, Spielberg’de, Fritz Reuter’in yukarda adını andığımız kitabında çok canlı ve mizahi bir üslupla anlattığı, tutuklu “Demagogların” yaşadığı tüm o büyük güçlükleri ve o tek tük sevinçleri yaşadı. Nemli hücrelere ve dondurucu kışlara karşılık, yaşlı kaya yuvasının garnizoncular olarak da adlandırılan idari personelinin, yaşlı sakatlardan oluşması; bunların katılıklarıyla ünlü olmayışları ve bazen de sert bir içkiye ya da birkaç meteliğe taviz vermeleri sadece küçük bir teselliydi. Neyse; 1839’da Wolffun sağlığı o kadar bozuldu ki, affedildi.
Breslau’a gitti. Burada öğretmen olarak yaşamını sürdürmeye çalışacaktı. Fakat o, ev sahibini hesaba katmamıştı; ev sahibi Prusya hükümetiydi. Öğreniminin tam ortasında tutuklanması nedeniyle, önünde bitirmesi gereken üç seneyi bitirememiş ve bitirme sınavını verememişti. Oysa Prusya’da, ancak bütün bu kuralları yerine getiren, öğretmenliğe aday olabiliyordu. Bunun dışındaki herkes, konusunda çok iyi olsa da -Wolff un klasik filolojide olduğu gibi- loncaya alınmıyor, bilgisi resmi değerlendirmenin dışında bırakılıyordu. Geriye özel öğretmen olarak şansını denemek kalıyordu. Ancak bunun için de hükümetin verdiği ruhsata ihtiyaç vardı ve Wolffun ruhsat için başvurusu reddedildi. Prusya’da Polonyalılar olmasaydı, “Demagog” ya açlıktan ölecek ya da köyünde yeniden angaryalığa dönecekti. Poznan’da, bir toprak beyi, onu evine özel öğretmen olarak kabul etti; onun yanında, hep özel bir keyifle bahsettiği birkaç yıl geçirdi.
Breslau’a geri dönünce, sürekli yaptığı şikâyetlerle ve başvurularını durmadan yinelemesiyle, ısrarlı ricalarıyla bıktırması sonucunda, nihayet çok yüce kral hükümetinden özel öğretmenlik yapma iznini aldı. Artık kendine mütevazı bir yaşam kurabilirdi. Hemen hiçbir ihtiyacı olmayan bu adam, daha fazlasını da istemiyordu.
Aynı sırada, o zamanki kötü şartlar olanak tanıdığı ölçüde, yaşanan baskılara karşı mücadeleye yeniden atıldı. Memurlar, toprak beyleri ya da fabrikatörler hakkında, tek tek gerçekleri kamuoyuna duyurmakla yetinmek zorundaydı ve burada dahi sansür engeliyle karşılaşıyordu. Fakat bildiğini yapmayı sürdürüyordu. O zamanlar yeni kurulan yüksek sansür mahkemesinin Breslau’lu özel öğretmen Wolff kadar inatçı, hep yeniden önlerine gelen bir başka daimi müşterisi yoktu. Sansürü aldatmaktan daha büyük bir zevk yoktu onun için. Bu da, sansürcülerin aptallıkları sayesinde ve de onların zayıf yanlarının bilgisine sahip olunca pek zor sayılmazdı. Sofuluğu, bu şekilde son derece rezil eden de oydu. Hâlâ bazı yerlerde kiliselerde kullanılan eski bir ilahiler kitabında, cezasını çekmeye hazır bir günahkârı anlatan, aşağıdaki ana ilahiyi (her ayinde mutlaka okunan ilahi-çev.) keşfetti ve Silezya’nın yerel gazetelerinde yayınladı:
Ben tam bir leş kargasıyım,
Gerçek bir günah sakatıyım.
Rus’un soğan yediği gibi,
Oburca günah tıkınanım.
Hz. İsa, köpek olan beni kulağımdan tut.
Önüme merhamet kemiğini at,
Ve yontulmamış günahkâr bir herif olan ben
Merhamet cennetine at.
Bu ilahi, hızla ilerleyen bir yangın gibi, allahsızlara yankılanan kahkahalar attırarak ve “ülkenin sessizlerini” öfkelendirerek tüm Almanya’ya yayıldı. Sansürcü iyice azarlandı ve hükümet yeniden gözünü, o beş yıl kale tut-saklığıyla bile ehlileştirilemeyen, bu rahat durmayan dalavereci özel öğretmen Wolff’un üzerinden ayırmamaya başladı. Ona yeniden dava açmak için bir bahane bulmak uzun sürmedi. Eski Prusya yasama yetkisi, ülke çapında ustaca bezenmiş tuzaklar, ilmikler, kapanlar ve ağlarla dolu bir sistemdi, sadık hizmetkârlar bile zaman zaman bundan nasiplerini alırken, sadık olmayanları bir o kadar büyük kesinlikle ağına düşürüyordu.
Wolff’un, 1845 sonu veya 1846 başında, ona dava açılmasına neden olan basın suçu öylesine önemsizdi ki, artık hiçbirimiz durumu ayrıntılarıyla hatırlayamıyoruz. Fakat üzerindeki takip öyle boyutlar kazandı ki, Prusya cezaevlerinden ve kalelerinden bıkan Wolff, onu tehdit eden tutuklamadan kaçtı ve Mecklenburg’a gitti. (Wermuth-Stieber’e göre: Wolff, Breslau eyaleti yüksek mahkemesince “basın suçu işlemekten” üç ay hapis cezasına çarptırıldı. “19. yüzyıldaki Komünist Komploları”, II., S.141 -1886’da Engels’in notu-) Burada, Hamburg’dan Londra’ya pürüzsüz bir gemi yolculuğu ayarlayana kadar, arkadaşlarının yanında güvenli bir yer buldu. Yasal bir dernekte -hâlâ varlığını sürdüren Alman Komünist İşçileri Eğitim Derneği- ilk kez kalabalık karşısında konuştuğu Londra’da uzun süre kalmadı
***
Brüksel’de, kısa süre içinde, Alman gazetelerine Fransa, İngiltere ve Belçika haberleri veren ve bunları koşullar olanak tanıdığı ölçüde sosyal demokrat bir ruhla yazan bir haber ajansında iş buldu. Wolff, “Alman-Brüksel Gazetesi” (5) kendini partinin emrine sunduğunda, orada çalıştı. Wolff, kısa zamanda, o dönemde kurduğumuz Brüksel Alman İşçileri Derneği’nde (6) en sevilen konuşmacılardan biri oldu. Burada haftalık olarak, güncel gelişmeler üzerine genel bir değerlendirme yapıyordu. Her konuşması popüler, bir o kadar da espriliydi ve güçlü bir anlatımı vardı. Almanya’daki beylerin ve onların hizmetindekilerin hasislik ve alçaklıklarını layık oldukları biçimde mahkûm ediyordu. Bu politik yorumlar, onun öylesine sevdiği bir iş haline geldi ki, bunları katıldığı her toplantıda, hep aynı usta popüler anlatımla yapıyordu.
Şubat Devrimi patlamıştı ve anında Brüksel’de yankı buldu. Her akşam yığınlarla insan, milis ve jandarmanın işgali altında bulunan Belediye binasının önündeki büyük pazaryerinde toplanıyordu. Pazaryeri etrafında çokça bulunan birahane ve meyhaneler tıka basa doluydu. İnsanlar “Vive la Republique!” diye haykırıyor, Marseillaise söyleniyor, itişiyor, itiliyor ve itiyorlardı. Hükümet görünürde ses çıkarmıyor, fakat taşrada, yedekleri ve izinlileri orduya alıyordu. Hükümet. Belçika’nın en tanınmış cumhuriyetçisi olan Bay Jotterand’a el altından; kralın, eğer halk isterse çekilmeye hazır olduğunu ve bunu, dilediği zaman, kralın bizzat kendisinin de duyabileceğini iletti. Jotterand gerçekten de Leopold’e, yüzüne karşı, kendisinin de yürekten bir cumhuriyetçi olduğunu ve eğer Belçika kendisini cumhuriyet olarak kurmak isterse, asla buna engel olmayacağını; sadece bütün bunların düzen içinde ve kan dökülmeden gerçekleştirilmesini istediğini ve en azından doğru düzgün bir emeklilik umduğunu söyletti. Bu haber, el altından çabucak yayıldı ve hareketi öylesine dindirdi ki ayaklanma denemesi bile yapılmadı. Fakat yedekler bir araya getirilir getirilmez ve birliklerin çoğunluğu Brüksel etrafında konumlandırılır konumlandırılmaz -bu küçücük ülkede üç dört gün yeterliydi-, artık çekilme söz konusu bile değildi, jandarma bir akşam, pazaryerindeki insan yığınlarına aniden saldırdı ve her yerde tutuklamalar başladı. İlk saldırıya uğrayanların ve tutuklananların arasında Wolff da vardı. Belediye binasına götürüldü, burada kızgın ve sarhoş milisler tarafından yeniden tartaklanarak birkaç günlük gözaltından sonra sınır dışına. Fransa’ya götürüldü.
Paris’te uzun süre kalmadı. Berlin’deki Mart Devrimi ve Frankfurt Parlamentosu ile Berlin Ulusal Meclis toplantılarının hazırlıkları onun, radikal bir seçim faaliyetini hayata geçirmek üzere Silezya’ya gitmesine neden oldu. Bizim, ister Köln’de, ister Berlin’de bir gazete kurma tasarımız gerçekleşir gerçekleşmez yanımıza gelmek istiyordu. Herkes tarafından sevilmesi ve güçlü popülaritesi ve ikna yeteneğiyle kırsal alan seçmen çevrelerinde, o olmadan çıkma şansları bile olmayan radikal adayların çıkarılmasını başardı.
Bu arada, 1 Haziran’da Marx’ın yazar ve yönetmen olarak başında bulunduğu “Neue Rheinische Zeitung” (Yeni Ren Gazetesi- çev.) yayınlandı ve Wolff kısa süre sonra yazı kurulunda görev almak üzere geldi. Yorulmak bilmez çalışkanlığı, hiçbir şekilde sarsılmaz titiz özenliliği, birçok genç insandan oluşan yazı kurulunda onun için bir dezavantaj oluşturuyordu. Diğerleri arada sırada “Lupus (Lupus; Latincede kurt anlamına gelmektedir. Almancada Wolff ismi tek ” f ” ile okununca “Wolf kelimesi kurt anlamı verir.-çev.) nasıl olsa gazetenin çıkmasını sağlar” güveniyle ekstradan bir saat kaytarıyorlardı ve kendimi de kesinlikle bunların dışında tutmak istemiyorum. Gazetenin ilk zamanlarında Wolff’un başyazılardan çok, günlük işlerle meşgul olması bundan kaynaklanıyordu. Fakat kısa sürede buna bir çare bularak onları da çalışmasına kattı. “Reich’tan” adlı sütunda, Almanya’nın küçük devletlerinden gelen ve yönetenlerin olduğu gibi, yönetilenlerin de küçük devlet ve küçük kasaba dar-kafalılıklarını, eşine az rastlanır bir mizah gücü ile ele alan haberler derleniyordu. Aynı zamanda Demokratlar Derneği’nde (7) her hafta verdiği günlük gelişmeleri ele alan yorumlar, burada da onu en sevilen ve en etkili konuşmacılardan biri haline getirdi.
Burjuvazinin, Paris Haziran Çarpışmasından sonra giderek artan sersemliği ve korkaklığı, gericiliğin gücünü yeniden toparlamasına meydan vermişti. Viyana, Berlin, Münih vb. kamarillaları (bir büyük yetke sahibini perde arkasından yöneten kimse-çev.) asil kral naibi ile el ele çalışıyorlardı ve kuklaların iplerini, kulislerin arkasındaki Rus diplomasisi idare ediyordu. Şimdi, Eylül 1848’de, bu beyler için eyleme geçme zamanı yaklaşıyordu. Dolaylı ve dolaysız (Lord Palmerston aracılığıyla sağlanan) Rus baskısı altında, rezil Malmö (8) ateşkesi dolayısıyla ilk Schleswig-Holstein seferi kararlaştırıldı. Frankfurt Parlamentosu bu ateşkesi onaylayarak ve böylece açıkça ve şüphe götürmez bir şekilde devrimden ayrılarak, kendini alçalttı. 18 Eylül Frankfurt Ayaklanması buna yanıttı; bozguna uğratıldı. Hemen eşzamanlı olarak Berlin’de Anayasayı Kararlaştırma Meclisi (9) ile kraliyet arasında kriz baş göstermişti. 9 Ağustos’ta, Meclis, son derece uysal hatta çekingen bir kararla, hükümete, gerici subayların çekincesiz hareketlerini artık bu kadar alenen ve edepsiz bir tarzda sürdürmemeleri için ricada bulundu. Eylül’de bu kararın uygulamaya sokulmasını talep ettiğinde, yanıt, başında bir general bulunan, açık gerici Pfuel bakanlığının getirilmesi (19 Eylül) ve tanınmış Wrangel’i orgeneralliğe ataması oldu; Berlin Meclisi ya baş eğecek ya da dağıtılmayı kabul edecekti. Tansiyon genel olarak yükseldi. Köln’de de halk toplantıları düzenlenir ve bir güvenlik komisyonu atanır. Hükümet, ilk darbeyi Köln’e vurmaya karar verir. Buna göre 25 Eylül sabahında, aralarında eskiden “kızıl fırıncı” adıyla tanınan şimdiki belediye başkanının da bulunduğu birçok demokrat tutuklandı. Heyecan yükseliyordu. Öğleden sonra eski pazaryerinde bir halk toplantısı yapıldı. Toplantıya Wolff başkanlık ediyordu. Milis kitleyi çembere almış; demokratik harekete çok uzak değil, ancak öncelikle kendi çıkarlarını temsil ederek. Bir soru üzerine, halkı korumak için orada bulunduğunu açıklar. Birdenbire pazaryerindeki insanlar, “Prusyalılar geliyor!” çığlığı üzerine itişmeye başladılar. Sabah tutuklananların arasında olan, fakat halk tarafından kurtarılan ve o an konuşan Joseph Moll, şöyle seslendi: “Yurttaşlar! Prusyalılar karşısında mı dağılmak istiyorsunuz?” Yanıt “Hayır, hayır!”dı. “Öyleyse barikatlar kurmalıyız!” ve hemen orada işe başlandı -Köln Barikatlar gününün nasıl sonuçlandığı bilinir. Kuru gürültüden çıkan, direniş görmeden, silahsız milis usulca evine gitmiştir- tüm hareket kansız bir şekilde dağıldı; hükümet amacına ulaştı: Köln’de sıkıyönetim ilan edildi, milis silahsızlandırıldı, “Neue Rheinische Zeitung” geçici olarak kapatıldı, yazarları yurtdışına çıkmaya zorlandı.
* * *
Köln’deki sıkıyönetim uzun süreli olmadı. 4 Ekim günü kaldırıldı. 12’sinde “Neue Rheinische Zeitung” yeniden yayınlandı. Wolff, Palantina bölgesindeki Durkheim kentine gitmişti, orada rahattı. Birçok yazar gibi onun hakkında da, komplo vb. düzenlemek nedeniyle gıyabi tutuklama kararı vardı. Fakat bizim Wolff, Palantina’da fazla dayanamadı ve bağbozumunda, aniden Unter Hutmacher 17 sokağındaki yazı işleri odasında yeniden ortaya çıktı. Yanda, sokağa çıkmasına gerek kalmadan, bahçeden geçerek yazı işleri bürosuna ulaşabileceği bir daire bulmayı başardı. Bu arada hapislikten çabuk bıktı; uzun bir paltoyla ve geniş siperli bir şapka takarak hemen her akşam karanlıkta, tütün alma bahanesiyle sokağa çıkmaya başladı. Tanınmayacağını sanıyordu, oysa tuhaf biçimli vücut yapısı ve özgün yürüyüşü kesinlikle kamufle edilemezdi; yine de ihbar edilmedi. Bu şekilde birkaç ay yaşarken, biz diğerleri üstündeki takip parça parça kaldırılıyordu. Nihayet 1 Mart 1849’da bir tehlike kalmadığı haberi bize ulaştı ve Wolff, sorgu yargıcının önüne çıktı. Yargıç, tümüyle abartılı polis raporlarına dayandırılmış davanın düştüğünü açıkladı.
Bu sırada aralık ayı başında Berlin Meclisi dağıtılmış ve Manteuffel’ci gericilik dönemi açılmıştı. Yeni hükümetin aldığı ilk önlemlerden biri, doğu illeri feodal beylerin toprağı karşılıksız işleme haklarının tartışma konusu edilmesi konusunda sakinleştirmekti. Mart’tan sonra, doğu illeri köylüleri, her yerde feodal angaryada çalışmayı bırakmış, hatta orada burada sayın beylerin bu tür işten feragat ettiklerine dair imzalı belgeler vermelerini sağlamışlardı. Yani, mesele sadece fiili durumu yasal olarak ilan etmekti ve yeterince hırpalanan Doğu Elbe’li köylü artık özgür bir adam olacaktı. Fakat Berlin Meclisi, Fransız Ulusal Meclisi’nin tüm angarya hizmetleri kaldırdığı 4 Ağustos 1789’dan sonraki 59 yd boyunca hâlâ kendinde aynı adımı atma cesaretini bulamadı. Serf azadındaki koşullarda biraz kolaylık getirildi, fakat sadece bazı skandal yaratan ve hoşnutsuzluk doğuran angaryalar kaldırılacaktı; ancak bu yasa tasarısı kabul edilmeden önce, dağıtılma gerçekleşti ve bay Manteüffel hükümeti bu taslağı yasa haline getirmeyeceğini açıkladı. Böylece eski Prusya serf köylülerinin ümitleri yok edilmişti, artık durumlarını açıklayarak onları hareketlendirmek gerekiyordu. Wolff, bu işin adamıydı. Sadece kendisinin köken olarak uysal bir köylünün oğlu olmasından ve çocukluğunda bizzat hizmet etmek zorunda kalışından değil; sadece, ona böyle bir çocukluğu yaşatan feodal ezenlere karşı nefretini tüm canlılığıyla koruması değil; kimse onun kadar feodal köleciliği en ince ayrıntılarıyla tanımıyordu ve hele de tüm karakteristik biçimleriyle mükemmel bir örnek çıkaran eyalette -Silezya’da.
Şimdi bizim Wolff a dönelim. 19 Mayıs’ta “Neue Rheinische Zeitung”. kızıl renkteki son sayısı yayınlandıktan sonra polis tarafından basıldı. Prusya polisi, daha 23’ü askıda kalan basın davası dışında, her bir yazara saldırmak için o kadar çok bahanesi vardı ki, hepsi Köln ve Prusya’yı terk etti. Çoğunluğumuz, sonucun burada kesinleşeceği izlenimi veren Frankfurt’a gitti. Macarların zaferleri Rusların işgalini davet ediyordu; Reich Anayasası nedeniyle hükümetler ile Frankfurt parlamentosu arasındaki çelişki; Dresden, İserlohn ve Eberfeld’dekiler bastırılmış, Palantina’da hâlâ ilerleme halinde olan çeşitli ayaklanmaların çıkmasına yol açtı. Wolff, cebinde tarih çarpıtıcısı Stenzel’in yardımcısı konumuyla eski bir Breslau vekaleti taşıyordu; yaygaracı Stenzel sadece Wolffu yardımcısı olarak yanına alması şartıyla Frankfurt’a sokuldu. Tabii ki Stenzel, tüm iyi Prusyalılar gibi, Prusya hükümetinin Frankfurt’tan geri çağırma emrine uydu. Wolff ise onun yerine geçti.
Frankfurt parlamentosu, hükümetler ile Reich anayasası için ayaklanmış halk arasında ne yapacağını bilmez şekilde kalakalmıştı. O, kazanmış olduğu Almanya tarihi boyunca toplanan gelmiş geçmiş en güçlü parlamento olma konumunu, atıllığı ve aptallığı yüzünden kaybetmiş; tüm hükümetlerin ve bu arada Reich hükümetinin de en gerisine düşmüş ve doğan boşluk hükümetler tarafından doldurulmuştu. Ancak, henüz her şey kazanılacak durumdaydı, yeter ki Parlamento ve Güney Almanya hareketinin önderleri gerekli cesaret ve kararlılığı göstersin. Baden ve Palantina ordularını Ulusal Meclis’i korumak üzere Frankfurt’a çağıran bir parlamento kararı yeterli olacaktı. Ulusal Meclis böylece bir çırpıda halkın güvenini geri kazanacaktı. Hessen ve Darmstadt birliklerinin (gerici hükümet güçlerinden -çev.) ayrılması, Württemberg ve Bavyera’nın harekete katılması o zaman büyük bir kesinlikle beklenebilirdi; Orta Almanya’nın küçük devletleri de aynı şekilde hareketin içine çekilirlerdi; Prusya’nın başına yeterince iş çıkacaktı, ve Almanya’da öylesine devasa bir hareket karşısında Rusya, Macaristan’da ustaca kullandığı birliklerini Polonya’da tutmak zorunda kalacaktı. Yani Macaristan Frankfurt’ta kurtarılabilirdi; ayrıca her şey, Almanya’da başarıyla ilerleyen bir devrini karşısında Paris’te her an beklenen patlamanın 13 Haziran 1849’da gerçekleştiği gibi radikal dar-kafalıların mücadelesiz yenilgisiyle sonuçlanmayacağını gösteriyordu.
Olanaklar bundan daha uygun olamazdı. Baden ve Palantina güvenlik güçlerinin çağrılması tavsiyesi (1886’da eklenmiş: hepimiz tarafından) Frankfurt’ta verildi, Frankfurt üzerine çağrı yapılmaksızın saldırma tavsiyesi de Mannheim’da (1886’da eklenmiş: Marx ve benim tarafımdan) verildi. Fakat ne Baden’li önderler ne de Frakfurt’lu parlamenterler cesaret, ataklık ya da inisiyatif gösterebildiler.
Parlamento, harekete geçeceği yerde sanki şimdiye kadar fazlasıyla tartışmamış gibi, bir kez daha, üstelik yayınlanacak bir “Alman Halkına Açıklama”da bir kez daha tartışma kararı aldı. Bir komisyon oluşturuldu ve bu komisyon iki taslak çıkardı, çoğunluğun eğilimini yansıtan taslak von Uhland tarafından kaleme alındı. İkisi de sönük, kuru ve güçsüzdü. Ve sadece kendi kararsızlık ve cesaretsizliklerini ve Ulusal Meclis’in kötü niyetinin kendisini ifade ediyordu. 26 Mayıs’ta ortaya koyulduğu zaman, bizim Wolff’a, bay parlamenterlere ilk ve son olarak fikrini söyleme fırsatı doğdu. Bu konuşmanın steno kaydı şöyledir:
“Bresbu’dan Wolff:
‘Beyler! Çoğunluğun kaleme aldığı ve burada okunan, Halka Açıklamaya karşı çıktım, çünkü onun bugünkü koşullara kesinlikle denk düşmediğini düşünüyorum, çünkü onu fazlasıyla zayıf buluyorum -o sadece, bu açıklamanın kaleme alınmasına neden olan partiyi temsil eden gazete makalelerine uygundur, fakat Alman halkına yapılacak bir açıklamaya değil. Şimdi bir de bir ikincisi okunduğuna göre, bu arada ona, burada açıklamama gerek olmayan sebepler nedeniyle, daha da karşı olduğumu belirtmek istiyorum,’ (Ortalardan bir ses: ‘Neden gerek yok?’) ‘Sadece çoğunluğun bildirisi üzerine konuşuyorum; gerçi o da öyle sınırlı tutulmuş ki, Bay Buss bile ona karşı söyleyecek fazla bir şey bulamaz ve bu, bir bildiri için herhalde önerilebileceklerin en kötüsüdür. Hayır, beyler, hâlâ halk üstünde herhangi bir etkiniz olsun istiyorsanız, bildiride yaptığınız şekilde halka seslenmemelisiniz; orada yasallıktan, yasal zeminden ve benzerlerinden bahsetmemelisiniz, aksine yasa-dışılıktan, hem de hükümetlerin yaptığı, Rusların yaptığı tarzda. Ve ben, Rus adı altında Prusyalıları, Avusturyalıları, Bavyeralıları, Hannoverlileri anlıyorum.’ (Kargaşalık ve gülüşmeler) ‘Bunların hepsi Rus adı altında toplanmışlardır.’ (Büyük neşe) ‘Evet beyler, bu mecliste de Ruslar temsil edilmektedir. Siz onlara şöyle demelisiniz: Siz yasal zemine nasıl dayanıyorsanız, biz de aynı şekilde dayanıyoruz. Bu zemin, zorun zeminidir. Ve tırnak içinde yasallığınızı, Rusların toplarının karşısına koyduğunuz zor olarak açıklayın, düzenli hücum kıtalarını. Bir açıklama ilan edilecekse, bu, öncelikle baş halk hainini, Reich naibini yasadışı olarak ilan eden bir açıklama olmalıdır. (‘Düzen sağlansın!’ Sıralardan coşkulu alkışlar.) ‘Aynı şekilde tüm bakanlar!’ (Yeniden kargaşalık.) ‘Yo, kesmenize izin vermeyeceğim. O, baş halk hainidir.’
Başkan Reh: ‘Bay Wolff’un saygı sınırlarını tümüyle aşmış bulunduğunu düşünüyorum. Arşidük Reich naibi, bu çatı altında bir halk haini olarak nitelendirilemez ve bu nedenle onu düzeni bozmamaya çağırmak zorundayım…’
Wolff: ‘Kendi adıma çağrıyı kabul ediyorum ve düzeni bozmak istediğimi ve onun ve bakanlarının halk haini olduklarını açıklıyorum.’ (Her taraftan: ‘Düzen sağlansın, bu bayağılıktır!’)
Başkan: ‘Konuşma hakkınızı elinizden almak zorundayım.’
Wolff: ‘Tamam, protesto ediyorum; burada halkı adına konuşmak ve halkın nasıl düşündüğünü anlatmak istiyordum. Bu zihniyetle kaleme alınmış her tür açıklamayı da protesto ediyorum.'”
Bu birkaç sözcük, ürkmüş meclise bir yıldırım gibi düştü. İlk kez gerçek durum, açıkça ve sakınmasız olarak dile getirilmişti. Reich naibinin ve onun bakanlarının ihaneti herkesçe bilinen ama dillendirilmeyen bir sırdı: tanık olanların hepsi ihanetin gerçekleştirilişini izliyordu; fakat hiç kimse gördüklerini dile getirme cesaretini göstermedi. Ve şimdi, o küçük, saygısız Silezyalı geliyor ve bir çırpıda oyun kâğıtlarından kurulu şatolarını darmadağın ediyor! “Kararlı sol” dahi, gerçeklerin bu basit saptanmasıyla, parlamenter terbiyeye ilişkin her şeyin affedilmez bir biçimde incitilmesini enerjik olarak reddetmekten kendilerini alıkoyamadılar. Bunu dile getiren ise saygıdeğer Bay Karl Vogt idi (Vogt: Ağustos 1859’da hesabına 40.000 Fr geçirildi, Louis-Napoleon’un, ajanlarına ödediği ve 1870’de açıklanan rakamlar bunu söylüyor). Bay Vogt tartışmayı, alçakça bir sıkılganlık ve rezil bir yalancılıkla dolu aşağıdaki protestosuyla zenginleştirdi:
“Beyler, bir şair ruhundan kristal aydınlığıyla. Açıklamaya dökülen düşünceleri, hak etmediği karalamaya karşı savunmak için, bu son davranışla ortalığa saçılan, her şeye bulaşan ve her şeyi kirletme tehlikesi doğuran dışkıya karşı bu düşünceleri savunmak için söz istedim. Evet, beyler! Orada, düşünülebilecek tüm temiz şeylere, bu şekilde (!) atılan bir dışkı ve pislik var, ve ben böyle bir şeyin (!) yaşanabilmiş olmasını şiddetle protesto ediyorum.”
Wolff, açıklamanın Uhland tarafından kaleme alınmasına hiç değinmediği halde, tersine, yalnızca içeriğini çok zayıf olarak değerlendirmesine karşın, Bay Vogt’un tepkisini, “pislik”ini ve “dışkı”sını neye dayandırdığını anlamak mümkün değil. Ancak bu, bir yandan, “Neue Rheinische Zeitung”un Vogt cinsinden sahte dostları ele aldığı acımasız tarzı anımsamasından, öte yandan da Wolffun, bu aynı sahte dostlara, şimdiye kadar oynadıkları koltuklama oyununu, bundan sonra imkânsız hale getirdiği mertçe konuşmasına duyulan öfkeden kaynaklanıyordu. Gerçek devrim ile gericilik arasında tercih yapma durumunda kalan Vogt, sonuncular ile Reich naibi ve onun bakanları tarafında olduğunu açıkladı -“düşünülebilecek tüm temiz şeyler”in tarafında. Yazık ki gericilik, Bay Vogt’un sözünü bile ettirmiyordu.
Wolff daha aynı gün, milletvekili Wurth von Sigmaringen aracılığıyla Bay Vogt’u tabancalı düelloya, bunu reddetmesi üzerine de dövüşmeye davet etti. Vogt, Wolff a göre bedensel açıdan bir dev olmasına rağmen, kız kardeşinin korumasında meclisten kaçtı ve bundan sonra da onun refakati olmadan hiçbir yerde görünmemeye başladı. Wolff bu yalancı pehlivanla daha fazla uğraşmadı.
Bu olaydan birkaç gün sonra, Meclis, Reich naibi ve onun hükümetinden kaçarak Stuttgarts sığınarak kendini kurtarmasıyla Wolffun yorumlarını doğruladı, bunu herkes biliyor.
* * *
Sonuca geliyoruz. Wolff, Ulusal Meclis’in Württemberg birlikleri tarafından dağıtılması sırasında da Stuttgart’ta görevinde kaldı, ardından Baden’e geldi ve sonunda da, geri kalan mültecilerle İsviçre’ye. İkamet olarak kendisine Zürich’i seçer. Orada kısa süre sonra yine özel öğretmen olarak iş buldu, fakat doğal olarak oradaki birçok yüksek öğrenim görmüş mültecinin güçlü rekabeti ile karşılaştı. Bu durumun doğurduğu kötü yaşam koşullarına rağmen, Wolff, İsviçre’de kalacaktı. Ancak, İsviçre Konfederasyonu Meclisi’nin, Avrupa gericiliğinin emri doğrultusunda, tüm mültecileri, Wolff’un deyimiyle, eziyet ederek, İsviçre’den yavaş yavaş kapı-dışarı etmekte ısrarlı olduğu giderek daha açık bir biçimde ortaya çıkıyordu. Bunun anlamı, büyük çoğunluk için, Amerika’ya göç etmekti ve bu, hükümetlerin istediği bir şeydi. Mülteciler, okyanusun öte yanında oldukları sürece rahatsızlık veremezlerdi. Wolff da sıkça, oraya gitmiş birçok arkadaşının çağırdığı Amerika’ya göç etme düşüncesiyle meşgul oluyordu. “Eziyet” onun için de dayanılmaz hal alınca, Haziran 1851’de, onu alıkoyacağımız Londra’ya yarı karar vermiş olarak geldi. Burada da özel öğretmenlerin rekabeti çok güçlüydü. Wolff, büyük çabasına rağmen, en zorunlu ihtiyaçlarını sağlamakta güçlük çekiyordu. Durumu kötü olduğunda bunu, her zamanki gibi dostlarından olabildiğince gizlemeye çalışıyordu. Buna rağmen 1853 sonuna kadar, onu çok rahatsız eden, yaklaşık 750 mark borca girmek zorunda kaldı ve aynı yılın yazında günlüğüne şu satırları yazdı:
“21 Haziran 1853te doğum günümü neredeyse korkunç bir çaresizlik içinde geçirmek zorundaydım.”
Manchester’de onun gibi mülteci ve Breslau’dan arkadaşı olan bir Alman doktoru, ilişkileri dolayısıyla Wolff’a Manchester’de en azından yaşamını sürdürmeye yetecek kadar kazanmasını sağlayacak özel dersler bulmasaydı, Amerika’ya gitme niyeti bu kez, belki de gerçekleşecekti. Böylece Ocak 1854’te Manchester’e geldi (10). Başlangıçta epeyce sıkıntı çekti. Fakat orada tutunması sağlanmıştı ve çocuklarla anlaşmada ve onların sevgisini kazanmada olağanüstü bir yeteneğe sahip olan Wolff, kısa zamanda Almanlar arasında tanınır tanınmaz etkinlik alanının büyüyeceğini hesaba katabilirdi. Böyle de oldu. Birkaç yıl sonra ihtiyaçlarına göre epey iyi bir maddi duruma ulaşmıştı. Öğrencileri ona tapıyor, dürüstlüğü, sorumluluk duygusu ve neşeli nezaketiyle genci, yaşlısı, İngiliz’inden Alman’ına kadar herkesçe sayılıyor ve seviliyordu. İşinin doğası, çoğunlukla burjuvalarla, yani az ya da çok karşıt politik unsurlarla ilişkiye girmesini gerektiriyordu; ne karakterinden, ne de inancından en ufak bir ödün bile vermemesine rağmen, nadiren de olsa çatışma durumları yaşamak zorunda kalıyordu ve bunları onurlu bir şekilde yaşıyordu. Açık politik bir faaliyet o zamanlar hepimiz için olanaksızdı; gericiliğin yasama yetkisi tarafından susmaya zorlanıyorduk. Yayıncılar bizi, yaptığımız tekliflere olumsuz yanıt vermeye bile değer görmüyordu neredeyse; Bonapartizm tamamıyla sosyalizmi yenmiş görüntüsü veriyordu. Wolff, birkaç yıl boyunca, Manchester’de sahip olduğum tek düşünce yoldaşıydı; bu nedenle hemen her gün görüşmemiz ve orada da, onun, günlük gelişmeleri neredeyse içgüdüsel olarak doğru yorumlayışına hayran kalmam için yeterince olanak bulmam, hiç de şaşılacak bir şey değildi.
Wolff un titizliğini tanıtlamak için tek bir örnek yeter. Bir öğrencisinden, okul kitabından aldığı bir matematik problemini çözmesini istemişti. Öğrencinin verdiği çözümü kitapta verilen anahtarla karşılaştırdığında, öğrencisinin yanıtının yanlış olduğunu söyler. Fakat çocuğun birkaç kontrolden sonra hâlâ aynı sonuca ulaşması üzerine, Wolff problemi kendisi de çözer ve çocuğun haklı olduğunu görür; anahtarda bir baskı hatası bulunuyordu. Wolff, hemen oturur ve kitaptaki tüm problemleri sırasıyla, buna benzer başka hataların olup olmadığını kontrol etmek için çözmeye koyulur: “Bir daha böyle bir şey başıma gelmemelidir!”
Bu özenliliği, daha 55 yaşına gelmeden ölümüne de yol açtı. 1864 ilkbaharında aşırı çalışma sonucu, giderek tamamıyla uykusuzluk doğuran şiddetli baş ağrıları ortaya çıktı. Doktoru o sırada orada bulunmuyordu; bir başkasına ise danışmak istemiyordu. Derslerine bir süre ara vermesi için yapılan tüm ısrarlar sonuçsuz kaldı; bir kez yüklendiği sorumluluğun gereklerini yerine getirmek istiyordu. Ağrılar, dayanılmaz hal alınca arada sırada derslerine ara veriyordu. Fakat geç kalmıştı. Beyne fazla kan dolması sonucu doğan baş ağrıları giderek kötüleşiyor, uykusuzluk kronikleşiyordu. Beyinde bir kan kesesinin patlaması ve art arda gelen beyin kanamaları 9 Mayıs 1864’te ölümüne neden oldu. Ölümüyle, Marx ve ben en sadık dostumuzu ve Alman devrimi yeri doldurulamaz değere sahip bir neferini kaybetti.
DİPNOTLAR
1- Söz konusu olan, 1845/46 yıllarında Marx ve Engels’in üstünde çalıştıkları “Alman İdeolojisi”dir.
2- Yapılan en yeni araştırmalara göre Wolffun doğum yerinin Frankenstein (Zabowice Slaskie) yakınlarındaki Tarnau (Tarnów) değil, Schweidnitz (Swidnica) ilçesine bağlı Tarnau (Tarnawa) köyü olduğu ortaya çıktı. Ve ayrıca Wilhelm Wolff’un kale tutukluluğundan 30 Temmuz 1839’da serbest bırakıldığı saptandı.
3- Bundestag / Ulusal Meclis – Alman Konfederasyonu’nun Avusturya’nın daimi başkanlığında, Frankfurt’ta toplanan ve Alman gericiliğinin direnme üssü haline gelen merkezi organıydı.
4- Demagoglar – Ağustos 1819’da Alman devletleri bakanlarının yaptıkları Karlsbad Konferansının kararlarında, Alman muhalif aydın hareketinin taraftarlarına taktıkları sıfattır. Bu aydınlar, Viyana Kongresi’nden sonraki yıllarda Alman devletlerindeki gerici düzene karşı çıkmışlardı. “Demagoglar” Almanya’nın birleşmesi talebiyle politik gösteriler düzenliyorlardı. “Demagoglar”a karşı mücadele, muhalif hareket. Fransız Temmuz Devrimi’nin (1830) etkisi altında yükseldiğinde yeniden başlatıldı. Bu dönemde Demagoglar üstündeki baskının hukuksal dayanağını Viyana Konferansının (12 Temmuz 1834) sonuç bildirgesinde açıklanan Alman federe devletlerinin “düzenin korunması”na ilişkin ilkeleri oluşturuyordu.
5- Deutsche-Brüsseler Zeitung / Alman Brüksel Gazetesi – Brüksel’de Alman siyasi mültecilerin kurdukları gazete. 3 Ocak 1847’den Şubat 1848’e kadar haftada iki kez olmak üzere yayınlandı.
6- Brüksel Alman İşçileri Derneği — 1847’de Brüksel’de Marx ve Engels tarafından Belçika’da yaşayan Alman işçilerini siyasi olarak bilinçlendirmek ve bilimsel komünizmin düşünceleriyle tanıştırmak amacıyla kuruldu. Marx ve Engels’in ve mücadele yoldaşlarının önderliği altında, dernek, Belçika’daki devrimci proleter güçlerin etrafında toplandığı legal bir merkez haline geldi.
7- Demokrat Topluluk- Köln’de Nisan 1848’de kuruldu. Küçük burjuvaların yanı sıra işçiler de üyeydi. Marx ve Engels, Demokrat Topluluk’a işçiler üzerinde etkinlik kazanmak ve küçük burjuva demokratları daha kararlı tutumlar almaya sevk etmek için katıldılar. Nisan 1849’da Marx ve taraftarlarının bir proletarya partisi kurmaya giriştiklerinde örgütsel olarak da küçük burjuva demokrasisinden ayrılarak Demokrat Topluluk’undan istifa ettiler.
8- Malmö Ateşkesi – 26 Ağustos 1848’de Prusya ve Danimarka arasında yedi aylık bir sure için imzalandı. Schleswig ve Holstein’daki halk hareketi ile Danimarka’ya karşı savaş başlamıştı. Savaş, Alman yurtseverlerinin Almanya’nın birliği uğruna yürüttükleri devrimci mücadelenin bir parçasıydı. Alman devletlerinin hükümetleri -öncelikle Prusya- halkın baskısı karşısında bu savaşa katılmak zorunda kaldı. Gerçekteyse Prusya’nın egemen çevreleri, askeri harekâtları sabote ediyor ve Ağustos 1848’de ihanetçi ateşkesi kabul ediyordu.
9- Marx ve Engels, Mayıs 1848’de Berlin’de “Kral’ın işbirliğiyle” bir anayasa hazırlamak üzere toplantıya çağrılan Ulusal Meclisi, Anayasayı Kararlaştırma Meclisi olarak adlandırıyordu. Bu yöntemin kabul görmesi üzerine, Prusya Ulusal Meclisi halk egemenliği ilkesinden vazgeçti.
10- Marx, Engels ve Jenny Marx’ın mektupları Wolff’un 1853’te Manchester’e göç ettiğini belgeliyor.
(Marx – Engles, Werke, Cilt: 19, Sf: 55-63 ve 83-88, Dietz Verlag, Berlin, 1969)
Mayıs 1994 Sayı