Aşılan ’68 Ve 68’liler Vakfı

Bir dizi insan kendisini “68’li” olarak tanımlıyor. Ötesine geçiliyor; “68 kuşağı”, bugün, sınırlan kesin çizgilerle belirlenmiş bir grup insanın alâmetifarikası anlamına gelmek üzere, vurgular yapılıp altı çizilerek kullanılan bir kavram düzeyine yükseltiliyor.
Kuşku yok, bir 68 olgusundan, 68 olaylarından, teorisi ve ama daha çok da pratiğiyle 68 eylemliliğinden ve onun öznesi olan 68’lilerden söz etmek gerekiyor. 68 ve 68’lilerin Türkiye de içinde olmak üzere dünya çapında tarihin bir kesitine damga vurmuş gerçeklikler olduğu yadsınamaz. Ancak art arda sıralanan birkaç doğru, kendiliğinden bir diğerini üretmiyor.
68, 68 eylemliği, 68 eylemcileri ya da 68 kuşağı… Bunlar doğru ve gerçektir; ama bir gerçeği daha görüp saptamaktan kaçınılamaz: 68 eylemleri ve eylemcileri, 68’in kendisi ve kuşağı, tümü tarihsel kategorilerdir, Türkiye gerçeğinin Türkiye devriminin yaşanmış bir dönemine özgüdürler.
Tarihin basit tekrarlanmalarla ilerlediği düşüncesi, felsefi idealizm kaynaklıdır ve gerçeği ifade etmez. Bugünü dünle yaşamak, onun farklı koşullar, konumlar, kişilikler ve tanımlarını, tarihsel kavram ve kategorilerle tanımlamak ise, ya tam bir nostalji ve hoş hayalciliğin ya da koşulları, konumları ve kişilikleriyle bugünü olduğundan farklı göstermek üzere tarihin metalaştırılması ve sermaye olarak kullanılması niyet ve çabasının ürünü ve göstergesi olabilir. Bugünü dünle yaşama görüntüsü, ya bir bilinçsizlik durumunu veya bilinç bozukluğunu belirten hastalıklı, tam hayalci, şizofrenik bir ruh halini varsayar ya da bir bilinç çarpıtması girişimini ve aldatıcılığı, kötü niyeti. Tarih, çünkü ancak, geçmişten geleceğe sonsuz bir akış içinde, değişen zaman ve mekân koşulları, öznel ve nesnel yönleriyle olgular, konumlar ve kişiliklerin bugüne ve geleceğe bağlanmasıyla anlamlanır. Tarih, bugün ve gelecekle bağlantısı içinde bir değer kazanır ve yaşanan süreç, bugünü geçmişten farklılaştıran, geleceği dünden ve bugünden farklılaştıracak olan birikimlerle ilerler. Tırnaklar bugünü ve sürekli daha ileriye varmak için geleceği yaratmak üzere kanatıldığında, insan, bir tarih yapıcı ve yazıcısı olarak görünür.
Türkiye, yalnızca çelişmeleri, onları şiddetlendiren birikmiş patlayıcı madde stokları ve nesnellikten de güç alan teorik ve pratik hareketlilik açısından zengin, bereketli bir toprak oluşturmuyor. Bereketli toprak her yönüyle bereketli olur. Sineği, üvezi, kurdu, çakalı, ayrıkotu da bollaşır.
Tarih tekerrürcüleri var; örneğin, Türkiye’de ısrarlı bir çabayla tarihin hemen aynıyla yinelenme uğraşma tanık olmak olanaklı. Farklı koşullar kuşkusuz farklı sonuçlar veriyor. Öncesi ve sonrasından kopararak 71 devrimciliğini sürdürme çabası, öykünülenden farklı yerlere götürüyor öykünmecileri. Beklenen, umulan yükseliş bir türlü yakalanamıyor, hatta tam tersi oluyor, tekerrürcüler tecride koşuyor. Konumuz bu değil.
Tarih, “68’liler Birliği Vakfı” aracılığıyla bir başka yönüyle, bir başka yaklaşımla daha gündeme getirildi.
Bir kaç yıl süren çalışmalardan sonra Vakıf, yasal olarak da onaylanarak kuruldu.
Kuruluş süreci çok sancılı oldu. İki farklı türden sancı yaşandı. Sürecin belirli bir noktasına kadar kişisel hesaplar, çekememezlik ve anlaşmazlıklar vardı. Bunlar hâlâ sürüyor. Tümüyle aydınlık, belki de Türkiye’nin kendine özgü Aydınlanma Dönemi denebilecek 68, karanlık ilişki ve hesaplara konu edildi.
İlk kurucular arasında yer alan bir çift, para yeme gerekçesiyle uzaklaştırıldılar.
Vakfın ilk başkanı, açıklanmadan kalan bir ortadan kaybolma olayından sonra başkanlıktan indirildi. Ancak olay karanlıkta kalmaya devam etmesine rağmen, neyin değiştiğini anlamak mümkün olmadan, ilk kongrede yeniden yönetime seçildi. Hesaplar belirli noktalarda kesişiyor olsa gerekti!
Eski Dev-Genç başkanlarından bir “68’li” ABD Başkanı Clinton’a, seçilmesi dolayısıyla bir kutlama telgrafı çekti. Vietnam Savaşı’na karşı çıkan Clinton da “68’li”ydi! Ortak ideallerden söz ediyordu eski Dev-Genç’li, saldırganlık ve talancılığın yeni başına. Dünyayı Clinton’un yönetecek oluşundan hoşnutluğunu dile getiriyordu. Tarih, bugün ve gelecek bilinci çok gelişkindi!
Tek bir toplantıya katılmamış bir belediye başkanı yine katılmadığı kongre tarafından yeni yönetime de seçiliyordu; ihale alınacaktı kendisinden.
Eski bir devrimci uzunca bir süre Vakfın hem yönetici sekreterliğini yaptı, hem de maaşlı elemanı oldu. Yeniden yönetime seçilirken profesyonellik durumunun devam edip etmemesi itiraz ve pazarlıklara konu oldu.
Örnekler çoğaltılabilir.
İnsanlar, konumları ve yaklaşımlarıyla, tutumları ve ruh halleriyle değişmişlerdi. Yaklaşık 50 kişinin katıldığı ve Divan Başkanlığı’nı Cumhuriyet’te tam sayfa yayınlanan bir söyleşide, gençlere eski yürüdüğü yolun çıkmazını anlatıp “bu işleri bırakma” çağrısı yaparak önlerine düzen içi, düzene bağlı insanlar olma hedefini koyan Mustafa İlker Gürkan’ın yaptığı kongrede, bir kaç kişi dışında asıl mesleği, ilişkileri, tutumları devrimci olan kimse kalmamıştı. Vakfın kongresi de, Divan Başkanı da kendisine uygun düştü.
Vakıf üyesi “68’liler” belki hâlâ “sol” bir partiye oy veriyorlar, olağanüstü yumuşattıkları sol bir söylem kullanıyorlar, Antep Belediye Başkanı gibi birkaçı dışında düzen içinde çok üst ve sağlam yer ve mevkiler tutmamış bulunuyorlardı ama devrimci bir ruha, o çok vurgu yapılan 68 ruhuna, isyancı başkaldırı ruhunun da yabancısı oldukları kesindi. Ve böyle bir kongrede, bütün 68’lilerin birliği amaçlanıyordu. Çoğunluk, “ne derler sonra” düşüncesiyle Clinton’a birliğe kadar vardırmıyordu işi, ancak ANAP milletvekilleri Cavit Kavak ve Bahattin Yücel’e sempatiyle yaklaşılıyor ve sohbetlerde arka fonu “Türkiye’yi 68 kuşağının yönettiği” övünmesi (bir yönüyle de yakınması) oluşturuyordu.
İyi niyetli birkaç demokrat dışta tutulursa, “68’in düzen içi serpintilerinin artık herhangi bir ilerici çabaya katılıp destek olmaya mecalleri yoktu. Bu, ayrıca bir sınavdan da geçti.
“68’liler Birliği Vakfı”nın kuruluş çalışmaları sürerken, Vakıfla ilişkiler açısından farklı türden bir sancı kaynağı olacak bir başka girişim daha gündeme girdi.
Denizlerin iki arkadaşı, iki eski THKO’lu olarak, benim ve Aydın Çubukçu’nun girişimlerimizle, “Deniz Gezmiş Vakfı” adıyla bir başka vakfın kuruluş çalışmaları başlatıldı. Durağan bir “kuşakçılık” ve kuşak istismarının ötesindeki bu girişim, “68 kuşağı”ndan olsun olmasın devrimci, demokrat, dürüst ve namuslu insanları, Denizleri tanıyanları ve onları genç kuşağa aktarabilme, düzenleyecekleri etkinliklerle Denizleri yaşatabilme ve yaratacakları hareketlenme ve elde etmeye yönelecekleri mahkûmiyetin (idamların) mahkûmiyetiyle ülkenin demokratikleşmesine katkıda bulunma yeteneğinde olanları, bir arada döneme ve Denizlere ilişkin belirli bir otorite oluşturabileceklerini, yaşam ve ilişkileriyle kanıtlayanları, çeşitli sektörlerden ve genişlemesine yönelik bir Vakıf çatısı altında birleştirmeyi hedefliyordu. Deniz’in babası Cemil Gezmiş, avukatı Halit Çelenk, aynı eziyetlerden geçen ve namuslu kalan, bir yandan dünyayı değiştirme eylemine katılan Emil Galip Sandalcı, Talat Turhan, Muzaffer Erdost, 68’de de şimdi de sosyal demokrat ama Deniz’le birlikte ve Deniz için davranan ve davranabilecek olan Bozkurt Nuhoğlu, işçi sınıfının sendikal eylemi içinde ileri bir konumda olan Münir Ceylan, hala bir ruhu koruyup Meclis içinde aykırı durabilen Salman Kaya, karşı safa savrulmamayı başarabilmiş yazar ve sanat adamı Onat Kutlar ve benim de aralarında bulunduğum arkadaşları, bir kurucu heyet oluşturduk. Hazırlık komitesi ya da girişimciler kurulu kendisini yasal olarak nasıl ifade edeceğini tartışırken, aynı zamanda 68 Vakfı girişimcileri arasında bulunan B. Nuhoğlu ve S. Kaya gibi arkadaşlarca iki girişimin birleştirilmesi önerisi gündeme getirildi.
Bu arada Deniz Gezmiş Vakfı oluşumundan ve tartışmalarından haberdar olan Gökalp Eren ve Haşmet Atahan gibi 68 Vakfı girişimcilerinin inisiyatifi ile gazetelerde bir ilan yayınlandı. 68 Vakfı bir Deniz Gezmiş Enstitüsü kurmaya karar vermişti. Enstitünün ilan edilen amaçları kurulmaya çalışılan Deniz Gezmiş Vakfı’nın amaçlarıyla noktası virgülüne çakışıyordu. İdamların 20. yılı olan 1992’nin Deniz Gezmiş yılı ilan edilmesi, Denizlere ilişkin belge ve dokümanların biriktirilmesi, Denizlerin yaşam ve mücadelelerinin genç kuşağa aktarılarak yaşatılmaları ve idam kararının mahkûm edilmesi, 68 Vakıfçılarının da amaçları olarak ileri sürülüyordu. Bu amaçların açıklanması, iyi niyetli, rekabet ve bölünme karşıtı iki girişimi birleştirme tutumunu güçlendirdi ve iki girişimin temsilcileri bir ortak toplantı yaptılar.
Deniz Gezmiş Vakfı girişimcileri bir adım geri attılar; ama, “68’liyim” diyenleri bugünkü yaşamlarıyla tanıyorlardı ve ezici çoğunluğuyla birlikte yapılabilecek pek bir şey olmadığını biliyorlardı, açıkça pazarlık yapıldı ve bir konsensüs sağlandı:
Deniz Gezmiş Vakfı girişimi Deniz Gezmiş Enstitüsü oluşumuna dönüştürülecek ve çalışmalar, 68 Vakfı bünyesinde yürütülecekti. Deniz Gezmiş Vakfı Hazırlık Komitesi, 68 Vakfı yönetiminden birkaç kişinin katılımı ile Enstitü Yönetim Kurulu olacak, idari ve mali özerkliğe sahip kılınan Enstitü amaçlan doğrultusunda etkinlikler yürütülecekti. Deniz Gezmiş Vakfı hazırlığı ileri bir noktaya ulaşmış ve faaliyetleri için hemen bütün ilişkiler sağlanmıştı. Birleşmeyle birlikte etkinlikler; ama sonu gelmez tartışma ve engellemelerle beraber başladı.
Başlıca iki Enstitü pratikçisi vardı; Deniz Gezmiş Vakfı Hazırlık Komitesi’nce desteklenen Aydın Çubukçu ve Mustafa Yalçıner. 68 Vakfı’ndan Enstitü yönetimine katılan kişiler ise, “nereye götürülüyoruz” kuşku ve kaygılarıyla yalnızca tartışma ve faaliyeti geri çekme, engelleme uğraşındaydılar. Bugünkü vakıf başkanı gibi orta bir yol tutturmaya çalışanlar da yok değildi, ancak baskın olan, engelleyicilik hatta sabote edicilikti.
Sadece iki kişinin girişimleriyle Enstitü’nün finans sorunu çözülmeye çalışıldı. Vakıf ve vakıfçılar, Enstitü’nün finansmanı için parmaklarını kımıldatmamışlar ve tek kuruşluk katkıda bulunmamışlardı.
’92 yılı başında bir takvim çıkarılmasıyla Enstitü etkinliği başladı ve sürdü.
Belirli bir toparlanma sağlamak üzere, ama en çok finansman sorunu gözetilerek, Ankara ve İstanbul’da iki yemek düzenlendi. Gençliği Denizlerle birleştirme amacıyla İzmir’de bir gece-şenlik organize edildi. 6 Mayıs’ta Denizler mezarlarının başında yaklaşık iki bin kişiyle anıldı. Ve Denizlerin yaşamı ve mücadelesini ‘68 olayları ve gelişmesi içinde anlatan bir belgesel film yapıldı. Bir tiyatro oyunu hazırlandı, yurtiçi ve yurtdışında, on binlere oynandı. Veli Yılmaz arkadaşımızın, yeni bulunan gizli belgelere dayanarak kaleme aldığı Emirle Gelen idam Kararı adlı kitabı yayınlandı. Bu arada, sürüp giden tartışma ve engellemeler bıktırıcıydı ve yarattığı soğuma, kararlaştırılan panellerin, fotoğraf sergisinin, gecelerin ve hukuk alanındaki etkinliklerin yapılamaması sonucunu doğurdu.
Tek bir vakıfçı tüm etkinlikler boyunca ne pratik görev alma ne de finansman açısından tek bir katkıda bulundu. Sonu gelmez tartışma ve dedikodu “eylemi” içinde oldular yalnızca. Yemek biletlerinin üzerindeki yazılar, takvimin rengi, belgeselin hızlı yapılışı, kararlar, kararlar, sürekli tartışıldı, kulisi ve dedikodusu yapıldı.
Dedikodu Veli Yılmaz’ı istifaya götürdü. Geliri Enstitüye kalmak üzere yazdığı ve 12 Mart hukuksuzluğunu teşhir eden “Emirle Gelen İdam Kararı” adlı kitabın yayınlanma kararı olmadığı yazıyla bildirildi Veli’ye. Yapılan tüm etkinlikler karar altına alınmıştı oysa ve Veli dayanamadı, vakfı protesto eden bir yazıyla istifa ettiğini açıkladı.
Olmuyordu! Etkinlikler, ister istemez vakfın denetiminin dışında gerçekleşiyor, üstelik devrimci ve siyasal bir içerik kazanıyordu! Engellemeler yetersiz kalıyordu!
Bu arada, Şaban İba adlı düzen yaması, Vakıf yönetiminden geçirdiği yeni bir tüzük hazırladı Enstitü için. Köktenci engelleme yoluna gidiliyordu. Başlangıçtaki konsensüs bozuluyor; Enstitü yönetiminin az sayıda istisna dışında döküntüler toplamından oluşan Vakıf ve onun hemen bütünüyle bir yansıması olan yönetimince atanması, varlıkları, namusları ve özgürlük yanlısı tutumlarıyla bir garanti olan Halit ve Talat ağabeyler ve diğerlerinin yetkisiz bir danışmanlar kurulu içinde “görevlendirilmesi” ve Enstitü’nün idari ve mali açıdan özerkliğinin kaldırılması dayatılıyordu. 68 ruhu dernekçilik oyunlarıyla boğulmak isteniyordu.
Hatırlatıldı: Enstitü, konsensüse dayalı olarak kurulmuştu, bu dayatma hem konsensüsün hem de Enstitü’nün inkârı anlamına gelirdi. Bu haliyle Enstitü’nün varlığını sürdürmesinden söz edilemezdi. Enstitü ancak Deniz Gezmiş adına layık olduğu sürece anlamlıydı ve böyle bir değişiklik onun sonu olurdu ve kimse yeni haliyle ama aynı adla bir Enstitü’yü işler kılamazdı. Tek yanlı dayatmaya bağlı olarak istenen belgeler, arşiv, mali hesap dayatıcılara verilemezdi. Kim ne tüzüğü yaparsa yapsın Enstitü yürütmesinin sorumlu olduğu ve hesap vereceği tek merci Deniz Gezmiş Vakfı hazırlık komitesinden Enstitü Yönetim Kurulu’na dönüştürülmüş heyetti…
Yıllardır düzenin pislikleri ve salt paraya dayalı ilişkileri içinde dejenere olmuş eskinin devrimcileri para yeme dedikodusu yapmaya da yeltendiler; ama, tutmayacağını anlayınca vazgeçtiler. Bu “suçu” atacakları insanlar parasal ilişkilerin dışındaydı ve tek dikili ağaçları yoktu, devrimci yaşıyorlardı.
Vakıf Kongre’sinde, bütün bunlara karşı savaş ilan ederek istifamı açıkladım.
Aydın Çubukçu, bir süre daha bu savaşla birleşik halde içeriden savaş yürütmeyi deniyor.
Bu tür sancının kaynağı ne? Neden bu tür bir çatışma yaşandı “68’liler” içinde?
Yanıt, 68’in dünü ve bugünüyle ne olduğundadır. Nedir 68?
Salt Türkiye’ye özgü olmayan, uluslararası karakterde 68 hareketi dünyanın gelişmiş ve geri ülkelerinin hemen tümünü kapsayarak, özellikle Amerikan emperyalizmini hedefleyen antiemperyalist bir ayağa kalkış olarak ortaya çıktı. Hemen her yerde, iktidarları elinde tutan, emperyalizmle birleşmiş gericilikleri de hedefleri içine alan 68 hareketi, işçi, köylü, gençlik kitlelerini demokratik muhtevasıyla kucaklamış bir başkaldırı olarak gelişti.
Türkiye’de toplumsal mücadelenin ilerleyişinde özel bir yere sahip oldu. Önce gençlik hareketi olarak başladı, işçi ve köylü kitlelerini de etkisi altına alarak toplumsal bir uyanışın ifadesi oldu.
Gelişme yılları, Sovyetler Birliği ve Doğu Avrupa ülkelerinde iktidara gelen revizyonizmin reformcu, yatıştırıcı, yozlaştırıcı etkisinin belirginleştiği bir döneme denk düştü. Ve 68 hareketi kendisini emperyalizm ve yerli gericiliklere karşı olmakla sınırlamadı; diktatörlüklere karşı mücadeleler, hareketi içten çökertip düzene bağlamaya yönelen revizyonizm ve reformculuğa karşı mücadeleyle birleşti. Hareket kesinlikle düzen dışı ve karşıtı bir karaktere sahipti. Devrimciydi.
68’in militanları düzenle birleşip onun içerisinde erimeyi, düzene bağlanmayı reddettiler. Düzenin sunduğu olanaklar ellerin tersiyle itildi. Davalarına bağlı, her türlü fedakârlığı göze alan, ölümü kucaklamada tereddüt etmeyen, tüm ilişkilerini, yaşantısını, alışkanlıklarını devrimci temelde yeniden düzenlemeye yönelen 68’in devrimcisi, o güne dek düzen içinde kalıp onun olanaklarından yararlanan reformcu ya da burjuva devrimcisinden özellikleriyle ayırt edildi. Düzen içi ideolojik, siyasal, örgütsel yaklaşım, çizgi ve konumlar uzlaşmacı, yaltaklanın reformcu tipe denk düşerken, sosyal tabanı alt sınıflara doğru kayan hareket devrimci ideolojik, siyasal, örgütsel tutumlarla yeni bir devrimci militan tipini üretmeye yöneldi. Deniz’in, Hüseyin’in, Sinan ve Yusuf un, Mahir’in, Kaypakkaya’nın şahsında sömürülen ve ezilen aşağı sınıfların kurtuluşunu amaçlayan, sosyalizm özlemiyle dolu, halkı ve yoldaşı için kendi bireyinden vazgeçebilen, devrimci ruha sahip militanlar düzen dışı örgütlenmeler var ettiler, ezilenlerle birleşmeye yöneldiler.
Ancak dünyada olduğu gibi Türkiye’de de revizyonizmin tahribatının yol açtığı bulanıklık ortamında, tecrübe eksikliğinin yanında, özellikle Türkiye açısından teorik ve pratik yönleriyle sağlam bir birikim ve mirastan yoksunluk, genç ama devrimci militanların yönelişlerini sınırladı; olanca coşkuyla değiştirmeye giriştikleri dünyanın kavranışındaki yetersizlikler, pratik yetersizliklere neden oldu. Büyük bir davanın yolu açıldı, eski dünyadan yeni dünyaya geçiliyordu, tam bir geçiş dönemiydi; ancak her geçiş dönemi gibi eskinin kalıntılarından bir çırpıda kurtulmak mümkün olamazdı, olmadı. Örneğin, günün Kemalistlerine karşı savaşılıyordu, ama Kemalizm’in ideolojik etkisi hâlâ görülüyordu.
68 hareketi kimi yerde uzun kimi yerde daha kısa sürdü ve sonunda tarihe mal oldu.
Sonra 68’in aşılması geldi.
Sermayenin güçlü olanaklara sahip olduğu Avrupa’da Regis Debray ve Cohn Bendit gibi ileri gelenler, içinde olmak üzere 68’liler devlet kademelerinde kendilerine yer bularak düzene bağlandılar. Devrimci koşullarda bir yatışma baş gösterip özellikle işçi hareketi sönünce Avrupa’da 68’lilerden iz kalmadı.
Türkiye’de gelişme başlıca iki türlü oldu ve 68 iki türlü aşıldı.
Devlet kademelerinde kendisine yer bulabilen ve sağ bir söylem tutturmaya kadar giden 68’li sayısı az oldu. ANAP milletvekilleri C.Kavak ve B. Yücel ile CHP’li Belediye Başkanı C. Doğan bunların örneğidir.
Sağcılaşan 68’liler 68’in aşılmasının çok özel bir yönünü oluşturmuyorlar. Sol söylem kullanmayı yumuşatarak sürdüren ama toplumsal amaçlar, bir ömrü halka adama ve yoldaşça dayanışmanın yerini “kendi başını kurtarma” bireyciliğine bıraktığı düzene bağlanan türden 68 aşıcılığının sağ kanadında yer aldı onlar. Aşmanın ortak özelliği, düzene entegre olmak olmuştu. “Ben” yerine “biz”i koymuş toplumsallığın yerini tüccarlaşma almıştı. Eskinin örgütleme ve propaganda yeteneği yeni iyi pazarlamacılar, tüccarlar üretiminin faktörü oldu. Ölümü bile toplumsal amaçlarla, devrim ve ezilenlerin kurtuluşu için kucaklama hıncı yerini 68 nostaljisine bıraktı. Düzene başkaldırı ve devrim sloganları “düzen içi ol”, “kendi başının çaresine bak” tutumuyla yer değiştirdi. Emperyalizme başkaldırı yerine artık dünyayı yeniden düzene sokmaya çalışan Amerikan emperyalizminin başkanına övgü dolu mesajlar yollanır oldu. 8
68’den geriye, bu tür 68 aşıcılarının elinde 68’in sermaye olarak kullanılması kaldı. Milletvekili olmak, ihale bağlamak, toplumsal olmayan amaçlarla bir baskı grubu ve lobi yaratıp toplumsal konum elde etmek ve çıkar sağlamak isteyenler, hâlâ prim yaptığını gördükleri 68 ve “68 kuşağı” söylemiyle ortaya atıldılar. 68, bireysel yükselme ve düzen içinde iyi bir yer kapma uğraşında basamak olacaktı, bu 68 aşıcılarının elinde. Kapitalizm her şeyin, bütün değerlerin metalaştırılmasıdır. Sonunda ezici çoğunluğuyla Vakıfçılar 68’i de metalaştırdılar.
68, birinci olarak, tüccarca ve düzene bağlanarak aşıldı. 68, 68 diye diye, 68’in tam tersi istikamette, ölesiye karşı olduğu düzene doğru yol alınıp “iyi birer vatandaş” olunarak aşıldı. Soldan da vazgeçerek, ya da dilin ucuyla, sosyal demokrat bir solculuk yapmaya devam ederek 68 tüccarlığı: Vakıfçılık!
68 bir başka türlü de aşıldı:
THKO ve THKP-C gibi örgütler kurarak silaha sarılan 68, teorik yetersizliğin yanında bir örgütsel yetmezlik ve yenilgi de yaşadı. İdeolojik yaklaşımlar ve siyasal-pratik tutumlardaki yetersizlikler, sosyalist yönelim ve özlemin bilimsel (Marksizm-Leninizm) ve nesnel (işçi hareketi) temelindeki sınırlıklar bir yenilgiyi kaçınılmazlaştırmıştı. Ama devrimci ve sosyalist yöneliş, ruh ve tutumlar yenilmedi. Gericilik 12 Mart darbesiyle inisiyatifi ele aldı, ama sonuna kadar gidemedi. Devrim kafalarda yenilgiye uğratılamadı. Toplumsallık fikir ve pratiği, düzene bağlanmanın ve geleceği sömürgen kapitalist sistemde aramanın reddi, devrimci yaşamak ve davranmak sağlam bir temeldi.
Tartışma başladı. ’68 ve onun doruğu 71 hareketi de masaya yatırıldı.
‘75 ile birlikte başkaldırı yeniden örgütlendi.
Eksiğin tamamlanmasına, 68’in, bir başka deyişle yetersizliğin aşılmasına girişildi.
* Genel sosyalist özlem ve yönelim, anti-emperyalizm ve antifaşizm yeterli değildir. Bilimsel Sosyalizm, Marksizm-Leninizm edinilecek, proletarya diktatörlüğü hedeflenecektir.
* Bu, işçi hareketiyle birleşmeyi ve sınıfa dayanmayı zorunlu kılar. Başkaldırının, devrimin merkezinde işçi sınıfı olacaktır.
* Sosyalizm hedefli başkaldırısında sınıfa Leninist bir parti gereklidir.
Bu, 68’in ikinci aşılma yönüdür: İşçi hareketi, komünizm ve devrimci komünist parti. Burada düzen karşıtlığı ve devrim gerçek ve zafer kazanıcı temeline oturur. Artık Türkiye bu noktadadır. 68 hareketini doğal mirası olarak devralan, 68’in devrimci militanlarıyla onurlanan devrimci komünizm 68’in bugünüdür. 68’se onun tarihsel gelişmesinde önemli bir dönemeç oluşturmaktadır.
68’e sahip çıkılıp tarihte çakılıp kalmak olanaksızdır.
Bugün gerçek 68’li, komünist demektir. 68’e layık olmanın tek yolu, 68’i sonuna kadar götürmek ve eşiği atlamaktır.
Ötesi, şu ikisinden biridir: Ya komünizme yandaş bir demokratlık ya tümüyle sahtekârlık. 68 adına, komünizme, işçi sınıfı ve komünist partisine düşmanlık temelinde iddiada bulunmak tam sahtekârlıktır.
Peki, vakıf? Vakıf kurulamaz mı?
Kurulur… Şunları bilerek:
* 68, düzen karşıtlığıdır, düzen savunuculuğu ya da uyumculuğu değil.
* Vakıflar düzen kuruluşlarıdır.
* Düzen karşıtlığına düzen içi kuruluşlar da katkıda bulunabilir. Bu olanak vardır.
* Öyleyse, bir vakıf aracılığıyla da 68’e, onun temel düşüncesi olan düzen karşıtlığına katkı mümkündür. Ancak bilinmelidir ki, bu katkı, çok şey beklemeden gerçekleşebilir.
* Düzen içi kuruluş olan bir vakıf, 68 adına, ancak düzen sınırlarını zorlarsa layık olabilir. Nostalji yaparak ya da 68’i sermaye edinerek değil.
* 68’liler Birliği Vakfı, Kongre öncesi yönetimi ve oluşturduğu üye çoğunluğu (ezici çoğunluk) düzen yanlısıdır. Tüccar ve geleceği düzende arayan, gününü düzen içi değerlendiren, toplumculuktan uzak bireyler ve bireyciler toplamı bir konuma sahiptir.
* Tüccarca ve sahtekârca kişisel hesap ve çekişmelerin bir yana itilmesi ve düzen dışılıkla, 68’in bugünüyle, kendi gerçek temeline oturan başkaldırıyla, devrimle, artık ancak komünizm demek olan toplumculukla, “ben” yerine “biz”le yakınlık ve yandaşlıkla 68 değerlerine sahip çıkmak anlamlı olabilir. Toplumsal mücadeleye yapılabilecek anti-emperyalist demokratik katkı ancak böyle mümkündür.
“Yaşasın Marksizm-Leninizm’in yüce ideolojisi” diye haykıran Deniz’in adı başka türlü anılamaz.
Kızıldere’de sonuna kadar giden Mahir’in adı başka türlü kullanılamaz.
* 68’liler Birliği Vakfı’nın sahip olduğu üye çoğunluğu ve onu yansıtan yönetimiyle, kısacası bu Vakıfla sayılanların gerçekleşebilmesi hemen hemen olanaksızdır.

Haziran 1993

Yorumlar kapatıldı.

Özgürlük Dünyası 2022

Yukarı ↑