Demokratik burjuva milliyetçiliği, Devrimin sorunlarına yaklaşımda sorumsuzluk

Bilimsel sosyalist teorinin en fazla tahrifata ve küçük-burjuvaca çarpıtmaya tabi tutulduğu dönemler, işçi hareketinin ve sosyalist hareketin nispeten güçsüz, ya da örgütsel zaaflar içinde olduğu, Marksizm’in her türlü revizyonunun prim yaptığı dönemlerdir. Bundan, devrimci Marksizm’in işçi sınıfı saflarında etkin olduğu, proletaryanın ileri unsurlarını sardığı dönemlerde Marksizm dışı akımların olmayacağı, ya da belli bir etkinliğe sahip olamayacağı sonucu çıkmaz. Diyalektik felsefi materyalizm ve devrimci Marksizm, kapitalist toplumun bağrında boy veren ve proletaryanın mücadelesinde maddi güce dönüşen düşünce akımlarıdır. Kuşkusuz kapitalizm, proletarya ve burjuvazi gibi iki temel toplumsal sınıf dışında ara güçleri ve geniş küçük-burjuva yığınları da içeren bir toplumsal sistemdir. Ve proletaryanın devrimci sınıf ideolojisine karşı, doğrudan burjuva ideolojisinin yanı sıra, esasta kaynağını bu ideolojiden alan, onun çeşitli türevleri olan, kimi zaman Marksizm’den “ödünç” alınan düşünce kırıntılarıyla süslenen ara akımlar da mücadele arenasında yer alırlar.
Söz konusu bu ara akımlar, dayandıkları toplumsal gücün, küçük-burjuva sosyal temelin kaygan zemininden kaynaklanan tüm özellikleri de üzerlerinde taşırlar. Ezilen ve sömürülen yığınların toplumsal muhalefetinin düzeyine göre; bu küçük-burjuva ara akımların saflarında coşku, ataklık, fedakârlık ile yılgınlık, panik ve dönüş gibi özellikler bir arada, bazen birinciler, bazen ikinciler ağırlıkta olmak üzere var olurlar. Sosyalist hareketin ve işçi sınıfı mücadelesinin güçlü dönemlerinde küçük-burjuva siyasal güçlerin yüzünü Marksizm’e dönme, Marksizm’den etkilenme, sosyalizme inanç eğilimi -uzlaşmacı, reformist ve oportünist görüşlerle birlikte- daha güçlü olmakla birlikte, bu durum, sınıf mücadelesinin seyrine bağlı olarak hızla değişme özelliği de taşır. Doğa ve toplum olaylarını ve sınıf mücadelesinin sorunlarını diyalektik ve tarihsel materyalist felsefe ışığında değerlendirme ve kavrama yeteneği gösteremeyen ve Marksizm’i felsefi idealizm bulamacıyla karıştıran bazıları, sınıf hareketinin ve sosyalist hareketin güç kaybettiği dönemlerde hızlanan bir ivmeyle burjuva zemine kayar, burjuva propagandanın kullandığı anti-Marksist argümanlara sarılırlar. Sınıf mücadelesi yerine sınıf uzlaşmacılığını teorize eden oportünist platformlar oluşturmak artık daha kolaydır.
Bu söylenenleri son yılların deneyiyle ve Kürdistan’da gelişen ulusal kurtuluş mücadelesine yansıyan tutumlarla da doğrulayabilecek durumdayız. Uluslararası alanda ve ülkemizde, uluslararası kapitalizmin ve dünya gericiliğinin birleşik ve çok boyutlu saldırısı sonucu sosyalizmin Sovyetler Birliği’nde tasfiyesiyle girilen, uluslararası işçi ve sosyalist hareketin geçici gerileme sürecinde, daha çok küçük-burjuva devrim anlayışına sahip kesimlerde -kuşkusuz işçi partileri saflarında da- sosyalizme ve Marksist devrim düşüncesine kuşkuyla yaklaşma, inançsızlık ve kaynağını kapitalist özel mülkiyet sisteminden alan bireycilik, çıkarcılık ve düzene bağlanmayla doğrudan ilişkili olarak reformist muhalefet eğilimleri güç kazandı. Bu maddi durum, kendisine uygun düşünce biçimlerini de şekillendirdi. İşçi sınıfının devrimci özelliği ve tarihsel rolüne, sınıfın devrimci gücüne ve devrime inançsızlıkla birlikte felsefi idealizme doğru bir akış izlendi. Devrimcilik, sömürüye dayalı bir toplumsal sistem yerine sömürünün olmadığı bir toplumsal sistemin geçirilmesi amacıyla burjuvazi ve gericiliğe karşı başvurulan işçi ve halk eylemi anlamında değil; düzen sınırları içindeki kimi iyileştirmeler için başvurulan reformist karşı-duruş olarak değerlendirilmeye-gösterilmeye başlandı. Burjuvazinin doğrudan saldırılarının yanı sıra, Marksizm ve Marksist devrim düşüncesi, işçi aristokrasisi ve küçük-burjuvazinin “devrimci”  temsilcilerinin, reformist ve revizyonist çevrelerin saldırılarına da hedef oldu. Gerek burjuvazinin çeşitli politik güçleri tarafından doğrudan, gerekse burjuvazinin “etki alanı”nda bulunan “devrimci” kesimler tarafından yürütülen ideolojik-politik saldırı dalgası; uyanış içindeki gençlerin ve mücadeleye yönelen işçi kuşağının burjuva ideolojik-siyasal etkiden kurtulması mücadelesini zaafa uğratıcı bir rol oynuyor.
Bu ikinciler, yani kendilerine devrimci, “solcu”, “Marksist” ulusal kurtuluşçu diyenler, “Dünyanın yeni durumumdan, “reel sosyalizmin çöküşü”nden, “geçmişin muhasebesi”nden söz ederek Marksizm’in ve sosyalist inşa pratiğinin “eleştirisi”ne giriştiler. Sonuçta ise, burjuvazinin ve onun teorisyenlerinin on yıllardır sürdürdüğü demagojik yaygarayı benimseme durağına vardılar. Onlara göre artık Marksizm toplumsal olgu ve olayları açıklamada ve sınıf mücadelesinin sorunlarını çözmede yetersiz kalıyordu. Marksizm aşılmalıydı!
Uluslararası işçi hareketi ve sosyalist hareketin, Sovyetler Birliği’nde sosyalizmin tasfiyesiyle aldığı yenilgiyle güçlenen anti-Marksist, anti-sosyalist kampanyada yer alan gruplardan biri de PKK’dır. PKK, diğer reformist ve revizyonist örgütlerle benzer ideolojik platform üzerinde bulunmasına rağmen, onun eylemci pratiği, bu burjuva ideolojik platformun görülmesini perdelemekte ve bu zeminin eleştirisi eğilimine fren olabilmektedir.
Oysa PKK bir yandan “proletarya ve burjuvazinin iki düşman kamp olarak ayrıldıkları kapitalist toplumda, ikisinin arasında bulunan, ara sosyal tabakaların “iki kamp” arasındaki tutarsız ‘gelgit’ tutumunu göstermekte, öte yandan ve Kürt toplumu açısından daha ağırlıklı olarak sömürücülere dokunmama ve onlarla birleşme, uzlaşma, anlaşma eğilimi göstermekte, bunun sonucu olarak ulusal kurtuluş sorununa da burjuva-milliyetçi platformdan yaklaşmaktadır.
Bu yazıda genelde ara sosyal tabakaların konumunu değil, daha çok, ulusal kurtuluş sorununda devrimci ve reformcu anlayışlarla ilişkisi kapsamında PKK’nın izlediği çizgi ve taktikleri’yle birlikte başvurduğu bazı çarpıtmaları ele almaya çalışacağız.
Bu “Marksist” çevrelerin ve “Marksist” teoris-yenlerin tüm düşünceleri, toplumsal çelişkilerin çözümüne ilişkin önermeleri, burjuva reformcu ideolojik platformu aşmıyor. Onlar, Marksizmin ve sosyalizm pratiğinin ulusal-sınıfsal sorunları “çözmediği”, “çözemediği” iddiasında bulunurlarken, sınıf mücadelesi yerine “sınıflar arası uyum ve uzlaşmayı”, ücretli kölelik düzenini tasfiye yerine onun sınırları içinde kalan reformcu “çözümleri” öne çıkarıyor, öneriyorlar, Oportünizmin bu türünün belli bir etki gücü göstermesi de onları cesaretlendiriyor.

TEORİNİN DEJENERASYONU, BULANIKLAŞTIRMA VE DEVRİMİN TEMEL SORUNLARINA YAKLAŞIMDA PKK
Oportünizmin uluslararası alandaki girişimlerini, saldırı ve çarpıtmalarını bir yana bırakalım. “Bizimkiler”in devrimci teoriyi sulandırma-yozlaştırma çabalan oldukça yoğun. Devrim ve iktidar sorunlarının kapitalist toplumsal sistemden, burjuva iktidarından ve burjuvaziyle-proletarya arasındaki sınıf mücadelesi pratiğinden koparılarak ele alındığı, çok uluslu ülke gerçeğinden hareketle, hemen her sorunun Kürt ulusal kurtuluş mücadelesine tabi kılınmaya çalışıldığı, proletaryanın mücadele hedeflerinin bulanıklaştırıldığı, mücadele ve örgütlenme sorunlarının küçümsendiği, mücadele deyince, Kürt özgürlük hareketinden başka bir şeyin görülmek istenmediği, sorunların Marksistlik iddiasıyla küçük-burjuva devrimciliğinin görüş açısından değerlendirildiği koşullarda bulunuyoruz. Her biri kendilerine Marksist, sosyalist, komünist adı vermekten de geri durmayan bu kesimlerin, örneğin, proletarya devrimi ve sosyalizmi hedefleyen bir mücadele platformları olmamasına rağmen, bu amaca hizmet eden bir örgütlenmeleri bulunmamasına rağmen, kendilerini böyle adlandırmaları emekçi yığınları, genç kuşakları aldatan bir yanılsamadır.
Marksist teoriye asgari ilgi duyan herkesin kolaylıkla bilebileceği gibi; Marksist olmak için, her şeyden önce, kapitalist özel mülkiyet sisteminin ve burjuva egemenliğinin tasfiyesi ve proletaryanın devrimci iktidarının kurulması yoluyla sosyalizm ve sınıfsız toplumun inşasının hedeflenmesi, buna uygun teorik-taktik platforma ve bu amaca hizmet eden, amaca ulaşmanın aracı olan bir devrim örgütü (partisi)ne sahip olunması gerekir. Proletarya devrimcisini, küçük-burjuva devrimciden ayıran, onu, ulusal kurtuluşçu bir burjuva demokratından ayıran başlıca koşul budur. Bu koşulun, tüm temel sorunların çözümünü mevcut sömürü düzeni dışında, sömürü sisteminin aşılmasında görmek gerektiğini içerdiği açıktır. Dahası Marksist devrimcilik, şiddete başvurup vurmamadan da önce, düzen içi kalıp kalmamakla, kendi dışındaki düşünce akımları ve politik güçlerle arasına sınır çeker, onlardan ayrılır. Küçük-burjuva devrimciliği ve ulusal kurtuluşçuluk, devrimci şiddete başvurmasına rağmen, burjuva ideolojik platformu aşamadığı için reformcu konumda kalmaktadır. Küçük burjuva devrimcileri ve kendilerine “sosyalist” de diyen ulusal kurtuluşçular (bizde PKK) şiddete başvurmuş olmayı tüm anti-proleter, anti-Marksist tutum ve düşüncelerinin örtüsü olarak kullanmaktadırlar. Bunların, devrimin tüm temel sorunlarında, düzen içi iyileştirmeleri aşmayan önermelerde bulundukları, burjuva sınıf iktidarını ve burjuva egemenliğini yıkma sorununu gündemlerine almadıkları, iktidar, ayaklanma, halk iradesi, parlamento vb. konularda Menşevik-oportünist platformda bulundukları bilinmektedir.
Devrimin sorunları ve Marksizm’in teorik çözümlemeleri konusunda sorumsuz davranmayı, her konuda istediği gibi konuşmayı kendisine bir “hak” olarak tanıyan, Kürt halkının faşist diktatörlüğe ve ulusal zulme karşı mücadelesi içinde tuttuğu yer nedeniyle böyle bir hakka sahip olduğunu düşünen başlıca örgüt PKK’dır. PKK’nın proletarya ve Marksizm karşısındaki bu sorumsuz tutumu, kendi dışında da, küçük-burjuva devrimci konumda bulunanlardan güç almakta, mücadele içinde yer almayan, “devrimci” gevezeliği marifet sayan, reformist, uzlaşmacı, düzene bağlanmış geniş bir küçük-burjuva ve sözde aydın çevre tarafından desteklenmektedir. Diktatörlüğün ve faşist gericiliğin azgın saldırılarından nefret etmesine, ona karşı mücadele potansiyeline sahip olmasına rağmen, Kürt işçisinin PKK’ya destek vermemesinin nedenlerinden birinin de, sınıf içgüdüsüyle küçük-burjuva ve burjuva ulusalcı mücadele anlayışını onaylamaması olduğu unutulmamalıdır. PKK, gerek bu çevrelerin faaliyetsizlik kaynaklı belli bir boyun eğişini de içeren desteğinden ve gerekse kendisinin, uluslararası ve bölgesel gelişmelerden de etkilenerek güç kazanan ulusal dalgadan aldığı güçle, Marksist teori ve devrimin sorunları karşısında sorumsuzca davranmakta, onları hafifsemekte, içeriğini daraltarak burjuvazi için kabul edilebilir duruma düşürebilmektedir. PKK, devrimi, devrim için ayaklanmayı, devrimin öngünü olarak ikili iktidar durumunu, ayaklanma ve iktidar olmakla bağlantılı olan halk iktidarı organlarını ele alışta sorumsuz bir tutum içindedir.
Küçük-burjuva devrimciliğinin başlıca özelliklerinden biri; “herhangi bir siyasal eyleme girişmeden önce, sınıf güçlerini ve bu güçler arasındaki ilişkiyi hesaba katmanın gerekliliğini” anlamamasıdır. PKK, Kürdistan’da emekçi mücadelesinin olanaklarından ve Kürt halk kitlelerinin mücadele potansiyelinden yararlanmakla birlikte, burjuva ulusalcı platformu ve küçük-burjuva devrim anlayışını aşmış değildir. Bu, en azından onun “ayaklanma” ve “iktidar” sorunlarına verdiği cevapla açığa çıkmıştır. PKK, Türkiye gericiliğinin Kürdistan’daki vahşi saldırılarına, zulüm, işkence ve insansızlaştırma politikasına karşı Kürt halk kitlelerinin yükselttiği mücadelenin düzeyini, aşırı bir abartıyla “ayaklanma”ya eşdeğer tutarak, buna uygun taktiklere başvurdu. O bunu yaparken ne güçler ilişkisini, ne de emekçi yığınların bilinç ve örgütlülük düzeyini dikkate aldı. Bu tutum bir “hesap yanlışlığı”ndan çok, küçük-burjuva devrim anlayışının ürünüydü ve anlık bir tutum da değildi.
PKK, Kürdistan’da bazı bölgelerde (örneğin Botan) “ikili iktidar durumu” olduğunu da iddia ediyor. Bu tespitin aşırı sübjektif olduğu ve iktidar gibi temel bir sorunda bilinç bulanıklığı ve çarpıtmayı içerdiği, açıktır. PKK’nın “iktidar boşluğu” olarak değerlendirdiği durum, daha çok insansızlaştırılan kırsal kesimde kendisinin kurduğu kısmi egemenliktir. Bunun işçi-köylü ya da köylü “iktidar organları”na denk düşmediği ve örneğin kendiliğinden halk hareketinin ürünü olarak doğup gelişen Sovyetlerle ilgisi bulunmadığı açıktır. “İkili iktidarın devrimci literatürde ve devrimler tarihindeki anlamı, bir yanda burjuvazinin egemenliği, öte yanda halkın iktidar organları olarak Sovyetler, vb.nin oluşturduğu geçici ve değişken bir “denge durumu”dur. Burjuva iktidarı sallanmakta, devrimin iktidar organları, doğrudan halk örgütleri olarak boşluğu doldurmakta, yönetim işlerini üstlenmektedir. Kürdistan’da böylesi bir durumun olduğunu söylemek, ayaklanma ve ikili iktidar gibi, devrim durumuyla, devrim anıyla halkın etkin eylemi ve ayağa katkısıyla bağlantılı durumların anlamını yozlaştırmak ve mevcut durumu abartarak sübjektivizme düşmektir.
Kürdistan’da uygulanan devlet politikası ve azgın ulusal zulüm, emekçi halk yığınlarının devlete karşı kin ve öfkesini bilemiş ve burjuva-faşist devlet ve burjuva partilerinden kopuş sürecine girmesine yol açmıştır. Kürt köylüsü ve kent küçük-burjuvazisi artan oranda mücadeleye yönelmiş, yer yer devletin silahlı güçleriyle çatışmalar yaşanmış ve yığınsal protestolara yönelmiştir. Ancak bu durum alçalan ve yükselen bir seyir izlemektedir ve henüz ayaklanma durumundan uzaktır. Geniş köylü kitleleri ve şehir emekçilerinin ayaklanmayı hazırlama, yönetme ve iktidar organları söz konusu değildir. “Ben dedim, doğrudur” ve “Ben yaptım, oldu” mantığıyla hareket edilmediği sürece aksini iddia etmek mümkün değildir. Ayaklanma gibi, ikili iktidar tespiti de abartılı bir değerlendirmedir ve bu kavramların devrimci anlamıyla oynamamak gerekir. Kavramlarla oynamak, onların içeriğini daraltmak, yozlaştırmak, devrimin sorunlarını hafife almaktır.
Doğal olarak, Marksist olma iddiasında bulunan bir siyasal hareketten, Marksist teoriyi savunması, tüm toplumsal sorunları proletarya devrimine bağlı olarak ele alması, işçi sınıfı ve emekçi yığınların çıkarlarını esas alan bir teorik ve taktik platforma sahip olması beklenir. Sorun böyle konulduğunda -ki tek doğru yaklaşım budur- PKK’nın proletarya devrimcisi ya da sosyalist bir zeminde olmadığı hemen görülür. Ama PKK liderleri, pek sıkça olmasa da kendilerini sosyalist olarak adlandırmaktan geri durmuyorlar. Kuşkusuz bu tutum başka şeylerin yanı sıra; devrim ve sosyalizm için mücadele amacıyla ulusal kurtuluş saflarına katılmış çok sayıda insanı saflarda tutma çabasıyla da ilişkilidir. Ne var ki, PKK’nın proletarya iktidarı ve proletaryanın örgütlenmesi diye bir sorunu olmadığı görülüyor. Bırakalım proletarya devrimciliğini, PKK’nın dayandığı ağırlıklı sosyal taban olan yoksul köylülük başta olmak üzere devrimci küçük-burjuvazinin temel taleplerini formüle eden, örneğin bir toprak devrimi programı da yoktur. Sorunları sınıf bakış açısıyla ele almayan, Kürt toplumunda sınıf çelişkilerinden söz edilmesini ve ulusal kurtuluş sorununun proletarya ve köylülüğün sınıf çıkarları açısından ele alınmasını ulusal harekete karşı bir girişim sayan bir anlayışın, proleter devrimcilikle, sosyalizmle, Marksist olmakla bir ilişkisinin olamayacağı açık değil midir?
PKK, ulusların kaderlerini tayin hakkını da reformcu bir yoruma tabi tutmaktadır. Ulusal kurtuluşu, mevcut burjuva iktidarı, emperyalizm ve kapitalist sömürü sistemiyle ilişkisi kapsamında ve bunların aşılması perspektifiyle ele alma yerine, mevcut devlet ve düzen sınırları aşılmaksızın, devletin bazı kurumlarında Kürtlerden yana iyileştirmeler, örneğin dil ve kültür alanında serbestlik, Kürt varlığının tanınması vb. derekesine düşürmektedir. PKK tarafından önerilen “referandum”, “federasyon”, “siyasal çözüm” vb.nin içeriği bu kapsamdadır ve bütün bunlar düzen içi “çözümler”e denk düşmektedir. Kendi dışındaki herkesi “sosyal şovenlikle, “ilkel milliyetçilikle, “ulusal hainlikle damgalayan PKK’nın, ulusal özgürlük ve ulusların kaderlerini tayin hakkı sorununu bir devrim sorunu olarak ele almadığının daha başka kanıtları da gösterilebilinir. Başka şeyler bir yana onun “Kürt-Türk ortak hükümeti”, “federe meclis” önerileri bu iddiamızı kanıtlar niteliktedir.

PKK, POLİTİK ÇİZGİSİ VE SİYASAL TAKTİKLERİYLE TİPİK BİR “DEMOKRATİK-BURJUVA HAREKETİ”DİR
Lenin; “Hiç şüphe yok ki” diyordu, “her ulusal hareket ancak bir demokratik burjuva hareketi olabilir. Çünkü geri kalmış ülkelerde nüfusun büyük çoğunluğu burjuva-kapitalist ilişkileri temsil eden köylülerdir.”
PKK, yalnızca dayandığı sosyal taban açısından değil, ulusal sorunun çözümüne ilişkin önerileriyle de burjuva-demokratik platformda bulunmaktadır. PKK, Kürdistan’da sınıf mücadelesi olgusunu reddetmekte, toplumsal gelişme düzeyini görmezden gelmekte, ulusun tüm güçlerinin temsili düşüncesini savunmakta, “ulusal hareketin bölünmemesi” adına, proletaryanın mücadele ve örgütlenme sorunlarına sırt çevirmektedir. Proletarya diktatörlüğü teorisini benimsemeyen, bunun için mücadele etmeyen, işçi sınıfının sorunlarıyla boğuşmayan bir siyasal akım ya da örgütün, sosyalizm lafzına sahip olsa bile sosyalist olamayacağı açıktır ve biz PKK’yı bu platformda eleştirmenin pek de bir şey değiştirmeyeceğini biliyoruz. Ancak o ulusal kurtuluş sorununda da Kürt reformizmi ve revizyonizminin platformuna kayabilecek bir eğilim taşımaktadır. Mücadelenin keskinleşmesine bağlı olarak, giderek daha açık biçimde ortaya çıktığı gibi, devletin sınıf karakteri ve siyasal yapısıyla ilgili hayaller yayarak, Kürt işçi ve emekçilerinin burjuvazi ve devletten kopuş sürecinde, reformcu bir rol üstlenenler tescilli Kürt revizyonistleriyle sınırlı değildir. PKK yetkililerinin, yönetici ve sözcülerinin hemen her vesileyle Türk devlet yetkilileriyle, “sorunun çözümü için görüşmeye hazır olduklarım” dile getirdikleri, ‘referandum’ ve ‘federasyon’ önerilerini yineledikleri biliniyor. PKK, Kürt ulusal kurtuluş sorununun, Türk devlet ve hükümet yetkililerinin kabul etmesi ve kendilerini muhatap sayması durumunda “demokratik görüşmeler yoluyla çözülebileceğimi düşünmektedir. O, bu düşüncesinin sonucu olarak, devlet ve hükümet yetkililerinden beklentilerde bulunmakta, beklentilerinin gerçekleşeceği umudu taşımakla ve bunun için bazen Özal ve ANAP’a, bazen de Demirel ve koalisyon hükümetine “kredi açmak’”tadır. PKK’nın “barışçıl siyasal çözümle, düzen içi bir çözümü öngördüğü, bunun için Özal’ı “liberalleşme yönünde” zorlamak amacıyla güçlerini “legal alana çekme” önerisinde bulunduğu, koalisyon hükümetinin “demokratikleşme” propagandasından etkilenerek, ona “zaman tanıdığını” ilan ettiği, beklentilerinin Türk gericiliğiyle sınırlı kalmayacağı, BM gibi emperyalist uluslararası kuruluşlardan beklentiye dek uzandığı göz önüne alınmadan, onun durumunun, salt başvurduğu silahlı eylemciliğe bakılarak değerlendirilmesi doğru değildir. PKK yönetiminin düzen içi çözüm umutlan, Türk devlet ve hükümet yetkililerinden beklentileri, diktatörlüğün azgın saldırı koşullarında, toplu katliamların yaşandığı koşullarda da var olmaya devam etti. Onlar, bazen düzen partilerinden ve emperyalizm uşağı politikacılardan birilerinde, bazen ötekilerde “olumluluklar” aradılar, Kürdistan’da toplu saldırı ve insansızlaştırma amaçlı operasyonların planlamalarından ve bu yolla Kürt nüfusun “etnik entegrasyonu”nun sağlanmasını öneren Özal’ı “Kürtleri en iyi anlayan kişi” ilan ettiler. PKK’nın, Özal’ın “liberalizm yolunda ilerlemesi” için, “Türkiye’nin siyasetine yeni güçler sürme” düşünceleriyle, DYP-SHP koalisyonuna “demokratikleşme” ve “Kürt realitesinin tanınması” doğrultusunda adım atması için kredi açması, süre tanıması, sorunun çözümünde barındırdıktan reformist etkinin tipik örnekleridir.
Öte yandan PKK, burjuva parlamentolarını, halkın iradesinin ürünü temsil organları olarak değerlendirmekte, bunun için mevcut koşullarda herhangi temel bir değişiklik olmaksızın oluşturulacak bir “Kürt-Türk federe meclisimi ulusal hakların elde edilip kullanılmasına ölçü olarak almaktadır. Şöyle yazıyorlardı Haziran-92’de: “Bir Kurdistan meclisi çıkar, bir Türkiye meclisi çıkar. Bunların birlikteliği için bir oran bulunabilir… Ortak federe bir hükümet kurulur, ortak bir federal hükümete gidilebilir.”hu meclisin, işçi ve köylülerin bir devrimle iktidar olduktan koşullarda seçilen ve istendiğinde geri alınabilen temsilcilerinden oluşan bir meclis olarak düşünülmediği, aksine mevcut koşullarda bir çözüm biçimi olarak önerildiği açıktır. Böyle olduğu, PKK’nın yakın dönemde oluşturmakta olduğunu ilan ettiği “Kürt meclisi” projesi ve buna ilişkin anlayışıyla da kanıtlanabilir. PKK, halkın iktidar aracı olarak gösterdiği “Kürt meclisimi hangi koşullarda oluşturuyor? Bu “meclis” halkın eyleminin bir ürünü olarak mı gündeme geliyor? Kısaca değinelim.
Burjuvazinin ve diktatörlüğün ayakta durduğu, faşizmin denetiminin -zayıflamasına rağmen- sürdüğü, burjuva ordusu, polisi, mahkemeleri ve zindanlarının varlığını sürdürdüğü koşullarda, burjuva egemenliği altında, herhangi bir yaptırım gücü olmayan oluşumları halkın iktidar aygıtları olarak ilan .etmek, halk iktidarı gibi bir devrim sorununu ve onun organlarını sulandırıp-yozlaştırmak, hafifsemek ve içeriğini boşaltmaktır. Bu bize, “lonca sosyalistleri”nin ütopik düşüncelerini hatırlatıyor. “Yaptım oldu” anlayışının ürünü olan “PKK meclisi”nin işlevi ne olacaktır? Bu “meclis”, önerilen “ortak federal hükümetin eksik yanını mı tamamlayacaktır? Yoksa Filistin’deki gibi kötü bir diplomasi aracı mı olacaktır? Açıktır ki, sömürü ilişkileri üzerinde yükselen burjuva iktidarına son verme amaç ve hedefinden uzak ve halk iradesinin ifadesi olmayan bu tür oluşumlar, burjuva egemenlik sistemi ve sömürü düzeninin sürmesi durumunu değiştirme işlevi görmeyecektir. Ulusal meclis, ancak kitlelerin ekonomik, sosyal-siyasal inisiyatiflerinin ifadesi olan “ulusal iktidar organları” üzerinden inşa edilirse gerçek anlamını bulacaktır. Kürt halkının mücadele örgütlerine dayanmayan “ulusal meclis” düşüncesi, ulusal özgürlük mücadelesinin bugünkü sömürü düzeni ve burjuva devlet iktidarının yıkılması mücadelesine genişlemesinin önünü kapayan bir girişimi de ifade etmektedir, Bu tür oluşumların iktidar hedefli mücadele sonucu, halkın iktidar için ayaklandığı koşullarda ayaklanma organlarından evrilerek oluşan iktidar organları üzerinden ortaya çıktığı bilinmektedir. Kürdistan’ın bugünkü durumunda bir ayaklanma hali yaşanmadığı ve kurulacağı ilan edilen ‘Kürt meclisi’nin halkın devrimci kalkışmasının ürünü olarak ortaya çıkmadığı tartışma götürmez bir gerçektir. Kürdistan’ın bazı yörelerinde mücadelenin nispeten gelişkin olması, bir ayaklanma durumunun varlığına yeterli kanıt sayılmaz, sayılmamalıdır. Yaptırım gücü olmayan bir “ulusal meclisin ulusun iradesini temsil etmesi de mümkün olamaz. Bu tür organizasyonları, yalnızca propagandif amaçlarla gündeme getirmek ise, kavramın içeriğinin yozlaştırılmasıdır. PKK, proletarya iktidarının sorunlarını olduğu kadar, halk devriminin sorunlarını da hafife almaktadır.
PKK “ulusal meclis”in, “partisi, ideolojisi ne olursa olsun” herkesi, “yurtsever kalacağım diyen herkesi”, kapsayacağını belirtmektedir. Yurtseverliğin “ölçütü” belli olmamakla birlikte, onun, soruna genel yaklaşımı bu konuda da bir fikir vermektedir. Kürt toprak ve aşiret ağalarının, burjuva-feodal çevrelerin, çıkarlarına uygun gördükleri her durumda yurtseverlik demagojisine başvurmaktan geri durmayacakları, hain olarak adlandırılan Barzani, Talabani gibi Kürtlerin kendilerine yurtseverlik payesi biçtikleri, “Kürt partisi” imajıyla politik arenada yer alan HEP’in hem yurtseverlik iddiasında bulunduğu ve hem de emperyalizmin Kürdistan’daki planlarına, bu planlar kapsamında Kürdistan’da faaliyet yürüten ‘Çekiç Güç’ adlı işgal birliğine olumlu yaklaştığı bilindiğine göre; bu “meclisin” işçi ve emekçi halk yığınlarının iradesini yansıtacağı iddiası havada kalmaktadır.

MÜCADELE SERTLEŞTİKÇE SAFLARIN AYRIŞMASI VE REFORMİZM İLE DEVRİMCİLİK ARASINDAKİ AYRIMLAR BELİRGİNLEŞİYOR
Kaynağını Kürdistan’daki sınıflı toplum gerçeğinden alan, farklı sınıfların anlayış ve tutumlarını yansıtan çizgiler arasındaki ayırım noktaları, Kürdistan’da yükselen kitle hareketinin sorunlarına ilişkin çözüm önerileri ve pratik hareket karşısındaki tutumlarla daha da açıklık kazanıyor. Bir yandan devrimci Marksizm ile her türden burjuva ideoloji kaynaklı siyasal akım arasında, öte yandan devrimci radikalizm ile reformist uzlaşmacı çizgi arasında ayırımlar netleşiyor. Ulusal özgürlük sorununu, Kürt işçi ve emekçilerinin, emperyalist ve gerici kölelikten kurtuluşu sorunu olarak görmeyen, Kürdistan’daki toplumsal gelişmeye ve sınıf ilişki ve çelişkilerine gözünü kapayarak, Kürt işçi ve köylülerini, Kürt aşiret ve toprak ağalarıyla, Kürt “iş adamları”yla ortak “ulusal bakış açısına” bağlı kalmaya çağıran, sömürenlerle-sömürülenlerin çıkarlarını bağdaştırmaya çalışanlar ne ulusal kurtuluşu tutarlı bir çizgide savunabilirler, ne de tutarlı anti-emperyalist çizgide tutunabilirler. Nitekim mücadele sertleştikçe, Kürt mülk sahibi sınıfların çıkarlarına uygun bir politik çizgide yürüyen Kürt reformist ve revizyonistlerinin, emperyalistler ve Türkiye gericiliğiyle uzlaşma ve işbirliğini de içeren çözüm önerileri arttı, bu doğrultudaki çabalar yoğunlaştı. Türkiye Kürdistanı’ndaki Barzani-Talabani kafadarları, diktatörlüğün saldırılarıyla PKK’dan “boşalan yeri doldurmak” üzere karşı-devrimci girişimlerini arttırırken, PKK da izlediği reformist-burjuva ideolojik çizgi sonucu yalpalamaya, “federasyon”, “siyasal çözüm”, “referandum” gibi düzen içi çözüm önerilerini işlemeye devam ediyor.
Diktatörlüğün saldırıları ne toplumsal gelişmeyi, ne de mücadelenin yükselmesini engelleyemeyecek, reformist uzlaşmacılık ve devrimci çizgi ayrışması sınıf temeline daha net olarak oturacak ve ayrışma,’ derinleşerek sürecektir. Mevcut sistem ve devlete dokunulmaksızın, “şirketin yönetilmesi” düşüncesiyle gündeme getirilen “Türk-Kürt federe devleti”, ya da “barışçıl siyasal çözüm” önerilerinin mülk sahibi sınıfların çıkarlarına uygun olduğu süreçte daha iyi görülecektir.

Şubat 1993

Yorumlar kapatıldı.

Özgürlük Dünyası 2022

Yukarı ↑