“Sıkıcılık -diyor Kalinin- bir kitle gazetesi için en öldürücü olan şeydir. Marksizm ve işçi sınıfının çıkarları açısından doğru hazırlanmış bir yazı bile, eğer sıkıcı bir biçimde yazılmışsa okunmayacaktır.”
Özgürlük Dünyası’nın bundan önceki sayısında, benzer bir başlıkla, devrimci yayın organlarına haber ve yazı yazmanın önemi üzerine kısa notlar sıralanmıştı. Okur, yazının başlığının benzerlik taşıması nedeniyle, bu yazıyı geçen sayıdaki yazının devamı gibi algılayabilir. Bu yazı bundan önceki yazının doğrudan devamı olmayıp, onun tamamlayıcı, onu bütünleyen bir yazı. Çünkü o yazıda, “Neden yazmalı?” sorusuna, bu yazıda ise, “Nasıl yazmalı!” sorusuna yanıt olabilecek düşünceler sıralanıyor.
Tanınmış Alman şairi Brecht’in en güzel şiirlerinden birisi işçi sınıfının öz örgütüne ilişkin yazdıklarından biri olup, bir dizesi “Partinin milyonlarca gözü olduğunu” dile getirir. Binlerce göz ne yapar? Görür, algılar, anlatır, aktarır, haber eder, duyurur, yayar ve her şeyi mücadeleye katar, sunar. Binlerce göz binlerce muhabir demek, haber ve yazı yazan insan demektir.
Burjuva basınının en çok satan besleme yayınlarından birini ele alalım. Toplam kaç tane muhabiri olabilir? Beş yüz ya da bin varsayalım. Hepsi de sermayeye dayalı, her türlü donanıma ve olanaklara sahip.
Peki, bir devrimci yayın organının kaç tane muhabiri olabilir? Bunun hesabını her okur kendisi yapsın.
Bu yüzlerce muhabir ya da yazı yazanlar ne yazmalılar? Nasıl yazmalılar? Haber ve yazı yazanlar açısından yanıtlanması gereken önemli bir soru.
Devrimci ve komünist basın muhabirlerinin düzenli ve sistematik olarak yazmaları başlıca görevlerinden olup, yaşadıkları bölgeyi, çevreyi çok yönlü olarak, kitlelerin içinde bulunduğu psikolojik duruma varıncaya kadar yansıtmaları gerekir.
Devrimci yayın organlarına baktığımızda, muhabirlerin yazarken iki temel yazı türüne başvurduklarını görürüz. Bunların en başında gelen yazı türü haberdir. Yazı türü olarak haber, anlatılmak ve aktarılmak istenenleri çok yönlü, kapsamlı ve bütünlüklü olarak anlatmakta yetersiz kalacağından, başka yazı türlerine başvurmak gerekiyor. Bunlara da inceleme-araştırma niteliği taşıyan, analiz ve yorumlan içeren yazılar denebilir. Haberde amaç bellidir, bir olayı bildirmek. Olay kaba hatlarıyla, okuyucunun dikkatini çekecek bir biçimde ve yorum yapmadan dile getirilir. İnceleme, araştırma ve yorum içerikli yazılarda ise, yalnızca olay anlatmakla kalınmaz, analiz yapılır ve genelleştirilir. Haberde “Ne zaman, nerede ve nasıl oldu” sorularına yanıt aranırken; yazılarda, bunların yanı sıra, “Niçin oldu, olayın sonuçlan nelerdir, önemi nedir?” gibi sorulara da yanıt aranır. Analiz ve genelleme özellikleri taşımasına karşın haber-yorumlu bu yazıları bir makaleden ya da başyazıdan da ayırmak gerekiyor. Makalede örneğin, bir konu daha geniş çapta, ülke ya da dünya düzeyinde ele alınır ve olaylar teorik boyutuyla ve kanıtlayıcı bir amaçla ortaya konur. Oysa muhabirlerin yazdıkları yazılar daha dar bir alandaki gelişmeyi, güncel bir konuyu işlerler. Makalede yazılanlar somut olgu ve verilere dayandırılmak zorundadır. Okuyucuyu etkileyebilmek ve konuyu daha iyi ele alıp işleyebilmek için özel örneklere başvurulabilinir, fakat ayrıntılara girmeden genel hatlarıyla verilebilir. Tersi durumda makalenin temel konusundan uzaklaşılır ye okuyucunun dikkatini dağıtma tehlikesi ortaya çıkar. Eğer makale değil de yazı yazılacaksa okuyucuya daha canlı ve somut aktarabilmek için anlatılan olay ya da konuyla ilgili ayrıntılara (örneğin bir işyerinin durumu ile ilgili) girmek gerekir. İşyerleriyle ilgili bir yazı için kuşkusuz muhabirin orada çalışıyor olması ya da işyerini çok iyi bilen ve işyeriyle ilgili bilgi toplayan birisi olmalıdır. Muhabirlerin yazdığı bu yazılardaki kişisel gözlem ve deneyimler onu makaleden ayıran öteki özelliklerdendir. Amaç izlenimleri peş peşe sıralayıp, örneklere boğarak sunmak değil, bilgi ve verileri belli bir konu temelinde, bilinçlice bir hedefe yöneltmektir. Okuyucu o işyerindeki olayla ilgili olarak sonuçta kendisi bir yargıya varacaktır. Kısacası muhabirlerin yazdıkları yazılar, belli bir konuda, yaşamın küçük bir parçasını incelerler. Kitleler içinde gizli kalmış gerçeklerin bulunup ortaya çıkarılmasında, mücadele deneyimlerinin yaygınlaştırılmasında bu tür yazıların işlevi ve görevi daha önemlidir,’Bu tür yazıların başarısı, elbette onların doğrudan yaşamı yansıtmalarına ve somut yaşamdan olaylara dayanmalarına bağlıdır.
TEMEL YAZI TÜRÜNDEKİ YAZILARI BİRAZ İRDELEMEK GEREKİRSE…
Haber konusunu bir kenara bırakıp, yazılan yazıları biraz daha incelemek gerekirse iki grupta ele alınması gerektiği görülecektir. Birinci gruba girenler, bilgilendirme yazılan olup, herhangi bir konuda ya da olayla ilgili bilgi veren geniş kapsamlı bilgilendirme yazısı niteliğini taşır. Habere benzese de, ondan daha kapsamlı ve ayrıntılıdır. İşlevi, dikkatleri bir olguya çekmek, yeni bir olayla tanıştırmak, bir konuyu çeşitli açılardan aydınlatmak ve dikkatleri önemli bir noktaya çekmektir. Bilgilendirme ağır basmakla birlikte, yazıda analiz unsuru da olup, ana düşüncenin iyi açıklanmasına hizmet eder.
İkinci türdeki yazılar ise, analiz unsurunun ağırlıkta olduğu inceleme-araştırma türündeki yazılardır. Analiz, ele alınan olgunun neden ve sonuçlarının irdelenmesini zorunlu kılar. Olgular arasındaki neden-sonuç ilişkilerini açıklamak ve okuyucunun bir yargıya varmasına olanak sağlar. Olgu ne kadar ayrıntılı anlatılırsa anlatılsın, işlenmeden olduğu gibi, hammadde gibi veriliyorsa etki gücü az olacaktır. Oysa okuyucu bizden şu sorulan yanıtlamamızı istiyor: “Bunu neden anlattın? Amacın ne idi?” Yazarın, ona önemli yanını göstermesini bekler. Bir diğer nokta da, yalnızca olguyu anlatmak değil, onu analiz eden sözcüklerin bulunmasındaki önemi kavramak gerekiyor. Yoksa kalıplaşmış sözcüklere başvurmak, yüzlerce kez tekrarlanmış bir şeyi bir kez daha tekrarlamak kaçınılmazdır. Kalinin bu tür yazıları hiç bağışlamazdı. 1938 yılında bir grup Sovyet gazetecisinin önündeki bir konuşmasında şunları söylüyordu: “Basmakalıp yazıyorsunuz… Açıkça konuşmak gerekirse, ben bu odanın dışına çıkmadan her bir alan üzerine sizin hazırladığınız türden muhabirlik yazıları yazabilirdim. ‘Nesnel koşullar olanak sağladı, ama insanlar bundan yararlanmadılar’, ‘Toplumsal çalışma kötü yürütülüyordu’ vb. Bunları okumayı sevmiyorum. Çünkü hiçbir şey vermiyorlar. Eğer şu yerde, şu zamanda traktörlerin kötü yapılması üzerine canlı bir muhabirlik yazısı yazacaksanız, onların niçin kötü yapıldığını yazınız… nedenleri sıralayınız, analiz yapınız. Öyle yazınız ki, bizzat kendinizin traktör başında bir hafta durduğunuz, yazıda hissedilsin. 0 zaman yazı canlı ve ilginç olacaktır.” Bu anlamda devrimci ve komünist muhabirler kendi haber ve yazılarında yeni bir şeyler verebilmelidir. Ucube, garabet, kimseye yararı olmayan buluşlar anlamında bir yenilik değil tabii. Partinin ileri sürdüğü belge ve görüşlerin açıklanması, bunların daha da geliştirilmesi anlamında bir yenilik. Muhabir, yeni yaklaşımlar, yeni veri ve örnekler bulabildiğinde başarılı olabilecektir.
BİR YAZIYI HAZIRLARKEN…
Elbette iyi yazı yazmakla ilgili hazır reçeteler sunmak olanaksızdır. Kaldı ki böylesi bir durumda bile, yazar ya da muhabir birikimini, deneyimini, yaşantısını ve yeteneğini harmanlayıp yaratıcı bir tarzda üretmeye yöneltebildiği oranda konu sıkıntısı diye bir sorun olmayacaktır. Ne hakkında ya da hangi konuda yazmalı, diye düşünen muhabirlerin bulunduğu ortam ve koşullar, yöresi, çevresi sınırsız yazma konusu sunacaktır. Daha somut bir deyişle, Kalinin’in köylü muhabirlere yönelik söyledikleri, sanırız, devrimci muhabirlere de yol gösterici olacaktır: “Köylü gazetesinin en temel görevlerinden biri, köyün yaşamını, yapısını, günlük durumunu yansıtmak, köylünün neyle uğraştığını, ilgilendiğini, onun dış olgulara karşı nasıl bir tepkide bulunduğunu göstermektir. Bu işi köylünün kendisinden başka kim daha iyi becerebilir ki?”
O nedenle yazı ya da haber yazanlar, konularını masa başında değil, içinde bulunduğu çevrede, kitlelerin içinde aramalıdır. Çünkü görev, çevreyi gözlemlemek, çok yönlü incelemek, analiz edip okuyucuya sunmaktır. Sosyalist Arnavutluk döneminde yayınlanan ünlü gülmece dergisi Hosteni yazı kurulunda çalışanların sık sık Tiran’dan ayrılıp işçi sınıfının içine, halkın arasına ve yaşantısına karışmaları adeta bir zorunluluktu. Yazı kurulu üyeleri bilgi ve belge toplamak için değil sadece, halktan öğrenmek için de gece gündüz yollardaydılar. En sıradan insanların duygulan, görüş ve önerileri derlenip toparlanmalı ve sonra da elementleri altına dönüştüren bir alşimist (simyacı) ustalığı ve sabrıyla istenmelidir. Kitlelerin içinde olan muhabirler için konu sıkıntısı diye bir sorun olamaz. Asıl sorun, gözlemlenen gelişmeler içinde temel ve belirleyici olanı seçebilmek ve bu beceriyi gösterebilmektir. Yaygın bir deyimle, “Günceli yakalamak, toplumun nabzını elde tutabilmek, can alıcı bir soruna dikkat ve ilgi çekebilmek” gerekir. Kalinin’in deyişiyle, “Toplumun o anda gerili olan teline vurmak” gerekiyor. Bu nedenle konu belirlemede zamanın önemli rolü vardır. Konu belirlendikten sonra, yazıyı hazırlayanın inceleme nesnelerini ve somut bilgileri toplaması gerekiyor. Yeterli bilgi var mı, belgeler araştırılmalı. Yazı somut bilgilere ve verilere dayanırsa değer taşır. Yazıdan önceki araştırma önemlidir. Çünkü devrimci muhabirlerin amacı yazı yazmak değil, yazdıklarıyla insanları etkileyebilmektir. Etkilemek ise, inandırıcılıkla olabilir, Bu yüzden çok yönlü araştırma ve inceleme önemlidir.
Yazılarda düşülen hatalardan birisi, küçük bir yöreyle ilgili yazılacak bir yazının ancak beşte birinin bu yöreye ayrılması ve geriye kalanın ise bilinen genel konuların tekrar edilmesi. Ya da daha önceden yazılmış haberlere bakarak, bazı bilgilerin değiştirilmesiyle kolaycı ve taklitçi anlayışla yazılması. Yazıyı yazan basmakalıp sözlere takılmamak, doğrudan soruna yönelmeli, ele alınan somut birim ya da konuyla ilgili olarak, Kalinin’in deyişi ile “yaşamın her parçacığının” gösterilmesi gerekir. Bir başka hata ise, yazıda birkaç sorunun bir arada ele alınması ve bunun sonucunda da yazının veriminin düşürülmesi. Yazının ana düşüncesini iyi belirlemek gerekli ve incelenecek temel sorun tam seçilmeli. Yine Kalinin’e kulak verelim: “Sorunu her yönüyle aydınlatmak gerekiyor, ancak yazıda temel bir düşünce verilmelidir. En zoru, hangi temel düşüncenin verilmesini belirlemektir. Yazının bir değer taşıması, onda belirli bir düşüncenin olması için konuyu dağıtmamak, tek bir hedefe vurmaksınız. O zaman yazınız arşivlere kaldırılmayacak, bir yarar getirecektir. Örneğin bir yerlerde insanların kötü çalıştığını gördünüz, örnek çok, ama siz bunlardan kendi düşünceniz için en uygun olanı seçersiniz. Önce düşünceyi buldunuz, ne üzerine yazacağınıza karar verdiniz, yazının ana hatlarını belirlediniz. Bunun için elinizdeki parlak örneklerle düşüncenizi desteklemelisiniz… Yazıyı örneklerle tıka basa doldurmaya da gerek yok.” Muhabir sıradan insanların göremediklerini görebilmeli, fark edilmeyenleri bulup çıkarabilmeli ve en önemlisi de, konuya yeni bir yaklaşım getirebilmeli, yaratıcı olmalıdır. Çünkü sadece durumun anlatılması yetmez, bunu zaten herkes biliyor. Kalinin’in deyişi ile. “çıplak gerçeğin yalnızca resminin çizilmesi bir şey vermemektedir.” Bugün işsizliğin ve hayat pahalılığının arttığını sadece devrimciler değil, herkes söylüyor. “Emekçiler yaşamlarından hoşnut değiller” gibi genel sözlerden çok, bunun neden böyle olduğu ortaya konmalıdır. Eğer yazıyı hazırlayanın gözlemi zayıf, elindeki bilgiler, örnekler ve bunun sonucunda da kendi düşüncesi yetersizse, o zaman muhabir hemen kolaya kaçıveriyor ve kestirmeden, “emekçi halk azgınca sömürülüyor, işsizliğin ve pahalılığın kaynağı da kapitalist düzendir” türünden ezbere sözlerle işini bitiriyor. Oysa araştırma, düşünme olmadan, hele hele emek harcamadan yaratıcı olunamaz: Basmakalıp ve ezbere sözler konusuna ilişkin birkaç söz daha söylemekte yarar var. Muhabirlik keyifli, heyecanlı ve zevkli bir çalışma, fakat genel sözlerin peş peşe sıralanması değildir. Böylesi durumlarda, yapılan iş devrimci söz kalıplarının her yazıda değişik bir biçimde yan yana dizilmesinden öteye geçilmez. Bu da devrimci ve komünist basının tekdüzeleşmesine (monotonlaşmasına), canlılığını yitirmesine, somut yaşamdan kopmasına yol açar. “Canlı olan somut olandır, somut ise yalnızca yaşamdan alınır.” Faşist diktatörlük eziyor, emekçi halk sömürülüyor, devlet terör estiriyor vb. genel sözlerle yazılan birçok yazıyı düşünelim. Bunlar somuta dayanmamakta, nerede ne yapılıyor, nasıl yapılıyor, niçin yapılıyor sorulan yanıtsız kalmaktadır. Yazıyı yazan, olaya hemen kendi yargısını ya da kendi notunu vermede acele etmemeli, önce durumu tüm yanlarıyla ortaya koymalı. Olgular öyle yan yana getirilerek dizilmeli, yapılan genellemeler öyle somuta indirgenmeli ki, okuyucu vermek istediğimiz mesajı -biz damgamızı vurmadan da- anlayabilsin. Yazar ya da muhabir arkadaşların kafalarında dâhice düşünceler olabilir. Ama sorun bunu bir biçime sokabilmektir. Bütün iş okuyucunun anlayabileceği biçimde yazabilmektir. Bir kez daha vurgulamakta yarar var. Kulaklara küpe olması gerekir: Yazı yazanlar kalıplaşmış ve ezbere sözlerin peşine takılmamak. Yazarın, her yazı yazanın, kendine özgü bir dili, kendi stili olmalıdır. Anlatım hatalı olabilir, ama taklitçilik hatalardan kaçınma yolu olarak seçilemez. Çünkü taklitçilik yaratıcılığın baş düşmanıdır. Yaratıcılığı öldürür, yok eder. O yüzden, düşünen, gelişmelere kendi yargısını ve notunu veren bir yazar düşüncelerini dile getirmede de en uygun sözcükleri seçmeyi, kendine özgü kendi dilini eğitmeyi öğrenecektir. Bu, sadece yazı konusunda değil, örneğin müzik konusunda da böyledir. Yeni ortaya çıkan bir müzik topluluğu ya da müzik yapımcısı da -son dönemlerde yorumculuğa özenen ve öykünen bir dizi grubun durumunu göz önüne alırsak- kendi stilini kendine özgü söyleyiş biçimini yaratmalıdır, taklit etmemelidir. Parlak laflarla, güzel konuşan ama kendine ait bir düşüncesi olmayan ya da az olan -özellikle kültür ve sanatla uğraşanlar açısından- bir insan ne kendini yeterince eğitebilecek ne de ezber ve hazırlop kalıplardan kendisini kurtarıp, kendi anlatım kalıplarını yaratabilecektir. Şimdiye kadar söylenenlerden sakın şöyle bir şey anlaşılmasın: Devrimci ve komünist yayın organları için önemli olan içerik değil, biçimdir. Hayır! Kuşkusuz birinci derecede gelen yazının içeriğidir. Ama bu gerçek, biçimin göz ardı edilmesi anlamına gelmemeli asla. Eğer kitleleri, okuyucuları etkilemek istiyorsak, biçime de önem vermek gerekiyor. “Sıkıcılık -diyor Kalinin- bir kitle gazetesi için en öldürücü olan şeydir. Marksizm ve işçi sınıfının çıkarları açısından doğru hazırlanmış bir yazı bile, eğer sıkıcı yazılmışsa okunmayacaktır.” Hedef yazıyı canlı bir biçime sokabilmektir. Bu canlılık da kullanılan dilde, alışılmış ve basmakalıp yaklaşımlardan uzaklaşıp yeni anlatım biçimlerine yönelmekle, yaşamdan örneklerle ve verilerle anlatmakla olur. “Yaşam ise en iyi biçimde insanlarda gözükür. Bu yüzden, ben ormanı, köyü, ev eşyasını yazıyorsam -diyor Kalinin- tüm bunlar yazılacaksa buraya bir insan koy, eylemde o bulunsun, o düşünsün, o yapsın, o hissetsin. İnsan yaşamının yalnız maddi yanı değil, psikolojik yönü de gösterilmelidir. Örneğin romanı ele alın. Onda psikolojik, ruhsal heyecanlar az ise, roman bir etki bırakmamaktadır. Oysa roman iyi de yazılmış ama yine de onda bir şeyler yetersiz. İşte bu yüzden buna göre insanın psikolojik yanını, onun iç çatışmalarım, düşünce biçimlerini göstermek mutlaka gereklidir.”
Kısacası muhabirlik ya da yazı yazmak, ciddiye alınması gerekli, zor ve biraz da uzmanlıkla ilgili bir iş. Yazıda insanı ele almak, somut ve canlı yazmak, yaşamı analiz etmek, incelemek, kendine özgü anlatım ve stil, yeni yaklaşımlar yaratmak ve yaratıcı olmak… Elbette tüm bunların üstesinden gelmek, dört dörtlük olmak hemen herkesten beklenecek bir iş değil. Ama basmakalıp, çalakalem yazmayıp; düzenli, inatçı ve sabırlı çalışmak herkesten beklenebilmeli. Değil yazmaya başlamadan, daha bu yazıyı okurken “havlu atan” okuyucuları son bir kez daha Kalinin’le baş başa bırakıyoruz:
Kalinin bu konuda dünya edebiyat ustalarından Balzac ve Tolstoy’u örnek veriyor: “Fransız yazar Balzac tanınmış bir yazar olmadan önce yayınevi sahiplerince değersiz bulunan, işe yaramaz yüzlerce ve binlerce sayfa karalamıştır. Size güzel sanatlar müzesine gitmenizi salık veririm. Orada Tolstoy sergisi bulunmakta. Bu sergide Tolstoy’un nasıl yazdığını görebilirsiniz. Tolstoy’un baştan yazdığı sayfaya bakınız, sonra bir de aynı sayfanın temize çekilmiş halini okuyunuz. Siz aynı sayfanın farklı yazılmış 15-20 biçimini göreceksiniz ve baştan yazılan tek bir sözcüğe bile bunlarda rastlamayacaksınız. İşte yazı ustaları böyle yazıyorlardı. Şimdi onları okuduğumuzda, her şey ne kadar da kolay yazılmış gibimize geliyor. Ama böyle ‘kolay’ yazabilmek ü;in çok çalışmak gerekiyor. “
“Bu benim harcım değil, bende zaten yetenek yok” deyip baştan pes diyenlere birkaç söz daha söylemek gerekiyor. Hiçbir yetenek, emek harcamadan geliştirilemez. Emek harcamadan, ısrarlı ve inatçı olmadan hiçbir çalışmadan başarı sağlanamaz. Şiirinin bir yerine uymadığı için “eski” şairlerimizden birinin kalemini tam yirmi dört kez açmak zorunda kaldığı -şair ve yazarların çalışması ve çabası için- örnek verilir hep. Tek bir sözcüğü bir türlü hoşuna gidecek bir şekilde uygunca yerleştiremediği için… Adı değil, çabası önemli (şairimizin).
Yazı iyi olmadığı için umutsuzluğa düşmemek gerekir hemen. Yeniden ve yeniden yazmaya hazır olmaktır önemli olan. Yazıyı bitince hemen olmasa da, birkaç gün aradan sonra birkaç kez okumak, gereksiz sözcükleri atmak, yerlerine uygun olanları bulmak, anlaşılmayanları değiştirmek, anlaşılır hale getirmek. Kısacası emek harcamak gereklidir.
Haziran 1993