Marksist teoriye, sosyalist inşa pratiğine ve Lenin ve Stalin başta olmak üzere, proletarya devrimlerinin önderlerine yönelik olarak uzun süreden beri yürütülen uluslararası gerici kampanya son dönemde, yeni güçleri de içine alarak yoğunlaştırıldı. S. Birliği ve Doğu Avrupa’daki gelişmeler, bu burjuva-emperyalist saldırı kampanyasında malzeme olarak kullanılıyor. “Kapitalizmin sosyalizme üstünlüğü”nün sözde kanıtları sayılıp dökülüyor(!) Marksizm’in iflas ettiği, komünizmin öldüğü söyleniyor.
Sosyalizme karşı sürdürülen bu çok yönlü saldırı kampanyasına, ülkemizin liberal burjuva aydınları, revizyonist ve reformist Türk ve Kürt çevreleri, kapitalist kazanç uğraşına girmiş dönek solcular ve dünyaya “ulus penceresinden bakan küçük-burjuva milliyetçileri de uzun bir süredir katılmış bulunuyorlar.
Bu ikinci kesimin özelliği, onların (sosyal konumları bir yana) “devrimcilik”, “sosyalistlik” adına konuşuyor olmalarıdır. Esas malzemeleri gerçeklerin çarpıtılması olan bu oportünist, troçkist, milliyetçi kesimin içinde D. Perinçek’in SP-İP’sinden “Dev-Yol”a, PKK’ya kadar uzanan çevreler yer almaktadır. Tümünün ortak yanı, yer yer Marksist terminolojiden aşırılmış fikirlerle, kendi saldırılarını, düşüncelerinin burjuva özünü gizlemeye çalışmalarıdır. Tümü sosyalizmin geçici yenilgisinin psikolojik, siyasal baskısı altında hareket etmekte, burjuva propagandadan fazlasıyla etkilenmektedirler. “Sosyalist’, “devrimci”, “yurtsever” olma iddiasıyla, bu anti-Marksist, anti-sosyalist kampanyaya katılanların tahlilleri yenilgi dönemini zemin olarak aldığı gibi; onların iddiaları da zaman ve mekândan bağımsız soyut suçlamalar niteliğindedir.
İkinci kesimin içinde yer alanlardan bazıları daha düne kadar, Sovyetler Birliği’nde kapitalist restorasyondan söz edenleri, “Maocu”, “şabloncu” vb. olarak ” suçluyor, sözde sosyalist olarak değerlendirdikleri “sosyalizm kampı”nı savunuyorlardı. 80’li yıllarda, Gorbaçovcuların, kapitalist emperyalizme açık entegrasyonu gerçekleştirmeleri üzerine, içine düştükleri açmazı devrimci bir tarzda aşma yerine, bu kez de, tüm yanlışlık ve kötülüklerin kaynağı olarak “reel sosyalizm” dedikleri, sosyalizmi göstererek ortaya çıktılar. 1917’den 1990lara kadarki süreci hiçbir ayırım yapmadan, -kendi içinde sosyalist ve kapitalist döneme ayrılmasına karşın- “70 yıllık reel sosyalizm dönemi” olarak göstermeyi amaçlarına uygun gördüler. Kapitalizm ve revizyonist-bürokrat burjuvazinin suçlarını, sosyalizme, gerçek Marksist-Leninistlere, Lenin ve Stalin’e fatura ettiler. Anti-sosyalist kampanyayı “devrimci konum’dan sürdürenlerden bazılarına göre “reel sosyalizm”in yıkılması iyi olmuştu! Böylece hem sosyalizme duyulan gizli öfkeyi açığa vuruyor, hem de burjuvaziyle girişilecek ilişkilere zemin hazırlanıyordu.
Marksist olmadıkları ve sosyalizmi hedeflemedikleri halde, çıkarları gerektirdiğinde öyle görünmeyi de elden bırakmayanlar, mistisizmi, dinciliği, milliyetçiliği, kapitalizmle iç içeliği Marksizm’e yamamaya, sosyalizmi, kaba eşitçilik olarak sunmaya çalışıyorlar. Bunlar, yaptıklarıyla övünüyor, sosyalizmin “sınıfta kaldığı”nı iddia ediyor ve Lenin ve Stalin’in çeşitli sorunlara ilişkin düşüncelerini “şaşkınlıkla, “zamanı geçmiş olmak”‘ve “laf-ı güzaf olarak değerlendiriyorlar.
Sovyet gerçeği ve sosyalist inşa pratiği çarpıtılmaktadır. Kapitalizmin sadık uşaklarının, Kruşçev’den Gorbaçov’a, revizyonistlerin suçları Marksist-Leninistlere yüklenmektedir. Türk ve Kürt işçi ve emekçilerinin, sosyalizm için mücadeleye yönelmesinin önü kesilmeye, tahrifat ve çarpıtmalarla proletaryanın sosyalist inşa pratiğinin zorlukları ve gerçeklerini doğru olarak değerlendirmesi engellenmeye çalışılmaktadır. Nesnel gerçekler, ulusal ve uluslararası koşullar görmezden gelinmekte, her şey iradeyle, iradi çabayla, sübjektif unsurlarla izah edilmeye çalışılmaktadır.
Bu yazı kapsamında, anti-sosyalist kampanyayı her yanı ile ele almak, reformist, revizyonist, Troçkist ve milliyetçi çevrelerin iddialarını tümüyle değerlendirmek mümkün değil. Ancak, sosyalizme inana zaafa uğratmak amacıyla, iddialarını tarihin ve tarihsel gerçeklerin çarpıtılması zeminine oturtmaya çalışanların konumlarının ve “sosyalizmin sorunları”nın daha iyi anlaşılması için, kısa bir tarih özetlemesi yapmak gerekiyor. Böylece tarih çarpıtıcılarının, burjuva propaganda kervanına katılmış olanların, sosyalizme küfredenlerin yüzü daha iyi görülecektir.
AZGELİŞMİŞ RUSYA: EMPERYALİST ZİNCİRİN ZAYIF HALKASI
Ekim Devrimi, kapitalizmin en gelişmiş olduğu, üretimin merkezileştiği kapitalizmin ana ülkelerinde değil, çelişkilerin en fazla keskinleştiği emperyalist kapitalizmin en zayıf halkasını oluşturan, emperyalizme bağımlı geri kapitalist bir küçük-burjuvalar ülkesinde gerçekleşti. Bu nesnel toplumsal durum, daha baştan, sosyalist ekonomiyi inşa etmenin sorunlarını ağırlaştırıcı bir etkendi. Sosyalizm küçük üretim üzerinde değil, büyük ölçekli fabrika üretimi üzerinde inşa edilen, üretim araçlarının kolektif toplumsal mülkiyete dönüştürülmesini öngören bir ekonomik-siyasal sistemdir. Kapitalizmin ileri düzeyde geliştiği, büyük fabrika üretiminin yoğunlaştığı, binlerce ve on binlerce proleterin büyük sanayi komplekslerinde bir araya geldiği, üretim araçlarının merkezileştiği ülkeler, sosyalizme geçiş için altyapının, sosyalizmin maddi göçlerinin en olgun olduğu ülkelerdir. Proletaryanın, siyasal sosyal devrimle iktidarı ele geçirmesi ve üretim araçlarını kolektif toplumsal mülkiyete geçirmesi sosyalist ekonominin inşası yolunda küçümsenemez olanaklar yaratır.
Büyük ölçekli devlet kapitalizminin sosyalizme geçiş için “hazır” bir maddi temel yarattığının söylenmesinin ve PTT, Demiryolu işletmeciliği gibi, merkezileşmiş komple, kapitalist devlet işletmelerinin sosyalist işletme biçimine “en yakın biçim” sayılmasının nedeni budur.
Ne ki; kapitalizmin ve proletaryanın en fazla geliştiği ülke ya da ülkelerde devrim için maddi koşulların olgunluğundan hareketle, devrimin önce buralarda gerçekleşmesi gerektiği sonucu çıkmaz. Devrim, sayısızca etkenin bir araya gelmesiyle mümkün hale gelmektedir. Kapitalizmin ileri düzeyde gelişmesi (ki bu tekellerle birlikte en üst düzeye çıkmıştır.), proletaryanın sayısal gelişimi ve yoğunluğu önemli bir maddi temel yaratmakla birlikte, bu kendiliğinden bir devrime götürmez. Proletaryanın büyük öğretmeni Lenin’in, birçok kez vurguladığı gibi; devrimin olabilmesi için, yönetenlerin eskisi gibi yönetemediği, yönetilenlerin eskisi gibi yönetilmeyi kabullenmediği, bir “milli kriz”in olgunlaştığı ve proletaryanın geniş kitlelerinin, bilinçli siyasal temsilcilerinden oluşan partisi öncülüğünde iktidar için ayağa kalktığı koşulların oluşması gerekir.
Lenin ve Stalin, birçok kez, Rusya gibi geri bir ülkede devrimin başarıya ulaşmasının nedenlerini irdelemişlerdi. Lenin, emperyalizmle birlikte; devrimin olanaklarının genişlediğini, çelişkilerin boyutunun değiştiğini, proletarya ile burjuvazi, emperyalizm ile ezilen halklar ve emperyalistlerin kendi aralarındaki çelişkilerin keskinleşmesinin, emperyalist cephe zincirlerini en zayıf halkasında, bir ya da birkaç ülkede devrim ile yarmayı olanaklı hale getirdiğini ortaya koydu. Yine Lenin ve Stalin, Rusya gibi geri bir ülkede devrime kalkışmamayı ve Avrupa Devrimi’ni beklemek gerektiğini vaaz eden Troçki ile giriştikleri polemiklerde geri ülkelerde devrimin olanaklı olduğunu, nedenleriyle birlikte ortaya koydular. Herhangi bir ülkede (bu ülke isterse o dönemdeki Rusya gibi çok geri koşullara sahip olsun) koşullar bir devrimi dayattığında bundan geri durmayı cinayet olarak nitelediler. Troçki, tek ülkede sosyalist devrim yapmayı, sosyalist iktidarın kurulamayacağı gerekçesiyle reddediyordu. Troçki, “paralel uluslararası eylem” ve “sosyal devrimin perspektiflerine ulusal çerçeveden” bakmak adına, devrimi Avrupa Birleşik Devletleri’nin yaratılması fikrine bağlı olarak düşündüğünü söylüyor ve “Rusya’da (tek ülkede) devrim” fikrine bu yüzden soğuk bakıyordu. Lenin, 1915’te Troçki’nin bu düşüncelerini eleştirdiği “Avrupa Birleşik Devletleri Üzerine” adlı makalesinde şöyle diyordu.
“Ama bağımsız bir şiar olarak dünya birleşik devletleri şiarı hiç de doğru olmazdı. Çünkü birincisi, o, sosyalizme denk düşer; ikincisi tek ülkede sosyalizmin zaferinin imkânsızlaştığı yanlış anlayışını ve böyle bir ülkenin diğerleriyle ilişkileri üzerine yanlış bir anlayışı ortaya çıkarabilir. İktisadi ve siyasi gelişmenin eşitsizliği kapitalizmin mutlak bir yasasıdır. Bundan şu sonuç çıkar ki; sosyalizmin zaferi başlangıçta bir kaç kapitalist ülkede, ya da tek başına alınmış bir ülkede bile olanaklıdır. Bu ülkenin muzaffer proletaryası, kapitalistleri mülksüzleştirdikten ve kendi ülkelerinde sosyalist üretimin örgütlenmesinden sonra, kendini diğer kapitalist dünyanın karşısına koyacak ve diğer ülkelerin ezilen sınıflarını kendi yanına çekecek, onlarda kapitalistlere karşı isyanlar körükleyecek ve gerektiğinde sömürücü sınıflara ve onların devletlerine karşı hatta silah zoruna bile başvuracaktır.”
Ekim devrimi, 14 milyon işçi ve köylünün üretimden koparılarak askere alındığı, açlık, sefalet ve savaşın kasıp-kavurduğu, büyük emperyalist devletlerin birbirleriyle tutuştukları savaş nedeniyle, tüm güçleriyle müdahale edemedikleri, proletaryanın ana kitlesinin, Bolşevik Parti yönetiminde ve geniş köylü yığınlarının desteğini sağlayarak zulme, sefalet ve savaşa karşı ayağa kalktığı koşullarda gerçekleşti. Devrim, emperyalizmi kendi ‘metropol’ merkezlerinde sarsarken, emperyalizmin, sömürge ve bağımlı ülkeler üzerindeki egemenliğini de sarsıyor, onun cephe gerisine vuruyordu.
Devrim öncesinde halk, büyük bir kültürel gerilik ve ekonomik sıkıntı içindeydi. Rusya’nın en önemli sanayi dalları İngiliz ve Fransız emperyalistlerinin ellerindeydi. Açlık, sefalet ve gerilik, çevre bölgelere doğru gidildikçe, daha amansız bir hal alıyordu. Böyle bir ülkede devrimi sürdürmek ve sosyalizmi inşa etmek, Marksizm’e derin inancı, Bolşevik kararlılığı ve halk kahramanlığını gerektiriyordu.
İktidarın proletarya tarafından alınmasıyla birlikte, emperyalist ülkelerin orduları devrim Rusya’sına saldırıya geçtiler. Moskova ve Petrograd’ı ele geçirip, devrimi boğmak için yürüyüşe geçen emperyalistler, beyaz ordu generallerinin karşı-devrimci ayaklanmalarını da destekleyip organize ediyorlardı. ABD, İngiltere, Fransa, Almanya, Japonya, askeri müdahale yolunu tuttular. Bolşevikler üstün bir iradeyle, ekonomisi tahrip olmuş ve insanları büyük bir moral çöküntüsü içindeki bir ülkede devrimi sürdürmede tereddüt etmediler. 1917’den 1923 başına kadar, fiili emperyalist işgal ve saldırılarla iç ayaklanmalar devam etti. Proletarya ve Bolşevikler, bir yandan emperyalist ve gerici saldırıları püskürtmeye çalışırken, öte yandan üretim düzeyinin yükseltilmesi, üretim araçlarının toplumsal mülkiyete geçirilmesi, halklar arasında güven ve işbirliği ortamının oluşturulması vb. için olağanüstü bir çaba gösteriyorlardı. Emperyalistler arası çelişkilerden yararlanmak ve güç toplamak için, Almanlarla, Brest-Litovsky anlaşması imzalandı.
Mücadele, proletaryanın ve partinin safları içinde de sürüyordu. Troçkistler, Avrupa devrimine ilişkin beklentilerini ve bundan hareketle Rus Devrimi’ne gerekli önemi vermeme çizgisini sürdürdüler. Menşevikler ve Sosyalist-Devrimciler, beyaz orduların saflarında devrime karşı savaştılar. Bolşevik partisi artık iktidardaydı, ne var ki saflarındaki mücadele daha da keskinleşmişti. Başını, Troçki, Kamanev ve Zinovyev’in çektiği oportünist kesim, sosyalizmi inşa çabalarını baltalıyor, sürekli engel çıkarıyorlardı. Proletarya iktidarının korunup korunmaması bile tartışma konusu olabiliyordu. Örneğin, Moskova Parti Bürosu’nu ele geçiren “sol komünistler” Troçkist düşünceden esinlenerek “uluslararası devrimin çıkarları doğrultusunda, şimdi sadece biçimsel bir hale gelmiş Sovyet iktidarının olası yok oluşuna rıza göstermeyi amaca uygun buluyoruz” diyebiliyorlardı. Lenin, Sovyetler Birliği’nde devrimi sürdürme ve proletarya diktatörlüğünü sağlamlaştırmanın, uluslararası devrim için hayati önemine dikkat çekerek, “sol komünistlerin düşüncelerini “canavarca” cinayet işlemek olarak niteledi. Sovyetler Birliği’nde, devrimin ve sosyalist inşanın zaferi, uluslararası devrimin, diğer ülkeler proletaryasının devrimci atılımının güçlenmesinin olanaklarının genişlemesi ve güç kazanması anlamı taşıyordu. 1920’li yıllar aynı zamanda uluslararası devrimci hareketin temposunda yavaşlamanın görüldüğü, Alman ve Macar proletaryasının devrimci kalkışmasının yenilgiye uğradığı yıllar oldu. Sovyetler Birliği
Proletaryası, daha çok kendi gücüne dayanarak ve köylülüğü kendi cephesine çekerek, sosyalist iktisadı, sanayiyi ve kolektif çiftlik üretimini geliştirmek ve devlet iktidarını sağlamlaştırmak suretiyle devrilmiş gericiliğin karşı-devrimci başkaldırısını ezmeliydi. Başkaca yolu yoktu. Lenin ve Stalin, yeni iş disiplininin, sosyalizmin başarısı için taşıdığı öneme dikkat çekiyor ve yoksulluğun ortadan kalkması için tam bir halk seferberliği gerektiğini belirtiyorlardı. Lenin, köylülükle 10-20 yıl doğru ilişkiler kurmak suretiyle, devrimin zaferi güvencelenmedikçe, diğer ülkelerde devrimin gecikmesi halinde, beyaz muhafız terörü altında eziyet çekme tehlikesinin bulunduğunu söylüyor, köylülüğün kooperatif üretimi içine çekilmesinin önemine vurgu yapıyordu. Devrime karşı dış ablukayla birleşen kulakların eyleminin ezilmesi, kırsal alanda ürünlerin kaldırılması ve şehre naklinin sağlanması için köylere işçi birlikleri gönderiliyordu. Lenin işçi sınıfına seslenirken şöyle diyordu:
“İşçi yoldaşlar; devrimin kritik bir durumda olduğunu unutmayın. Unutmayın ki devrimi yalnız siz kurtarabilirsiniz, başkası değil. Seçilmiş, siyasi bakımdan ileri, sosyalizm davasına sadık, rüşvete ve yağmaya itibar etmeyen ve kulaklara, vurgunculara, çapulculara, rüşvetçilere ve düzen bozuculara karşı demir bir güç yaratabilecek yetenekte on binlerce işçiye ihtiyacımız var.
DEVRİMİN ZOR GÜNLERİ VE SOSYALİST İNŞA FAALİYETİ
Geri bir ülkede, “devrimi kritik bir durum”dan kurtararak sürdürmek ve ekonomiyi ileri kapitalist ülkeleri geride bırakacak bir düzeye çıkarmak, Stalin’in başında bulunduğu Bolşevik Partisi ve proletarya tarafından başarıldı. Devlet iktidarının proletaryanın elinde olması, proletaryanın milyonlarca köylü ile ittifakı, tüm büyük çaplı üretim araçlarının proletarya devletinin şahsında toplumsallaştırılmış olması ve köylülerin kolektif kooperatif üretimi içine çekilmesi, Lenin’in deyişiyle “tam sosyalist toplumu kurmak için” gerekli olan şeylerdi ve proletarya bu imkânlara, tüm zorluklara karşın sahipti. Sosyalizm davasına sadık on binlerce ve yüz binlerce parti savaşçısının, emperyalist istilacılara, devrilmiş burjuvaziye ve kulaklara karşı mücadelede şehit düşmesi pahasına, devrim ve sosyalizm zafer kazandı. Sosyalizm ancak “modern bilimin en son buluşlarına dayanan büyük çaplı kapitalist işletmecilik” (Stalin) koşullarında; büyük sanayi üretimi üzerine, milyonlarca proleterin, büyük fabrikalarda bir araya geldiği, ataerkilliğin ve küçük çaplı üretimin aşıldığı koşullarda “on milyonlarca kişiyi üretim ve doğumda tek bir standardını kollanmasına yönelten planlı devlet örgütü” koşullarında ve kuşkusuz proletaryanın devlet olarak örgütlendiği, devleti elinde tuttuğu, yönettiği koşullarda inşa edilebilirdi. Rusya’da devlet önemli nesnel zorluklarla karşı karşıyaydı.
Bolşevikler, bir yandan uluslararası destekten yoksun olarak, sosyalist inşanın büyük sorunlarıyla boğuşurken, öte yandan, Batı ülkeleri proletaryası başta olmak üzere, proletaryanın devrimci atılımına ve ulusal kurtuluş mücadelelerine destek oldular. Sovyet devletinin ulusal baskı ve ulusal hak eşitsizliğinin ortadan kaldırılması için yürüttüğü mücadele ve içerde tüm fiili eşitsizliklere karşı başlattığı iyileştirme faaliyeti ezilen uluslara güven verdi, onların desteğini kazandı.
İngiltere, Fransa, Japonya ve Amerika’nın, Sovyet topraklarını işgal ederek, Beyaz muhafız ordularını ayaklandırmaları ve işgal ettikleri bölgelerde Sovyet iktidarını yıkmaları üzerine, iktidardaki Bolşevik Parti, ülkeyi “askeri kamp” ilan etti ve “iktisadi, kültürel ve siyasi yaşamı”nı savaş düzenine soktu. “Savaş komünizmi” uygulandı. Devrimin sürdürülmesi ve genç proleter devletin ayakta tutulabilmesi için, bizzat Lenin tarafından “işçi-köylü savunma konseyi” örgütlendi. Kızıl ordunun güçlendirilmesi, eğitimin sağlamlaştırılması, ülke savunması açısından büyük öneme sahipti. Bu iş için komünist komiserler seferber edildi.
Avrupalı işçi, gelişmiş ülkeler proletaryasının avantajlarını değerlendirecek, ayaklanarak “işin nasıl yapılacağını” gösterecekti. Ama o zamana kadar dayanmak, iktidarı sağlamlaştırmak, sanayide ve tarımda kolektif toplumsal üretim ve bölüşümü örgütlemek önemliydi. “Batı Avrupalı kapitalist ülkeler sosyalizme doğru gelişmelerini tamamlayıncaya kadar (dek) dayanabilecek miyiz!” diye soruyordu Lenin ve işçilere bunu başarmak için yapılması gerekenleri açıklıyordu. İşçilere, devrimi kurtarabilecek tek gücün onlar olduğunu söylüyor; sınıf düşmanlarına karşı “demir bir güç” yaratarak, köylülüğü yanına çekmelerinin önemini anlatıyordu. “Kulaklara karşı mücadeleden bir an bile vazgeçmeden ve aynı zamanda yoksul köylülere sağlam bir biçimde güvenerek, orta köylüyle bir anlaşmaya varmayı öğrenin” diyordu Lenin.
Dış müdahaleler ve iç savaş ekonomiyi tahrip etmişti. Fabrikaların çoğu çalışmaz hale gelmiş, maden ve kömür ocakları yıkılmış ve su baskınına uğramış, ulaşım tamamen durmuştu. Metal ve tekstil stokları hemen hemen tükenmiş, ekmek, yağ, et, ayakkabı, giyecek, tuz, kibrit, gazyağı gibi temel ihtiyaç maddelerinde dayanılmaz kıtlık baş göstermişti. İktidarın proletaryaya geçmesi üzerine, devrilmiş gericiliğin sabotaj ve zarar verme eylemleri artmıştı. Kulaklar tahıl ürünlerini stoklayarak açlığın daha etkili olmasını sağlamaya çalışıyorlardı.
Tüm bu sıkıntılar ve zorunlu olarak başvurulan “savaş komünizmi” uygulaması köylülük içinde ve işçiler üzerinde olumsuz etkiye ve hoşnutsuzluğa yol açıyordu. Sosyalizmin düşmanları, güç iktisadi durumdan ve köylülerin hoşnutsuzluğundan yararlanarak, karşı-devrimci ayaklanmalar örgütlediler. Kapitalistlerin ve çiftlik sahiplerinin, iktidarlarını geri getirme çabaları yoğunlaştı. Sibirya, Ukrayna ve Kronstadt’da ayaklanmalar baş gösterdi. Bu ayaklanmaların bastırılması için, proletaryanın seferber edildiği bir sırada, oportünist unsurların parti içi muhalefeti de yoğunlaştı. Başını Troçki, Kamanev ve Zinovyev’in çektiği grup, sürekli engel çıkarıyorlardı. Troçki, köylülere karşı zorun daha yoğun kullanılmasını savunuyor, onun desteklediği “işçi muhalefeti” tüm ülke ekonomisinin yönetiminin “üreticiler kongresine devredilmesi ve partinin yönetici rolünün zayıflatılmasını istiyorlardı. Bu istem, daha işin başında, proletaryanın iktidarının tehlikeye atılması anlamını taşıyordu. Lenin, Troçki ve “işçi muhalefeti”nin düşüncelerinin içerdiği tehlikeyi deşifre etti ve parti ezici bir çoğunlukla Lenin’i onaylayarak muhalefete karşı tavır aldı. Proletarya iktidarının, proletaryanın geri kesimlerini, yoksul köylüleri ve geniş küçük-burjuva yığınları bir süreç içinde sosyalist inşa faaliyetine çekmek ve dost güçler arasındaki uzlaşır mücadelenin varlığını dikkate almak zorunluydu.
GÜÇ TOPLAMAK İÇİN GERİ ÇEKİLME DÖNEMİ: NEP
Sosyalizmin iktisadi temelini güçlendirmek ve özel sermayeye karşı saldırıyı bu yolla artırmak amacıyla, bir güç toplama ve kaynak biriktirme politikası olarak NEP (Yeni Ekonomik Politika) uygulamasına geçildi. Bu, güç toplama ve kapitalizmin unsurlarına karşı daha komple bir saldırıyı örgütleme amacıyla başvurulmuş bir geri çekilmeydi. NEP’le, sosyalist sanayi ve tarımın örgütlendirilmesinin maddi temellerini güçlendirmek ve bu amaca ulaşmak için kapitalizmin unsurlarının gelişimine izin verildi. Bu, zamanı geldiğinde, geri çekilmeyi durdurarak, daha etkin saldırıda bulunmak amacıyla güç toplamayı sağlayacak bir uygulamaydı. Bir yıl sonra Lenin, “amaca ulaşıldığı”nı ve artık bu “geri çekilme politikasından vazgeçilmesi” gerektiğine işaret ediyordu.
Lenin, proletarya diktatörlüğü koşullarında, sosyalist bir sanayinin varlığı şartlarında, milyonlarca köylüyü kapsayan üretim kooperatifleri aracılığıyla köylülerin sosyalist üretim faaliyetine çekilebileceğini söylüyordu. Bu düşünce doğrultusunda, küçük köylü üretiminin, kolektif kooperatif üretim içinde birleştirilmesi yoluyla tarımın geliştirilmesi ve köylülerin bu yolla sosyalist ekonominin inşasına çekilmesi için yoğun çabaya girişildi.
Sovyet partisi ve devleti, kapitalist ülkelerde devrimin gecikmesi ve kapitalizmin istikrarı durumunda sosyalist inşayı durmaksızın geliştirmek gibi zorlu bir görevle karşı karşıyaydı. Emperyalist kuşatma ve saldırının, devrilmiş sınıfların artan gerici çabalarının ve parti içi muhalefetin engellemelerinin, sosyalist inşa çabalarını sekteye uğratmaması için proletaryanın kararlı sınıf tutumuna ve üstün devrimci iradeye ihtiyacı vardı. Batı Avrupa’da kapitalizmin kısmi ve geçici istikrara kavuşması savaş sonrası devrimci ayaklanmaların bastırılmasını olanaklı kıldı. Kapitalizm, devrimci atılımlara karşı yeni bir saldırı dalgası başlatma olanağı kazandı. Kapitalist burjuvaziye en büyük destek sosyal demokratlarca sağlanıyordu. Batı Avrupa ülkelerinde devrimin yenilgisi, emperyalistlerin, Sosyalist Sovyetler Birliği’ne karşı saldırı, abluka ve entrikalarını kolaylaştırıyordu. 1922’de İtalya’nın Cenova kentinde yapılan uluslararası toplantı, emperyalistlerin, Sovyetlere tehdit ve baskı arenasına dönüştü. Uluslararası fabrika ve işletmelerin yabancı kapitalistlere geri verilmesini ve Çarlık hükümetinin tüm borçlarının ödenmesini istiyorlardı. Sovyet devrimini Doğabileceklerini, Bolşeviklere boyun eğdirebileceklerini düşünüyorlardı. Lord Curzon yeni bir emperyalist askeri müdahale tehdidinde bulunuyordu. Sovyet hükümeti, emperyalistlerin bu istek ve tehditlerini reddederek yoluna devam elti.
Dışta, emperyalist baskı ve kuşatma, içte ise gerici ayaklanmalarla, iktidardan aşağı edilmiş sınıfların eski cennetlerini geri getirme çabalarıyla boğuşmak zorunda kalmasına rağmen, genç Sovyet devleti, işçi ve köylülerin devrimci seferberliği sonucu, sosyalist ekonomiyi inşada ve emekçilerin yaşamını iyileştirmede önemli adımlar attı. Burjuvaziyi siyasi olarak yenilgiye uğratan işçi sınıfının, onu iktisadi bakımdan da yenilgiye uğratması gerekiyordu. Sosyalizmin inşası ve yaşaması buna bağlıydı. Kuşkusuz, bu, uluslararası kapitalist kuşatmaya dayanabilme gibi muazzam önemde bir soruna da bağlıydı.
“Kapitalist iktisat sisteminin ortadan kaldırılması ve sosyalist iktisat sisteminin kurulmasında ifadesini bulan SSCB’de sosyalizmin zaferi, buna rağmen, yabancı silahlı müdahale tehlikesi, kapitalizmin restore edilmesi tehlikesi ortadan kalkmadıkça, sosyalizm ülkesi bu tehlikeye karşı hala… Nihai zafer olarak görülemezdi.” (Stalin) Sovyet devriminin yaşaması, olağanüstü direnme gücüyle birlikte, yeni devrimci atılımlarla, uluslararası proletaryanın desteğini almış olmasına bağlıydı. Stalin’in deyişiyle, “kapitalist ülkelerde proleter devriminin zaferi SSCB emekçileri için can alıcı bir sorundu.” S. Birliği’nde sosyalizmin kaderi sorunu, izlenecek ekonomik politikaya bağlıydı. Kapitalist ülkelerde devrimin geciktiği, kapitalizmin nispi bir istikrara kavuştuğu ve dış müdahale olanaklarının genişlediği koşullarda, sosyalizmin güçlerini her bakımdan güçlendirmek ve durmaksızın inşa faaliyetini sürdürmek hayati bir sorundu. Tüm bunlar, Sovyet partisinin karşısına pratik bir sorun olarak çıkıyor ve parti için mücadeleyi keskinleştiriyordu.
SOSYALİZME İÇTEN SALDIRI: PARTİ-İÇİ MUHALEFET
Parti içi muhalefet, Lenin’in hastalığı ve ölümünü fırsat bilerek, partiye ve sosyalist inşa çalışmasına zarar veren faaliyetlerini hızlandırdı. Troçki, devrimin Almanya ve Bulgaristan’daki yenilgisinden de güç alarak eski tezlerini yeniden gündeme getirdi. Her zaman, siyasi iktidarsızlığı ve ilke adamı olmamakla dikkat çeken Troçki, Sovyet partisi ve devleti’nin en güç döneminde, etrafına “Demokratik merkeziyetçiler”, “sol komünistler” ve “işçi muhalefeti” hiziplerini de toplayarak, parti üyelerini partiye ve genç üyeleri eski parti kadrolarına karşı kışkırtmaya çalıştı. İktisadi krizin, Sovyet devletinin yıkılmasına yol açacağını düşünen Troçki, partiyi yeni bir tartılmaya zorladı. Ocak 1924’te toplanan XII. Parti Konferansı, Troçki’nin düşünce ve eylemlerini bir kez daha mahkûm etti. Stalin “Troçki yenilgiye uğratılmadıkça, NEP şartları altında zafere ulaşmak, bugünün Rusya’sını sosyalist bir Rusya’ya dönüştürmek imkansızdır” diyerek, Troçkizme karşı ideolojik mücadelenin önemine dikkat çekti.
21 Ocak 1924’te, Lenin öldü. Tüm Sovyet halkı ve dünya proletaryası yasa boğuldu. Troçki ise, Tiflis’te yandaşlarıyla birlikte lehine gösteriler düzenlemekle meşguldü. Krupskaya’nın, Lenin’in ölümünü bildiren telgrafına, ne cevap verdi, ne de cenaze törenine katıldı. Lenin’in ölümü, ileri ve partisiz işçilerin saflarında partiye katılma eğilimini güçlendirdi. Yüz binlerce işçi partiye katılma talebinde bulundu ve bunlardan 240.000’i partiye kabul edildi. “Lenin seferberliği” ilan edilerek, sanayi ve tarımda sosyalist yeniden inşanın örgütlenmesi çalışması hızlandırıldı. 1924-25 yılında tarımsal üretim savaş öncesi düzeyin % 87’sine ulaştı. Büyük sanayi üretimi savaş öncesi üretimin dörtte üçüne ulaşırken, yeni inşaatlara 385 milyon ruble yatırılabilecek bir düzen tutturulmuştu. Aynı yıllarda iktisadi açıdan zayıf düşmüş olan köylülüğe 290 milyon ruble yardım ayrılabiliniyordu.
Devrimi ve sosyalist inşayı sürdürmek güçlü bir sosyalist sanayiyi gerektiriyordu. Stalin; “ülkemizi bir tarım ülkesinden, ihtiyaç duyduğu makineleri kendi çabalarıyla üretebilecek durumda olan bir sanayi ülkesine dönüştürmek, -genel çizginin özü, temeli budur.” diyordu. NEP uygulamasıyla tarımın canlandırılmasını ve gıda ve hammadde birikimini arttırmayı hedefleyen Sovyet partisi, sosyalist sanayileşme planıyla, sosyalist inşayı güçlendirmeyi hedefliyordu; Eski donanıma sahip fabrikaların modern teknik donanımla yenilenmesi ve makina yapan yüzlerce fabrikanın kurulması için çabalar yoğunlaştırıldı. Bir dizi yeni sanayi kolu kurmak, makine, takım tezgâhları, otomobil, kimya, demir-çelik fabrikaları kurmak, enerji santralleri için motor ve makine aksamı üretimini örgütlemek maden ve kömür çıkarımını arttırmak için kollar sıvandı. Ülkeyi kapitalist saldırganlardan korumak için gerekli savunma sanayini yaratmak ve sosyalist iktisadi bütünlük için bireysel köylü üretimini, büyük çaplı üretim yapan kolektif çiftliklerde birleştirmek için traktör fabrikaları ve modern tarım makinaları yapan atölyeler kurmak zorunluydu. İşçi ve köylülerin devrimci seferberliği bunu olanaklı hale getirdi. Çiftlik sahiplerinin toprak üzerindeki mülkiyetine son veren Sovyet iktidarı, köylülüğü, her yıl çiftlik sahiplerine 500 milyon ruble ödemekten kurtardı. Ayrıca tarım makinaları köylü tarımının hayati ihtiyacını karşılıyordu. Buna karşılık köylülük Sovyet iktidarının yardımına koştu. Ancak, küçük köylü işletmelerinin kolektif kooperatif çiftliklerinde bir araya getirilmesi, kolektif üretim ve bölüşüm yolunda atılmış bir adım olsa bile; bununla çelişkili olarak, kolhoz ürünlerinin ve bahçelerinin çiftliklerin tasarrufunda bulunması, tarımın sosyalleştirilmesi hedefine aykırılığı içeriyordu. Küçük meta üretimi uzunca bir süre varlığını korurken, işçilerle köylüler, kafa emeğiyle kol emeği arasındaki farklar ve çelişki de devam ediyordu.
Tüm bunlar hızlı, bir imar ve iktisadi büyümenin sağlanmasına yol açtı. Hidroelektrik santralleri, traktör fabrikaları, otomobil ve tarım tezgâhı fabrikaları ve demiryolu yapımı hız kazandı. 1926-29’da genç Sovyet devleti’ sanayiye 1 milyar ruble yatırabiliyordu.
Savaşın tahrip ettiği, açlık ve sefaletin kol gezdiği bir ülkede proletarya iktidarı altında tümüyle iç kaynakların seferber edilmesiyle sağlanan bu hızlı gelişme, sosyalizmin üstünlüğünü, onun insanının insan gibi yaşamasına verdiği önemi ortaya koyuyordu.
1926 yılında Troçkistler ve Zinovyevciler, tüm yenilmiş muhalefet gruplarının artıklarını etrafına toplayarak, sosyalist inşa faaliyetinin karşısına dikildiler. Zinoyevci Sokolnikov, gerekli makinaların dışarıdan alınmasını ve hammadde ile gıda maddeleri üretimine hız verilmesini istiyordu. Onların izlenmesini istedikleri yolun, kapitalistlerin, sosyalizm ülkesini yeniden köleleştirmesine götüreceği kuşku götürmez bir gerçekti. “38’ler platformu” adıyla çıkan Zinovyevciler, yeni bir genel parti tartışması açılmasını istiyorlardı. Tam da bu sırada, başını İngiliz emperyalistlerinin çektiği komplo ve saldırılar arttı. İngiliz hükümeti, Sovyet hükümetiyle diplomatik ilişkilerini keserek, Sovyet büyükelçilikleriyle ticari temsilciliklerine karşı sabotajlara girişti.
Troçki, sözde kolektifleştirme hareketini destekliyor ve hatta bu işin yeterince hızlı yürümediğinden şikayetleniyordu. Gerçekte ise O, köylülerin sosyalist inşa çalışmasına çekilmesinin boş bir çaba olduğunu düşünüyordu. Troçki’nin başında bulunduğu hizbin tartışma talebi, onların tartışmayı fiili olarak açık alana dökmeleri ve fabrikalarda, işçi toplantılarında görüşlerini açmaları üzerine Parti Merkez Komitesi kararıyla Ekim 1927’de açıldı. Sonuç, ezici çoğunlukla Troçkist bloğun hezimete uğratılmasıydı. Mevcut üyelerin 724.000’i parti politikasını destekledi. Troçkist muhalefet ancak 4.000 oy alabilmişti. Troçkistler, parti kararına boyun eğeceğine, karşı faaliyetlerini yoğunlaştırdılar ve sokak hareketini örgütlemeye giriştiler. Bunun üzerine 14 Kasım 1927’de Troçki ve Zinovyev partiden ihraç edildiler. 15. parti kongresi ‘”muhalefetin Leninizm’den ideolojik olarak koptuğunu, Menşevik bir gruba yozlaştığını, uluslararası ve yerli burjuvaziye teslimiyet yolunu tuttuğunu, objektif olarak proletarya diktatörlüğü rejimine karşı, karşı-devrimin bir aletine dönüştüğünü” saptayarak, Troçkist muhalefetin görüşlerini propaganda etmenin Bolşevik parti saflarında kalmayla bağdaşmayacağı kararı alıyordu.
Bir yandan iç ve dış düşmanlara karşı mücadele yoğunlaştırırken, öte yandan sosyalist ekonominin geliştirilmesi çalışmaları sürdürülüyordu. Bu sırada sosyalist inşa faaliyeti ürünlerini vermeye başlıyordu. Sosyalist sanayi sektörünün payı 1924-25’te % 81,1926-47’de % 86’ya çıkmıştı. Ticaret alanında özel ticaretin payının düşürülmesi de aynı hızla sürdü. Özel tüccarın payı aynı yıllarda % 42’den % 32’ye düştü. Büyük ölçekli sosyalist sanayinin gelişme temposu daha da hızlıydı. 1927’de 26’ya göre artış % 18 gibi önemli bir rakama ulaşmıştı ki bu, ileri kapitalist ülke sanayilerinin erişemediği bir orandı. Tarımda ise tüm iyileştirmelere rağmen durum hala iyi sayılmazdı. Tarımda tam kolektif çiftlik üretiminin hızla devam ettirilmesi zorunluydu. Köylülerin ikna yoluyla Sovyet iktidarının kendi yararlarına olduğunu, kolektif üretimin durumlarını iyileştirdiğini görmeleri gerekiyordu. Lenin; “köylülere toprağın toplumsal, kolektif, ortaklaşa ar-tel biçiminde işlemenin üstün yanlarım pratikte göstermeyi başarırsak, ancak o zaman devlet iktidarını elinde bulunduran işçi sınıfı, köylülere haklı olduğunu gerçekten kanıtlayabilir ve milyonlarca köylüyü sağlam bir biçimde ve gerçekten kendi yanına çekebilir.” diyordu. Stalin ve Sovyet partisi, tarımda sosyalist üretimin örgütlendirilmesi çalışmalarını Lenin’in düşünceleri doğrultusunda sürdürdü. Stalin, mevcut durumdan daha ileriye yürümek için kolektivizasyonun önemini vurguluyor ve sağ muhalefeti eleştiriyordu. Şöyle diyordu Stalin “çıkış yolu, küçük, dağınık köylü çiftliklerinin, toprağın ortaklaşa işlenmesi esasına dayanan geniş birleşik çiftliklere geçmesinde; modern, daha ileri bir teknik temelinde toprağın kolektif işlenmesine geçişte yatmaktadır. Çıkış yolu küçük ve cüce köylü çiftliklerini tedricen ama yolundan şaşmaksızın, zorla değil, örnek göstererek ve ikna yoluyla, toprağı toplumsal, ortaklaşa kolektif bir şekilde; tarım makinelerinden ve traktörlerden tarımı entansifleştirmek için bilimsel yöntemler uygulayarak işleyen büyük ölçekli çiftliklerde birleştirmektir. Başka bir çıkış yolu yoktur.”
Geri kapitalist bir ülkede sosyalist ekonominin inşası, sosyalist sanayinin güçlendirilmesi ve tarımda makinalaşmayı sağlayarak, milyonlarca küçük köylü işletmesinin ikna yoluyla ve örnek gösterilerek kolektif büyük ölçekli işletmelerde birleştirilmesi olmaksızın mümkün değildi. Lenin bunu; “kooperatiflerden hareket ederek, tam sosyalist toplumu kurmak için gerekli olan her şey”i elde etmenin yolu olarak değerlendiriyor ve işçileri, köylüleri yanına almadan, sosyalist ekonomik ve siyasi inşa çalışmasının başarıya ulaşamayacağı konusunda uyarıyordu.
Parti ve Sovyet devleti bir yandan parti içi sabotörlerin faaliyetini etkisiz kılmaya çalışırken, öte yandan kulakların direnişiyle karşılaşıyordu. Kulaklar köylülerin gözü önünde açık mücadeleyle yenilgiye uğratılmadığı sürece işçi sınıfının ve işçi ve köylülerden oluşan Kızıl Ordu’nun ihtiyaçlarının karşılanması ve kolektif köylü üretiminin gerçekleştirilmesi zordu. Durum kulaklara karşı gelen bir taarruzun başlatılmasını dayatıyordu. Kulakların tahıl fazlalarını devlete sabit fiyat üzerinden satmayı reddetmeleri üzerine, O güne kadar daha esnek olan kulaklara karşı tutum sertleştirildi. Sabit fiyat üzerinden satışı kabul etmeyenlerin tahıl fazlasına el konulmaya başlandı. El konulan tahılın % 25’i yoksul köylülere devrediliyordu.
Parti ve devlet cihazı içinde yer alan sağ oportünist Buharin ve Rikoy grubu, kulaklara karşı uygulamaya muhalefet ediyor, sosyalist ekonomiye kulaklar üzerinden geçişin mümkün olduğunu söylüyorlardı. Onlara göre kulak tarımındaki gerileme ve kolektif çiftlik üretiminin genişlemesi yolu tarımın gerilemesi anlamına geliyordu. Daha devrimin “ilk yılları” sayılabilecek bir dönemde ve devrilmiş burjuvazinin direnişinin “yüz kat, bin kat” arttığı koşullarda Buharin, Rikov grubu sınıf mücadelesinin “giderek söneceği” ve sınıf düşmanlarının, mevzilerini “direnmeden teslim edeceklerin vaaz ediyor ve bu nedenle kulaklara karşı saldın taktiğini gereksiz sayıyorlardı.
Marksist teori, sınıf mücadelesinin ve buna bağlı olarak devletin giderek söneceğini, baskı dirençle proletarya iktidarına karşı savaştığı, geniş kulak mülkiyetinin varlığını koruduğu, tüm içteki gerici sınıf ve kalıntılarının emperyalist gericilik tarafından desteklenip kışkırtıldığı, tarihsel süreç içinde gerçekleşecek olgulara göre pratik davranışı belirlemenin yanlışlığı da ortadaydı. Özel mülkiyetin ve onun sahiplerinin varlık koşullarında, “nasılsa sınıf mücadelesi sönecek” diyerek bu sınıflara karşı mücadeleyi ve “sert tulumu” gereksiz saymak, sınıf düşmanına taviz vermek, onun sosyalizme karşı faaliyetlerine göz yummak anlamına gelir. Buharin ve Rikov’un 1920’li yılların sonlarında kulaklara karşı taarruzu “gereksiz” saymaları, onların proleter sınıf tutumuna sahip olmadıklarının göstergesiydi. Sağ oportünist Buharin-Rikov grubu sosyalist sanayinin inşası çalışmasını zamansız görüyor, kulaklardan ağır vergi alınmasına karşı çıkıyorlardı. Onlara göre makine üreten sanayiye değil, hafif sanayiye kaynak aktarılmalıydı. 1929 başlarında Kamanev ve Trokçi ile bağ kurarak sağ oportünist görüşlerini yaygınlaştırmaya çalıştılar. Proletarya diktatörlüğünün iç ve dış muhalifleri, sınıf düşmanları parti içi muhalefeti “diktatörlüğü sarstığı” için “şükranla selamlamaktaydılar. Karşı devrimci burjuva -partileri, örneğin Milyukov’un partisi, sağ ve sol oportünistlerin muhalefetini övgüye boğarken, Sovyet devletinin yıkılması beklentisini şöyle ifade ediyordu: “Sovyet iktidarının en büyük düşmanı, şimdi, ona fark ettirmeden yaklaşan, onu duyargalarıyla çepeçevre kuşatarak, o bunun ayırtına varmadan onu tasfiye edendir. Hala süren hazırlık döneminde bu kaçınılmaz ve zorunlu rolü Sovyet muhalefeti oynamaktadır.
Sovyet iktidarını tasfiye için her türlü olanağı değerlendiren ve iç ve dış düşmanların manevi (sonraları maddi olarak da) desteğine sahip olan muhalefetin, sosyalist inşanın başarıları karşısında sinsi taktiklere başvurduğu, Krusçevcilerin karşı-devrimci yıkıcı faaliyetleriyle sonradan daha iyi görüldü. Stalin başkanlığındaki parti, sınıf düşmanlarına karşı kararlı proleter sınıf tutumun sürdürüp öldürücü darbelerle onları etkisiz kıldıkça, sınıf düşmanıyla işbirliği yolunu seçen Troçkist-Zinovyevist muhalefetin başı ezildikçe, gizlenme ve sinsi yollardan ikbal avcılığını sürdürme yolunu tutanlar, ikinci dünya savaşı sırasında, emperyalistlerin fiili saldırılarından da güç alarak parti içinde ve dışında, ekonomik ve siyasi alanda atağa kalktılar. Sonraki yıllarda Krusçevcilerin partiyi ve devleti ele geçirmelerini olanaklı kılan önemli nedenlerden biri de buydu.
Stalin; muhalefetin faaliyetini değerlendirirken, haklı olarak şöyle diyordu: “Partimizde sağ sapmanın bir zaferi, kapitalizmin güçlerini zincirlerinden boşandıracak, proletaryanın devrimci mevzilerini zayıflatacak ve ülkemizde kapitalizmin restorasyonu şansını arttıracaktır.”
Nitekim parti içi muhalif grupların eylemi dış düşmanlar tarafından anında değerlendirildi. Sınıf düşmanları, proletarya iktidarını zayıflatan her uygulama önerisinden ve uygulamadan yarar umuyorlardı. Örneğin onlar, özel sermayenin gelişmesine kontrollü de olsa izin verme politikası olan NEP’ten dolayı Bolşeviklere övgü düzerken, muhalefetin eylemlerini, parti birliğini sarstığı, proletarya diktatörlüğünü zayıflattığı ve yıkıcı faaliyetlerin zeminini olgunlaştırıp genişlettiği için övüyorlardı.
Emperyalistler, 1929’da sağ oportünistlerin eylemlerini,- S. Birliği’ni bir savaşın içine çekmek ve onun sosyalizmin inşası yolundaki yürüyüşünü durdurmak için fırsat olarak değerlendirdiler. Bu amaçla Çinli militaristleri Sovyetlere karşı kışkırttılar. Çinli beyaz muhafız birlikleri, Çin-Doğu demiryolunu ele geçirmek amacıyla saldırıya geçtiler, ancak kızıl ordu tarafından püskürtüldüler. S. Birliği Mançurya hükümetiyle barış anlaşması imzaladı.
Sovyet partisi ve devleti, bir yandan iç ve dış düşmanların saldırılarını püskürtürken, öte yandan sosyalist sanayiyi geliştirmek, Sovyet çiftlikleri ve kolektif çiftlikler kurma yolunda atılımlar sağlamak amacıyla sosyalist yarışmayı örgütledi ve birinci 5 yıllık plan hedeflerine süresinden de önce kavuşmak için çabalarını yoğunlaştırdı. Beş yıllık planla sanayi, ulaştırma ve tarımda plan hedeflerinin gerçekleşmesi için tüm emekçileri, sosyalist yarışmayı daha da geliştirmeye çağırdı. İşçi ve emekçiler, belirlenen hedefleri süresinden önce gerçekleştirdiler. Sovyet insanında ise karşı tavır değişmeye başlamış, çalışma ve hedefe ulaşma “bir onur ve haysiyet meselesine, yiğitlik ve kahramanlık meselesine” dönüşmüştü.
Büyük sosyalist seferberlik planı coşkuyla uygulanmış, yeni hidroelektrik santralleri, demir-çelik fabrikaları, traktör ve biçer-döver fabrikaları, yeni maden ocakları ve yüksek fırınların inşası hızlandırılmış, emek kahramanlığının tarihsel örnekleri sergilenmişti. Ülkede yeniden onarım ve inşa çalışması büyük bir hızla gelişiyordu. Sovyet devleti ilk yılların zorluklarını geride bırakma sürecine girmişti. Emek coşkunluğu kırın köylü kitlelerini de sarmış, traktör ve makinelerle donatılmış Sovyet çiftliklerinin oluşturduğu örnek, köylülerin hızla kolektif çiftlik üretimine yönelmesine yol açmıştı. Kolektif çiftliklerin ekim alanı yıllar itibariyle sürekli büyüyordu. Bu durum kulakların tasfiyesi koşullarını olgunlaştırıyordu.
SOSYALİST İNŞADA ARTAN BAŞARILAR
1929 büyük ekonomik bunalımının en az etkilediği veya hemen hemen etkilemediği tek ülke Sovyetler Birliğiydi. Krizin derinleştiği yıllarda (1930-33) S.B.’de sanayi üretimi iki misli artış göstermişti. 1933’de, 1929’a göre % 29 oranında daha fazla artış görüldü. Aynı yıllarda kapitalist dünyanın önde gelen ülkelerinde sanayide hızlı bir gerileme yaşanıyordu. ABD’de, 1933’te, 1929’daki seviyenin % 65’ne, İngiltere’de % 86’sına, Almanya’da % 66’sına ve Fransa’da % 77’sine düşmüştü. Kriz, kapitalist dünyada 24 milyon işsiz insanı açlığın ve yoksulluğun girdabına sürüklerken, SB’de emekçilerin yaşam düzeyi iyileşmeye devam ediyordu.
1929’da Sovyet partisinin uyguladığı kolektif çiftlikleri ve Sovyet çiftliklerini geliştirme politikası ve kıra traktör ve tarım makinaları sağlayan sosyalist sanayinin başarıları sayesinde, Sovyet çiftlikleri ve kolektif çiftlikler tahıl yetiştirme miktarında büyük artışlar sağladılar, ülkede tahıl ihtiyacı giderek daha iyi karşılanmaya başlandı. 1930’da pazar içi öngörülen hedefe ulaşıldı. Tüm kriz dönemi boyunca sanayi gelişmeye devam elti. 1937 sonunda, 1929 üretiminin % 428’ne ve savaş öncesi 7 misline ulaşmıştı. Tarımda da büyük ilerleme kaydedilmişti. 1929 yılı sonunda Sovyet iktidarı kulakları sınıf olarak tasfiye etme kararı almış, toprak kiralama ve ücretli emek üzerine yasaları kaldırarak, kulakları topraktan ve ücretli işçilerden yoksun bırakmış, kulakları mülksüzleştirmişti. Bu, karar ve uygulaması, tarımdaki gelişmeyi hızlandırıcı bir etki yaratmıştı. Stalin, bu konuda şöyle diyordu: “kutsal özel mülkiyet ilkesi! Sovyetler Birliği’nde kapitalizmin restorasyonunun rüyasını gören tüm ülkelerin kapitalistlerinin bu son umudu yıkılmakta ve yok olmaktadır. Salt toprağı kapitalizm için gübreleme malzemesi olarak gördükleri köylüler, çok övülen özel mülkiyet’ bayrağını kitleler halinde terk ediyor, kolektivizm yolunu, sosyalizm yolunu tutuyorlar. Kapitalizmin restorasyonunun son umudu da yıkılıyor.”
Kuşkusuz Stalin’in yaptığı, bir somut durum değerlendirmesiydi. O günün gelişmelerinin yorumlanması, köylü kitlelerinin kolektif çiftlik üretimi ve mülkiyetine yönelmelerinin ifadelendirilmesiydi. Buradan hareketle artık, geri dönüş umudunun söndüğü ve kapitalist restorasyon ihtimalinin tümüyle ve kesin olarak ortadan kalktığı sonucuna ulaşmak mümkün değildi ve Stalin’in söyledikleri de. bu anlama gelmiyordu. Sosyalizmin inşası ve proletarya diktatörlüğü uygulaması alanında ortaya çıkacak zaaflar, dış saldırılar, parti ve devlet aygıtında ortaya çıkabilecek yozlaşmalar, kapitalizmin restorasyonu rüyasının somut girişimlere dönüşmesine yol açabilecekti. Kapitalistler, kapitalizmin restorasyonu rüyasını görmeye devam ettiler. Rüya görmekle kalmayarak, restorasyonu gerçekleştirmek için her an tetikte oldular.
Tarımda kolektifleştirme faaliyeti kriz yıllarında yoğunlaştırılarak sürdürüldü. 1937’de 18,5 milyon köylü ailesi, yani tüm köylü hanelerinin % 93’ü kolektif çiftliklerde bir araya gelmiş bulunuyordu. Kolektif çiftliklerin tahıl ekim alanı tüm köylülerin tahıl ekim alanının % 99’unu oluşturuyordu. Bu muazzam bir gelişmeydi.
Sanayi ve tarımda sağlanan ilerlemeyle sosyalist yeni inşanın alt yapısı güçlendirildi. Sanayi, tarım, ulaştırma ve savunma alanında, önemli yeni teknik donanım sağlandı. Tüm teknik malzemeyi kullanacak ve bunlar aracılığıyla mümkün olan en büyük verim ve yararı sağlayacak yüz binlerce eğitilmiş, teknik alanda ustalaşmış insanın yetiştirilmesi hayati bir önem kazanmıştı. Stalin, partide ve ekonomi idaresinde görev alanlar arasında teknik eğitimin önemini küçümseyenleri sertçe eleştirerek, bir teknik eğitim seferberliği ilan edilmesini istedi. O, şöyle diyordu:
“…Tekniği harekete geçirmek ve ondan lam olarak yararlanmak için, tekniği kullanmasını bilen kimselere, bu teknikten sanatın bütün kurallarına uygun olarak yararlanmasını bilen kadrolarımıza ihtiyaç vardır. Birinci sınıf fabrikalarımızda bu tekniğe hâkim yeterince kadromuz olsaydı, ülkemiz bugünkünden üç kat, dört kal daha iyi sonuçlar elde ederdi. Şimdi insanlara, kadrolara, tekniği kullanmasını bilen işçilere ağırlık verilmesi bu nedenledir…”
“Dünyanın sahip olduğu bütün zenginlikler içinde en değerli ve en belirleyici olanın insanlar, kadrolar olduğunu anlamanın zamanı gelmiştir. Anlaşılmalıdır ki; bugünkü şartlarda ‘kadrolar her şeyi belirler. “Eğer sanayide, tarımda, ulaştırmada ve orduda iyi nitelikli ve çok sayıda kadrolara sahip olursak, ülkemiz yenilmez olacaktır. Eğer böyle kadrolara sahip değilsek ayakta kalamayız.”
Proletaryanın köylülükle birlikte iktidarı almasından sonra, sosyalist inşa faaliyetine burjuva uzmanlarla başlamak zorunda kalan ve bu uzmanların çeşitli sabotaj ve engelleme çabalarıyla karşılaşan, büyük maddi ve manevi zararlar gören S. Birliği partisi ve devletinin, yeni teknik donanımının bilgisine sahip çok sayıda sosyalist işçi uzmana ihtiyaç duyması anlaşılır bir şeydi. İzlenecek yolun belli olduğu koşullarda, kadrolar her şeyi belirleyecekti. Ayakta kalmak ve proletaryayı uluslararası kesin zafere taşımak ancak böyle teminat altına alınabilinirdi. Komünist uzman kadroların eğitimi ve sosyalist aydınların hiç değilse bir kesiminin doğrudan işçi sınıfı saflarından yetiştirilmesi büyük öneme sahipti. Stalin buna büyük önem verdi. Ancak 1936/37’lerde bu sayı henüz oldukça azdı. “Ezilip yok olmamak için” yeterli sayıda kadronun yetiştirilmesi zorunluydu. İşçilerden oluşmuş uzmanlar ordusunun ihtiyaç oranında yetişmemiş olması, işçilere göre yüksek ücret alan aydınlarla işçiler arasında çelişkiye yol açıyordu. Aydınlarda bürokratik eğilimler daha çoğunluktaydı ve proletaryanın devrimci disiplini zayıflatıldığında aydınların bu çelişkiyi kendi yararlarına kullanmaları mümkündü.
YÜKSEK BİR DEVRİMCİ DALGA
Yeni teknikle üretim artışında yeni bir hamle başladı. “Stahanov hareketi” olarak bilenen yeni sosyalist yarışma ile üretimin artışında yeni atılımlar sağlandı. Stahanov hareketi, sosyalist yarışmada, işin “bir onur ve haysiyet meselesi” sayılmasında yeni ve daha yüksek bir devrimci dalganın adıydı. İşçilerin ve köylülerin hayat standartları ikinci beş yıllık plan döneminde daha da yükseldi. İşçilerin ve hizmetlilerin yaşam koşullarının iyileştirilmesine, kültürel ihtiyaçlarının teminine sanatoryumun, dinlenme evi ve sağlık evlerine, doğum evlerinin, çocuk yuvalarının, süt merkezlerinin ve anaokulların inşasına ayrılan harcamalar merkezi plan dâhilinde arttırıldı. Kültür ve eğitim faaliyetlerine, ana dilde eğitim eşitliğinin sağlanması için gerekli alt yapı yatırımlarına önem verildi. Bütün bu alanlardaki iyileştirmeler için ayrılan pay yıllar açısından giderek arttırıldı. Tüm ülkede çok sayıda okul yapıldı. Ana dilde eğitim yapan okulların açılmasıyla ve diğer iyileştirme tedbirleriyle halklar arasındaki fiili eşitsizlikler giderilmeye çalışıldı. İlk ve ortaokullardaki öğrenci sayısı 28 milyona çıkmıştı (1914’te sayı 8 milyondu) üniversite öğrencisi sayısı da aynı dönemde 112.000’den 542.000’ne yükseldi. Stalin; “Bizim devrimimiz kapitalizmin zincirlerini parçalayıp halka özgürlük getirmekle kalmayan, aynı zamanda halk için müreffeh bir hayatın maddi şartlarını da yaratan tek devrimdir.” diyordu. Devrim, halkın kültür düzeyinde de köklü bir iyileşme ve yükselme sağladı. Devrim öncesinde nüfusun % 90’ına yakını okuma-yazma bilmiyordu.
Sovyetler Birliği’nde sağlanan tüm gelişmelere ve sanayideki yüksek gelişme temposuna karşın, gelişme düzeyi henüz geriydi. Sanayinin gelişme hızının düşürülerek tarıma ağırlık verilmesini isteyenler, sosyalizmin yaşayabilmesi için gerekli olan sosyalist birikimin gelişmişlik düzeyinin önemini kavramıyorlardı. Stalin bu türleri “sınıf düşmanının ajanları” olarak değerlendirirken tümüyle haklıydı. Kent ve kırdaki kapitalist unsurlarla savaşmak ve onları yenilgiye uğratmak için yalnızca mülkiyetin ve emeğin sosyalist örgütlenmesine değil, aynı zamanda yeni bir tekniğe de ihtiyaç vardı. Yeni tekniğin tüm üretim alanlarında kullanılması gerekiyordu. Komünist idarecilerin önemli bir kesiminin, teknik sorunların ‘uzmanların işi olduğu’ düşüncesinde olmaları; Stalin’in bu konuya özel bir önem vermesine yol açtı. “Eğer bu fabrikada yöneticiyseniz, fabrikanın bütün işlerine karşın, her şeyiyle ilgilenin, hiçbir şeyi gözden kaçırmayın, öğrenin, tekrar öğrenin. Bolşevikler tekniği iyice öğrenmelidirler. Bolşeviklerin kendilerinin birer uzman olma zamanı gelmiştir.” diyordu.
Stalin, yöneticilerin tekniğe ilgisizliğine dikkat çekerken de şunları söylüyordu: “Böylece komünist idareciler kendilerini ‘genel’ yönetim görevine, kağıt imzalamaya verirken, burjuva ‘uzmanlar’a üretimde istedikleri gibi at oynatma olanağı verildi. Tanıtlamaya gerek yok ki, böyle bir tutumla, ‘genel’ yönetimin yozlaşarak iradecilik oyununa, kısır bir kâğıt imzalamaya, boş vere kâğıtlarla uğraşmaya dönüşmesi kaçınılmazdı.”
Kırsal alanda da tüm iyileştirmelere rağmen çeşitli zorluklar yaşanıyordu. Mülksüzleştirilen kulaklar, taktik değiştirerek kolektif çiftliklere sızıyor, sabotajlar düzenliyorlardı. Partide ve işletmelerde yeterli uyanıklığın olmadığı her durumdan yararlanarak çiftliklere sızıyor, onların düzenini ve çalışma disiplinini bozuyor, hasat hesaplarında ve yapılan işlerin kayıtlarında karışıklık yaratıyor, çiftlik atlarını öldürüp sakatlıyor, traktör ve tarım makinalarına zarar veriyor ve böylece sosyalist inşa faaliyetini sabote etmeye çalışıyorlardı.
Sovyet partisi, kulakların sabotajlarını ve sosyalist tarımı örgütleme çabalarına karşı giriştikleri oyunları etkisiz kılmak için, makine-traktör istasyonlarında siyasi şubeler açma karan aldı ve Ocak 1933’te 17000 parti üyesi kırlık alana gönderildi. Siyasi şubelerdeki partililerin çabasıyla kolektif çiftliklerin durumu düzeltildi. Kulakların sabotajları en alt düzeye indirildi.
1934’te toplanan 17. parti kongresine sunduğu raporda Stalin, ülkede kaydedilen gelişmelere dikkat çekerken, çeşitli tehlikeler konusunda da partiyi ve Sovyet işletmelerinin yöneticilerini uyarıyordu. İdeolojik ve siyasi önderliğin önemini vurgulayan Stalin; parti düşmanlarının, oportünistlerin, milliyetçiliğin ideolojilerinin kalıntılarına dikkat çekiyor ve ideolojik etki kalıntılarının bazı tek tek parti üyelerinin kafalarında varlığını sürdürdüğünü ve ortamını bulduğunu, sık sık su yüzüne çıktığını söylüyordu.
Kapitalizmin, iktisadi hayatta ve insanların düşüncelerinde kalıntılar biçiminde de olsa, varlığını sürdürmesi, yenilgiye uğratılmış anti-Marksist ideolojilerin canlanması için elverişli ortamı sağlıyordu. Burjuva düşüncelerin kalıntıları daha uzun zaman zihinlerde yalamaya devam edecekti. Yine kapitalist dünya, kapitalizmin kalıntılarını canlandırmak için tüm olanaklarını seferber etmekten kaçınmazdı. Stalin, elde edilen tüm başarılara rağmen, uyanıklığın elden bırakılmamasını istiyor, “partiyi uyuşukluğa kaptırmamak, aksine uyanıklığını arttırmalıyız. Ninniyle uyutmamalı, eyleme hazır tutmalıyız; silahsızlandırmamalı, tersine silahlandırmalıyız; terhis etmemeli, tersine daha seferberlik halinde tutmalıyız.” diyordu.
Stalin, öngörülerinde isabetliydi; çünkü parti içi muhalefet gelişmelere göre tutum belirliyor, kritik anlarda partinin ve işçi sınıfının sosyalizmi inşa faaliyetini sabote etmeye çalışıyordu. Sağ oportünistler, parti politikasının zaferi onların görüşlerinin kofluğunu ortaya koydukça, sinsi yöntemlere başvuruyorlar ve ülkenin sosyalizm yolunda ilerleyişini durdurmaya çalışıyorlardı. Birçok kez özeleştiri yapmalarına, partiye ve Sovyet devletine bağlılık yeminleri etmelerine karşın, gizli gizli hizip faaliyetlerini sürdürdüler. Troçki, Buharin, Rikov, Kamanev ve Zinovyev bu “muhalefet” gruplarının başını çekiyorlardı. Bolşevik partisi, Stalin ve Sovyet hükümeti, bu oportünist çevreye karşı yeterince sabırlı davranmış, onlara düzelmeleri için çokça olanak tanımıştı. Şimdi ülke yeni bir saldırı tehlikesiyle karşı karşıyaydı ve iki ateş arasında kalmak ölüm demekti. 1934’te Kirov bu hizipçilerin entrikaları sonucu öldürülmüştü. Parti yönetimine karşı komplolar devam ediyordu. Kirov’un katili Zinovyevcilerle ilişkisini açığa vermişti. Troçki, bu muhalif grupların tümüyle ilişkiliydi.
Kirov’un öldürülmesi ve partiye karşı tertiplerin su yüzüne çıkması, partide siyasi uyanıklığın yetki olmadığını gösteriyordu. Bu durumu dikkate alan Sovyet Partisi ve hükümeti uyanıklığın arttırılması çağrısında bulundu. Parti örgütlerine yayınlanan genelgede şöyle deniyordu:
“a) Biz güçlendikçe ehlileşeceği ve zararsızlaşacağı yanlış varsayımdan çıkan oportünist rahatlığa son vermeliyiz. Bu varsayım tam bir safsatadır, düşmanlarımızın yavaş yavaş sosyalizme yaklaşacağı ve sonunda hakiki sosyalistler haline geleceği yolunda herkese garanti veren sağ sapmanın yeniden ortaya çıkmasıdır. Bolşevikler kazandıkları başarılarla yetinemezler, nöbette uyumamalıdırlar. Bizim rahatlığa değil, uyanıklığa, gerçek devrimci Bolşevik uyanıklığa ihtiyacımız vardır. Düşmanlarımızın durumu umutsuzlaştığı ölçüde Sovyet iktidarıyla mücadelede yenilgiye mahkum olanların son çare olarak başvurdukları ‘aşırı yollar’a o kadar sıkı sarılacaklarını hatırlayalım. Bunu hatırlayalım ve uyanık olalım.”
Yönetim silahlı ve işçi köylülerin eline geçtiği, her kademedeki yönetici ve görevlilerin seçimle işbaşına geldiği ve istendiği zaman geri alındığı proletarya diktatörlüğü koşullarında kapitalizmden komünizme geçiş sürecinde, henüz sömürücü sınıf kalıntılarının ve özellikle de onların ideolojik etkenlerinin varlığını sürdürdüğü dönemde, proletaryanın partisinin saflığının korunması ve proleter uyanıklığın gösterilmesi, sosyalist inşanın başarısı için hayati önem taşımaktadır.
Sınıf mücadelesi -biçiminde değişiklikler olmakla birlikte- sosyalizm koşullarında devam eder. Başarmak ve zaferi sağlamlaştırmak için sınıflar ortadan kalkana kadar dayanmak, yeni bir düşünme, hareket ve yaşam tarzını egemen kılmak gerekir. Öte yandan sınıfların ortadan kalkması, sömürücü sınıfların ortadan kalkmasıyla sınırlı değildir. Köy ile şehir, kafa emeğiyle kol emeği arasındaki farklılıkların da ortadan kalkması gerekir. “Şurası açıktır ki; sınıfların tümüyle ortadan kalkması için yalnızca sömürücü sınıfların, büyük toprak sahiplerinin devrilmesi, yalnızca üretim araçlarının (özel) mülkiyetinin lağvedilmesi yetmez, aynı zamanda köy ile şehir arasındaki, kafa ve kol emekçileri arasındaki farklılığın da ortadan kalkması gerekir.”
Sosyalizm, kapitalizmden komünizme geçiş dönemidir. Bu dönemde kapitalizmle komünizmin unsurları uluslararası gelişmelere bağlı olarak uzun bir süre bir arada bulunur ve nihai olarak kimin kazanacağı bu süreçteki sınıf mücadelesine, zorlu çatışmalara bağlıdır. Egemen sınıf olarak örgütlenmiş proletaryanın yalnızca devrilmiş sınıfların kalıntılarıyla değil, dost sınıflarla da çelişkisi vardır. Proletarya diktatörlüğü, bu geçiş sürecinin devleti olarak, bir sınıf mücadelesi aracı rolünü oynamayı sürdürür, tenin şöyle diyordu: “onlar, proletarya diktatörlüğünün sınıflar tasfiye edilmediği sürece kaçınılmaz olarak bir sınıf mücadelesi dönemi olduğunu ve kapitalizmin çökertilmesinden sonraki ilk dönemde, biçim değiştirerek, özellikle şiddetli bir hal alarak özel bir karakter üstleneceğini itiraf etmekten korkuyorlar. Proletarya iktidarı alınca sınıf mücadelesini bırakmaz, tersine, ama tabii ki farklı koşullarda, farklı biçimlerde ve farklı araçlarda, sınıflar ortadan kalkıncaya kadar sürdürülür.”
S. Birliği’nde sosyalizmin inşası henüz kafa ve kol emeği arasındaki farklılıkların ve bundan kaynaklanan çelişkilerin ortadan kalktığı aşamaya varmamıştı. Sömürücü sınıf kalıntılarının faaliyetleri devam ediyordu. İş karşısında bilinçli sosyalist yeni tavrın yaygın olarak yerleşmesinde henüz açıklar vardı. Üretimin ve bölüşümün sayım ve kontrolünün halk tarafından yapılması ciddi bir kültürel seferberliği ve işe karşı yeni tavrın egemen hale gelmesinin işin bir “yiğitlik ve kahramanlık meselesi” sayılmaktan öte, zevkle yapılır duruma gelmesi gerekiyordu. Küçük üretimin uzun yıllar sürmesi, özel kolhoz bahçeleri işletmeciliğinin 50’li yıllara dek varlığı (Stalin’den sonra bunun kapsamı genişletildi ve özel işletmeler yaygınlaştırıldı.) çelişkilerini besleyen etkenlerdi. Bütün bunlar sınıf mücadelesinin sürdürülmesini gerektiriyordu. 1934’lerde Stalin, konuya ilişkin olarak şöyle diyordu:
“Partimin 17. Konferansı ikinci beş yıllık plan’ın hemen temel siyasal görevlerinden birinin ‘kapitalizmin geri kalıntılarını ekonomide ve insanların bilincinde yenmek’ olduğunu belirtiyor. Pek doğru bir düşünce. Her şeye karşın, kapitalizmin ekonomideki bütün kalıntılarını daha şimdiden yenilgiye uğrattığımız söylenebilir mi! Elbette ki söylenemez. Kapitalizmin insanların bilincindeki kalıntılarını yendiğimiz hiç söylenemez. Bunu söylemek olanaksızdır, yalnızca insanların bilincini, onların ekonomik durumlarına göre geride olmasından değil, ayrıca bu, SSCB’de ekonomide ve insanların bilincinde kapitalizmin kalıntılarını yeni baştan canlandırmaya çalışan kapitalist kuşatmanın daima hazır durumda elması nedeniyle de olanaksızdır ve biz Bolşevikler, bu kapitalist kuşatmaya karşı barutumuzu her zaman kuru tutmak zorundayız.”
Stalin tarafından dikkat çekilen tehlikelerin, bu uyarının yapıldığı dönemi takip eden yıllarda daha da arttığı, kapitalizmin kalıntılarının canlandırılması çabasıyla yetinmeyen emperyalistlerin, SB’ye fiili saldırıya geçerek işi bitirmeye çalıştıkları bilinen bir gerçektir.
Lenin de sınıfların ortadan kalkmasına uzun ve zorlu mücadelelerin gerektirdiğini belirtiyor ve kalıntılara dikkat çekerken şöyle yazıyordu:
“Bu çok uzun süreli bir görevdir. Başarılması için güçlerin gelişmesinde çok büyük bir adım atmamız, küçük çaplı üretimin çok sayıdaki kalıntılarının direncini kırmamız (genellikle pasiftir, kısmen inatçıdır ve kırılması zordur.) bu kalıntılarla bağlantılı olan muazzam alışkanlık ve ataletin üstesinden gelmemiz gerekmektedir.”
Sovyet partisinin saflarına, bazı örgütlerin uyanık ve sorumlu davranmamaları sonucu yabancı unsurlar sızabilmişti. Sınıf düşmanları bu durumdan yararlanarak ellerine geçirdikleri parti kartlarını casusluk, yıkıcılık vb. gibi faaliyetlerinde maske olarak kullanabiliyordu. Parti örgütlerinde birçok yöneticinin yeni üye kaydı ve parti kartlarının verilmesinde sorumlu davranmadıkları, bu işe gereken önemi vermedikleri tespit edilmişti. Partiye üye kaydı, bu tür yöneticiler tarafından, denenmemiş ve güvenilir olup olmadıkları bilinmeyen üyelere terkedilmişti. Bu aynı duyarsızlık, parti örgütleri ve işletme yöneticiliği organlarında” yozlaşma ve bürokratizmi de besliyor ve sonraki yıllar için de tehlike olma özelliği taşıyordu.
Partinin bu ciddi tehlikeden kurtarılması, parti saflarının temizlenip sağlamlaştırılması, sosyalist inşaya karşı sabotajların etkisiz kılınması için partide yeni bir seferberlik ilan edildi. 1936’da konuya ilişkin MK kararında şöyle deniyordu. “Bolşevik uyanıklığı en yüksek dereceye çıkarmak, Leninist partinin bayrağını yüksekte tutmak ve parti saflarını, yabancı, düşman ve tesadüfî unsurların sızmasına karşı korumak her parti örgütünün görevidir.”
Aynı yıllarda ülkenin ekonomik-kültürel yapısında büyük iyileşme sağlanmıştı. Kapitalist unsurlar esas olarak tasfiye edilmiş, iktisadi hayatın tüm alanlarında sosyalist sistem egemen kılınmıştı. Güçlü bir sosyalist sanayi yaratılmıştı. Modern makinelerle donatılmış ve dünyada en büyük tarımsal üretimin yapıldığı kolektif çiftliklerin ve Sovyet çiftlikleri biçimindeki sosyalist çiftlik, tarımda egemen hale gelmişti. Kulaklar sınıf olarak tasfiye edilmiş ülkenin iktisadi yaşamında önemli bir rol oynayan küçük köylüler kolektif kooperatif çiftliklerinde bir araya getirilmişti. Üretim araçları üzerinde kamu mülkiyeti sağlanmış ve insanın insanı sömürmesinin maddi temeli esas olarak ortadan kaldırılmıştı. Sosyalizmin inşası sürecinde sömürücü unsurlar, “kapitalistler, vurguncular, tüccarlar ve kulaklar” tasfiye edilmişti. Ancak bu, tehlikenin bittiği anlamına gelmiyordu. Sömürücü sınıfların kalıntıları hala varlığını sürdürüyordu ve bu durum, “eski cennetin geri getirilmesi” çabalarına maddi zemin sağlıyordu. Siyasal ve ekonomik alanda, parti’de ve işletme yönetimlerinde ortaya çıkabilecek yozlaşmalar kazanılan mevzilerin kaybedilmesi tehlikesini yok etmiyordu. İkinci Dünya Savaşı koşulları, üretici güçlerdeki gelişmeyi ve inşa faaliyetini olumsuz etkiledi. Partideki sorunlar, savaş sonrasında, savaş koşullarının da etkisiyle daha da ağırlaştı. 1952’deki 19. Parti Kongresi bu sorunlara değindi. Stalin tarafından hazırlanan raporda, bürokratik bozulmaya, fırsatçılık ve bozgunculuk eğilimlerinin güçlenmesine dikkat çekildi. Partideki bozulma, proletarya diktatörlüğü uygulamasında ve sosyalist ekonominin inşasında tahrip edici bir rol oynayacaktı ve buna karşı mücadele edilmeliydi. Stalin bu mücadeleyi başlattı, ancak sonuçlandırmaya ömrü yetmedi. Ayrıca parti ve devlet organlarında kazanılan başarıların abartılması ve bunun yol açacağı rehavete kapılma tehlikesi de yozlaşma ve bürokratlaşma eğilimlerinin güçlendiğini belirtiyor ve buna karşı mücadele çağrısı yapıyordu
KAPİTALİZMİN KRİZİ VE DIŞ MÜDAHALE
Kapitalizmin krizi yeni bir savaşın koşullarının hızla olgunlaşmasına yol açtı. 1932’de Japon emperyalistleri, Avrupa ve Amerika’nın iktisadi zorluklarını da değerlendirerek, Çin’i ele geçirmek amacıyla birliklerini Mançurya’ya çıkardılar. Japonlar Milliyetler Cemiyetinden çekilerek Çin’i ezmeyi ve Sovyetler Birliği’ne saldırmayı hedefliyorlardı. İktisadi kriz, Almanya’da da huzursuzlukları arttırdı. Alman sermayesi, gelişen işçi ve komünist hareketi bastırmak için, faşistlerin iktidara gelmesini zorunlu görüyordu. 1933’de Hitler iktidara geldi. İçte işçi sınıfı ve halka karşı azgın faşist saldırı kampanyası başlatılırken, dışa karşı Avrupa’da sınırların zorla değiştirilmesini sağlamak amacıyla savaş hazırlıkları hızlandırıldı. Kriz devrevi özellikler taşımakla birlikte, esas olarak derinleşti. Krizin uluslararası özelliği, emperyalistler arası çelişkileri de keskinleştiriyordu. Saldırgan emperyalist devletler, zayıf ülkeleri işgal edip sömürerek krizi atlatmayı denediler. 1935’te İtalya Habeşistan’a saldırdı. Bu, aynı zamanda, İngiltere’ye karşı başvurulmuş bir hareketti. Almanya tek yanlı olarak Versay Anlaşması’nı geçersiz saydı ve 1936’da İtalya ile birlikte, İspanyol faşistlerini desteklemek üzere İspanya’ya saldırıya geçti. 1938 başında Alman faşistleri Avusturya’yı işgal ettiler. Almanya ve İtalya; Asya ve Afrika’da, İngiltere ve Fransa’nın etki alanlarını daraltmak ve onların aleyhine mevzi kazanmak istiyorlardı. 1937’de Japonlar, Pekin’i işgal ederek Şanghay’a kadar ilerlediler. Savaş, bir anda, 500 milyon insanı içine çekerek yaygınlaştı ve bir dünya savaşına dönüştü. “Demokratik” devletler denen ABD, İngiltere ve Fransa önce bir bekleme tutumuna girdiler. Amaçları, faşist saldırganları sosyalist Sovyetler Birliği üzerine salmaktı.
Avrupa’da işçi hareketini ve Asya’da milli kurtuluş hareketlerini ezmek için, faşist saldırılarını genişlettiler.
Bu gelişmeler, sosyalist Sovyetler Birliği’ne yönelik emperyalist saldırı ve işgalin planlandığını gösteriyordu. Sosyalist anavatanı ayakta tutmak ve emperyalistlerin saldırılarını püskürtmek için, diplomatik, politik çabalar yoğunlaştırıldı. Yanı sıra ülkenin korunması ve savunulması için ordu ve donanmanın savaş gücünün arttırılması çalışmalarına girişildi. Fransa, Çekoslovakya, Moğolistan gibi ülkelerde karşılıklı yardımlaşma ve saldırmazlık anlaşmaları imzalandı.
1939’da, savaş, dünyanın çok geniş bölgelerine yayıldı. Avrupa ve Asya, savaşın şiddetlendiği alanlardı. Emperyalistler, fırsatı yakalamışken sosyalizme son vermeyi ve SB topraklarını tekrar kapitalist pazara katmayı amaçlıyorlardı. Bu planların boşa çıkarılması ve savaşın engellenmesi için barış politikasını uygulayan Sovyet devleti, emperyalistlerin yağma savaşına karşı hazırlıksız yakalanmamak amacıyla, savunma tedbirlerini hızla arttırdı. Amerika ve İngiliz-Fransız emperyalistlerinin, Alman faşistlerini, Sovyetler ülkesi üzerine sürme politikasını boşa çıkarmak amacıyla ve zaman kazanmak için Almanya ile bir saldırmazlık anlaşması imzalandı. Stalin, Hitler’in bu anlaşmayı çiğneyeceğini biliyor ve ona göre ülkeyi hazırlıyordu.
SSCB’de sosyalizmin başarıları “sermayeye karşı mücadelelerinde tüm ülkelerin işçilerinin devrimci mevzilerini” güçlendirirken, uluslararası •burjuvazinin ve sermayenin gücünü darbeliyordu. Bu bakımdan, sosyalist SB’ni, bu muazzam devrim üssünü ortadan kaldırmak, uluslararası burjuvazinin başta gelen amacıydı.
1941’de Alman orduları Sovyetler Birliği’ne saldırıya geçtiler. Emperyalistler-arası savaşın özelliği değişti ve S. Birliği ve dünya halkları için, faşist saldırganlık savaşına dönüştü. Sosyalist anayurdun savunulması ve sosyalizmin yaşatılması birincil önem kazandı. Sovyet proletaryası ve halkları, Stalin’in ve partinin önderliğinde, emperyalist işgale karşı büyük yurtsever savaşı başlattılar. Milyonlarca Sovyet işçi ve emekçisi, partinin yüz binlerce üyesi bu savaşta şehit düştüler. Sovyetler Birliği proletaryası ve emekçilerinin büyük fedakârlıklarıyla faşist saldırganlar püskürtüldü ve Almanya’ya kadar kovalandı. Sosyalizm ülkesi ayakta kalmayı, büyük acılar pahasına da olsa başarmıştı. Ne ki savaş, sosyalist inşa faaliyetini ve sosyalist ekonomiyi darbeleyen bir şeydi. Ülke kaynaklarının önemli bir bölümünün savunma sanayi alanına çekilmesine yol açan, işçi ve köylü kitlelerinin yönetim aygıtında yer alması çabasını geciktiren ciddi bir etkendi. İkinci Dünya Savaşı’nın sosyalizmin inşasına verdiği zararın boyutları sonradan daha iyi anlaşılacaktı. “Kapitalizmin restorasyonu rüyası”nı görenler, savaş koşullarından yararlanarak, sosyalizmin tasfiyesi faaliyetini yoğunlaştırdılar: Sonradan gerçekleşen restorasyon, biraz da bu süreçte ortaya çıkan olgular üzerinde yükseldi. “Sovyet iktidarının en büyük düşmanı” rolünü oynayan ve gizlice faaliyet sürdürenler, Sovyet partisini ele geçirme olanaklarını elde edebildiler. Bu bakımdan kapitalizmin restorasyonu sorununu savaştan bağımsız ele almak doğru olmayacaktır.
Savaş ve anavatanı savunma görevinin öne çıkması sosyalist inşa faaliyetini baltalayan, zayıflatan ve fırsat kollayan düşman unsurların faaliyetlerinin olanaklarını genişleten bir rol oynadı. Gizlenmiş unsurlar ve sömürücü sınıf kalıntıları başlarını kaldırdılar. Parti saflarındaki bozulma güç kazandı. Ekonominin ve işletmelerin yönetimindeki- unsurların saflarında bürokratik bozulma ve yozlaşma eğilimleri gelişme olanağı buldu. Partiye sızma ve içten ele geçirme çabaları arttı. Sosyalizm için her zaman gerçek bir tehlike olan emperyalist kapitalizmin, kapitalizmin restorasyonu için doğrudan askeri müdahale olanağı bulmuş olması, içerdeki sınıf düşmanlarını da cesaretlendirdi ve hiçbir zaman vazgeçmedikleri ‘yeniden iktidar olma’ emellerine kavuşmak için faaliyetlerini arttırmalarını mümkün hale getirdi.
Kapitalizmin restorasyonu, bir anlık bir darbeyle değil, tüm bu süreçte yaşanan sınıf mücadeleleri sonucu, bir süreç içinde mümkün hale geldi, gerçekleşti.
Sovyetler Birliği, savaştan büyük kayıplar pahasına zaferle çıktı. Savaş, dünya dengelerinin değişmesine yol açtı. Balkanlar’da, Doğu-Avrupa ve Asya’da yeni devrim ocakları ortaya çıktı. Emperyalizmin pazar alanı daraldı. Sosyalizmin prestiji giderek arttı. Sovyetler Birliği’nin büyük yurtsever anti-faşist savaşla, Hitler’ci faşist işgalcileri ininde boğması, dünya halklarının saflarında sosyalizme güveni pekiştirdi. Arnavutluk, Doğu Almanya ve Çin’de halk demokrasisi devletleri kuruldu. Bulgaristan, Macaristan, Çekoslovakya, Polonya ve Romanya gibi ülkeler, emperyalist kapitalizmden koparak, merkezinde sosyalist Sovyetler Birliği’nin yer aldığı devrim cephesine katıldılar. (1) Proletaryanın ve ezilen halkların mücadelesi yükseliş içine girdi. Sosyalizm ve sosyalist SB’nin dünya proletaryası ve halkları üzerinde büyük bir prestiji vardı. Dünya topraklarının 5/1’i emperyalist kapitalizmden kopmuştu. Anti-emperyalist kurtuluş hareketleri, Sovyetler Birliği’nin şahsında sosyalizmin desteğine sahiptiler.
Emperyalist burjuvazi, oluşan yeni güçler dengesini değerlendirdi ve yeni taktikler geliştirdi. Savaş, emperyalistlere, sosyalizme karşı mücadelenin kapsamını genişletmeleri gerektiğini gösterdi. Emperyalist cephede ABD, en güçlü mali, ekonomik ve askeri güç olarak öne çıktı. İkinci savaşın çıkmasında, emperyalizmin en saldırgan kıtalar olarak rol oynayan Alman faşistleri ve müttefiklerinin yenilmesi, ABD’nin kapitalizmin patronu olarak öne çıkmasını ve bu ülkeler üzerinde de baskı kurmasını sağladı.
ABD burjuvazisinin etkin rolüyle emperyalizm, sosyalizme karşı çok yönlü bir saldın dalgasını başlattı. Sosyalizmin Avrupa ve Amerika proletaryası üzerindeki etkisini kırmak ve yeni devrimleri engellemek için çok yönlü taktikler geliştirdi. Proletaryayı aldatma, işçi aristokrasisini daha etkin kullanma, sosyal devlet demagojisini geliştirme ve yeni sömürgeci politikanın uygulanması bu kapsamdaydı. Sosyal güvenlik önlemleri ve sendikal haklar alanında iyileştirmelere gidildi. Bilim ve teknikte kaydedilen gelişmeler, yeni teknolojik buluşlar, proletaryanın mücadelesine karşı devreye kondu.
Emperyalist burjuvazinin, sosyalizmle, proletarya ve halkların mücadelesine karşı çok yönlü yeni saldırı taktikleri geliştirdiği ve sosyalizmin yeni sorunlarının Sovyet partisi ve devleti bünyesinde tartışıldığı bir dönemde, Stalin öldü.
Stalin, baştan beri Bolşevik-Marksist çizginin kararlı savunucusu ve uygulayıcısıydı. Ölümünden önce, 19. Parti Kongresi’nde, partide ve devlet aygıtındaki bürokratik bozulmaya, ikbal avcılığı yapanlara ve anti-sosyalist anlayışlara dikkat çekmişti. Ölümüyle birlikte, onun daha önce bir tehlike saydığı ve öldürücü darbe vurmaya fırsat bulamadığı ya da vuramadığı, parti ve işletmelerdeki bürokrat unsurlar rahat hareket etme olanağı buldular.
REVİZYONİST KARŞIDEVRİM VE KAPİTALİZMLE BÜTÜNLEŞME
Krusçev’in başını çektiği bir darbeyle parti yönetimi Stalin ve Lenin çizgisini savunanlardan temizlendi. Ekonomide ve politikada, hızla burjuva-kapitalist çizgiye kayış ve yeni bürokrat tabakanın egemenliğini tesis için Krusçevliler kolları sıvadılar. Marksist söylemi kullanmayı elden bırakmayan, sosyalist birikimin üzerine basarak, bir yandan Leninist devlet, devrim ve proletarya diktatörlüğü teorisinin tahrifatına girişirken, öte yandan parti bürokrasisi ve işletme yöneticilerinin maddi gelir elde etmesini ve palazlanmasını sağlayacak yeni teşvik ve bölüşüm politikası geliştirdiler. Partiyi, proletaryanın devrimci sınıf partisi, devleti, proletaryanın devrimci diktatörlüğü olmaktan çıkararak, sözde, çelişkilerin olmadığı demagojisiyle “tüm halkın partisi”, “tüm halkın devleti”ne dönüştürdüler! Yeni revizyonist bürokrat burjuvazinin parti ve devlet yönetimini garantilemesinin tüm tedbirlerini aldılar. Bir yandan Lenin ve Stalin’in izleyicilerini temizlemeye ve katletmeye girişirken, öte yandan “Liberman reformları” olarak bilinen reformlarla, kapitalizmi güçlendirmenin yeni yöntemlerini uygulamaya soktular. Mülkiyet, “devlet tekeli” görünümü altında bürokrasinin elindeydi. Üretimin bölüşümünde bürokratik kast lehine bir uygulamaya geçildi. İşletmelerin merkezi plan dışında kâr amaçlı özel planlar yapması ve kârın işletme yöneticilerinin hiyerarşik konumuna göre bölüşümü, burjuva unsurların parti ve işletmelerde güçlenmesine. Yol açtı. Yapılanların “sosyalizmi güçlendirme gereği” olarak reklâm edilmesi, proletaryanın aldatılmasını sağladı.
Sosyalist Sovyetler Birliği bir süreç içinde kapitalizmin restore edildiği sosyal-emperyalist bir ülke haline getirildi. Artık, kapitalizm kampıyla kavga, sosyalizm-kapitalizm mücadelesi olmaktan çıkmış, nitelik değiştirerek, pazarların ve hammadde kaynaklarının ele geçirilmesi ve denetlenmesine yönelik, kapitalistler arası kavgaya dönüşmüştü. Yeni Sovyet burjuvazisi, sosyalizmin prestijinden yararlanıyor, sosyalist biçimleri ve Marksist terminolojiyi kullanarak, halkları aldatma imkânı bulabiliyordu. Bu durum, onun, halk demokrasili ülkeler üzerindeki etkisinin sürmesini sağlıyor, bu ülkenin ekonomileri modern revizyonistler tarafından sömürülüyordu. Yine “sosyalist olma” görüntüsü anti-emperyalist halk devrimlerinin ve ulusal kurtuluş mücadelelerinin, modem revizyonistler tarafından hegemonya mücadelesinin araçlarına dönüştürülmesine yol açıyordu. Afrika’da ve Latin Amerika ülkelerinde gelişen anti-sömürgeci mücadeleler, Vietnam, Kamboçya, Nikaragua,-Mozambik vb. ülke halklarının kurtuluş mücadeleleri karşısında revizyonist-bürokrat burjuvazi hep aynı görüntüden yararlandı. Ezilen halkların köleleştirilmesi kavgasına sosyal-emperyalistler de katıldılar. Çekoslovakya ve Afganistan işgalleri böyle gelişti.
İktidarı alan yeni burjuvazi, ülke ekonomisini, kapitalist rekabet gereği militarize etti. Tüm yatırımlar, silah sanayisine yöneltildi. Eskimiş makina, fabrika ve tekniğin yenilenmesi yoluna gidilmedi. Tarımda ve sanayide, Stalin döneminde, sağlanan ilerlemeler durduruldu ve o dönemin birikimi hoyratça harcanmaya başlandı. Bu durum ve kapitalizmin gelişmesi yeni bunalımları da birlikte getirdi.
Bunalım, kapitalistleşmenin hızıyla paralel derinlik kazandı. Dışarıda tekeller-arası rekabete katılma gündeme gelirken, içeride işsizlik ve hayat pahalılığı arttı, yatırımlar durma noktasına geldi, milliyetçi duygular gelişti ve ulusal çatışmalar boy verdi. Kruşçev ve Brejnev’in yolunda ilerleyen Gorbaçov’un emperyalizme açık entegrasyonu savunarak, sosyalist biçimleri ve Marksist söylemi tümüyle terk etmesiyle Stalin aleyhtarlığının, gerçekte Marksizm ve sosyalizm düşmanlığı olduğu daha açık olarak, bizzat Gorbaçov’cu revizyonistlerin ağzından dile getirildi.
Yaklaşık 30 yıldır kapitalizm ve burjuvazinin boy verdiği ve egemen olduğu bir ülkede meydana gelen bugünkü olayları, tarihi çarpıtarak sosyalizme mal etmeye çalışanlar, baştan beri anlattığımız süreçleri ve gelişmeleri görmezden gelerek, kapitalizmin ve burjuvazinin suçlarını, kapitalizmden kaynaklanan işsizliği, yaşam pahalılığını, fiyat artışını, ulusal çatışmaları sosyalizme fatura etmektedirler.
Sosyalizmin, proletaryanın yeni devrimci dalgalarıyla desteklenmemesi ve iktidarda olduğu bu ülkelerde, iktidarın korunamaması vb. nedenlerle yenilgiye (ki bu geçicidir) uğraması sonucu oluşan koşullarda, yenilginin ruh haliyle, burjuvazinin anti-sosyalist gerici kampanyasına güç verme anlamına gelen bu tutum, devrimci ve Marksist değildir. Tutumun temelinde, gelişmelerin, tarihsel süreçlerin ve olguların yanlış tahlilinden kaynaklanan, devrime, proletaryanın devrimci sınıf niteliğime ve sosyalizmin zaferine inancın yitirilmesi yatmaktadır.
Şimdi; tüm tarihsel dönemlerde olduğundan daha güçlü bir anti-sosyalist, anti-Marksist saldırı kampanyası karşısında, bulunuyoruz. Şimdi, kitlelere sınıf işbirliğinin, dine ve milliyetçiliğe sarılmanın önerildiği, burjuva felsefi-ideolojik görüşlerin egemen kılınmak istendiği bir dönemde yaşıyoruz.
Ama bu geçici bir evredir. Kapitalist dünya, çelişkileriyle parçalanmıştır. Ortadoğu, Kafkasya, Balkanlar, Latin Amerika kaynamaktadır. Avrupa proletaryasının huzursuzlukları artmaktadır. Yeni devrimler kaçınılmazdır. Proletarya kazanacaktır.
Her fırsatta kapitalizme övgü düzüp, sosyalizme küfredenlerin, kapitalizmin ebediliği rüyası, bir karabasan gibi onları boğacaktır. Toplumsal gelişmenin yönü sosyalizmedir ve bu engellenemez.
Eylül 1992
DİPNOT:
(1) Anti-sosyalist kampanya sürdürenler, bilinçli bir tarzda, Doğu Avrupa ülkelerindeki gelişmeleri SB ile aynı göstermeye çalışırlar. Bu ülkelerde sosyalizme geçişin olup olmadığı onları ilgilendirmediği gibi, kasıtlı olarak, bu ülkelerde devrimin başlangıcını, dolayısıyla da “sosyalizmin inşasını” Sovyetler Birliği’nde devrimin zaferi ve inşa faaliyetiyle birlikte başlattılar, böyle bir imaj yarattılar. Örneğin Doğu Almanya, İkinci Dünya Savaşı sonrasında Almanya’dan ayrılmasına ve revizyonistlerin ihanetiyle çok kısa bir süre sonra, (1956 Sovyet partisinin 20. kongresiyle yönetimi gasp eden Kruşçevciler, SB’nin prestiji ve etkisini kullanarak, halk demokrasili ülkeleri etkileri altına aldılar ve onların partilerini kendi yollarını izlemeye zorladılar. Arnavutluk ve Çin buna farklı açılardan direnirken, ötekiler boyun eğdiler) süreç kesintiye uğrar ve bu ülke, revizyonizmin yoluna girmişken, bunu gizleyen ve “sosyalizmin geriliği’ni bu ülkeyi Batı Almanya ile karşılaştırarak ispatlamaya çalışanlar hiç az değildir. Bunlardan biri de HEP Genel Sekreter yardımcısı Kemal Okutan’dır. Okutan, 6 Temmuz tarihli “Özgür Gündem” gazetesinde yayınlanan yazısında, Almanya yolculuğu sırasında “2 saatlik boş bir zaman’da, iki Almanya’yı karşılaştırma imkanı bulduğunu söylüyor ve “sosyalizmin ilkellik” olmadığı demagojisiyle, sosyalist dediği Doğu Almanya’nın geriliğinden hareketle, sosyalizmin kapitalizme göre geri olduğu sonucuna varıyor.
Kemal Okutan, bu yazısında, halklara, proletaryaya ve sosyalizme karşı sorumluluk duymayan bir kişinin hafif davranışını sergilerken, sosyalizme duyduğa öfkenin gerçek nedenini de ortaya koyuyor: “Evet! kendilerini dünya sosyalizminin öncüleri sayanlar, dünyanın en mazlum halklarından, Kürtlerden hiç bahsetmemişler. Maşallah ne sosyalizm?” diyor. Kemal Okutan kendisi gibi düşünenlerin düşüncelerine tercüman oluyor ve sosyalizmden öç alma yolunu seçiyor. “2 saatlik boş zaman”da gördüklerine ve konuştuğu doğru “bir proleter”in söylediklerine dayanarak, “Ortadoğu’nun kalbi Ali Fırat”ın (!) “gerçekçi perspektifi”nin doğrulandığı (!) sonucuna varıyor ve fetvayı veriyor:
“Reel sosyalizm her yönüyle çürümüştü ve yıkıldı. Yıkılması gerekirdi.” Almanya’nın Batı’sı ve Doğu’sunu gezerken, “iki saatlik boş zamanda”, “gerçekleri yerinde inceleme fırsatı” bulduğunu söyleyen bu kişi, Doğu Almanya’da sosyalizmin ne zaman ve nasıl kurulduğu gibi bir sorunu bir yana itiyor, burjuvazinin anti-sosyalist söylemine sarılarak, Doğu’nun geriliğini, sosyalizmin geriliği olarak gösteriyor ve “sosyalizmin yıkılması gerektiği” fetvasını veriyor.
Hayır bay Okutan! Çöken ve çürüyen sosyalizm değil, kapitalizm idi. Doğu Almanya’da sosyalizm zaten olmadı. Gördüğün “yıkık-dökük proleter evleri, plakaları parçalanmış iki kişilik arabalar, bozuk yollar vs.” de kapitalizmin çirkefliğinin ürünleridir. “Gördüklerimiz reel sosyalizmin geriliğini ve ilkelliğini tüm çıplaklığıyla ortaya koyuyordu. Duvarın iki yanını kıyaslayarak” diyorsun. Kapitalizm savunucusu bir kişinin daha farklı konuşması beklenemezdi ama yine de mümkündür.
Bay Okutan’ın, “gerçekçi perspektifin, hiç değilse dürüst olmayı ve olguları esas almayı, her bir süreci kendi koşullarıyla değerlendirmeyi gerektirdiğini bilmesi gerekir. Eğer bir kıyaslama kapitalizm ile sosyalizm arasında yapılacaksa, neden sosyalizmin inşa edildiği -ki tümüyle harap olmuş bir alt yapı üzerinde gerçekleştirildi- 1930’ların, ‘40’ların, ‘50’lerin Sovyetler Birliği ölçü alınmıyor.
Belki de bu, Marksizm ve sosyalizme ‘Kürt sorunu’ yüzünden duyulan öfke nedeniydiler.