Ermenistan-Kürdistan Hattında Türkiye

Ermenistan ile Azerbaycan arasında, Karabağ ekseninde başlayan çatışmalar, yalnızca bölgeye özgü olmaktan çıkarak, hem Türkiye’nin yüklü iç ve dış politika gündeminde ağırlıklı bir yer tuttu, hem de çok yönlü uluslararası ilişkileri yakından ilgilendiren siyasal, diplomatik ve ekonomik özellikleriyle bir dünya sorunu halini aldı. Türkiye’nin iç ve dış politik gündeminin karakteristikleri kuşkusuz yalnızca Ermenistan ve Kürdistan kavramlarına indirgenemez. Ancak güncel gelişmeler, şu anda bu iki faktörün birbiriyle ilişkilendiği özel bir tablo ortaya çıkarmış bulunuyor. Türkiye’nin şubat ve mart aylarındaki gündemi Ermenistan ve Kürdistan çizgisinde belirlendi. Bu yazımızda Karabağ krizinin Türkiye’yi ilgilendiren yönleri üzerinde duracağız.

BURJUVA MUHALEFETİN AZERBAYCAN “POLİTİKASI”!

Karabağ’daki Ermeni milislerin Azeri halka saldırısı, Türkiye’de değişik tepkiler yarattı. Burjuvazinin politik aygıtları, iç politikanın , ihtiyaçlarıyla diplomasinin gerilimli bağlantıları arasındaki dengeyi zorlayan bu olay karşısında, genel, uzun vadeli planlarla, özel propaganda nemalarının birbirine geçtiği bir özellik gösteren tavırlar geliştirdiler.
Türkiye kamuoyunun başlıca odakları, Azerbaycan’la olan tarihsel, kültürel, ulusal bağları öne çıkaran ve diğer yandan Ermenistan’a karşı yerleşik önyargıları temel alan bir yaklaşımı yerleştirmeye gayret gösterirken, devlet ve hükümet düzeyinde, “soğukkanlı”, “barışçı”, “uluslararası dengeleri ve ilişkileri gözeten” bir tutum tercih ediliyordu.
Bu farklılık, özellikle sağ basının kahramanlık ve zavallılık temalarının bir arada kullanıldığı kışkırtıcı yayınında ve hükümeti hedefe koyan bir muhalefet hareketi yaratılmasına yönelik çabalarında somuttandı.
Milliyetçi ve dinsel renklerin hâkim olduğu sağcı basın yayın organlarında, hemen her gün en geniş alanların Azeri-Ermeni çatışmasına ayrılmasına rağmen, konuya ilişkin hiç bir esaslı analiz yapılmadı ve sorun, çoğu kere yalana, tahrifata ve demagojiye dayanan bir üslupla, doğrudan doğruya Kürt sorunu’ ile ilişkilendirilerek ele alındı.
Örneğin, Azerbaycan’da Ermeni milislerin giriştiği eylemlerde çok sayıda insanın öldüğü günlerde, “Yeni Düşünce” adlı faşist gazete, PKK ile Ermeniler arasındaki ilişkiyi “ifşa eden” haberler yayınlıyordu: “Güneydoğuda faaliyet gösteren bölücü terör örgütü PKK’nın Ermenilere taşeronluk yaptığı öğrenildi. PKK’nın davasının aslında “Kürt Davası” olmadığı, bölgede bir Ermeni devleti kurulması için Ermenilerin direktifiyle faaliyet gösterdiği belirlendi. Abdullah Öcalan’ın aslında kukla birisi olduğu ve olayların arkasında Samurcuyan isimli bir Emeninin bulunduğu öğrenildi. PKK’ya silah ve para yardımının önemli ölçüde Avrupa ve – ABD’deki Ermeniler tarafından yapıldığı tespit edildi.”  Bu sözde haberdeki bütün o kesin ifadelere rağmen, haberin en küçük bir doğruluk değeri taşımadığını, en sıradan bir göz bile fark edebilirdi. “Belirlendi”, “tespit edildi”, “öğrenildi” kelimelerinin hiçbirinin kaynağı, hiçbirinin karşılığı olmadığı açıktı. Buna rağmen, Ermeni ve Kürt kelimelerinin bir arada geçmesi, Azerbaycan konusunun kamuoyundaki sıcaklığının, şovenizmin çeşitli atraksiyonları için bir kalkış noktası oluşturabileceği hesabını açığa vuruyordu. Hesap, faşist yayın organlarının ve yazarların yönelimlerini belirlemek bakımından “doğru çıktı”; bu düzmece haber, kimi faşist köşe yazarlarınca “kaynak” gösterilerek üzerinde yorumlar yapıldı. Faşist propaganda için Azerbaycan, Kürdistan’la Ermenistan’ı birleştiren bir katalizör rolü üstlenmişti. “Ermeni vahşeti” üzerine dökülen bütün gözyaşları, Kürt hareketine karşı bir saldırı ya da çarpıtma ile birleştiriliyordu. Böylece, faşist basının asıl derdinin “Azerbaycanlı din kardeşlerimiz” olmayıp, ayaklanmaya yönelen Kürt halkı olduğu görüldü. Bütün amaç, şovenizmin yükseltilmesi için Azerbaycan’ın araç olarak kullanılmasından ibaretti.
Ermenistan söz konusu olunca, aynı çevrelerin üstünde birleştiği bir diğer ana tema, “Ermenistan’ın Kafkasya’da yeni bir İsrail haline getirilmek istendiği” idi. “Yeni İsrail” kavramının içi hiç bir zaman doldurulmaksızın,  Ermenistan’ın dinsel özelliklerinin çıkış noktasına konulduğu bir dinsel ajitasyon yaygın olarak yapıldı. Bu sözde analize göre, İsrail, Asya ve Afrika Müslümanlarının birleşmesini önlemek üzere, Hıristiyan âlemi tarafından bölgede yaratılmış bir şeytan devletiydi; şimdi de Orta Asya ve Kafkasya Türkleriyle, Türkiye’nin birleşmesini önlemek için, Ermenistan devreye sokulmak isteniyordu. “Türkiye” gazetesindeki köşesinde M. Necati Özfatura, bu “derin” fikri şöyle dile getiriyordu: “ABD’nin, Orta Asya Türk Cumhuriyetlerine Türkiye yoluyla sızmak ve burada yeni filizlenen İslami yayılışı “Laiklik” maskesi altında kökünden kurutmak,  en azından Şiilik, vahabilik gibi ehli sünnet dışı inançlara kanalize etmek, Bush’un Yeni Dünya Düzeni’nin ilk sıralarında yer alan hedefleridir. Nil’den Fırat’a Büyük İsrail ile GAP’ı Dicle,  Fırat sularını ve Kuzey Irak ile Güneydoğu Anadolu’daki petrol rezervlerini bölücüler yoluyla Siyonizm emrine tahsis etmek ise “Yeni Dünya Düzeni”nin bir numaralı hedefidir.” Bu bağlamda, TC’nin devlet ve hükümet düzeyindeki politikası, eleştiriyi yöneltenin politik tercihine göre, bazen SHP’nin etkisinde kalan Demirel’in bir gafleti olarak, bazen de zaten hiçbir zaman iflah olmayacak olan “batılılarla birleşmeyi amaçlayan laisizm yanlılarının ihaneti” olarak tanımlandı.
Genel olarak bakıldığında, faşist “muhalefet” odaklarının Karabağ olayını, kitle tabanını genişletmek, taraftarlarındaki şövenist duyguları bilemek ve bütün bunların sonucunu, Kürt ulusal kurtuluş mücadelesi üzerine seferber etmek için kullandığı görülüyor. Karabağ olaylarının ardında yatan gerçek nedenler, Azerbaycan ve Ermenistan halkının gerçek düşmanları hakkında en küçük bir gerçek kırıntısına rastlanmayan bu yorumlar, yalnızca ağır duygusal sömürü tonlarıyla, kahramanlık edebiyatıyla ve yoğun milliyetçi düşmanlıklarla dikkat çekiyordu.
Bu arada, dinsel gerici politik akımları zor durumda bırakan olaylardan biri, Ermenistan’ın İran’la ilişkileri oldu. İran, Ermenistan’ı ilk tanıyan devletlerden biri olmakla kalmamıştı; Karabağ sorununda da, Ermenistan’ı tedirgin etmeyen, hatta övgüyle karşılayan bir tutum izliyordu. Bir kısım faşist yazar, “İran’dan ne zaman Türk’e, Türkiye’ye hayır geldi ki?” diye soruyordu. Bu, bir ucundan, Türkiye ile İran arasında, Orta Asya ve Kafkasya üzerinde cereyan eden rekabete de denk düşüyor, böylece de, devlet politikasının kimi özellikleri, bir kez daha, faşist basının kimi tespitleriyle çakışıyordu. Ne var ki, İran Dışişleri Bakanı Ali Ekber Velayeti’nin arabuluculuk girişimleri, Azerbaycan’da, Ermenistan’da karşılandığı kadar sıcak karşılanmadı ve açıklanmayan Karabağ planının Azerbaycan tarafından kabul görmemesi üzerine, İran’ın girişimi sonuçsuz kaldı. Böylece, İran yanlısı grupların sıkıntısı, hiç olmazsa konunun gündemden düşmesiyle, bir ölçüde hafifledi.

KARABAĞ KRİZİNİN ARDINDA YATAN SORU: PARÇALANAN SOVYETLER BİRLİĞİ NASIL PAYLAŞILACAK?

Emperyalist paylaşım mücadelesinin son yıl içinde ortaya çıkan başlıca nesnesi, eski “sosyalist blok”un ülkeleri. Doğu Avrupa’da yaşanan süreçlerde, ABD ve Avrupa, değişik ülkelerin “demokrasiye geçiş süreçlerini kendi hegemonya alanları bakımından değerlendirdiler ve Doğu Avrupa süreci, bu bakımdan şu anda ikinci plana düşmüş bulunuyor. Ancak Sovyetler Birliği’nin parçalanmasının sonuçları henüz netleşmedi. Özellikle, ulusal küçük devletçiklerin kurulma süreçleri ile bunların bağımlılık ilişkileri içinde alacakları yer konusu, diplomasinin ve emperyalist tekellerin uluslararası ilişkiler platformunun gündemine görece yeni geldi.
Karabağ sorunu, paylaşım mücadelesinin değişik boyutlarını göstermesi bakımından ilginç özellikler taşıyor.
Azerbaycan, Hazar Denizi kıyısındaki petrol kaynakları ve üretim tesisleri ile bağımsızlığının ölçüsü ve ilişkilerin tarafı konusunda üzerinde en çok gürültü koparılmaya aday ülke konumunda bulunuyor. (Benzer bir durum, nükleer tesisleri elinde bulunduran Kazakistan için de söz konusudur.) Ancak Azerbaycan, dağılan Sovyet cumhuriyetleri içinde, emperyalist sistemle bütünleşme konusunda en fazla “sorunlu” ülke olarak kaldı. Bu bakımdan, başta ABD olmak üzere tüm batılı emperyalistler, hem Azerbaycan’ın denetlenmesi, hem de İran’ın bölgedeki baskısının kırılması için, Ermenilerin, Karabağ konusundaki saldırgan tutumunu bir fırsat olarak değerlendirdiler. Azerbaycan’ın yumuşak karnı, Karabağ. Karabağ’ın “işleyen bir yara1′ olarak tutulması, Azerbaycan’ın baskı altına alınması için bir araç. Bölgede hegemonya için mücadele eden İran da, aynı olayı, aynı taktikle fakat tersinden kullanmak istiyor. Bu yüzden İran, politikasını, Ermenistan üzerinden geliştirmeye çalıştı. Özgürlük Dünyası’nın 41. sayısındaki yazımızda (Bkz. ‘Yeni Dünya Düzeni”nde Emperyalistler-arası Çelişkiler) , Asya üzerindeki emperyalist hesaplarda Türkiye’nin yeri üzerinde durmuştuk. Bu genel değerlendirme, Azerbaycan söz konusu olduğunda, özellikle önem kazanıyor. ABD ve Batı Avrupa emperyalistleri arasındaki yarışta, Türkiye, ABD’nin yanında yer tutmuştu ve bu tutum, Ermenistan- Azerbaycan ilişkilerinde, Türkiye’nin politikasını “tarafsızlık” olarak belirledi. Türkiye, yalnızca İran’la rekabet bakımından değil, emperyalist çözümün anahtarı olarak rol oynamaya elverişli, kültürel ve siyasal tutumuyla da, bu rolü üstlenmeye hazır olduğunu açıklamış bulunuyor. Bu yüzden, muhalefetteki partilerin ve milliyetçi önyargılarla güdümlenen kamuoyunun baskısına rağmen, TC devlet ve hükümet politikaları, “Karabağ’daki katliamlar” karşısında bile “soğukkanlı” kalmaya devam etti. Belki de, sonradan tevil edilmesine rağmen, hükümetin ve devletin görüş ve duygularını yansıtan, Devlet Bakanı Onur Kumbaracıbaşı’nın şu sözleriydi: “Karabağ, Azerbaycan’ın sorunudur.”
Ermenistan, Türkiye için özel olarak ABD ve Batı Avrupa ilişkileri bakımından önem taşıyor. Fakat aynı zamanda, gelecekte tasarlanan büyük Orta Asya ekonomik ilişkileri bakımından da Ermenistan, Türkiye’nin planlarında işbirliği yapılacak bir ülke olarak yer tutuyor. Buna karşılık, Ermenistan’ın da, geliştirmek istediği kapitalizm bakımından Türkiye’ye ihtiyacı var. Ermenistan, denize kıyısı olmayan bir ülke. En yakın liman kenti, Trabzon. Trabzon-Erzurum üzerinden kurulacak bir karayolu bağlantısı ile Ermenistan ticaretinin büyük bölümünü gerçekleştirebilir. Akdeniz’le olan bağlantısını ise, şu anda bile Mersin limanı aracılığıyla sağlayabiliyor. Ermenistan ile Avrupa arasındaki uçak seferlerinin de, Türkiye hava sahası üzerinden yapılması zorunlu. Bu yılın başlarında, Ermenistan, Türkiye’den resmi olarak, Alican-Markara sınır kapısının açılmasını talep etmişti. Ermenistan’ın hemen hemen tek ihraç kapısı burası.
Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ekonomik faturasını en ağır biçimde üstlenen cumhuriyetlerden birisi olan Ermenistan’ın, ABD ile daha sıkı bir ekonomik bağımlılık aradığı gözleniyor. Türkiye, bu bağımlılığın gerçekleşmesi için coğrafi bakımdan olduğu kadar, siyasi ve ekonomik bakımdan da belirleyici bir önem taşıyor. Türkiye ile Ermenistan, kapitalizmin zincirleriyle, Türkiye’nin Azerbaycan’a “kültürel, tarihsel, milli” bağlarla bağlılığından çok daha sıkı bağlanmış durumda. Ancak bu, geliştirilmek ve tamamlanmak ihtiyacında olan bir ilişki. Şu andaki haliyle, ABD’nin ve Batı Avrupa emperyalizminin planlarının gerçekleştirilmesi için yeterince elverişli olmaktan uzak. Ermenistan, emperyalizmin siyasal ve ekonomik bakımdan Orta Asya’ya açılan kapısı olarak düşünülüyor. Ermenistan, sermaye akışını kolaylaştıran pek çok etken dolayısıyla, Kafkasya’da emperyalizm bakımından öne çıkıyor. Bu anlamda, Ermenistan, Türkiye’nin öteden beri kendisine yakıştırdığı “Doğu ile Batı arasında bir köprü” olma özelliğini kazanacak potansiyellere sahip. Ne var ki, bu potansiyelin pratik bir değer kazanabilmesi için, Türkiye ile Ermenistan arasında, sağlam, kalıcı bir ilişkinin kurulması zorunlu. Geçen ay içinde, politik ve diplomatik ilişkilerin geliştirilmesinin öncesinde, ekonomik ilişkilerin temelinin atılması yolundaki çabalara ağırlık verilmesi, bu yolda ciddi bir planın olmasa bile, kuvvetli bir niyetin bulunduğu izlenimini veriyordu. Amerika’daki Ermeni cemaatinin başkanı Hovnaniyan’ın, Ermenistan Devlet Başkanı Petrosyan’ın talebiyle devreye girerek, Türkiye’de Alarko Holding Yönetim Kurulu Başkanı İshak Alaton’la ilişkiye geçtiği ve Hovnaniyan ile Alaton arasında yapılan görüşmeler sonucunda, Trabzon’da serbest bölge kurulmasını amaçlayan ALPORT AŞ’nin kurulmasına karar verildiği, geçen ayın sonlarında basında açıklandı. Bu tekil gibi görünen ilişki, aslında, Türkiye’nin en büyük tekellerinden biriyle yapılmış bir anlaşma olarak belirleyici bir önem taşıyor. Nitekim bu anlaşma, ilk meyvesini, Ermenistan’a Karabağ’da olayların en sıcak olduğu bir dönemde, Alarko Holding aracılığıyla çeşitli yardım malzemeleri ulaştırılmasıyla birlikte verdi. Diğer yandan, Alport AŞ’nin temel talebi olan sınır kapısının açılması ve serbest bölgenin kurulması, özellikle Karabağ sorunu bu biçimiyle devam ettikçe gerçekleşemeyecek gibi görünüyordu. Ne var ki, Türkiye bakımından diplomatik ilişkilerin kurulması ve resmi düzeyde 1915 soykırımı iddialarından vazgeçilmesi koşuluna bağlanan bu gelişme için, bugün yeni imkânlar sağlanmış” bulunmaktadır. Türk Dışişleri Bakanı’nın 25 Mart’ta Ermenistan yetkilileriyle Avrupa’da gerçekleştirdiği son görüşme, Ermenistan’ın her iki koşulu da yerine getirmeye hazır bulunduğu biçiminde bir izlenimle kapandı. Soykırım iddiası konusunda, Ermenistan, bunun kültürel bir mesele, kamuoyuna yerleşmiş bir inanç olduğunu ve düzeltilmesi için zaman gerektiğini belirterek, daha önce Türkiye ile “önkoşulsuz” görüşme ilkesinden oldukça geri bir adım atmış bulunuyor. Görüşmeler için Türkiye’nin koşullarının kabul edildiği anlaşılıyor.
Azerbaycan ve Karabağ olaylarının yarattığı duygusal hava, Ermenistan’la Türkiye arasındaki ilişkilerin sıcaklaştırmasını zorlaştırırken, Türkiye Kürdistanı’nda meydana gelen olayların kamuoyunu meşgul ettiği bir sırada, Dışişleri Bakanı Hikmet Çetin, Ermenistan ile diplomatik ilişkilerin kurulacağını, Ermenistan’ın toprak bütünlüğünün önemini vurgulayan konuşması sırasında açıkladı. Bu açıklama, şubat ayı sonlarında, Ermenistan Devlet Başkanlığımdan yapılan, Türkiye’nin taleplerinin kabul edilemez nitelikte olduğu yolundaki açıklamayla çelişiyor. Ermenistan, bu koşulların ortadan kaldırılması için ABD’nin Ankara’yı ikna edeceği inanandaydı. Öyle görünüyor ki. ABD, ikna yeteneğini, Türkiye üzerinde değil, Ermenistan yönetimi üzerinde oynamıştır. Böylece Karabağ olaylarının başlangıcından ben, Ermenistan’ın Türkiye hakkındaki “olumlu” yaklaşımı, ilişkileri düzeltmek ve sürekli hale getirmek için harcadığı çabalar, başlangıçta Ermenistan’ın istediği içerikte olmasa da, cevabını bulmuş oldu.
Emperyalizmin, dağılan Sovyetler Birliği üzerindeki hesapları bakımından Türkiye’ye biçtikleri rol, Ermenistan ile Azerbaycan arasındaki gerginlik dolayısıyla tehlikeye düşmüş gibi görünüyordu. Bölgede bir istikrar unsuru ve koçbaşı görevi üstlenmesi beklenen Türkiye’nin böyle bir çatışmada tarafsız kalamayacağı endişeleri, Ermenistan’la girişilen yeni ilişkilerin bu boyutunda artık dağılacağa benziyor. Şimdi, Türkiye sürecin başından beri savunduğu ve gerçekleşmesine katkıda bulunduğu AGİK Prag toplantısının kararlarının uygulanması için ABD’nin de desteğinde daha etkin bir konum kazanabilir. AGİK, Şubat sonunda Prag’daki toplantısının sonunda, Karabağ’ın Azerbaycan’ın parçası olduğunu, tarafların birbirlerinin toprak bütünlüğüne saygı göstermelerini karara bağlamıştı. Aynı karar, taraflara bütün ülkelerce silah ambargosu uygulanmasını, çatışmalar nedeniyle evlerini terk etmek zorunda kalanlara yardım edilmesini ve soruna barışçı bir çözüm bulunması için her türlü çabanın gösterilmesini de kararlaştırmıştı. Karabağ’ın Azerbaycan’ın parçası olduğu gerçeğini vurgulamanın ötesinde -ki bu, dağılan Sovyetler Birliği Anayasası’nın bir hükmü idi- hiç bir siyasi değeri olmayan bu renksiz karar, sonuç itibariyle Türkiye’nin politikasının uluslararası bir platformun politikası olarak ilan edilmesi anlamına geliyordu ki, bu da Türkiye’nin üstlenmek istediği stratejik rol bakımından önemliydi. Bu yüzden, Prag kararları, özellikle Azerbaycan’ın sorunun Birleşmiş Milletler platformuna getirilmesi önerisine, tarafsızlığını olası bir oylama sırasında bozmak zorunda kalacağı düşüncesiyle karşı çıkan Türkiye kadar, Ermenistan’ı da rahatlatan sonuçlar taşıyordu.

ERMENİSTAN’DAN KÜRDİSTAN’A ABD POLİTİKALARI

Türkiye, kendisini iki ucundan sıkıştıran Ermenistan ve Kürdistan sorunlarına, şimdilik, ABD politikaları çerçevesinde bir çözüm bulmuş gibi görünüyor. Irak- Kuveyt bunalımı sırasında, bölgedeki Kürtleri “Saddam’ın zulmünden korumak için” yerleştirildiği ilan edilen Çevik Kuvvet, Türkiye’nin olası imha planları bakımından çelişkili bir konum gösteriyordu. Saddam’a karşı korunan Kürtler, Türkiye’ye karşı korunmayacaklar mıydı? ABD Çevik Kuvveti, bölgedeki misyonunu, gelecekteki bir bağımsız Kürt devletinin olası konumlarını da içeren bir plana göre değerlendiriyordu. Son durumda, Türkiye’nin “bahar taarruzu” adıyla yürürlüğe koyduğu operasyonlar dizisinin, ABD tarafından nasıl karşılanacağı ciddi bir endişe konusu olmuştu. Ancak, S. Demirel’in ABD gezisinden sonra, Türkiye Cumhuriyeti, bu konuda herhangi bir engel kalmadığını açıkça ve rahatlamış bir ifadeyle dile getirdi. ABD, PKK’ya karşı girişilecek her türlü operasyonu destekleyecekti. Çevik Kuvvet’e bağlı helikopterlerin PKK gerillalarına yardım ettiği yolundaki haber ve yorumlar da, bu netliğin sağlanmasından sonra kesildi. Newroz olayları sırasında, ABD’nin tavrı, daha da netlik kazandı; PKK bir terör örgütü olarak açıkça ve bir kez daha mahkûm edilirken, sürdürülen operasyonlar da haklı ve meşru olarak değerlendirildi. Türk Dışişleri Bakanı Hikmet Çetin’in yukarıda değindiğimiz Ermenistan’la diplomatik ilişki kurulacağına ilişkin açıklaması, bu sırada yapıldı ve ister istemez, ABD’nin Ermenistan’la Kürdistan arasında gidip gelen bir pazarlığı yürüttüğü yolundaki izlenimlere güç kazandırdı, Öyle görünüyor ki, Türkiye, Ermenistan karşısındaki tutumunu bu çizgide sürdürdüğü müddetçe, ABD, geçmişteki Kürdistan’la ilgili tehditlerini, en azından durumda önemli değişiklikler olmadıkça, tekrarlamayacak.
Örneğin, “PKK gerillalarına helikopterli yardım” gibi provokatif haberlere, bu çizgide bir aksama olmadıkça bir daha rastlayamayacağız. Bu ilişki, faşist basının propagandasının aksine, Kürt ulusal kurtuluş hareketiyle Ermenistan’ın bugünkü yöneticilerinin çıkarları arasında bir ilişki bulunmadığını gösteriyor. Ermenistan, Kürdistan’a karşı bir koz olarak kullanılıyor ve bu kuşkusuz her iki halkın yakın ve uzak ortak çıkarları bakımından büyük bir tehlike oluşturuyor. Her iki halkın aleyhine olarak, ABD ile TC arasında oluşturulan birlik, aynı zamanda, Türk halkı için de ciddi tehlikeler taşıyor. Bölge halkları arasında onulmaz düşmanlıkların doğmasına, şoven, ırkçı politikaların süreğen özellikler kazanmasına yol açacak olan bu sürecin kırılabilmesinin yolu, birleşik devrimci mücadeleden geçiyor.

Nisan 1992

Yorumlar kapatıldı.

Özgürlük Dünyası 2022

Yukarı ↑