Geçen yıl, Türkiye işçi sınıfının tarihine, adlarını unutulmaz “Ankara Yürüyüşü” ile yazdıran Zonguldak işçileri, bu yıl bir kez daha kendilerini -ama acıyla- yeniden gündeme soktular.
3 Mart’ta Kozlu-İncirharmanı kömür ocağında gece vardiyasının başlamasından dört saat sonra patlayan grizu, resmi açıklamalara göre 120, resmen onaylanmamış açıklamalara göre 300 madencinin ölümüne neden oldu. Ocak kapatıldığı, kurtarma çalışmaları durdurulduğu halde, cesetleri çıkarılmadığı için yeraltında bırakılan işçiler resmen ölü olarak kabul edilmedi ve ailelerin “resmi ölülere verilen devlet tazminatından yararlanamayacakları açıklandı.
Kozlu’nun yiğit işçilerinin, bu kentin Ankara’ya yürüyüşü sırasında Çankaya’ya doğru savurdukları sıkılı yumrukları, şimdi cansız bedenleri Zonguldak SSK Hastanesi’nin üçüncü bodrum katındaki morgun gasil hanesinde yıkanmak ve alelacele ailelerine teslim edilmek üzere bekletilirken, bu kez hiçbir şey ifade etmemek üzere, iki yanlarına sarkmış, kiminin de göğsüne kenetlenmişti. Siz eğer burada durup 1991’in Ocak ayına geriye dönüşler yaşamıyorsanız ve “diri diri gömülmek istemiyoruz, grizuda, göçükte ölmek istemiyoruz” sloganları kulaklarınızda çınlamıyorsa, bu yanlara sarkmış kömür karası eller, bu bele asılmış kazmalar, lastik çizmeler, zimmetli madenci lambaları size flash-back’ler yaptırıp gözünüzün önüne taleplerini haykıran ama yarı yoldan geri döndürülen devasa bir işçi kitlesini getirmiyorsa, gerçekten ifadesizdirler…
Kozlu’daki grizu faciasıyla birlikte patlamanın nedeni, kömür ocaklarının durumu ve işçilerin bundan sonraki yazgılarının ne olacağı konusunda tartışmalar başladı. Ancak politik gündemde önceliklerin sık sık değiştiği ülkemizde öne çıkan diğer güncel sorunların arasında önceliğini ve önemini yitirerek hiç değilse şimdilik bir yana bırakıldı.
Patlamayla ilgili yorumlar Zonguldak işçi sınıfına göre ve Zonguldak’la ilgili tasarıları olan tekelci burjuvazinin temsilcilerine ve onların devletine göre farklılıklar gösteriyordu. Zonguldaklı işçilere göre Kozlu faciasının nedeni ihmaldi; gözleri İncirharmanı kuyusunun giriş kapısında arkadaşlarının cesetlerinin çıkarılmasını beklerlerken “onlar için iki araba daha kömür çıkarmak işçinin hayatından daha önemli” diyorlardı. “Bu yüzden metan gazı oranı yükseldiği halde ocak boşaltılmadı.” Oysa TTK ve devlet sözcüleri olayın doğal bir afet, bir kaza olduğunu söylüyor, başsağlığı diliyorlardı. Çok sıkışınca da öfkeli işçilerin karşısına ihmalden, dolayısıyla kazadan sorumlu olarak mühendisleri ve teknik elemanları çıkarıyorlar, hedef tahtasına bu kesimleri yerleştiriyorlardı.
TTK yetkililerinin kazadan hemen sonra açıkladıkları ve matbu olarak basına dağıttıkları günlük metan gaz ölçümleri, 3 Mart tarihli listede oldukça ilginç bir tablo çiziyordu. Ocakta, kömür çıkarımı sırasında doğal olarak oluşan metan gazının % 1,5’a kadar yükselmesi normaldir. % 2 düzeyi gazın kritik bir düzeye geldiğini gösterir ve bu noktadan itibaren alarm verilmesi ve ocakların boşaltılması gerekir. TTK listelerinde gaz, saat 19:40 dolaylarında işte bu kritik noktaya gelmiş ve patlamanın olduğu 23:03’e kadar geçen 23 dakikada ne ocak boşaltılmış ne de alarm verilerek işçiler uyarılmıştır. Dahası ocaklarda son bir haftadır gözlenen sıcaklık artışı tutanaklara geçirildiği halde, gerekli kontroller ve işlemler yapılmamıştı. Bu ilk listelerin gazetelerde yayınlanmasıyla kamuoyunda yoğun bir tepkinin uyanmasından sonra TTK yetkilileri alelacele bir basın toplantısı düzenleyerek, ilk listeyi yalanladılar ve bunun bir daktilo hatası olduğunu ilan ettiler. “Karışık bir zamandı, böyle hatalar olur”du. Yeni düzenlenen listede ise her şeyin işçilere haber verilemeyecek kadar kısa sürede olup bitiği görülüyordu. İki-üç dakikada aniden yükselen metan gazı için bir şey yapılamazdı; Zonguldak olayı bir kazaydı. Devletin resmi açıklaması TTK yetkililerinin ağzından böyle yapılıyordu.
Kozlu’lu işçiler ilginç bir açıklama daha yapıyorlardı. On beş gündür MET-SEC Macar firmasının mühendisleri “delme patlatma yöntemi” adı verilen bir metodu denemek ü2ere Kozlu’da bulunuyorlardı. Dik ve dar damarlarda kömür çıkarımını kolaylaştırdığı iddia edilen bu yöntem denemelerinin grizu faciasını provoke ettiğini söylüyorlardı. İşçiler diyorlardı ki: “15 gündür buradalar, denemeyi yaptıkları yerde oldu olay. Bizi deneme tahtası olarak kullandılar” oysa aynı TTK yetkilileri bu iddiayı da reddediyorlar ve “Daha önce işçileri sokmak zorunda kaldığımız damarlardan kömürü 800 atmosfer basıncında hava göndererek çıkaracağız, bu işçinin lehine olan bir yöntemdir” diye ifade veriyorlardı.
Ocağın 425 katındaki patlamanın ardından başlayan yangın kısa sürede büyüdü. İçlerinde sorumluluk duyarak yeni bir patlama olasılığını ve ölümü göze alarak arkadaşlarını kurtarmaya ya da hiç değilse cesetlerini yerüstüne çıkarmak için can havliyle yeraltına inen işçiler, bir süre sonra geri çağrıldı ve kurtarma çalışmaları durduruldu. Yangınla mücadele edilememişti ve ocak kapatılıyordu. Oysa Kozlu’nun tek girişi olan Yeniçeltek’ten farklı olduğu, birçok girişinin bulunduğu, şu anda “tahkimat yangını” olarak süren yangının kontrol altına alınacağı ve Kozlu’nun asla Yeniçeltek olmayacağı konusunda teminatlar verilmişti. Şimdi ise yeraltında kalanların üzerine bütün girişler kapatılıyordu.
Kozlu devletin ve TTK’nın gözbebeğidir ve taş kömürü denince akla önce buradaki yataklar gelir. Çünkü sözde en iyi modernize edilmiş ve en iyi donatılmış ocaklar buradadır. Bu yüzden ocaklarla ilgilenen basın mensuplarına, yabancı ziyaretçilere ve Zonguldak’a gözlerini dikmiş İshak Alaton’a örnek olarak Kozlu yatakları gezdirilirdi.
Kozlu maden ocaklarının ne denli modern olanaklara sahip olduğunu göstererek övünmek, Zonguldak’ın çeşitli yörelerine yayılmış olan ve işçilerin yaşamını kadere bırakan yöntemlerle işletilen diğer ocakların durumunun gizlenmesine yaramaktaydı, son Grizu faciası göstermiştir ki Kozlu kötülerin arasında iyidir ancak.
ZONGULDAK KAZA DEĞİL KATLİAM
Kozlu’daki grizu faciasıyla ilgili olarak bu yatakların jeolojik durumuna ilişkin, patlamanın özel oluşma biçimine ilişkin, tek tek mühendis ve teknikerlerin dikkatsizliğine ve şeflerin haris prim avcılığına ve bilgisayar monitöründe beliren gaz yükselmesinin işçilere haber verilmemesine ilişkin, onlarca neden bulunup söylenebilecektir ve söylenmektedir de. Ama sorun tek başına Kozlu’daki olayın özel nedenlerinin ortaya çıkarılmasıyla aydınlanmayacaktır. Çünkü bu facia, Kozlu’nun ve Kozlu gibi olan, aynı akıbete uğramaya aday diğer maden ocaklarının içler acısı durumu ve iğcilerin içinde tutuldukları çalışma koşullarıyla ilgili olarak ortaya çıkmıştır. Katliamın sorumlusu da ocakların iyileştirilmesinden özenle kaçman, iş güvenliğini sağlamaya yönelik hiçbir girişimde bulunmayan ve bu yöndeki taleplere kulaklarını tıkayan devlettir.
Zonguldak maden ocaklarında bugün tamamen el emeğine dayalı üretim yapılır. Bu yüzden kömür “istihsal”i artışı, işçinin bedensel olanaklarının sınırına bırakılmıştır. Bu sınır çeşitli yöntemlerle zorlanır. Kömür ocaklarının tarihinde bu sınırın nasıl zorlandığına ilişkin sayısız örnek vardır. 2. dünya savaşı yıllarında, çıkarılan bir kararnameyle köylü erkekler köylerinden jandarma dipçiğiyle zorla koparılıp alınarak ocaklarda çalışmaya mecbur kılındılar. Bu yıllar mükellefiyet dönemleri olarak bilinir. Yeraltına inmeyi reddedip kaçan işçiler bulunup getirilerek cezalandırılırdı.
Bugün işçiler jandarma veya polis zoruyla çalıştırılmıyorlar ama onları bu ilkel donanımlı ve tehlikeli ocaklarda çalışmaya mahkûm kılan nedenler, jandarma-polis baskısından daha etkili. Çünkü Zonguldak’ta başka hiçbir çalışma alanı yok ve Şemsi Denizer’in açıkladığı rakama göre İş ve İşçi Bulma Kurumu’nda kayıtlı 63. 000 işsiz var. Bu yüzden Zonguldak’ta maden işçisi olmak bir statü haline geldi ve bir “işe yerleştirme mafyası” oluştu. Zonguldak’ta en önemli seçim yatırımlarından biri de işsiz seçmenlere ocakta iş verme vaadi oldu.
Maden işçisi olmayı başarmış “şanslı” işçi için iş yaşamı azaptır. 8 saatlik vardiya boyunca o, ait olduğu kartiyenin payına düşen ve önceden hesaplanmış günlük “istihsal” miktarından üstüne düşeni gerçekleştirmek üzere didinecektir. İşçiden, ayrıca bu miktarın üstüne çıkması da beklenir. İşçinin buna gönüllülüğü, verileceği vaat edilen primle sağlanır. Prim işçiler için çok az bir miktardır ama “istihsal” artışının kaymağı yani asıl prim şeflere ve TTK’nın başına çöreklenmiş bürokratlara düşer. Uçaklardaki bu üretim zorlaması grizuyu çağıran etkenlerdendir. İşçiler çoğu kez, ocakların yabancı sermaye tarafından işletildiği zamanlarda talan edilmiş olan damarlarda çalışmaya zorlanır. Metan gazı birikimi bu eski ve zayıflamış damarlarda daha yoğun olmaktadır.
Zonguldak’ta maden işçisinin bedensel gücü son damlasına kadar sömürülür. İşçi hâlâ 1940’larda olduğu gibi kazmayla kömür çıkarmaktadır. Hidrolik tahkimat sistemi ve elektrikli ray sistemi gibi teknolojik olanaklar bu ocaklarda hâlâ tanınmaz ve ahşap tahkimat, dekovil taşımacılığı ve klasik madenci kazmasının, sözü geçer galerilerde işçiler, modern aletlerin kullanılmasının tehlikeli olacağına inandırılmaya çalışılmaktadır ve birçok bilinçsiz işçi için bu kanıksanmış bir görüş olmaktadır.
Teknolojinin düzeyi ocaklardan metan gazının aspire edilerek çekilmesini ve hatta bu gazın evlerde yakıt olarak kullanılmasını sağlayacak olanakları sunmaktadır ve maden ocaklarının havalandırma sistemleri geliştirilmiştir. Bu yöntemler grizuyu tamamen önlemese bile oldukça azaltmaktadır.
Zonguldak’taki maden ocaklarının bu ilkel koşulları, işçilerin sağlığını ve can güvenliğini tehdit etmektedir. Göçük ya da grizuya yakalanmadan emekli olmayı başaran birçok yeraltı işçisi, kömür tozu solumaktan kaynaklanan çeşitli akciğer hastalıklarına yakalanır ve yaşamını üst solunum yolları ve akciğer problemleriyle geçirir.
Siyasal iktidar maden ocaklarındaki bu olumsuz koşulların düzeltilmesi konusunda şimdiye dek hiçbir şey yapmadı. Üstelik sürekli olarak kömür ocaklarının devlete yük olduğunu, kendi kendini finanse edemediğini söyleyerek sızlandı. Zonguldak işçi sınıfının da kendi iş güvenlikleriyle ilgili kayda değer taleplerinin olduğu söylenemez. Çoğu kez geçim sorunu, ücretlere zam istemi iş güvenliği talebinin önüne çıkarılarak gereken önem verilmedi. Genel Maden-İş de başından beri bu konuda olumsuz bir tutum gösterdi.
OCAKLAR KAPATILAMAZ
1991 Ocak yürüyüşü sırasında olduğu gibi, Kozlu katliamının ardından gelen günlerde de burjuvazi daha önceden hazırladığı senaryoyu oynadı. Çok sayıda kişinin ölümüyle sonuçlanan grizu faciasından sonra işçiler, henüz üzerlerindeki şoku atamadan, önlerine dikilen yeni bir sorunla karşı karşıya bırakıldılar. Devlet, işçilerden daha hızlı davranarak, ocakların tehlikeli ve üstelik ekonomik bakımdan verimsiz olduğunu iddia ederek kapatılması gerektiğinin propagandasını yapmaya başladı. Tekelci burjuvazinin ideologları, ekonomistleri ve bizzat aralarından bazıları madenci cesetlerinin karşısında sahte gözyaşları dökerek, insan hayatının öneminden bahsederek, Zonguldak halkının çıkarından başka bir şey düşünmüyormuş gibi görünerek “Ocaklar kapatılsın” diye feryat ediyorlar.
Oysa onların bu sahte gözyaşlarının arkasında ölüler üzerine basarak kollamaya çalıştıkları sınıfsal çıkarları ve ticari hesapları gizlenmektedir. İşçiler açısından iş güvenliği talebi, şimdi artık, öne çıkarılan iş güvencesi sorununun karşısına koyulmakta, işlerini kaybetme tehdidi altında telaşa kapılan madencilerin öfkesi söndürülmeye çalışılmaktadır. TTK’nın alt katındaki salona toplanan yüzlerce tedirgin işçi bürokratların ağzından çıkacak kararı, endişeyle beklerken çoklardaki kötü koşulların düzeltilmesi istemini dile getirmek yerine ellerinden alınmak istenen işlerine ne olursa olsun sahip çıkma durumuna düşürülmüşlerdir.
TTK’nın maliyeye, SSK’ya olan borçları, ödemek zorunda olduğu faizler zarar olarak gösteriliyor ve işçilik giderlerinin de yüksek olduğu, dolaysıyla kömür ocaklarının boşuna çalıştırıldığı söyleniyor. Buna göre devlete ait bir kurumdan diğerine aktarılacak yani bir cepten diğerine geçecek olan parasal rakamların transferindeki zorluklar maden işçisine fatura ediliyor ve işsizlikle tehdit ediliyor. Ocaklarda 5000 işçi açığı, İş ve İşçi Bulma Kurumu’nda iş için bekleyen binlerce işçi, işlenmesi gereken 1,5 milyar ton kömür rezervi bulunurken devlet ve TTK bürokrasisi ocakları işletme konusundaki başarısızlığının sorumlusu olarak işçileri gösteriyor. Oysa maden ocaklarında işçilik gideri olarak ayrılan pay kömür üretiminin düzeyi ile çoktan karşılanmaktadır ve üstelik bürokratları da beslemeye yetmektedir.
Metalürji ve demir-çelik sanayisinin belkemiğini oluşturan taşkömürünü besi yeri olarak görmeye alışkın olan burjuva devlet, sahip olduğu kapitalist işletmecilik zihniyetiyle, bu ocakları sübvanse etmek yerine kapatmayı ya da özelleştirmeyi düşünüyor ve bu doğrultuda bir kamuoyu oluşturmaya çalışıyor.
Zonguldak üzerine oynanan oyunun birçok boyutu vardır. Taş kömürünün bir kısmı zaten dışarıdan ithal edilmektedir ve bu miktarın arttırılması düşünülmektedir. İsrail’den ithal edilecek olan taşkömürünün komisyonculuğuna soyunan Sosyal-demokrat hükümet ortağının finansörlerinden, İshak Alaton ocakların kapatılması konusunda en çok yaygara koparan kişidir. Diğer yandan Zonguldak için planlanan Somon balığı üretiminde de Alaton’un parmağı vardır. Somon balığı ile ilgili şirketin ortaklarından biri odur, diğer ortak ise veliaht Ahmet Özal’dır. Alaton’un Türkiye’de doğal gaz kullanımının yaygınlaşmasıyla nasıl bir ticari kâr sağlayacağı da hesap edilirse, madenci ölülerinin üzerine döktüğü gözyaşlarının niteliği anlaşılabilir.
Son olarak da Peugeot ve yerli ortaklarına Zonguldak’ta imtiyazlar tanınarak buraya yatırım yapmaya özendirilmektedirler.
Ocaklar kapatılarak, işçi ücretleri iki yıl boyunca karşılıksız olarak ödendiğinde bile, devletin kârlı olacağı iddia edilmekte ve maden işçilerinin gönülleri çelinmeye çalışılmaktadır, iki yıl boyunca toplam iki trilyon lira ödeneceği vaadinin Zonguldak halkını cezp edeceği sanılıyor. Devlet kurumları arasında da kâğıt üzerine yazılan rakamlar olarak gerçekleşen para transferinin, böyle ete-kemiğe bürünerek Zonguldak’a nakit olarak aktarılabileceğine işçilerin inanması isteniyor. Ama iki trilyon liranın çok daha azı bir miktarla maden ocaklarının koşulları iyileştirilebilir ve modernize edilmiş koşullarda ocakların kapatılmasını zorunluluk haline getirdiği söylenen üretim düşüklüğü de giderilebilir.
Önerilerin ardındaki niyet işçinin can güvenliğini sağlamak değildir. İki trilyon lira gibi vaatlere inanmamak için çok nedeni var Zonguldak işçilerinin. İki trilyon lirayı uzaktan göstererek satın almaya çalıştıkları, madencinin iş güvenliği talebidir. Yapılmak istenen arkadaşlarının cesetleri karşısında iş telaşına düşerek işçilerin suskun kalmalarının sağlanmasıdır. Bunun için kömür ocaklarının ölüm kokan karanlık galerilerinin alternatifi olarak hayali 2 trilyon lira, iki yıl ücretli tatil, gün ışığı ve rahatlık koyulmaktadır. Kendi kurdukları düşte maden işçisinin boğulmasını istemektedirler.
AVUNTU DEĞİL, İŞ GÜVENLİĞİ
Zonguldak işçi sınıfı, bu artarda gelen facialar ve katliamlar karşısında suskun kalmaksızın iş güvenliği talebini öne çıkarmak zorundadır. Bunu işverenle, yani devletle bir pazarlık konusu haline getirmelidir. Şimdiye dek geçim sorunu ve gündelik diğer sorunlar içinde unutulan iş güvenliği talebi öne çıkarılmalı, burjuvazinin ocakları kapatma provokasyonu ile gündemi değiştirme girişimine karşı hazırlıklı ve uyanık olunmalıdır.
Ücretlere zam talebi belki, iş güvenliği istemine görece daha kolay karşılanabilir bir talep olmakla birlikte “işçi sağlığı ve iş güvenliği, çalışan işçinin doğrudan yaşamıyla ilgili bir konu olup, uzun vadede bakıldığında ücret ya da diğer taleplerden daha fazla önem verilmesi gereken taleplerdir” (İşçi Sınıfı Mücadelesi ve Toplu Sözleşme)
İş güvenliği talebi kapitalistlerin özenle kaçındığı, pazarlık masasına yatırmak istemedikleri bir konudur. Çünkü daha fazla kârlılık ilkesine göre işleyen ekonomik sistem için, işçi sağlığı ve iş güvenliği için yapılacak yatırımlar kârdan çalınmış bir pay olarak görünür. Bu bakımdan işçi sınıfının iş güvenliği ile ilgili talepleri yükselterek öne çıkarması kapitalizmin doğasını zorlar ve onun işleyiş mekanizmasını tehdit eder. İşçi sınıfı ve özel olarak Zonguldak maden işçileri kendi ruh ve beden sağlıklarını, can güvenliklerini tehdit eden kapitalizme karşı böyle bir tehdidi yöneltmek ve burjuva devletle bu anlamda hesaplaşmak zorundadır.
Nisan 1992