Genel olarak burjuva düşünüş çerçevesinde, toplumsal hayatın değişik alanları arasında ve özellikle de bu alanlarla politika arasında kategorik bir ayrım gözetilir. İşbölümünün katı ve geçişsiz biçimler kazandığı oranda, gündelik hayat içinde ve sıradan insanın gözünde, toplumsal hayat daha keskin ve aşılmaz uçurumlarla bölünmüştür. Aradaki bağıntılar ve etkileşmeler, özellikle politikanın yönlendirici ve yönetici gücü, sıradan bir bakışla kolay kolay fark edilmez. Gerçekte ise, burjuva politika ve politikanın dolaysız araçları (siyasi partiler, basın yayın ve eğitim kurumları) gündelik hayatın ilişkileri içinde kendilerine bir hareket alanı bulurlar ve böylece yönetilenlerle yönetenler arasındaki belirlenmiş ilişki, başka türlü olması düşünülemeyecek kadar alışılmış, sıradan, gündelik hayatın olmazsa olmaz bir öğesi olarak kendini kabul ettirir. “KÜLTÜR VE POLİTİKA” politikayı, hayatın değişik alanlarını birbirine bağlayan, toplumsal hayatın değişik biçimlerini birbirinin parçası haline getiren bir etkinlik olarak tanımlarken, özellikle de kültür ile politika arasındaki bağıntıyı kavramsal düzeyde incelerken, bu özelliğe dikkat çekerek söze başlıyor. Gerçekte politikanın bu özelliğini yalnızca burjuva politikaya özgü saymamak gerekir. Sınıflar mücadelesinde bütün taraflar, politik tarzda kendilerini ifade etmeye başladıklarında, toplumsal hayatın değişik biçimleri ve alanları arasında, politika ile kurulmuş bir bağ doğar ve politika, karşıt sınıflar eliyle ve sınıf çıkarları doğrultusunda değişik alanları bir bütünün parçaları halinde birbirine bağlayan, her bir alanı sınıfın iktidar mücadelesinin bir parçası halinde örgütleyen bir rol oynar.
Günlük dilde politika terimi, yalnızca devlet yönetimine ilişkin bütün işleri ifade etmek için kullanılır; daha kötü bir karşılığı ise, aldatma ve satın alma “sanatı” anlamı taşır. Doğrudan doğruya burjuva politikanın işleyişinin çizdiği görüntü bu anlamlan doğrular niteliktedir. Fakat belki de yönetilen kitleleri politikadan soğutmak için elverişli olan bu görünüşün altında, belli bir sınıf becerisini yansıtan çok yönlü ve karmaşık bir etkinlikler dizisi gizlenir. Burjuva politika, bütün bir ulusu, bütün bir dünyayı yönetmenin mekanizmalarını, toplumsal hayatı etki altında tutmanın bütün ilişkilerinin karmaşık ve çok yönlü ağını “kapsarken, soyut dürüstlük ilkeleri açısından bakıldığında, emeği ile yaşayan insanların kendilerine yakıştırmadıkları bir uğraş gibi görünür. “KÜLTÜR VE POLİTİKA”, bu görünüşün altında yatan gerçeğe parmak basarak, burjuvazinin yöneticilik etkinliğinin kendini gizlemesine hizmet eden diğer özelliklerine de dikkat çekmiş oluyor. Açıkça söylemek gerekirse, politikanın bu tarzda tanımlanması, yani onun toplumsal hayatın içinde bir etkinlik olarak tespit edilmesi, kitabın adının çağrıştırdığı bazı kolaylıklar konusunda okuyucuyu uyarıyor ve beklenmedik güçlüklere, alışılmamış düşünme biçimlerine doğru çekiyor.
“KÜLTÜR VE POLİTİKA”, aynı tanımlama tarzını, kültür kavramını ele alırken de yapıyor: Kültür, kitabın ilk bölümünde, daha önce yapılmış değişik tanımların eleştirisi ışığında yeniden tanımlanıyor. Bu noktada, kültürün tanımından daha çok bu tanımın nasıl yapıldığına ilişkin ilke önem taşıyor. Kavramın tanımlanmasının ilkesi, her toplumsal kavramın tanımlanmasının mutlak bir sınıf içeriği taşıdığı tezine dayanıyor ve bunun ancak politik mücadele içindeki bir sınıfın eylemi eksen alınarak yapılacağına dikkat çekiyor. Akademik tarzda yapılmış bir tanım, kendisinin bilimsel olduğu iddiasını, herkes tarafından ve tartışılmaz olarak kabul edilme beklentisi ile birlikte sunar. Özellikle sosyal bilimler söz konusu olduğunda, bilimin sınıflar mücadelesi karşısında tarafsızlığından söz edilemeyeceği açıktır. Her sınıf, kendi varlık koşullarının ve tarih içindeki yerinin gerektirdiği tarzda toplumsal nesneye yönelir ve onun üzerinde ne türden bir etki yapmayı istiyor ve düşünüyorsa, kendi sosyal bilimini de ona göre geliştirir. Ekonomi politik, sosyoloji ve tarih, sınıflar mücadelesinin belirleyici etkisini taşırlar ve her ne biçimde olursa olsun, esas olarak karşıt sınıflardan yalnızca birinin çıkarlarına hizmet ederler. Kültür kavramının tanımlanmasında, bu sorun, kendisini Marksist olarak tanıtan pek çok bilim adamı tarafından da göz ardı edilmiş ve sosyolojinin genel ve özellikle de Amerikan tarzında derlenmiş verilerinin yol açtığı tanımlama ve yorumlama etkili olmuştur. KÜLTÜR VE POLİTİKA, bu sınırlamayı aşmaya çalışırken, “KÜLTÜR” kavramını sosyal pratik ve işçi sınıfının mücadelesi açısından yeniden tanımlamaya özen gösteriyor. Bu tanımda kültür, toplumsal hayatın ayrı ve tümüyle kendine özgü öğelerden kurulu bir üst alanı olarak değil, gündelik ilişkiler içindeki etkisi bakımından taşıdığı anlam öne çıkarılarak ele alınıyor ve kitap boyunca da kültür kavramı ancak bu biçimde tanımlandığında politikayla pratik ilişkisinin anlaşılabileceği vurgulanıyor.
Gerçekten, gerek Amerikan sosyoloji okullarının öne sürdüğü, gerekse kitapta özel bir bölümde ele alınmış olan Üçüncü Dünya eksenli kültür teorilerinin politikayla sıkı ilişkisi gösterilerek, bu tanımlara dayanıldıkça sınıf mücadelesi teorisini ve işçi sınıfının dünya görüşünü eksen alan bir etkinliğin sağlanamayacağı gösteriliyor. Bu açıdan kitabın temel tezinin, her sınıfın kendi tarihsel eylemi boyunca kendine özgü bir bütünlük taşıyan bir dünya yarattığı görüşü olduğu söylenebilir. Kitabın ilk bölümünde de, politika ve kültür kavramları, bir bütünleştirme ve sınıfa özgü bir dünya yaratma eylemi açısından ele alınıyor ve karşılıklı ilişki ve bağıntıları bu temelde çözümleniyor.
Kitabın ikinci bölümü, doğrudan doğruya sosyalist politika ile kültürün bazı öğeleri arasındaki ilişkinin özel teorik sorunlarına ayrılmıştır. Bu bölümün ilk kesimi, henüz pek çok ayrıntısının tartışılması ihtiyacı önümüzde duran “Sosyalist Gerçekçilik”in, bazı temel kavramları hakkında yorumlar ve çözümlemeler içeriyor. Bu cümleden olmak üzere, önce “GERÇEK” kavramının materyalist bir tanımının yapılabilmesinin temel ilkeleri tartışılıyor. Yazar, ilk bölümde olduğu gibi burada da, tanımın ilkelerini emek ve tarihsel eylem kategorileri içinden çıkarıyor. Bu kesim, Gerçek kavramını dolaysız madde dünyasının bir ifadesi olarak ele alan ilkel materyalistlerin uzantılarına karşı bir eleştiriyi de içeriyor.
Bölümün ikinci kesimi, sosyalist gerçekçilik akımının iki temel kavramını, devrimci romantizm ve olumlu kahraman kavramlarını, tarih ve politika sorunları ve sınıfın tarihsel eylemi açısından yeniden yorumluyor. Sosyalist Gerçekçilik akımına karşı yöneltilen çeşitli eleştiriler de bu kesimin tartıştığı önemli konular. Sosyalist gerçekçiliğin Rusya’ya özgü bir akım ve özellikle de Stalin dönemi politikalarının bir ifadesi olduğu görüşlerine karşı, işçi sınıfının dünya çapındaki eyleminin genel ve temel ölçütleri bakımından sosyalist gerçekçiliğin bir yorumu yapılarak, bu iddialar cevaplandırılıyor. Aynı şekilde, sosyalist gerçekçiliğin, yalnızca devrimini yapmış ülke sanatçılarının hayata geçirebileceği bir akım olarak değerlendirilmesi de, devrimin ve işçi sınıfının tarihsel eyleminin, bütünsel bir yeni dünya yaratma çabasının evrensel karakteri esas alınarak reddediliyor.
Bu bölümün önem taşıyan bir diğer kesimi, sınıf kültürünün oluşum koşulu olarak devrimci ortamı tespit eden kesimidir. İşçi sınıfı kendisine ait bir kültürü nasıl yaratabilir, yeni kültür burjuvazinin kültürüne karşı kendi yaşamını nasıl sürdürebilir ve egemen kılabilir? Bu sorular, barikat kavramını ve bu kavramın politik içeriğini esas alan bir çözümlemeyle cevaplandırılıyor.
İkinci bölümün ikinci kesimi, devrimci işçi sınıfı partisi ile kültürel faaliyet arasındaki ilişkiyi, özel olarak Leninist parti teorisi açısından ele alıyor. Bu konu, bütün dünyada pek çok açıdan tartışılmış, Leninist teorinin bulanık ve işlevsiz hale getirilmesi için oportünistçe çıkış noktası olarak kullanılmış ve gerek Lenin’in şahsında, gerekse Stalin’in politikaları üzerinde, pek çok spekülasyonun yapılması için tahrif edilmiştir. “KÜLTÜR VE POLİTİKA”nın politik ve teorik tartışmalar bakımından en ilginç yanını oluşturan bu bölüm, Lenin’in “PARTİ ÖRGÜTÜ VE PARTİ EDEBİYATI” başlıklı yazısını, Leninist teorinin bütünlüğü içinde, makalenin yazıldığı sosyal ve politik koşullar araştırılarak ve aynı dönemde yazılmış bulunan Lenin’e ait diğer yazıların içeriği ile karşılaştırılıp bağıntıları incelenerek gerçek yerine koymak bakımından önemli bir çabayı yansıtıyor. Makale boyunca Lenin’in gerçekte neye karşı savaştığını, hangi kavrama hangi içeriği neden verdiğini ve sonuç olarak Lenin’in kültür ve politika arasındaki ilişkiyi nasıl yorumladığını açıklayan bu bölüm, aynı zamanda kitabın kendi tezlerinin de Leninizm açısından bir doğrulanmasını sağlamak ister gibidir.
“KÜLTÜR VE POLİTİKA”, bu haliyle, yalnızca politika açısından kültür sorunlarının tartışılması ve çözümü için bir çıkış noktası olabilmektedir. Doğrudan doğruya sanat ve edebiyatla ilgilenen devrimci sanatçı için, dolaysız olarak cevap arayacağı pek çok problem kitapta ancak ipuçları halinde bulunabilmektedir. Özellikle Marksist estetiğin sorunları hakkında bir takım soruları olanlar, “KÜLTÜR VE POLİTİKA”da aradıkları cevapları bulamayacaklardır. Estetiğe ilişkin sorunların Marksizm açısından cevaplandırılmasının büyük önemine karşın, KÜLTÜR VE POLTİKA doğrudan doğruya bu sorunlar üzerinde değil, bütün bu sorunların ele alınmasında çıkış noktası olması gereken temel üzerinde yoğunlaşmıştır-. KÜLTÜR VE POLİTİKA, toplumsal ilişkileri ifade eden bütün kavramların ve bu arada kendisine konu seçtiği kültür ve politika kavramlarının içeriğinin, tarihsel eylemi içindeki sınıfın değiştirici ve dönüştürücü etkinliği esas alınmadıkça bir anlam taşımayacağına dikkat çekiyor. Bu konudaki temel tez, kitabın daha başında şöylece özetlenmiştir: “Toplumsal pratikte nesnel bir karşılığı olduğu düşünülen her kavram, yalnızca o nesneye yönelik ereklere sahip olan ve onun üzerinde etkinlikte bulunan toplumsal sınıf bakımından anlamlı olarak tanımlanabilir.” Şu halde, içerik- biçim, ulusallık-evrensellik, sanatın ve sanatçının özgürlüğü bağlanma, vs. gibi birçok sorunun tartışılması ve söz konusu kavramların içeriklerinin saptanması için girişilen her çabanın, kaçınılmaz biçimde bir sınıfın tavrına karşılık düşeceğini ifade eden bu tez, bunun ötesinde, tanımlama çabasının aynı zamanda dönüştürücü eylemin bir unsuru olduğuna da işaret etmektedir. Bu tespit yalnızca devrimci işçi sınıfı bakımından değil, egemen sınıflar açısından da geçerlidir. Çünkü bu tez, “iki dünya, iki sınır” esprisine dayanmaktadır ve proletaryayı olduğu kadar burjuvaziyi de kapsamaktadır. Proletaryanın yeni bir dünya yaratmaya yönelik tarihsel eylemi, yeni bir dünya yaratmış bulunan ve yarattığı dünyayı her gün yeniden üreten burjuvazinin tarihsel eylemine karşı gelişmektedir, KÜLTÜR VE POLİTİKA, bu gerçeği özel olarak politika ve kültür ilişkisi ekseninde incelerken, bu iki kavrama bağlı olarak ele alınacak diğer kavramların içeriğine ne tarzda yaklaşılacağına dair genel bir bakış açısı ve bir yöntem sunmaktadır.
(Kültür ve Politika, Aydın Çubukçu, Evrensel Basım Yayın, Kasım 1991, İstanbul)
Aralık 1991