Yakın gelecekte sıklıkla gündemimizi doldurmaya devam edecek gibi görünen Terörle Mücadele Yasası’nın hukuksal ve siyasal yönleri üzerine çok şey yazıldı, çizildi, söylendi. Yasa yürürlükte: Haftalık bir dergi kapağında kucağında bebeğiyle gülümseyen genç bir kadın. Ellerini ensesinde kavuşturmuş, ayaklarını uzatmış oturan genç bir adam. Pırıl pırıl çocuk bakışlarıyla 17 yaşında bir genç. Bir gazete sayfasında 18 yaşında üniversite öğrencisi bir gencin vesikalık fotoğrafı. Yaşamlarından geride kalan bir gazete haberinde veya bir dergi kapağında birkaç fotoğraf ve haber; “ölü olarak ele geçirildiler”.
Terörle Mücadele Yasası ile birlikte yaklaşık iki aylık bir sürede gerçekleşen yargısız infazlar bunlar. “Terörle mücadelede görev alan… personelin” bu yasa ile görevi ifa’da işlediği iddia edilen suçlarla ilgili olarak yargılanmasının tutuksuz yapılmasını adam öldürme ve adam öldürmeye teşebbüs suçlan hariç diğer suçlar hakkında Memurin Muhakematı Kanunu hükümlerinin uygulanmasını öngören hükümler, pratikte işkence ve öldürme suçlarından bu görevlilerin kovuşturulmasını ve yargılanmasını olanaksız kılmıştır. Bu yasal güvenceden sonra, ilk adımda, şüphe üzerine, yakalama amacı taşımadığı açık olan bir biçimde, kafalarından ateş edilerek sadece dört kişi Ankara ve İstanbul’da öldürülmüştür. Pratik uygulamasında ortaya çıkan sonuçlarıyla yasa, polise, ‘terörle mücadele’ adı altında duraksamadan adam öldürme kolaylığını sunmuştur.
Daha önce de benzerleri yaşanan olayların kamuoyunda yarattığı tepki, siyasal iktidarın olayı savunmada hukuksal yönden içinde kaldığı güçlük büyük ölçüde bu yasa ile giderilmiş; bu yükten kurtulmanın hafifliği yukarda söz edilen son olaylarda açıkça görülmüştür. Artık yasal bir zırh var ve amaç’ terörle mücadele’… Kim ne diyebilir? Bu nedenle, artık açıklama yapma gereği bile duyulmamaktadır. Gerek duyulduğunda “Teröristlere çiçek mi atacaktık? ” gibi gayet açık bir yanıt verilmektedir!
Elbette bu noktaya birden bire gelinmedi. 12 Eylül’den bu yana toplumsal, siyasal, ekonomik alanlarda mevcut bütün yasalarda yapılan değişikliklerle -bazıları birkaç kez olmak üzere- zaten kısıtlı olan düşünce, örgütlenme, toplantı, gösteri özgürlükleri, çalışma, grev ve toplu sözleşme, sendika vs. haklan daha da kısıtlandı. Kısaca daha insanca yaşama hakkı, egemenlerin öngördüğü gibi yasmaya engel teşkil eden her türlü hak yasal planda kısıtlanırken, fiilen işlemez duruma sokuldu. İşkence, yasak, hapis, idam cezası, fişlenme vs. gibi baskı ve tehdit unsurları toplumu yönlendirme yolunda kurumlaştırıldı. Buna karşın toplumun gelişme akışının engellenememesi, ekonomik ve siyasal açmazların geleneksel idari ve hukuksal yapı içinde egemenlerin istek ve hedefleri yönünde giderilememesi karşısında Terörle Mücadele Yasası ile “zor”, yasal bir görünüm içinde, resmi yüzüyle boy gösterdi.
Siyasal iktidarın uluslararası platformlarda başını ağrıtan işkence, bu yasanın, kovuşturulmasını olanaksızlaştırması ile cezai yaptırım alanından çıkarıldığı gibi pratik olarak kamuoyunun tartışma gündemindeki eski yerini de yitiriyor, Oysa gün be gün işkence sürüyor. Sadece siyasi olaylarda değil, her türlü soruşturmada kullanılıyor. 9 yaşındaki çocuk, hırsızlık iddiasıyla gözaltına alınıp, işkence ediliyor. Öte yandan 1984 yılında öğretmen Sıddık Bilgin’i işkence ile öldürdüğü mahkemece kabul edilen yüzbaşı Ali Şahin’in davası, aynı mahkemece Terörle Mücadele yasasındaki terör eylemlerini soruşturan görevlilerin korunmasıyla ilgili hükümler gerekçe gösterilerek durduruluyor. Yıllarca nasıl kapatılacağı bilinemeyen bu davanın imdadına Terörle Mücadele Yasası yetişiyor! Mahkeme, Sıddık Bilgin’in gözaltına alınma nedeni olarak ileri sürülen olayın Terörle Mücadele Yasasındaki “terör” eylemine uyduğunu belirtmeyi de gerekli görüyor. Henüz gözaltında, olayın soruşturması sırasında işkence ile öldürülen kişinin “terör eylemine uyan” olayla ilgisi kesin görülürken, işkence ettiği sabit kabul edilen kişi, bu yasa ile yargılamadan muaf tutuluyor. Terörle Mücadele Yasasından yargılanmasına bile fırsat verilmeden insanlar kurşuna diziliyor; yetkili, onların “terörist” olduğunu peşinen kabul etmiş olarak “…çiçek mi atacaktık?” diyor.
Yasanın uygulamaya konmasının ardından ortaya çıkan bu sonuçlar, sıradan insanın bile gönlündeki, vicdanındaki “hak”, “hukuk”, “adalet” duygularını alt-üst etmekte, anlamsızlaştırmaktadır. Burjuvazi tarafından yüzyıllardır kutsanan bu ‘sarsılmaz’, ‘evrensel değerler”, artık burjuvazinin gereksinimlerini karşılamakta yetersiz kalmaktadır. Artık, hak, hukuk, adalet gibi kavramlarla demagoji yapma yerine, bu kavramların emekçilere, düzenin muhaliflerine yönelik yüzü olan dolaysız “zor”u, açık bir biçimde uygulamaya sokuyor.
Düşünce ve örgütlenme özgürlüğü önündeki engellerden biri olarak toplumda en çok yakınma konusu edilen TCK 141-142’nin kaldırıldığı iddiası, (Terörle Mücadele Yasasının aynı maddeleri daha kapsamlı ve keyfiyete göre uygulama olanaklarını artırarak düzenlemiş olması karşısında) boşa çıkmıştır. Bu maddeler kapsamına giren durumlar daha ağır cezalara çarptırıldığı gibi, maddelerin kapsamına girmeyen, yani “suç” olmayan durumlar da Terörle Mücadele Yasası ile cezalandırılabilmektedir. “Cezalandırma” da artık keyfiyete kalmış bir tercihtir. Zira bu yasanın poliste yarattığı rahatlık ile yargılama yerine, şüphe üzerine öldürmek -yaşandığı gibi- pek olağan bir halé gelmiştir.
Toplumun gelişme dinamikleri ile siyasal iktidarın toplumu kendi hedefleri doğrultusunda yönlendirme uğraşı, bu iki güç arasında sürekli bir çelişki ve çıkar çatışmasına yol açar. Bu çelişki ve çatışmalar, normal dönemlerde ‘hak’, ‘hukuk’, ‘adalet’ kuralları içinde giderilmektedir. Çelişki ve çatışmaların keskinleştiği dönemlerde çelişkiler, bu araçlarla giderilememekte, toplumun gelişme akışı bunları, burjuvazinin bu araçlarını geçersizleştirmektedir. Örneğin Zonguldak Grevi, Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Yasasını geçersizleştirmiştir. Yurdun dört bir yanında yaygınlaşan işçi gösterilerinde on binlerce işçiyi bu yasa ile cezalandırmak mümkün olamamaktadır. Bu durum karşısında, burjuvazinin çıkarları ile açık bir çelişki içinde olan bu gelişmeyi önlemek için yeni araçlara, çok yönlü gereksinimlere yanıt Yerecek araçlara başvurmaktadır, burjuvazi. 12 Eylül’den bu yana hak ve özgürlüklerin kısıtlanması had safhaya varmıştır. İşkence, düzenin organik bir parçası haline gelmiştir. İdam cezası, on yıllarca hapis cezaları, yasaklar, vs. maddi ve manevi baskı ve tehdit unsurları artık kurumlaşmış olmasına karşın, siyasal ve ekonomik açmazların giderilmesine, ‘istikrar’ın sağlanmasına yetmemektedir. Bütün demokrasi demagojilerine rağmen, toplumun gelişmesi önünde engel teşkil eden bu baskı ve tehdit unsurları kaldırılmak yerine güçlendirilmiştir. Bunlara ek olarak ve tüm bu kurumlaşmış baskı ve tehdit unsurlarının üzerine, bunların da kapsanması temelinde daha üst bir boyutta Terörle Mücadele Yasası ile “zor-terör” resmi olarak, ‘yasal’ olarak devreye sokulmuştur. Yargısız infazlar, işkencecilerin kamuoyunun gözü önünden çıkarılması, kazanılmış özgürlükleri ayaklar altına alan uygulamalar bu zorunluluğun sonucu olarak birbiri ardına gerçekleşmeye koyulmuştur. Burjuvazi, çağdaş teknolojinin en son ürünlerinden, en modern silahlardan donatılmış güvenlik teşkilatını ‘yasa güvencesi’ ile adam öldürmekte özgür kılarak, toplumu çağdışı bir eğitimle, çağdışı düşüncelerle, çağdışı yaşama koşullarına mahkûm ederek yapılandırmaya, yönlendirmeye çalışıyor. Dilsiz, örgütsüz, düşünce pırıltılarından yoksun beyinler taşıyan bir köle sürüsü yaratmaya çalışıyor. Sömürü ve talanını herhangi bir itirazla, karşı çıkışla karşılaşmadan, keyifle sürdürmek istiyor. Ama tarihin hiçbir döneminde toplumun gelişme dinamiği olan sınıflar zaptı-rapt altına alınamadı. Bu yasanın varolma gerekçesi bu gerçeğe dayanıyor.
Şu ya da bu maddesinden bağımsız, bir bütün olarak Terörle Mücadele Yasası, emekçi sınıfların mücadelesinin ve ulusal hareketin yükselmesi karşısında gerici egemen sınıfların diktatörlüklerini yeniden organize etme çabalarının hukuk alanındaki ifadesidir.
Bu yasayla egemen sınıflar şunu diyorlar: “Evet komünist olmak serbesttir, ama benim dediğim gibi komünist olacaksan”, “Evet, Kürt olmak serbesttir, ama benim dediğim gibi kurt olacaksan”, “Evet Komünist partisi kurmak serbesttir, ama benim dediğim gibi, benim düzenimi onaylayan bir komünist partisi kuracaksan.” Yok, “benim çizdiğim sınırlan aşarsan terörist sayılırsın ve Terörle Mücadele Yasası yakana yapışır.”
Bu anlayış, bugün özgürlük, demokrasi, bağımsızlık, “ebedi barış”, “evrensel adalet” propagandası arkasında emperyalistlerin kurmak istediği yeni dünya düzenini biçimlendiren dünya görüşüyle tıpatıp aynı olması bakımından ilginçtir!
Emperyalist “yeni düzen”in mimarları da, “Evet bütün ülkeler bağımsızdır, ama emperyalizmin çıkarlarına dokunmayacağı bir alan içinde”, “Evet, bütün dünyada barış olmalıdır, ama var olan kapitalist düzene karşı başkaldırı olmadığı sürece”, “Bütün uluslar aynı uluslararası hukuktan yaralanmalıdır, ama bugünkü adaletsiz duruma itiraz edilmediği sürece”, “Evet, bütün ülkelerde demokrasi olmalı, özgürlükler olmalı, ama varolan gerici diktatörlükleri rahatsız etmeyecek ölçüler içinde”; yok, “bu sınırlar aşılır, bugünkü statükoya baş kaldırılır, daha çok hak, daha çok adalet, daha çok özgürlük ve barış istenirse, bas kaldıranlar yeni ‘Çöl Fırtınalarına da hazır olmalıdır” diyorlar.
Görüldüğü gibi, birbirinden çok farklı konuların arkasında aynı dünya görüşü vardır. Bu benzerlik bir rastlantı değildir. Olamaz da. Tersine, Terörle Mücadele Yasası’nın getirmek istediği hukuk düzeni, kurulmaya çalışılan “yeni düzen”in Türkiye’deki yansımasıdır. Bu yüzden de Terörle Mücadele Yasasına karşı mücadele, onun şu ya da bu maddesini iptal ettirme mücadelesi değil, diktatörlüğe karşı, emperyalizme, onun dayattığı emperyalist “yeni düzen”e karşı mücadelenin, özgürlük, demokrasi ve sosyalizm mücadelesinin bir parçası olmak durumundadır.
Temmuz 1991