‘80’lerde Türk-İş (1)

Türkiye İşçi Sendikaları Konfederasyonu Türk-İş; bölgesinde mahalli birlik, kendi işkolunda federasyon bulunmayan sendikalar ile birlik ve federasyonların birleşmesiyle, 31 Temmuz 1952 tarihinde kurulur.
Soğuk savaşın sürdüğü 1940’h yılların sonu ve 1950’li yılların başında ABD, Türkiye’ye iktisadi ve askeri yardım yapar ve bu, bilinen adıyla Marshall Planı’dır. Bu plan çerçevesi içinde Amerika, Türkiye pazarında etkin olmayı sağlayacak ilişki ağı kurmaya girişir ve bunun gereği olarak, çalışma alanına da eİ atar.
Türkiye’de sendikal alanda üst bir örgütlenme çalışmalarını dikkate alan ABD işçi sendikası AFL-CIO aracılığıyla ilişki kurmaya çalışır. Bunu da “başarır.”
1950’li yıllar başında AFL-CIO yöneticilerinden Mr. Irwing Brown, Türkiye’de sendikal çevreyle ilgilenmeye başlar. (1) Türkiye’ye gelir ve İstanbul İşçi Sendikaları Birliği’yle temas kurar ve Temmuz 1951’de Milano’da toplanacak ICFTU’ya bir “Türk işçi heyetinin konuk olarak çağrılmasını” sağlar. Bu gezi yapılır ve memnun kalan iki kişilik heyet iki aylığına ABD’ye davet edilir. Anti-komünist kampanyanın ve soğuk savaşın sürdürüldüğü bu yıllarda, ICFTU ve ilişkide bulunduğu sendikalarla birlikte adı geçen kampanyaya sendikaları kendi örgütsel çeperinde toplayarak katılır. Bu koşullarda, Türk-İş kurul çalışmalarında Mr. I. Brown’da yer alır; İstanbul ve Ankara’da yapılan toplantıları izler. (2)
Kuruluş sonrası sendikal anlayışta çıkan tartışma üzerine, Türk-İş’ten ilk tasfiyeler aynı yılın Eylül ayında olur.
İleri sayfalarda ayrıca Türk-İş ile ABD sendikal hareketi arasındaki ilişki daha geniş olarak incelenecek.
1950’li yıllarda işçi, işveren ve hükümet üçlüsünden oluşan endüstriyel ilişkilerde sendikaların üstlendiği pek fazla işlevi yokken; 1960’lı yıllarda artan işlevine bağlı olarak, Türk-İş partiler-üstü politikayı benimser. Yine bu yıllarda DİSK doğar ve DİSK ’80Eylül’üne kadar faaliyetini sürdürür. Bu dönemde Türk-İş ve DİSK rekabeti yaşanır.
Faaliyetini sürdürdüğü bu sürede Türk-İş’in hâkim doktriner anlayışı ve benimsediği sendikal politika inceleme konusu olarak ele alınmaz, öyle olsaydı, başta 1968 yılındaki 7. Kongre’de kabul edilen “Türk-İş’in 24 İlkesi” olmak üzere, diğer politikaları çalışma konusu olarak incelenirdi. Nitekim 24 ilkeden, “Türk-İş sınıf ayrılıklarının derinleşmesine ve sınıf çatışmalarına yol açabilecek sebepleri ortadan kaldırmayı amaç alan ve sınıflar arasında denge, barış ve kaynaşma sağlayıcı bir politika izleyecektir” diyen 5’inci ilkesi, sınıf işbirliği ve sermayeyi destekleyen sendikal politikasının sadece bir örneğidir. Bu ve diğer ilkeleri incelenmedi.
’80’li yıllarda adı geçen ilkeleri esas alınarak belirlenen ve uygulanan politikaların neler olduğu tespit edilerek, bunlardan önemli olanlardan bazılarını incelemeye çalıştım.
Belirtilen dönem açısından üzerinde önemle durulması gereken bir kesit: Eylül…
Özünde var olan “zor”un ve “sömürü”nün daha da katmerleştirilmesi olan Eylül Karaçalma Kampanyası:
Sermayenin, fiilen kullanılmakta olan demokratik hakları gasp etmesi.
Sermayenin artan ekonomik saldırısı sonucu; gelir dağılımının sermaye/rant gelirleri lehine daha da bozulması sebebiyle, sermeye birikiminin güçlendirilmesi.
İşsizliğin artması,
Örgütlenme alanının daraltılması,
DİSK’in kapatılması,
Ve yaratılan fiili duruma uygun yeniden yasal düzenlemenin yapılması ’82 Anayasası ve çalışma hayatım ilgilendiren 2821 ve 2822 sayılı yasaların kabulü vs.
Yeniden yapılaşmalar…
Sermayenin işçi sınıfı içindeki destekçisi konumunda olan bürokrat sendikacılar, başta kan ve can pahasına kazanılan tüm kısmi demokratik ve ekonomik hakların Generaller Konseyi tarafından zorla ortadan kaldırıldığını gizlemeye çalışırlar. Ayrıca Eylül darbesiyle başlayan, işçilere yönelik ekonomik ve siyasi saldırıların süreklilik taşımadığını ileri sürerek, bir dönem için işçilerden, sermayenin çıkarları için dişlerini sıkmalarını isterler.
Bu anlayış, ’80 sonrasında izlenen bir Türk-İş politikası olarak döneme damgasını vurur.

1- “KURTARICI” EYLÜL

1.1.- Eylül’e “Evet”
Türk-İş o güne dek işlediği ve sonrası içinde izleyeceğinin (öyle de olduğu hatırlanmalı) zorunlu bir sonucu olarak, benimsediği teslimiyetçi ve ekonomist sendikal anlayışından dolayı sendikal faaliyeti sürdürmesi yasaklanmaz. Kapatılmaz.
Yani Türk-İş’in sendikal anlayışının “verdiği güven” sebebiyle açık kalır. Türk-İş var olan siyasi değişmeyi ve bu anlamda Eylül’ü de savunur…
Eylül’ün peşi sıra Türk-İş Genel Başkanı İbrahim Denizcier, Generaller Konseyi Başkanı Evren’e gönderdiği mesajda şu görüşlere yer verir: “Türk-İş Topluluğu… Türk Silahlı Kuvvetlerimizi yönetime bütünü ile el koyma mecburiyetinde bırakan bir gerçekle karşı karşıya bırakıldığının bilinci içindedir… demokrasiye geçişin sağlanacağı, işçi haklarının korunacağı yolundaki teminatınızı memnuniyetle karşılamış bulunmaktadır” der. (3)
Sadece mesaj göndermekle kalınmaz, ayrıca Türk-İş yönetimin tüm üye sendikalara gönderdiği bir yazıda, bağlı sendikaların açık olduğu vurgulanarak. Generaller Konseyi’nin çalışmalarına yardımcı olunması istenir. Ayrıca aynı yazıda örgütlenme, eğitim, kongre ve temsilcilik seçimleri gibi sendikal faaliyetlere ara verilmesi zorunluluğu da yer alır.
Türk-İş yönetimi teşkilatından, Eylül’de başlatılan Karaçalına Kampanyasına, destek verilmesini istemekle, hem de dönemin kısa ve geçici olacağını ve hem hakların gaspının bir zorunluluk olduğunu açıklar. Bunun işçi sınıfı çıkarları için mücadeleyi benimseyen bir politika olduğu iddia edilebilir mi?
Bin kez hayır… Eylül sonrasında Türk-İş Yönetim Kurulu olağan ilk toplantısı Aralık ayının 23’ünde başlar ve üç gün sürer. Açış konuşmasını Başkan İbrahim Denizcier yapar ve genel olarak “yeni oluşumun desteklenmesi” üzerinde durur. Bunu Türk-İş Genel Sekreteri ve Sosyal Güvenlik Bakanı Şide izler, öngörülen ve yapılan yasal değişiklikler ile ilgili olarak konuşur. Söz alan bir üye DİSK’in sıkıyönetim tarafından “kapatılmış” (bilinmesi lazım ki, hukuken mahkeme sonunda kapatılacağı ve o sıra faaliyetinin durdurulmuş olduğu hatırlanmalı N.O.) olduğu ve bu sebeple Türk-İş’in daha da dikkatli olması gerektiği üzerinde durur. Bir başka üye ise, sendikal faaliyetin Türk-İş yönetimi tarafından durdurulduğu için hiçbir çalışma yapılamayacağı ve bu yüzden Konfederasyonun kendisini kapatması gerektiğini savunur. Başlayan tartışma sonrasında, kısıtlı da olsa Türk-İş’in yapacağı işler olacağı ve faaliyetini durdurmasının doğru olmayacağı görüşü kabul görür. Ve “EylüI’e destek olmak gerekir” denilerek iyi kullanılması gereken bir imkân olduğu kararına varılır. (5)
12. Genel Kurul Çalışma Raporunda Yönetim Kurulunun bu toplantısından pek değil, hiç bahsetmiyor. Sadece bir yerde genel olarak yapılan toplantılarla ilgili toplu dökümde, tarihi, yeri, statüsü ve karara bağlanan madde sayısıyla ilgili bilgiler verilir. Bu tarihe kadar yapılan toplantılarda karara bağlanan madde sayısı genellikle 10’un altında iken ve bir sefer 14’e kadar çıktığı halde, bu Aralık 1980 toplantısında toplam 22 madde karara bağlanır. Bu derece önemli bir organ toplantısına raporda neden yer verilmez? (6) Acaba bir şeyi gizlemenin telaşı mı?
Eylül’den sonra Aralık-1980 ve Nisan-1981 tarihlerinde yapılan olağan Yönetim Kurulu toplantılarında merkezileşen bir karar:
“Eylül’e Evet!”
Bu düşünce, hem 12. Genel Kurul Çalışma Rapor ve Tutanaklarında ve hem de yapılan açıklamalarda tekrar tekrar yinelenir.
İbrahim Denizcier: “İç ve dış bazı mihrakların iddiaları aksine Türkiye iyi yoldadır ve kısa sürede esenliğe kavuşacaktır… Zira Türkiye’de 12 Eylül Harekâtı bir darbe değil, bir kurtuluş harekâtıdır” der. (7)
Bu konuda bazı alıntılar: “İç savaşın eşiğine gelen ülke, 12 Eylül’den sonra bugün, birlik, beraberlik ve huzur ortamındadır” ve 12 Eylül’ün amacı “kendi kendini kontrol edemeyen demokrasiyi sağlam temeller üzerine oturtmaktır”. (8)
Hasan Hüseyin Koç (Sağlık-İş Delegesi): “12 Eylül müdahalesinin ana amacı, demokrasiye musallat olan ve onun işlemesini zorlaştıran engelleri ortadan kaldırmak olarak açıklanmıştı… doğru ve samimi olduğunu gelişmeler açıkça ispatlamaktadır” der. (9)
Sadık Şide: “Demokrasi takvimi açıklanmıştır… sağlam, temelli, güçlü demokrasiye geçiş var. O demokraside anarşi yok… teröre yer yok… kuşkusuz olmasın alın terine… değer var. Yeni demokrasimiz bunun için var olacaktır” diye açıklama yapar; Bakanı olduğu yönetim hakkında. (10)
Orhan Erçelik (Türk-İş Genel Teşkilatlandırma Sekreteri): “Milli Güvenlik Konseyi, ilan ettiği hedefler, paylaştığımız hedeflerdir. Yıllardır ulaşmayı arzuladığımız, amaçladığımız hedeflerdir” der. (11)
Şevket Yılmaz (Samsun kapalı salon toplantısı-31 Temmuz 1985): “Yurdumuzun 12 Eylül Demokrasiyi Koruma ve Kollama Harekâtının eşiğine getiren olaylar ve gelişmeler malumudur. Türk Ulusu o korkunç gidişi durduranlara şükran doludur” der ve devamında, hareketin amacı “demokrasiyi yeniden kurmak ve sürekli kılmaktı” olarak açıklar. (12)
Benzer bu tür alıntıları uzatmak hayli mümkün olup, her biri bürokratik sendikal anlayışın resmi, ideolojik güdümünde olduğunun birer ibret belgesidir.
Öz olarak anlatılmak istenilen: 12 Eylül, Demokrasiyi koruma ve kollama harekatıdır; yasama ve yürütme görevini üstlenen Konseyin hedefleri, ortak hedefimizdir; Türkiye iyi yoldadır; esas amaç demokrasiyi kurmaktır ve emeğin hakkı “gereğince” korunacaktır diye sıralanabilir. Bir başka anlatımla resmi ideolojinin yeni uygulamalarına, duyulan güven vurgulanıyor ve destekleniyor.
Böylece 12 Eylül’ü “demokrasiyi kollama ve koruma harekâtı olarak” değerlendiren Türk-İş yöneticileri, kendi teşkilatlarının açık olduğu bilincinden hareketle Generallerin yönetimine yardımcı olunmasını ittifakla benimsedikleri bir politika olur. Eylül’ün demokrasiyi kuracağı sürekli yinelenerek, “alınan” hakların kısa zaman sonra geri alınabileceği ve onun için sabırlı olmaları gerektiği politikası işçilere empoze edilir.
Bugüne kadar yaşanılan ne? Ne oldu?
Yaşadık, yaşıyoruz…
Bu anlamda Eylül’e “Evet”: Ücretlerin satın alma gücünün düşürülmesine; işsizliğin artmasına; gelir dağılımının emek aleyhine bozulmasına; işkencenin günlük yaşamın bir parçası olmasına; çalışma ve yaşam koşullarının daha da kötüleşmesine yani kısaca, Eylül Karaçalına Kampanyası ile emeğin baskı ve zulüm altında tutulmasına “EVET” demektir.
Sendikal bürokratların yani Türk-İş yöneticilerin aksine, bu koşullarda evine götüreceği ekmeği ve yarının ne olacağı kaygısını sürekli olarak yaşayan bir işçi, “evet” diyemez. Çünkü “evet’in” anlamı boynuna takılan bir urgandır.

1.2.- Bir De Bakan
Darbe sonrasında Eylül Hükümeti, ayın 22’sinde kurulur. Açıklanan bakanlar kurulu üyelerinden birisi de, Türk-İş Genel Sekreteri Sadık Şide olup, Sosyal Güvenlik Bakanı olarak atanır.
Aradan birkaç yıl geçtikten sonra bakardık görevini yalnız kendisi istediği, Türk-İş icra ve Yönetim Kurullarının taraftar olmadığı tartışmaları olur. Hatta bu tartışma, sendikal bürokratlar arasında birbirini suçlayan uç noktalara kadar da götürülür.
Türk-İş’in Danışma Meclisine üç bürokrat sendikacıyı üye (F. Şakir Övünç, Vahap Güvenç ve Mustafa Alpdündar) olarak verdiği halde, bunların konum ve çalışmaları dikkate alınmazken, neden Sadık Şide’nin “günah keçisi” seçilmesini bazı sendikacılar hayret ederek açıklar.
Şide’nin bakanlığıyla ilgili olarak, Şevket Yılmaz 1986-Aralık’ta yapılan bir röportajda şunları söyler: “Bir kere hiç kararımız olmadığı halde hem bakan hem genel sekreter olan arkadasın durumu bizi sıkıntıya sokmuştu… Çağrılmıştır, ‘bakan olacaksın’ denmiştir, bakan olmuştur. Kongre sonrası (12. Kongre, Mayıs-1982, NO.)’ya bakanlık, ya genel sekreterlik’ denince, genel sekreterlikten izin alıp gitmiştir… Karar defterinde imzası yok”. (13)
Bu artık, sendikal bürokratlar arasında havluların atıldığının bir işareti olarak, Şevket Yılmaz böyle konuşur. İzinli olduğu dönemde, Şide’nin Türk İş’te görev yapması düşünülemez. Fakat izinli olmadan önceki dönemde, Sadık Şide Genel Sekreterlikten doğan görevini yaptığını açıklar. (14)
Bu da dikkate alınmalı, Şevket Yılmaz, Şide’nin bakan olmasını kendi kararı olarak aradan altı yıl geçtikten sonra açıklıyor. Neden, altı yıl sonra?
Bürokrat sendikacılığın özelliklerinden birisi de, günlük politikayı esas alması ve bunu dünü unutturacak biçimde yapmasıdır. Şevket Yılmaz dünü unutturmaya çalışarak, bugünü 1986-Aralık’ta yapılacak 14. Kongreyi kurtarmaya çalışma gereği böyle bir tavır içine giriyor
Türk-İş yayınları Şevket Yılmaz’ı yalanlıyor.
Eylül sonrasında yapılan ilk olağan Yönetim Kurulu toplantısıyla ilgili bir haber bir günlük gazete, “Türk-İş Yönetim Kurulu’nda Anlaşmazlık” başlığı altında verir ve Bakan Şide’nin işçi haklarını gereği şekilde koruyamadığı için eleştirildiği öne sürülür. Yapılan bu toplantıda ittifakla alınan karar (24 Aralık 1980): “Bu gazete haberi, kesinlikle asılsızdır… Yönetim Kurulumuz, tam bir bütünlük içinde, Sayın Şide’nin Sosyal Güvenlik Bakanı olarak Hükümette görev almasının işçi hakları çıkarları yönünden taşıdığı önemi iyi bilmekte ve kendisini tam bir dayanışma ile desteklemektedir. Türk-İş Yönetim Kurulu, çalışmalarına ahenk içinde devam etmektedir” diyerek, Şide’nin Bakanlığına destek tazelenmektedir. (15)
Anlaşıldığı üzere, Türk-İş Yönetim Kurulu belirtilen toplantısında “ittifakla” alınan karar: “Şide’nin desteklenmesidir”. O dönemde Türk-İş Yönetim Kurulu 39 üyesinden ikisi Genel Başkan Vekili olarak görev yapan Şevket Yılmaz ve Emin Kul’dur. Bu durumda Şevket Yılmaz alınan kararı hatırlayamadığını söyleyemez; fakat hatırlamak istemiyor olabilir. Ki aradan geçen altı yılın sonunda, tavrını da hatırlamak istememektir.
Aynı toplantı ve karar ile ilgili haberi Tercüman gazetesi (25 Aralık 1980), Türk-İş: “Sadık Şide’yi tam bir dayanışma ile destekliyoruz” başlığıyla verir. (16)
Şide Bakan olma gelişmesini şöyle anlatır: Ülkeyi büyük tehlikenin eşiğinden uçuruma yuvarlanmaktan kurtaran Şerefli Türk Ordusu, “Islahat adına çok işimiz var ve bir hükümet kurmaya mecburuz” der. Onun gereği olarak, Bu hükümete 10 Eylül günü teklif alırız (lütfen tarihe dikkat N.O.). Teklifi icra Kurulu bilir ama kuliste bizim haberimiz yok diyenler var (Duyuyorum). Bütün İcra Kurulu Üyeleri (İbrahim Denizcier, Sadık Şide, Ömer Ergün, Kaya Özdemir ve Orhan Erçelik NO.)” böyle bir teklifin Türk-İş’e yapılmış olmasını “çok şerefli bir hizmet” olduğu konusunda “ittifakla karara” bağlanır. Geçmiş 1974-Kasım/1975-Mart tarihleri arasındaki Bakanlığım dikkate alınarak teklif bana yapılır. Cevabı herhangi birimizin vereceği gibi “Emredersiniz” ve “göreve geliyoruz” biçiminde verdik. (17)
Şide’nin Bakanlığı bürokratik sendikal hareketin içinde bir çelişki kaynağı olarak 13. Kongre’de olduğu gibi 14. Kongre’de de gündeme gelir. Yönetim Kurulu adına konuşanlardan biri de Genel Sekreter Sadık Şide tartışılan bu konuya değinir ve bürokrat sendikacıların iç dünyasından açıklamada bulunur.
Şide, kendi başına hükümete gitmeyi düşünmediğini, icra ve Yönetim Kurullarının kararları ile görevlendirildiği için Bakanlığı kabul ettiğini açıklar. Kürsüde karar defterinden Şevket Yılmaz ve Emin Kul’un da imzalarını göstererek 41 Yönetim Kurulu üyesinin onayı ve imzası ile bu görevi kabul etmek zorunda kaldığını anlatır. Şevket Yılmaz ise cevabi konuşmasının bir yerinde, Şide’nin hükümete gitmesini destekleyen karar defterinden sadece kendisinin ve Kul’un imzalarını göstermiş olmasına değinerek, “27 tanesini niye okumadı?” diye sorar. (18) Görevden çekilme isteminin yine onlar tarafından kabul edilmediğini ve yönetimin emirlerine göre hareket ettiğini ve Türk-İş’teki görevinden “izin al” dendiğinde izin aldığını belirtir. Kendisini hükümette görev almakla suçlayanlardan 28’inin Danışma Meclisine üye olabilmek için sıkıyönetim komutanlarının, tanıdıkları bütün askerlerin kapılarım aşındırdıklarını söyleyerek, “gitmedim, gönderildim” deyip konuşmasını bitirir. (19)
Anlaşıldığı üzere:
1- Sadık Şide’ye Bakanlık teklifi 10 Eylül 1980 tarihinde yapılır. Fakat kimin tarafından yapıldığı belirtilmez; aynı konuşmasında sürekli işaret ettiği üzere ve Eylül icraatının mimarı “Şerefli Türk Ordusu” tarafından yapılmış olduğu anlaşılıyor. Bu anlamda Türk-lş yönetimi, Eylül Generaller Darbesi ortağıdır; eli kanlıdır…
2- Sonradan tartışılsa ve çelişik beyanlarda bulunulsa da, Şide’nin Bakanlığı, Türk-İş sendikal bürokratlarının üst organı icra ve Yönetim Kurulları kararıyla onaylanır. Fakat sonradan, gelişen işçi muhalefeti karşısında vaziyeti kurtarmak için Sendikal Bürokrat Bakan Şide “günah keçisi” olarak seçilir. Bu da, bürokrat sendikal anlayışın “güne uygun” bir politika izliyor olmanın bir başka örneğidir.
Bakanın şu ya da bu sendikal bürokratın olması hiç önemli değil, önemli olan Generaller Konseyi Hükümeti’nde bir kişinin görev alması ve tüm alışmalarından sorumlu olmasıdır.
3- Aslında Şide’nin “günah keçisi” olarak gösterilmesinin önemli bir sebebi, Karaçalına Kampanyasının yürütücüsü Hükümetin tüm “tasarruflarından çalışmalarından” dolayı Türk-İş yönetiminin de ortak sorumlu olmasıdır. Ve tabanın gelişen mücadelesi de hatırlanmalı… İşte bu koşullarda Türk-İş yönetimi, kendilerini ve vaziyeti kurtarmak için, 28 yıldır Türk-İş’te görev yapan bir arkadaşlarını feda ederler. Şide 14. Kongre’de tasfiye edilir ve yerine Emin Kul seçilir. Yani Şide, sendikal bürokratlar arası bir çelişmenin sonucu tasfiye edilir, tercih edilen MDP’li sosyal demokrat adı gibi, Kul olur.
Biliniyor ki, Eylül’e “Evet” demek ve uygulamalarına yardımcı olmak Türk-İş yönetiminin politikasıdır. Bu halde sınıf düşmanı politikanın temsilcileri olan Türk-İş bürokratlarını, Eylül’ün tüm saldırıları ve uygulamaları ortağı oldukları vebalinden hiçbir şey kurtaramayacağı tereddüt edilmeyecek kadar açıktır. Ve bu bürokrat sendikacılar arasında “artan” çelişkinin bir nedeni olarak yansır.
Elbette Şide, bürokrat sendikal anlayışın ve bu anlamda sermayenin yeminli “mümtaz” temsilcilerinden… Kul ve diğer Türk-İş yöneticileri de aynı iplikten dokunmuş kumaşın parçaları…
O sebeple Emeğin Ekmek ve Özgürlük mücadelesi, tümden bu barikatı aşmak zorundadır. Sorun şu ya da bu şahıs sorunu değil, tümden sınıf düşmanı sendikal anlayışın tasfiyesidir.

1.3.- 24 Ocak’a Övgü
İşçi sınıfına ve emekçi halka “zoru” daha da artırmanın aracı olan Eylül’e destek veren Türk-İş yönetimi, ekonomik yönde saldırıların politikası olan 24 Ocak ekonomik önlemler paketi içinde benzer tavın benimser.
Türk-İş Başkanı İbrahim Denizcier, 12. Genel Kurulu açış konuşmasında 24 Ocak ekonomik kararlan için “günün koşulları içinde kaçınılmaz bulduğumuz için olumlu” buluyoruz der. (20) Burjuvazinin “alternatif” olmayan bir program olduğunu her fırsatta yinelediği 24 Ocak kararlan, Türk-İş Başkanı tarafından alınması zorunlu önlemler olarak değerlendirilir.
Türk-İş yönetimi Eylül’e açıktan yardımcı olmayı kabullenmesi kadar olmasa da 24 Ocak kararlarına, hem yayınlarında ve açıklamalarında ve hem de sessiz kalıp geçiştirmek tavrıyla destek verir.
Bu, 24 Ocak ve 12 Eylül sonrası olağan 12. Genel Kurul Çalışma Raporunda gündeme gelir. Gerçi aynı raporda özellikle ekonomik konularda yer yer çelişen değerlendirmelere yer veriliyorsa da esas yön: Eylül’e verilen desteğin 24 Ocak’a doğru kaydırılmasıdır. Onun için, raporun sayfaları özellikle Eylül’e ve 24 Ocak’a övgülerle doludur.
1979 yılı anlatılarak 1981 yılında ülkenin görünümü: “Kendini sıkı sıkıya Batıya (siz emperyalizm ve özellikle ABD emperyalizmi diye okuyunuz, N.O.) bağlamış, ekonomisini ‘mucize’ denecek biçimde iyileştirmiş, silahlı kuvvetlerin yönetime el koyduğu, istikrar kazanmış, terörden (resmi terörü görmeme NO.) söz edilmeyen” diyerek Türkiye’nin panoraması çiziliyor. (21)
Böyle bir yorum, gelişmelere işçi penceresinden bakılarak yapılmış olamaz. Çünkü Türk-İş yönetimi ülkenin emperyalist mali sermayeye peşkeş çekildiğini, ekonomik saldırılara bağlı olarak ücretlerin satın alma gücünün ve gelir dağılımında emek payının azaldığım ve resmi terörün arttığını, savunduğu sendikal anlayış sebebiyle göremiyor. Diğer bir anlatımla, değinilen olgulara sermayenin at gözlüğüyle bakıyor.
Sendikası kapanan ve kovuşturmaya uğrayan; bunun zorunlu bir aşaması olarak işkence gören ve sakıncalı deyip 1402’yle ya da keyfi işten atılan; her gün sofrasında ekmeği azalan ve Eylül’ün olacağını önceden bilen ABD ile ilişkilerin sıklaşmış olması gibi koşullar, bir işçiye ve sınıfını memnun etmeyeceği açık olup; bu konumdan olgular değerlendirildiğinde Türk-İş’in raporunda belirtilenin tam tersi görülür ve yazılır.
Ayrıca şunu da belirteyim, aynı raporda (sf. 29) ismi verilmeden yabancı basından denerek yapılan aktarmanın, Türk-İş’in yorumuyla tam tamına çakışmasını rastlantı olduğunu sanmıyoruz.
Aynı kongrede yönetim adına konuşan sendika1 bürokrat Bakan Sadık Şide, Konsey’in işçileri ezdirmeyeceği ve bunun hem kanunların ve hem de “ekonomideki rota düzeltmesi” sayesinde olacağından emin olunmasını söyler. (22) Çünkü Bakanlığı döneminde bütün ekonomik kararların altında imzası var.
İşçi sınıfının kan ve can pahasına kazandığı hakları gaspının yasal düzenlemesi olan Kanunlar ile artan işsizlik ve yoksulluk, Konseyin tescilli uygulaması olup, Bakan Şide’yi “doğruluyor.”
24 Ocak ekonomik kararlarının başarılı olması için alınması zorunlu sosyal önlemlerin neler olduğu konusunda hükümetlere öneri paketleri sunduğunu belirten Türk-İş yönetimi, gereğince dikkate alınmadığından yakmıyor. (23) Yani Türk-İş yönetimi ekonomik programın başarılı olabilme olasılığını kabulleniyor. Tabi bu durumda “kim için başarı” sorusu önem kazanıyor.
İşçi sınıfı için olmayacağı açık… Çünkü sermayenin ekonomik ve siyasi saldırılarına muhatap olan açık anlatımla hedef olan kendisi…
Tabanın kıpırdanmasına bağlı olarak 1984 yılı Mart ayında İzmir’de ilki yapılan kapalı salon toplantısında Şevket Yılmaz: “1980 sonrasında fiyat artışları ve ihracat alanlarında nispi de olsa olumlu etkisi görülen politikaların” Türkiye’yi darboğazdan çıkarmadığını söylüyor. (24) Nispi olumlu etkisinin ne olduğu belirtilmemiş?
Türk-İş ekonomi politika konusunda verdiği mesaj:
1- 1980 Ocak ekonomik kararlan alınmak zorundaydı,
2- Zamanla olumlu gelişmelere sebep oldu,
3- Bazı yönlerden yenilenmesi gereği vurgulandı,
4- Bakanlığı döneminde Şide, tüm ekonomik kararları imzaladı.
24 Ocak kararlarını ve devamı uygulamayı benimsemenin bir başka anlamı da, emeğin ekonomik haklarının gaspını ve sömürünün katmerleşmesini onaylamadır.
Bu ise bürokratik sendikal anlayışının sınıf temelinin işçi sınıfı olmadığının bir başka yönden açıklanmasıdır.

1.4.- Gasp Edilen Haklar
Sınıfın kan ve can pahasına kazandığı hakların gaspı, zincirin iki halkası 24 Ocak ve 12 Eylül’den oluşan ekonomik ve siyasi politikaların bir sonucu olarak yoğunluk kazanır.
Bu politikaların öncelikle uygulamasında Eylül hükümeti icraatından bilfiil Bakan Şide şahsında Türk-İş yönetimi ve savunduğu işçi sınıfından kopuk resmi ideoloji güdümündeki sendikal anlayışı da sorumludur.
’80’li yıllarda gasp edilen hakların neler olduğu konusunda:
1- Yürürlükte bulunan grevler kaldırılır ve uygulama aşamasında olan grevler yasaklanır (14 Ekim 1980).
Yeni yasal düzenleme ile.’grev hakkı uygulaması, olanaksız derecede sınırlandırılır; grev yasağı kapsamı genişletilir; hak grevi yasaklanır ve grev yerinde çadır kurma ve istemleri dile getiren pankart asma yasaklanır.
2- DİSK’in faaliyeti yasaklanır ve sendikal faaliyet kısıtlanır (12 Eylül 1980).
3- Sigortalının hakkı kısıtlanır:
A- Mart 1981 tarihinde 2422 sayılı yasa ile yapılan değişiklik:
a- Ayakta yapılan tedavilerde ilaç bedellerinin yüzde 20’sini sigortalı öder.
b- Emekli aylığının hesaplanmasında son beş yıllık kazançların en yüksek üç yılının ortalaması yerine beş yılın tümünün ortalaması alınır.
c- Yaşlılık aylığı oranı yüzde 70’den 60’a indirilir.
d- SSK primi yüzde 12’den 14’e çıkarılır. Yükseltilen prim oram yaşlılık, malûllük ve ölüm sigortasına ait olanı olup yüzde 7’den 9’a yükseltilir. Bir yandan hem prim oranı artırılır ve hem de yaşlılık aylığını hak kazanma koşulları ağırlaştırılır.
B- Mart 1982 tarihli 2645 sayılı yasa:
– SSK Yönetim Kurulu’ndaki işçi temsilcisi sayısı ikiden bire indirilir.
C- Aralık 1985 tarihli yasa:
– Emeklilik yaşı yükseltilir, kadınınki 50’den 55’e ve erkeğinki 55’ten 60’a çıkarılır.
D- Temmuz 1987’de yapılan değişiklik:
a- Süper emeklilik uygulaması ile emeklilerin eşitsiz konumu daha da bozulur.
b- Prim tavanı kaldırılır.
c- Yaşlılık aylığı oranı yüzde 50’ye indirilir.
Tüm saldırılar karşısında Türk-İş yönetimi umudunu, hükümet ile yapılan zirveler ve görüşmelere bağlar. Sonuç malum, etrafa mavi boncuk dağıtma ve söylenen beklenen değişikliğin yapılmamasıdır. Nitekim 1981-Mart’ında 506 sayılı SSK’da yapılan değişiklik, Türk-İş’te bir tartışma konusu olması üzerine Türk-İş Başkanı İbrahim Denizcier, yapılan değişikliğin geriye yönelik hükümler içerdiğini ve bu olumsuzluğun Haziran ayında yeniden ele alınarak düzeltileceğinin kendisine bildirildiğini açıklar. (25) Üzerinden kaç Haziran geçti, kendi ömrü, bile vefa etmedi. Şevket Yılmaz bu tür açıklama yapamaz, çünkü hükümet kapısında, bekler kaldı.
4- Toplu iş sözleşmesi ile alınacak yıllık ikramiye toplamı sınırlandırılır (19 Nisan 1981).
5- Toplu pazar(sız)lık sistemi kaldırılır ve sözleşmeler Türk-İş’inde üyesinin yer aldığı YHK tarafından bağıtlanır. 2822 sayılı yasanın öngördüğü toplu pazar (sız)hk sisteminde varlığı pekişen YHK, zorunlu tahkimi gerçekleştirmenin bir aracı işlevini görür.
6- Kıdem tazminatına tavan getirilir (17 Eylül 1980).
7- Genel tatil günleri azaltılır (Mart 1981).
8- 1402 sayılı sıkıyönetim yasasının uygulaması ile işten atmalar, işsizliğin daha da artması sebebi olur.
9- Emeğin ulusal gelir dağılımında payı ve ücretlerin satın alma gücü azalır.
10- İşçinin çalışma koşullarının daha da kötüleştiği ‘serbest bölge’ uygulamasına geçilir.
Bu listeyi daha da uzatmak mümkün.
Peki, bu saldırılar karşısında Türk-İş’in işlevi ne yönde olur?
1- Hakların bir çırpıda yo kedilisine, seyirci kalan Türk-İş, ancak iş işten geçtikten sonra göstermelik “tavır” alır.
2- Genel sekreterini, Eylül hükümetine bakan olarak verir.
3- YHK’na üye vererek, böylece onun varlığını benimsemiş ve uygulamalarının ortağıdır.
4- Resmi sendikasızlaştırma ve depolitizasyon politikasının etkin olmasına, sessizliğiyle yardımcı olur.
5- Sınıfın gücüne hiçbir zaman inanmayan bir sendikal anlayışı savunmuş ve “çalışmalarını” sermaye ve resmi otoriteden rica üzerine temellendirmiştir.
Bunlar ve sayılabilecek diğer özellikler Türk-İş’in işçilerin ekmek ve özgürlük mücadelesini esas almayan sınıf düşmanı, bu anlamda resmi ideolojinin güdümünde bürokratik sendikal anlayışı savunduğunu gösterir.

1.5.-Anayasa’ya “Ev-et”
Burjuvazinin devleti “yeniden” organize etmesinin başlangıcı Eylül darbesinin fiilen yasaklayıcı faaliyetinin sonucuna uygun yasal düzenlemenin belirgin “sınırlayıcı ve baskıcı” özelliği, ’82 Anayasasının özünü oluşturur.
Konsey üyesi generallerin atamalarından oluşan Danışma Meclisi, 23 Kasım 1981 tarihinde Anayasa Komisyonu’nu “seçeri’ Komisyon çalışmalarına başladığında aralarında Türk-İş ve TİSK’in de bulunduğu kurum ve •kuruluşlara 25 Aralık 1981 tarihinde gönderdiği bir yazıyla Anayasa konusundaki düşünce ve görüşlerini bildirmelerini ister. Türk-İş cevabi yazışım 15 Şubat 1982’de gönderir.
Türk-İş toplam üç sayfa olan cevabi yazısında iki başlık altında alt başlıklar halinde, hazırlanacak Anayasa konusunda düşünce ve görüşlerini açıklar.
Türk-İş’in cevabi yazısından: (26)
1-157 maddeden oluşan ’61 Anayasası’nın sadece beş (Md: 47, 129, 130 ve 131) maddenin hükümlerinin korunması,
2- Siyasi partilere ülke düzeyinde baraj uygulaması,
3- Ülkemiz gerçekleri ve gerekleri” göz önünde tutularak, “yürütme gücünü kuvvetlendirici” kurallar ve düzenlemelerin yapılması,
4- Çift meclis uygulamasının terk edilerek, tek meclis sistemine dönelmesi,
5- Yargı gücünün mutlak bağımsızlığı korunmalı, fakat bu gücün kendisini yasama gücü yerine koymasının engellenmesi,
6- (Aynen cümle) “Türk-İş mevcut anayasamızda “müeyyide’ bulunmamasını önemli bir eksiklik olarak görmektedir”. Yani anayasada müeyyide konusuna, diğer bir anlatımla cezalara yer verilmesi (böyle bir hüküm istemi TİSK önerileri arasında bile yer almadığı gibi bu, genelinde burjuva hukuku açısından Anayasa hukuku konusunda bir literatür katkısı olarak ele alınmalı, NO.)
(Müeyyide konusuna Şevket Yılmaz, dört yıl sonra açıklık getirir: “Gelecek olan parlamentonun istediği gibi hareket etmesini önlemek için müeyyide koyalım dedik” der ve devamında ne ilgisi varsa “hür sendikacılığın tam manasıyla işlemesi için… YHK ve grev meselesinden dolayı” diye açıklar. (27)
7- İş ve çalışma hayatı ile düzenlemelerin İLO’nun parlamento ve hükümetlerce kabul edilen ilke ve kararlara uygun yapılması gibi düşünceler yer alır. Türk-İş’in toplam üç sayfalık Anayasa taslak metninde bazı genel tekerlemeler dışında, bulunması istenilen hükümler bunlardır.
’82 Anayasası incelendiğinde bu hükümlerin hepsi (bazı eksikliklerine karşın) yer aldığı yorumu, saptırma ya da bir zorlama olmadığı kanısındayız.
TİSK ise Anayasa Komisyonuna çok daha geniş ve ayrıntılı olarak hükümlerin bulunduğu 21 sayfalık teklif sunar.
Her iki taslak dikkate alındığında, ’82 Anayasası esas olarak TİSK’in ve tali/yardımcı olarak Türk-İş’in önerileri doğrultusunda hazırlanmış olduğu söylenebilir.
Türk-İş Temmuz 1982’de ilan edilen Anayasa tasarısına, referanduma kadar geçen sürede eleştirmesine karşın, ancak aradan dört yıl geçtikten sonra “Anayasa değişmelidir” diyebilir. Benzer yöntem çalışma hayatıyla ilgili yasaların da hazırlanmasında etkin kılınır. Önce “sessiz ol, destekle” ve sonra “yakın; şikâyet et” yöntemi etkin kılınır, diğer bir anlatımla önce “onaylayıp” sonra “yakınma” yöntemi işlerlik kazanır. Böyle bir yöntem farklılığı, tabanın gelişen mücadelesi önünde gerilemeden kaynaklanır.
Anayasa konusundaki çalışmaların geçiştirici ve yetersiz olduğu, 12. Genel Kurul’da (Mayıs 1982) Türkiye Gazeteciler Sendikası Başkanı Nail Güreli tarafından gündeme getirilir ve toplam 544 sayfalık raporda böyle önemli bir konuya ancak 3 sayfanın yer aldığını söyleyerek, yönetimin bu konudaki çalışmalarını eleştirir. (28)
Hatırlatma: O günkü koşullarda Anayasa dâhil pek çok konu üzerine tartışmalar sınırlı sayıda kişi ya da kurum tarafından yapılır. Çünkü ülke tümden açık cezaevi koşullarında olup, değil fikir beyan etmek “düşünmek” fiili bile yargılama konusu olur.
Türk-İş yönetimi önceki üç sayfalık taslak çalışmasını “unutturmak” istercesine, Anayasa tasarısı üzerinde yoğun bir çalışma temposuna girer. Demeç üstüne demeç verir ve birden fazla broşür çalışması yapar.
Bu açıklamalarda, Anayasa tasarısının işveren isteklerine uygun hazırlandığı, “derin bir kaygı içinde” oldukları ve bu tasarının aynen benimsenmesi halinde “sağlıklı bir demokrasi” kurulamayacağı düşünceleri savunulur.
Etkisi ne olur ve sonuç?
Konsey’e önerdiğimiz gerekçeli 45 maddelik “hususlardan 6-7 tanesi yapıldı” ve bunlardan birinin de check-off olduğunu söyleyen Şevket Yılmaz, ileride parlamenter demokrasiye geçileceğinde diğerlerinin de “halledileceğine inandık” ve hatta o günlerde bunun sözünü o ihtilali yapanların bir kısmından aldık, ama bugün “yetkili değilim” diyorlar, diye açıklama yapar. (29) Aynı Şevket Yılmaz, Mayıs- 1985’de Bursa’da yapılan toplantıda ise Konseyin Anayasa konusundaki çalışmaları hakkında şöyle konuşur: “Şükranla belirtiyorum. Tüm uyarıları miza rağmen Danışma Meclisi’nin tutumunun aksine, isteklerimize kulak verildi. Sendikacılığın sonu olacak düzenlemelere iltifat edilmedi. Düzeltmeler yapıldı. Her görüşümüzün paylaşıldığını ifade etmek istemiyorum” der. (30) Yani Şevket Yılmaz, değişikliği önerilen 45 maddeden 6 ya da 7 tanesini dikkate alan Konseye “şükranlarını” sunuyor ve varlıklarının temel gerekçesi bu değişiklikler olduğunu söyleyerek, geleceğe yönelik verilen güvenceleri yineliyor. Yalnız bu düşüncelerin üç ve dört yıl sonra söylendiği hatırlanmalıdır.
Peki, referandum öncesi Türk-İş yönetimin düşüncesi nedir?
4 Kasım 1982 tarihinde Türk-İş İcra Kurulu açıklaması: “İşçi hak ve özgürlüklerinin kısıtlanmayacağı yolunda verilen sözleri 7 Kasım’da halkoyuna sunulacak Anayasa metni ve davet adına sürdürülen resmi tanıtma çalışması teyit etmiştir” denir. (31) Bundan bir gün sonra yani 5 Kasım’da Türk-İş yönetimi yayınladığı bildiride, yeni Anayasanın en önemli özelliğinin “normal, demokratik parlamenter düzene geçiş yolunu” açmakta olduğu dikkat çekilerek, işçi (yani Türk-İş N.O.) isteklerine gösterilen özenin, çalışma hayatıyla ilgili olarak çıkarılacak yasalarda da sürdürülmesi istenir. (32) Konseye o derece güven duyulurla, Anayasada gösterdiği dikkatin çıkarılacak diğer yasalarda da devam etmesi arzulanır.
Bunlara ve açıklamalara ek olarak Şevket Yılmaz’ın referanduma üç gün kala radyo ve televizyonda yaptığı konuşmada, sandık başına gidilmesini ve biran önce demokrasiye geçişin sağlanmasını ister. Oylamada olumsuz oy olarak nitelendirilen “Hayır” veya “Geçersiz” oy kullanma ya da “Hiç katılmama” türünden propagandaların yasaklandığı koşullarda, Şevket Yılmaz’ın konuşması “Evet” oyu kullanılması anlamına gelir. Zaten Türk-İş yönetiminin açıklamaları da bu yöndedir.
Bu radyo ve televizyon konuşmasını, Teksifin çıkardığı bir yayında şöyle yorumlanır: “Türk-İş Genel Başkanı Yılmaz tarafından 4 Kasım 1982 tarihinde Türkiye Radyo ve Televizyonundan yayınlanan açıklamanın metni ‘Türk milleti 7 Kasım 1982 günü mutlaka sandık başına gitmelidir’ diye başlamakta… Açıklamada, sık sık ‘demokrasiye bir an önce geçiş’ isteği özellikle yer alıyordu… Biran önce parlamenter demokrasinin yeniden kurulması isteğinin, ‘evet’ oyu kullanınız anlamına geldiği söylenebilir… Anayasa, oylaması, Türk-İş’in ulusumuzun yüzde 92’sinin duygularına tercüman olduğunu kanıtlamıştır” der. (33) Şevket Yılmaz’ın sendikası Teksif’in bu yayını olabilecek tüm kuşkuları .ortadan kaldırıyor.
Yani Türk-İş yönetiminin politikası: “evet” dediği Eylül’ün: yardımcı olmayı benimsediği Generaller Konseyi’nin ve Genel Sekreterinin Bakan olduğu hükümetin hazırladığı, Anayasaya “Evet” demesi, politik düşünce bütünlüğünün zorunlu bir parçasıdır.
Şu da hatırlanmalı, 7 Kasım 1982 tarihinde atılan oyun iki işlevi var: birincisi, Anayasa referandumu ve ikincisi Cumhurbaşkanı seçimi.
O sebeple her Anayasaya “evet” oyu, aynı zamanda Cumhurbaşkanlığı için tek adaya da “evet” anlamına gelir.
Anayasaya “evet”: devletin kurumlarının “yeniden” organize edilmesinin/güçlendirilmesinin; sermayenin çalışma ve yaşam koşullarını daha da kötüleştiren saldırısının; kan ve can pahasına kazanılan hakların gaspının ve emeği baskı ve zulüm altında tutmanın yasal düzenlemesine “Evet” demektir.

1.6.- “Rica” Sendikacılığı mı?
Türk-İş, “evet” dediği ’82 Anayasasının nasıl bir sendikal düzen ve nasıl bir toplu pazar(sız)lık sistemi öngördüğünü bilmezlik edemezdi.
Zaten genelinde öngörülen siyasi rejim ve özelinde belirtilen endüstriyel ilişkiler sistemi benimsenerek, Türk-İş tarafından Anayasaya “evet” denmiştir. Aksi, nasıl açıklanabilir?
’82 Anayasası’nın Devleti Öne çıkaran ve pekiştiren iki özelliği: Birincisi, “güçlü devlet, güçlü iktidar” arayışından hareketle Devletin bireyin önüne konması; ikincisi, hak ve özgürlüklere sınırlamalar/yasaklamalar getirilmediğinde devletin gücünün zayıfladığı ve o sebeple, hak ve özgürlüklere belirgin sınırlamalar/yasaklamalar öngörmesi sayılabilir.
Sayılan bu iki özellik, Anayasanın bütünü için geçerlidir.
Çıkarılan yasaların Anayasa’nın ilgili maddesiyle uyuşması zorunluluğu ilkesinden hareketle, endüstriyel ilişkilerle ilgili benimsenen sistemin esas düşünce kaynağı anayasa olmaktadır.
Anayasada, sendikaların temel hak ve hürriyetlerin sınırlanmasına (Md.13) aykırı hareket edemeyeceği (Md. 52); menfaat uyuşmazlığında yalnızca kısıtlı koşullarda grev yapacağı, lokavta güvence verildiği ve YHK’nın kurumsallaşmasıyla zorunlu tahkimin öngörüldüğü (Md. 54); sendika kurma (Md. 51) ve TÎS yapma (Md. 53) yasa hükümleriyle benimsenen endüstriyel ilişkiler düzeninin belirgin özelliği, ILO standartları acısından bile sınırlayıcı ve baskıcı olduğudur.
Anayasanın bu hükümleriyle: Sendika enflasyonunu önleme adına işkolu düzeyinde sendika kurulması ve kurucularda aranılan şartlar sebebiyle örgütlenme, seçme ve seçilme “özgürlüğü” daha da kısıtlanır; ideolojik grevler yapılıyor gerekçesi ile hak grevi yasaklanır ve menfaat uyuşmazlığı halinde kısıtlı grev uygulaması benimsenir, lokavt anayasal güvenceye kavuşur ve sendikal faaliyet kısıtlanır.
Türk-İş’in sendikalar ve toplu pazarlık kanunları ile ilgili yaptığı çalışmalar:
İlki 6 Şubat 1983 tarihinde, ikincisi yaklaşık bir ayı aşkın bir süre sonra 14 Mart 1983’de olur. (34) İkincisi aynı zamanda, 6 Şubat 1983’de Generaller Konseyi Sekreterinin, Sendikalar ve Toplu Sözleşme, Greve ve Lokavt Kanunları taslağını Türk-İş’e göndermesi sebebiyle hazırlanan altı sayfalık bir cevabi yazıdır. Bir açıklama olan ilki ise üç sayfadır. Bu durumda ikinci yazıya yönelik gözlemler birincisini de kapsar.
1- Sendika Kurma: İşçilerin (lütfen dikkat, çalışanların değil N.O.) sendika kurması öngörülmekle, bu sendikal haktan memurların yararlanamaması savunulur. Ki, Şubat tarihli açıklamada ise (sadece bir sefer kullanılır) çalışanların, sendika kurabilme hakkının olması yer alır. Fakat Mart’ta ki yazıda çalışanlar sözcüğüne yer verilmez, hep işçiler diye geçer. Bunun için taslağın inceleniyor olması gerekçe olamaz. Bir yerde yasak savma türünden sendika kurmanın zorlaştırılması ile sendikal örgütlenme alanının daraltılmasından bahsedilir.
2- Sendikalara Denetim: Türk-İş, sendikaların dıştan “idari ve mali denetime” tam olarak karşı değil ve denetimin “belirsizliği” yönünde kuşkular ileri sürer.
3- Sendikalarda Seçme/Seçilme: Sendikalarda yöneticilerin seçimlerine yönelik kısıtlamaların “deneyimli kadroların (siz, sendikal bürokratların diye okuyunuz NO.) tasfiyesine yol açabilecek düzenlemelerle seçilme engeli getirilerek; seçilenin görev süresini sınırlayarak, emeklilik hakkı ile yöneticilik görevi arasında bağ kurularak, yöneticilerin işçileri serbestçe temsil edebilmek hakkı”nın sınırlandırılmasından doğan kuşkularını belirtir.
4- Toplu Pazarlık Düzenine Sağlıklı İşlerlik Kazandıramayacak Noktalar: Grev hakkının kullanılmaz hale getirilmesi (açık değil N.O.); grev yasaklarının artırılması ve yetkili sendikanın tespiti yöntemi birer kaygı kaynağı olarak yazılır. Ve hatta iktisaden zayıf karşısında devletin “adeta taraf haline getirilmek” istendiği belirtilir.
Türk-İş yöneticileri bu açıklamaları ile, Sendikalar Kanunuyla ilgili taslakla özellikle sendikal bürokratların varlığını daha da koruyucu önlemlere yer verilmesi istenirken, memurların sendikalaşma hakkından ve sendikal örgütlenme özgürlüğünün kısıtlanmasından bahsedilemez. Toplu Sözleşme, Grev ve Lokavt Kanun taslağı ise sadece bir maddeyle geçiştirilir. YHK’nın varlığı ile zorunlu tahkimin öngörülmesi, lokavt yasağı ve grevde çadırın olması gibi istemlerde değil ısrarlı olmak gündeme bile getirilip yazılmaz.
Sendikalar ve Toplu Sözleşme, Grev ve Lokavt Kanunları 5 Mayıs 1983 tarihinde, kabul edilir.
Yasaların bu hükümlerle çıkması, Türk-İş’in sayesinde olduğu söylenir ve aksine “Türk-İş olmasaydı, işçi hakları çok daha fazla budanacaktı” diye açıklar, Türk-İş Genel Eğitim Sekreteri Kaya Özdemir. (35) Aynı zat-ı muhterem, Gıda Sanayi İşverenleri Sendikası seminerinde, yetkili sendikanın belirlenmesi için işkolu düzeyinde öngörülen (2822) sayılı yasa, Md. 12) yüzde 10’luk barajla ilgili olarak “ülkeyi ekonomik ve siyasi istikrara kavuşturmak isteyenler bu barajı zorunlu görmüşler. Getirenlerden Allah razı olsun” der. (36) öp babanın elini… Zaten 11. (Mayıs 1979) ve 12. (Mayıs 1982). Genel Kurulları arasında ve özellikle 1980’den sonra Türk-İş, teşkilatlanma faaliyeti de aynı işkolunda federasyonları ve sendikaları birleştirme gayreti gösterir ve başarılı da olur. (37) 2821 sayılı yasa çıkmadan önce işkolları düzeyinde örgütlenmeye özel önem verilmesi ve arkasından yasanın çıkması, bir rastlantı mıdır? Çünkü Kaya Özdemir, işkolu düzeyinde sendikaların örgütlenmesini bir nevi sevinçle karşılıyor.
Yasaların kabulünden iki gün sonra 7 Mayıs’ta Türk-İş İcra Kurulu bir açıklama yapar: (38)
2821 sayılı Sendikalar Kanunu: Taslakta bazı değişiklikler yapılmasıyla kaygının azaldığı belirtildiği halde, sendika kuruluş şartlan, bazı grupların sendikalaşma hakkından yoksun bırakılması ye sendika yönetimine müdahale hükümlerin olması birer kaygı kaynağı olarak belirtilir. Buna karşın şube düzeyinde örgütlenme şartında öngörülen koşulların hafifletilmesi, “deneyimli sendika kadroların” derhal tasfiyesi ile sonuçlanabilecek yaklaşımın terk edilmesi”, sendikaların eğitim ve kooperatifçilik faaliyetleri yapmasının korunması ve sendikaların “ön izne karşın” uluslararası sendikal hareketlere üye olabilme hakkının korunması olumlu düzenlemeler olarak yer alır. Olumlu düzenlemelerin, eleştirilen hükümlerden daha fazla olduğu anlaşılıyor.
2822 sayılı Toplu Sözleşme, Grev ve Lokavt Kanunu: Grev yasakların artırılması, grev hakkının kullanılmasının güçleştirilmesi ve zorunlu tahkimin egemen kılınması gibi hükümler birer kaygı olarak açıklanır, yetkili sendikayı belirleme yöntemi “unutularak”. Bu yasayla ilgili kısım oldukça kısa tutulmuş.
14 Mart ve 7 Mayıs tarihli yazı ve açıklamalar incelendiğinde; kaygılarını kendi konumlarıyla ilgili hükümlerde yoğunlaştıran Türk-İş bürokrat yöneticileri, esas olarak üyesi bulunduğu (ve sonradan ağzından hiç düşürmediği) Uluslararası Çalışma Örgütü-ILO ilkeleri açısından bile değerlendirmeler yapmaz. Konuya geçiştirici tavırla yaklaşır. Şaşırtıcı hiç değil. Uygulama döneminde ise, “ah bu yasalar” yakınmasına başlar, aynı bürokratlar.
Anayasaya “evet” diyen Türk-İş yöneticileri, sonradan “tasarı atağı” (ki ileri sayfalarda incelenecek) yapmış olsa da Anayasa esas alınarak Genel Sekreterinin de Bakan olduğu Hükümetin çalışmalarına göre çıkarılan 2821 ve 2822 sayılı yasalara ve öngördüğü sisteme de “evet” dediğini ifşa etmiş olur. Bu konuda yukarıda yaptıkları açıklamalar kendilerini, bu anlamda ele veriyor.
Nitekim bu yasalar, Genel Başkan Şevket Yılmaz’ın deyişiyle “pırlanta” (39) gibi bir Hükümet Başkanının döneminde kabul edilmedi mi? Ayrıca sevgili sekreterinin Bakanlığını da unutmazdık eder mi?
Türk-İş’in bu yasalara ilişkin görüşlerini geleceği dikkate alarak “yarınlar düşünülmüştür” diye açıklayan aynı Şevket Yılmaz, devamında “işveren kesiminin aynı sorumlu bakış açısını benimsediği söylenemez” der. (40) Eh el insaf! Hem yasalarda “TİSK’in düşünceleri esas olarak yer alıyor” diyeceksin ve hem de aynı kesimi “düşünceli” davranmamakla eleştireceksin. Aslında kendi konumunun açmazlığını ortaya koyuyor.
Kıdem Tazminatı Fonu başta gelen bir talep olarak ele alınan TİSK’in 15. Genel Kurulu’nda konuşan Şevket Yılmaz “check-off hariç tüm işveren isteklerine ‘evet’ dediği’ hatırlanırsa; (41) 1979 yılından beri TİSK’in yasalarda olmasını istediği düşünceler hiç değişmedi ve sonunda 2821 ve 2822 o istemlere göre hazırlandığı dikkate alınırsa ve sermayenin aynı mesleki örgütünün istemlerinin yasallaşmasına Şevket Yılmaz ve Örgütü Türk-İş’in yöneticilerinin “hayır” demesi düşünülebilir mi?
Demesi halinde inandırıcılığı tartışmalı olup, vaziyeti kurtarma için yapıldığı düşünülmeli. Zaten tabanın kıpırdanmasına bağlı olarak Türk-İş yönetimi, yasal mevzuatta önce 2821 ve 2822 sayılı yasanın ve sonradan Anayasanın bazı maddelerinin değiştirilmesi istemini gündeme getirir. Yani Türk-İş yönetimindeki görülen bu tavır “değişikliği” sebebi, tabanda gelişen kıpırdanmadır.
Bu yeniden düzenleme ile sendikaların faaliyet alanında sınırlı fonksiyonlar üstlenmesi öngörülür. Bunun yeni bir dönem olarak nitelendirilip “kötünün iyisini aramak durumunda kalan sendikacı işverene ricacı duruma” gelmesi anlamında “rica sendikacılığı” denir. (42)
Yeni düzenlemenin olduğu döneme yasal mevzuat açısından karikatürize etmek için “rica sendikacılığı” denirse de, sınıf mücadelesinde “lütfen” ya da “rica” yöntemi benimsenemez. Çünkü emek-sermaye çelişmesinin hâkim olduğu bir düzende, emeğin “rica” etmesi değil; sermayeye karşı hem kendi varlığını koruması ve geliştirmesi ve hem de emeğe dayanan bir üretim tarzı için mücadele etmesi tarihsel bir zorunluluktur.
Canlı örnek, hatırlarda; Nisan 1989 bahar eylemleri…
Kısaca 2821 ve 2822 sayılı yasaların öngördüğü model: Sendikaların adeta kurulmaması şartları tespit edilir; sendikalar üzerinde resmi otoritenin denetimi artırılır; sendikaya üye olmayı sınırlayıcı ve caydırıcı engeller getirilir; sendikaların seçme ve seçilme hakkı daha da kısıtlanır; dayanışma aidatı uygulaması benimsenir; sendikal alanda Türk-İş’te tekelci yapılanım güçlendirilir; YHK kurumsallaştırılır; hak grevi yasaklanır ve grevin menfaat uyuşmazlığı halinde kısıtlı uygulaması öngörülmesi vs. özellikleri içerir.
Yasaca öngören bu “rica” sendikacılığına ve sendikalar bürokratlara karşın, yaşanılan her gün de işçilerin çıkışlarıyla/eylemleriyle giydirilen elbisenin söküldüğünün örnekleri yaşanıyor.
Toplumsal ve sosyal bu gelişmenin ürünü olarak, yarınlarda şenlik yaşanılacak…

1.7.- “Suçlanan” DİSK
Generaller Konseyinin 8 numaralı bildirisiyle DİSK, MİSK ve HAK-İŞ’in taşınır ve taşınmaz tüm varlıkları denetim altına alınır. Son iki konfederasyon, DİSK’in örgütlülüğünün yaygınlaşması ve güçlenmesinde karşılık olarak kurulur. Bu iki konfederasyondan MİSK, MHP ile HAK-İŞ, MSP ile olan ilişkilerinden dolayı Eylül uygulamasına bir süre için maruz kalır. DİSK hakkında ise dava açılır. Önce 19 Şubat 1981 tarihinde HAK-İŞ’in ve 1984 yılında MİSK’in üzerindeki denetimler kaldırılır. Eylül’ün bu tür icraatından TÜRK-İŞ “nasiplenmez”, fakat bir süre için de olsa ona bağlı Petrol-İş ve Yol-İş sendikalarının bazı illerde faaliyetleri durdurulur.
Sendikalara yönelik bu uygulamalar, Türk-İş’in Eylül sonrası ilk olağan Yönetim Kurulu toplantısında gündem maddesi olarak tartışılır ve bu tür soruşturma ve kovuşturmanın hiç şüphesiz sürdürüleceği beklentisi açıklanır. (43) Sürmemesi istemi dikkate bile alınmaz.
Türk-İş yönetimi yanılmaz; öyle de olur, soruşturma ve kovuşturmalar devam eder…
Acaba 10 Eylül’de Türk-İş yönetimine Bakanlık teklifi yapıldığında, uygulanması istenen bir program belirlemesi de talep edilmiş olabilir mi? Çünkü geleceğe yönelik beklentileri hep, Generaller Konseyi uygulamalarına çakışıyor ve onun için böyle bir soru önem kazanıyor.
1967-Şubat’ında yeni bir arayışın ürünü olarak doğan DİSK’in iki bin dolayında üye ve yöneticisinin gözaltına alınması sonrasında, 25 Haziran 1981 ‘de 52 idamlı dava açılır. Davaya 24 Aralık 1981 tarihinde başlanır ve 23 Aralık 1986’da (Türk-İş’in 14. Genel Kurulu sırasında) birinci aşaması bitirilerek, dosya Yargıtay’a gönderilir. Diğer sendika davaları: Bank-İş (kapatıldı), Yeraltı Maden-İş (kapatıldı) ve Türkiye Yazarlar Sendikası (açık) vs.
DİSK’in yargılanması yalnız Eylül mahkemeleri tarafından olmaz, bu kervana Türk-İş’te katılır. Bu tavrıyla hem vefa borcunu öder ve hem de önceleri söyleyemediğini söylemenin rahatlığını yaşar.
Türk-İş yönetimi üyesi olduğu uluslararası sendikal örgüt ICFTU’yu gönderdiği ilk yazılı belgede “DİSK’in sendikal faaliyetlerinden değil, yöneticilerinin siyasal eylemlerinden ötürü yargılandığı” ileri sürülür. (44) Buna karşın, ICFTU, DİSK’in faaliyetinin askıya alınması, yöneticilerin tutuklanması, sendikal haklara indirilen bir darbe olarak değerlendirilir. ILO’da benzer davranış içindedir. Türk-İş ise eline kına yakıyor.
Fakat Türk-İş, Türk-İş’i yalanlıyor; 12. Genel Kurul Çalışma Raporunda ise “12 Eylül harekâtı sırasında diğer işçi kuruluşları faaliyetten men edilirken, sadece Türk-İş’in açık tutulması da göstermektedir ki, Türk-İş gerçek anlamda tek isçi kuruluşudur ” diyerek, (45) DİSK’in sendikal faaliyetinin neden yasaklandığını açıklamış olur. ICFTU’ya yazıldığı gibi yöneticileri hakkında soruşturma sürdürülüyor olsa, DİSK’in faaliyeti neden yasaklanmış olsun? Utanmazca, “gerçek anlamda işçi kuruluşu” olmanın kıstası olarak Eylül onayı ile kapanmamayı gösterir ve bunu da Türk-İş’te somutlar.
Türk-İş Genel Teşkilatlandırma Sekreteri Orhan Er-çelik, Türk-İş’in açık olduğu ve bununda sebebinin Türk Silahlı Kuvvetlerinin 12 Eylül’de ilan ettiği hedeflerin “30 yıllık mazisinde Türk-İş’in sürekli savunduğu ve adım adım gerçekleştirmeye çalıştığı hedefler” olduğunu açıklar. (46) Böylece Türk-İş’in açık kalmasının ve DİSK’in kapatılmasının sebebi tereddüt edilmeyecek bir şekilde, açıklığa kavuşturulur.
Türk-İş’in yöneticileri esasında DİSK’in faaliyetleri sebebiyle fiilen kapatıldığını bildikleri halde, ICFTU’yu yanıltmaya çalışırlar. Neden? Türk-İş’in Eylül sonrasında ICFTU’ya gönderdiği yazı, ancak 6 yılı askın süre sonra gün ışığına çıkar. 12. Genel Kurulunun Çalışma Raporunda, uluslararası ilişkiler bölümünde, böyle bir yazışmadan bahsedilmiyor.
Anlaşıldığı üzere Türk-tş yönetimi, aynı konuda farklı çevreler için farklı bilgiler veriyor. Bu sadece bir örneği olup, araştırmanın yapılmasına bağlı olarak bu sayının hayli artması mümkün. Çünkü bürokrat sendikacılığın bir özelliği de, yalancılık…
Bu dönemde Türk-İş’in hiçbir kovuşturmaya uğramaması, sendika yöneticileri tarafından nasıl yorumlanır?
Türk-İş hedeflerinin Generaller Konseyi hedefi ile çakışmış olmasının bir gereği olarak açıklanır. 1980 Aralık ayında Türk-İş İcra Kurulu üyesi Kaya Özdemir, o sıra tutuklu olan sendikacılar için “Türk sendikacılığını gerçek yolundan saptırarak dış kaynaklı bazı hedeflere, bazı ideolojilerin emellerine alet kılmak isteyenler, 12 Eylül’ün asıl sebebidirler” diye açıklama yapıyor. (47) ABD’nin bölgesel politikasını etkin kılmanın bir aracı AAF-LI ile Türk-İş’in can/ciğer “dost” olmasına değinmiyor. Çünkü bu ilişki sebebiyle kursağında ABD’nin ekmeği var. Ekmek yediği Kapıya… değil ya.
Eylül öncesi Türkiye sendikal hareketinde varolan farklı anlayışlara değinerek, “devlete kafa tutmanın kahramanlık” gibi gösterilmesini, işyerlerinin işgal edilmesini ve ulusal servetimizin yakılıp yıkılmasını “cesur sendikacılık diye yutturulmaya çalışıldığı karardık günleri” birlikte yaşadık diyen Türk-İş yönetimi, benimsediği “ağırbaşlı ve vakur (siz, teslimiyetçi ve hantal diye okuyunuz N.O.) tavır aleyhine menfi propagandaların” sürdürüldüğü ve özellikle DİSK’le “aramızdaki yapı farklılığı, uzun sure aleyhimize” bir koz olarak kullanıldı diye, 12. Genel Kurul Raporunda yazar. (48) Artık DİSK de olmadığı için rahat olduklarım ima etmiyor, açıklıyor ve savunuyor.
Artık “cesur sendikacılık” yapacak hiçbir sendika ya da konfederasyon kalmadığının rahatlığını Türk-İş, “ağırbaşlı ve sorumlu” politikasının mükâfatı olarak faaliyetinin sürekli kılınması sağlanır.
Türk-İş dışında diğer sendika ya da konfederasyonlar, sınıf sendikacılığını rehber edindikleri için faaliyetlerinin durdurulduğunu ya da bir süre için yasaklandığı düşüncesinde olmadığımız hatırlanmalıdır.
Savunduğu sendikal anlayışın ve geçmişinin verdiği güvenin takdiri olarak, Türk-İş’in aynen devamı sağlanır.
Türk-İş yönetimi “hizmette” kusur etmemenin bir gereği olarak, TÜSİAD’ın kamu “yararına” faaliyet gösteren bir dernek olarak kabulünü ve DİSK’inde işçiler “aleyhine” çalışan bir sendikal hareket olduğunu onar, Bakan olan Genel Sekreteri şahsında.
“12 Eylül öncesinde DİSK’in sorumsuz ve kanunsuz faaliyetleri esas aldığı ve zaman zaman Türk-İş’i buna çekmeye gayret gösterdiği ve 1980-Şubat’ında DİSK’in önerdiği eylem birliği teklifine Türk-İş’in “Hayır” dediği yazılır, 12. Genel Kurul raporunda. (49)
Türk-İş’in 12. Genel Kurulu Eylül sonrasında ilk kongre olduğu için çalışma raporunda, Eylül’e güven tazelemeyi unutmadan Türk-İş’in neden faaliyetini “sürdürdüğü” açılırken, mukayeseli olarak DİSK’e de yollama yapılır. Bu raporda bu türden sayfaların sayısı az değildir.
Yine aynı kongrede, TÜSİAD’ı kamu “yararına” çalışan derneklerden sayılması konusunda Sadık Şide’nin de imzası olduğu hükümet kararım yayınlayan resmi gazetenin fotokopisi delegeler arasında dağıtılır.
Sendikal bürokrat Bakan Şide, kongrede konuşması sırasında derneğin ismini vermeden bu konuya da değinir: Sadık Şide, bizim aleyhimize bir kuruluşun kamu yararına olması için imza etmiş diyorlar. Yalandır, Orgeneral Kenan Evren’in de Başbakanın da imzası var. Demeğin amacı karma ekonomiyi batı uygarlığına ulaştırmaya sağlamaktır” diye konuşur, daha doğrusu savunur ve devamında, Konsey yönetimi “göreceksiniz… emeği ile çalışanları koruyacaktır” der. (50)
Kimi koruduğu malumunuz…
Nasıl görev yaptığını da açıklamış oluyor. Kendisi üzerinde olanların imzasının varlığı, Şide’nin imzalaması için yeterli neden olduğunu söylüyor.
Türk-İş’in sendikal anlayışı; sermayenin önemli işlevlerini yerine getiren o dönem ve sonrasında Turgut Özal’ın ve kalburüstü bütün tekelci burjuvazinin temsilcilerinin örgütü TÜSlAD’ı aklarken DİSK’i yargılar.
Bir olguyu aktarım, bin tekrardan daha öğreticidir.
Peki, bürokrat sendikal anlayış kime mi hizmet ediyor?
Sınıf düşmanı ve resmi ideoloji güdümündeki sendikal anlayış, kime hizmet eder ki?
DİSK’in davası kararı ile Türk-İş’in 14. Kongresi aynı tarihe çakışması üzerine, genel kurulda tartışma olur. Bazı sendikacıların ve ICFTU temsilcilerinin girişimiyle, mahkeme kararım kınayan bir önergenin hazırlanması ve kongre karan haline getirilmesi istenir. (51) Aralık’ta, ICFTU ve ILO’ya hesap verebilme adına karar taslağının genel kurula sunulacağım, Şükran Ketenci yazar. (52)
Fakat bir gün sonraki yazısında da, tekzip etmek zorunda kalır. Çünkü hazırlanan 2,5 sayfalık karar taslağının bir-buçuk gün Şevket Yılmaz’ın cebinde dolaştığım ve 26 Aralık’ta öğleden sonra “komisyon kararları sonrasında genel kurul gündemine getireceğini” söylediği halde, konu geçiştirilir ve kongreye sunulmaz.
Yani Şevket Yılmaz, Türk-İş yönetiminin o zamana kadar ki politikasının “vebalinden” kurtulması adına alınması istenilen mahkeme kararını kınayan kongre karan taslağım hazırlattığı halde, genel kurula sunmaz.
Eh… hizmette kusur da yoktur, sınır da…
Türkiye sendikal hareketinde mücadele ederek kazanımlar sağlanmasının temsilcisi DİSK’in faaliyetine Eylül Generalleri tarafından son verilirken, Türk-İş yönetimi de onların yanında yer alır. DİSK’in tasfiyesinin amacı, işçi sınıfına gözdağı vermekti.
Verilebildi, denebilir mi? Yaşadıklarımız…

1.8.- Resmi Sendikasızlaştırma Politikası
Sendikal bürokratların resmi ideolojiye ve sermayeye hizmette kusur etmemesine karşın; çalışma hayatını yeniden düzenleme çal aşmalarında konumlarını direkt ya da dolaylı etkileyen hükümler, özellikle Türk-İş yönetimi tarafından “sendikal hak ve özgürlüklere” yönelik girişimler olarak nitelendirilir. Bu ses, bürokrat sendikacıların kaygılarını azaltan ya da yok eden değişmelerin yapılmasına bağlı olarak kısılır ya da kesilir. Zaten resmi ideoloji, sendikal bürokratların sınıf içinde teşhir olmasını kendi sendikasızlaştırma politikasının bir gerekçesi olarak değerlendirir. Esas olarak, sınıfın gelişen mücadelesini ezmenin aracı olarak resmi ideoloji tarafından sendikasızlaştırma politikası izlenir. Sendikasızlaştırma politikaları:
1- YHK devreye sokulur ve kalıcılaştırılır.
27 Ekim 1980 tarihinde kabul edilen yasayla tüm sendikal alanı kapsayan, Generaller Konseyi’nin bu alanda emir-komuta örgütü YHK ve Türk-lş denetimine girer. Zaten YHK’nda görev yapan dokuz üyeden ikisi Türk-İş’i temsil eder. 1984-Ocak ayına kadar süreleri sona eren sözleşmeler, taraf sendikaların adına ancak onların istemleri dışında YHK tarafından yürürlüğe konur. Bu bir zorunlu tahkim sistemidir. Kurul bu işleyişle, sınıfın tüm kazanımlarını gasp etmeyi, faaliyetinin esas amacı olarak seçer.
Türk-İş yönetimi, 12. Genel Kurul’da bu kurumun bir süre için geçici olarak görev yaptığını ve bu sebeple, bu sürede bazı hakların “dondurulmasının” anlayışla karşılandığım açıklar. Ayrıca sendikal faaliyetlerin askıya alınmasını ister. (53)
Fakat bu kurumun Türk-İş’inde “evet” dediği Anayasa ile kalıcı hale getirilir. YHK’nın kalıcılaşması, toplu sözleşmelerde sendikaların devre dışı bırakılması ve kazanımların gaspının yasallaştırılmasıdır.
Zorunlu tahkim aracı YHK üyeleri nasıl çalışır?
Türk-İş’in YHK’da görev yapan iki üyesinden biri olan Tes-İş Genel Sekreteri Faruk Barut, çalışmaların gerçekten “adil olmak yerine duygusal bir takım yanlış verilere dayalı direktiflerle” yapıldığını ve ancak işçi temsilcileri sayesinde daha fazla hakkın kaybedilmesine “mani” olunduğunu söyler. (54) Kimden alındığı sorusu fazla olup, “direktiflerle” çalışan YHK’da görevli dokuz kişi, kendilerine bildirilen rolleri oynar.
Direktiflerle çalışan ve zorunlu tahkimin aracı YHK, toplu sözleşmelerin bağıtlanmasında hakların gaspı ve sendikaları devre dışı tutmanın işlevini üstlenir.
2- Sendika üyeliğinin önemini küçültmek ve işçilerin “birliğini” bozmak, diğer bir deyişle örgütsüzlüğü teşvik etmek amacıyla dayanışma aidatı uygulaması benimsenir.
3- Yeniden yasal düzenlemede grev hakkı uygulaması, sınırlı ve yasaklı sendikal “hak” biçimine sokulur.
4- Sendikal örgütlenmede yetkinin referandum yerine Bakanlık tarafından belirlenmesi ve sendikalarla ilgili devletin idari ve mali denetim uygulaması devlet güdümünde sendikacılığı pekiştirir.
5- Hem geçici işçi çalıştırması ye hem de sözleşmeli personel kanunu ile sendikal örgütlenme alanı daraltılır.
6- Çıraklık ve mesleki eğitim yasası ile bir işyerinde çalışan işçilerin yüzde 10’u oranında öğrencilerin stajyer çırak çalıştırılması kabul edilir ve bunlar hem sendikalaşamaz ve hem de grev kırıcısı duruma düşürülür.
7- İhtiyaç fazlası asker yükümlüleri, kamu işyerlerinde hem sendikasız ve hem de grev kırcısı olarak çalıştırılır.
Sayılan ve daha eklenerek uzatılabilecek şıklar, resmi sendikasızlaştırma politikasının benimsendiği ve uygulandığının hükümleridir:
Resmi sendikasızlaştırma politikasının yasal düzenlemesini, başta Anayasal olmak üzere 2821 ve 2822 sayılı yasalar ile diğer yasalar oluşturur. Ve Türk-İş’in Anayasaya “evet” dediği; 2821 ye 2822 sayılı yasaların çıkmasındaki tavrı da biliniyor. Bu anlamda, bu yasalardan kaynaklanan örgütsüzleştirme politikalarına arka çıktığın düşünebiliriz.
Sendikal mücadele açısından örgütlenmenin önemini dikkate alan burjuvazi, bu politikayı etkin kılar, örgütsüz güç çabuk yenilir. Fakat işçiler, bu saldırılara karşın sendikalarına sahip çıkmalı ve yaşatmalıdır.
Toplumsal mücadele açısından örgütlenmenin yasal düzenleme ile sınırlandırılması mümkün olamaz. Her gelişen güç, kendisini organize ederek varlığım sürekli kılar. Akan su yatağını bulur.
(Devam Edecek)

KAYNAKÇA:
1- Şevket Yılmaz, 2000’e Doğru, 6 Ağustos 1989, sf. 36.
2- Kemal Sülker, 100 Soruda İsçi Hareketleri, Gerçek Yayınevi, İstanbul, 3. Baskı Sf. 78-79.
3- Türk-İş Dergisi. Eylül 1980. sy: 138, sf.1, Aktaran, Yıldırım Koç, Türk-İş Neden Böyle? Nasıl Değişecek? Alan Yay.. İstanbul 1986, sf. 87.
4- Cumhuriyet, 23 Eylül 1980.
3- Cumhuriyet, 24-25 Aralık 1980.
6- Türk-İş, 12. Genel Kurulu Çalışma Raporu (Bundan sonra, 12 GKÇR), 24-28 Mayıs 1982, Ankara, sf. 327.
7- Türk-İş, 12. Genel Kurulu Çalışmaları (Bundan sonra 12 GKÇ), 24-28 Mayıs 1982. Ankara, sf. 7.
8- 12 GKÇR. sf. 4, 24.
9- 12 FKÇ. sf. 36.
10- İbid, sf. 421.
11- İbid, sf. 399-390.
12- Türk-İş, 14. Genel Kurul Çalışma Raporu (Bundan sonra 14 GKÇR). 22-28 Aralık 1986, Ankara, sf. 126.
13- Görüş Dergisi. Aralık -1986, sy: 1, sf. 13-14.
14- Cumhuriyet, 28-29 Aralık 1986.
13- 12 GKÇR, sf. 333-334.
16- İbid, sf. ‘229.
17- Türk-İş, 13. Genel Kurulu Tutarağı (Bundan sonra 13 GKT), sf. 294.
18- Cumhuriyet, 28 Aralık 1986.
19- Cumhuriyet. 28 Aralık 1986. 20-12 GKÇ, sf. 4,81
21- 12. GKÇR, sf. 33.
22- 12 GKÇ. sf. 420.
23- 12 GKÇR. sf. 203.
24- 14 GKÇR -Belgeler, sf. 92.
25- 12 GKÇR, sf. 143.
26- İbid, sf. 460-462.
27- Görüş sy: 1, sf.13.
28- 12 GKÇ, sf. 174.
29- Görüş, sy: 1, sf. 12-13; Cumhuriyet 21 Ekim 1982.
30- Görüş, sy: 1, sf. 14.
31- Görüş, sy: 1, sf. 14.
32- Türk-İş, 13. Genel Kurulu Çalışma Raporu, 1. Kitap (Bundan sonra 13 GKÇR-1), 21-25 Aralık 1983, Ankara, sf. 29.
33- Teksif, 12 Eylül 1980sonrası Türk-İş, Mart-1986, sf. 7, Aktaran, Yıldırım Koç, age, sf. 97-98.
34- Türk-İş, 13. Genel Kurulu Çalışma Raporu, 2. Kitap (Bundan sonra, 13 GKÇR-2), 21- 28 Aralık 1985, Ankara, sf. 189-191; 203-208.
35- 13 GKT. sf. 282.
36- Cumhuriyeti 20 Eylül 1985.
37- 12 GKÇR, sf. 304-305.
38- 13 GKÇR-2, sf. 217-220.
39- Alpaslan Işıklı, Cumhuriyet, 24 Nisan 1984.
40- Yankı, 16-22 Mayıs 1983, sy: 633, sf. 21. .
41- A. Işıklı, Cumhuriyet, 24 Nisan 1984.
42- Faruk Büyükkucak (Tes-İş, İstanbul-1 nolu Şb. Başkanı), Yankı, 9 Nisan 1984, sy: 680. sf. 30.
43- Cumhuriyet, 29 Aralık 1980.
44- Şükran Ketenci, Cumhuriyet, 24 Atalık 1986.
45- 12 GKÇR, sf. 236.
46- 12 GKÇ, sf. 392.
47- Türk-İş Dergisi, Aralık 1980, sy: 141, Aktaran, Görüş, sy: 1, sf. 14.
48- 12 GKÇR, sf. 301
49- İbid. sf. 2.
50- 12 GKÇ. sf. 414-415
51- Cumhuriyet, 24 Aralık 1986.
52- Şükran Ketenci, Cumhuriyet, 27 Aralık 1986.
53- 12 GKÇR, sf. 269-270.
54- 13 GKT, sf. 212.

Eylül 1989

Yorumlar kapatıldı.

Özgürlük Dünyası 2022

Yukarı ↑