‘İç Güvenlik Paketi’ ve bir tarihsel deneyim

İç ve dış politikaların iflası, ekonomiyi ayakta tutan dayanakların kapasitelerini çoktan doldurması ve alarm vermesi; Gezi, Soma, Kobanê, iş cinayetleri, kadın katliamı, giderek artan ve her yerde patlak veren grevler ve fiili işçi direnişleri, çığ gibi büyüyen işsizlik, hükmedenlerin hoyratlığı karşısında dört bir yandan sıkışmışlık duygusuyla halkın ani patlamaları… Tüm bunlar, iktidarını, yolsuzluk ve sömürü rantını korumak isteyen ama bunu kaybedeceği bilgisine sahip olan AKP’yi duvara dayadı. Hükümetin artık mevcut yasal sınırlar içinde kalarak iktidarını koruyamayacağı açıktı. Haliyle kendini güvenceye alacak, bu sırada da halka yönelik saldırılarını yasal meşruluk kisvesine büründürecek yeni yasalara ihtiyacı vardı. Ve karşımıza “İç Güvenlik Paketi” ile çıkageldi.
Geçtiğimiz haftalarda tüm tepkilere ve engelleme çabalarına rağmen, 6-8 Ekim Kobanê eylemlerini bahane ederek gündeme getirilen, silah kullanmak da dahil olmak üzere, polise verilen yetkilerin genişletilmesini amaçlayan İç Güvenlik Paketi’nin en tehlikeli 67 maddesi Meclis’te kabul edildi. Geriye kalan ve görüşülmeyen 65 madde İçişleri Komisyonu’na geri çekildi. Ne var ki paketin, polis ve valilerin yetkilerinin genişletilmesini içeren ve doğrudan toplumsal muhalefeti hedef alan 67 maddenin geçmesi AKP iktidarı için kâfiydi.
Temel hak ve özgürlükler açısından en sıkıntılı maddeler olan söz konusu 67 madde ile valilerin hem savcı hem de yargıç olarak görevlendirilmesinin önü açılıyor. 1991 yılında çıkarılan “Terörle Mücadele Yasası” ile polise ateş etme yetkisi verilmiş ve yapılan itirazlar sonucunda Anayasa Mahkemesi, insan haklarına aykırı bularak bu yetkiyi iptal etmişti. AKP Hükümetinin 2. döneminde, 2007 yılında, Polis Vazife ve Salahiyetleri Kanunu’nda yapılan değişiklikle polise yeniden silah kullanma yetkisi verilmişti. Bugünkü paketle, polise verilen silah kullanma yetkisinin sınırları genişletiliyor.

KALICI SIKIYÖNETİM PAKETİ

Yasalaşması halinde herhangi bir etkinlikte havai fişek, bilye, sapan, kesici aletler ya da molotof benzeri maddeler varsa, polis doğrudan silah kullanarak duraksamadan ateş edebilecek. Çünkü geçen maddeler sayesinde kademeli müdahale zorunluluğu kaldırılıyor.
Polis ev veya iş yerlerinde ifade alabilecek, mahkeme kararı ya da savcılık emri olmadan ince arama yapabilecek. Evlerde ya da iş yerlerinde artık karakol kurabilecek. Kabul edilen maddelerle polise koruma ve uzaklaştırma yetkisi de veriliyor. İstemediği insanları belli alanlara ya da semtlere sokmayacak. Anlayacağımız, Gezi Parkı ve Taksim’de başta olmak üzere fiilen yaptığını, bu paketle yasalaştırmış olacak.
İnsan hakları savunucusu avukat Ercan Kanar’ın yorumladığı gibi; “Bu yasa geçer ve resmi gazetede onaylanırsa tam bir felaket. Paket, kalıcı bir sıkıyönetimi getiriyor. Ancak paket mevcut haliyle Anayasa’nın 23 maddesini, AİHM Sözleşmesi’nin ise 11 maddesini ihlal ediyor. 12 Eylül faşist askeri darbenin Anayasası’nda bile savaş ve isyan döneminde hürriyetlerin özüne dokunulmaz maddesi vardır. Bu paket ise hürriyetlerin özünü ortadan kaldırıyor, bu coğrafyada yaşayan herkes için büyük bir tehdit oluşturuyor.”
Anlayacağımız, aksi kuvvetle muhtemel olsa da, AKP iktidarı varlığını Haziran genel seçimleri sonucunda yine de koruyabilir ise; Anayasa Mahkemesi sürecinde belirli bir geri dönüş ve değişiklikler gündeme gelse dahi, tamamen iptal edilmesi talebiyle yasaya karşı mücadele uzun soluklu olacak.
Sınıf mücadelesi tarihi, gericiliğin ve baskı rejimlerinin saldırı yasalarına karşı ve onlara rağmen verilen mücadele örnekleriyle doludur. Egemen güçler kendilerini baskı altında hisseder hissetmez tarih boyunca benzer önlemlere başvurdu. Kapitalizm çağında da özünde burjuva diktatörlükten başka bir şey olmayan her renk ve tondan burjuva demokrasilerinde de toplumsal hak ve özgürlükler, egemen sınıfların çıkarları ve sınıflar mücadelesinin güç dengelerindeki değişimler doğrultusunda ya hoyratça sınırlandırılmışlar ya da genişletilmişlerdir.
Bu yazıda bakmak istediğimiz, yaratılan bu baskı ve korku imparatorluklarına karşı mücadelenin en parlak örneklerinden biri. Alman işçi sınıfının ve onun partisinin “Sosyalistler Yasası”na karşı ve olağanüstü hal uygulamalarına rağmen 1878-1890 yıllarında verdiği 12 yıllık uzun soluklu, ama içinden güçlenerek çıktığı, zaferle sonuçlanan mücadelesini hatırlamak, birçok bakımdan öğretici olabilir.

“SOSYALİSTLER YASASI “ NASIL DOĞDU?
Mayıs 1875’te Gotha’da iki büyük Alman işçi partisinin –“Eisenachçılar ve Lassallecılar”– Almanya Sosyalist İşçi Partisi adı altında birleşme kongresi gerçekleşmişti. Böylelikle, Almanya’da burjuva ve büyük toprak sahipleri partilerinin etki alanının dışında, proleterlerin çıkarlarını açıkça savunan ulusal çaptaki ilk parti doğmuştu. Artık, muhafazakârların, sağ partinin, ulusalcı liberallerin, liberallerin, Alman İlerleme Partisi’nin, Alman Halk Partisi’nin ve (Katolik) Merkez’in yanı sıra, faaliyetine başlarken Reichstag’ta  hâlihazırda 9 milletvekili bulunan (1874) ve sayısı 12’ye çıkan (1877) ulusal boyutta bir örgüt vardı. Genel oyların yaklaşık yüzde 10’una sahip olarak işçi partisi, egemen güçlerin ve çevrelerin hesaba katmak zorunda olduğu politik bir nicelik oluşturuyordu.
Bismarck yönetimindeki Alman Hükümeti bu tarihte, Almanya’yı bir ulus devlet haline getiren 1871’deki Reich birleşimiyle yaşanan ekonomik ve siyasal yükseliş döneminin ardından, Alman sanayi kapitalizminin ilk büyük sosyoekonomik kriziyle karşı karşıyaydı. Büyük toprak sahiplerinin, banka ve sanayi sermayesinin, zanaat ve ticaret küçük burjuvazisinin ve de proletaryanın gerçek ekonomik çıkarları şimdiye dek Alman imparatorluğunun yabancısı olduğu bir açıklıkla gün yüzüne çıkmıştı.
Sosyalist ve işçi hareketinin güçlenmesi karşısında huzuru kaçan egemen sınıflar, 1875 sonbaharında Reichstag’ta, ceza yasasında yapılan bir yenilenmeye bağlı olarak yeni bir 130. madde taslağı sundu. Bu yasa önergesi, Reichstag’ta açıkça vurgulandığı gibi salt sosyal demokrat harekete yönelikti. Paragraf, “sınıf düşmanlığına kışkırtmayı” ve “evlilik, aile ya da mülkiyet kurumlarına” aleni saldırıları hapisle cezalandırmayı öngörüyordu. Teklif o zamanlar henüz oy birliğiyle reddedilmişti. Yalnızca iki yıl sonra aynı öneri, bu kez burjuva İlerleme Partisi Milletvekili Hänel tarafından sunuldu.
1877’de 12 milletvekilini parlamentoya sokan sosyal demokrat seçmenlerin oy sayısı 1874’e nazaran, 135 bin 791 yükselmişti. Yani toplamda neredeyse yarım milyon oy elde edilmişti. Oy kullanma hakkına sahip seçmen sayısı 1877 yılında 9 milyon civarındaydı ve yaklaşık 5,5 milyon seçmen sandık başına gitmişti. Neredeyse dörtte birlik oranındaki bu artış, özellikle büyük kentlerden gelmişti. Bu kentlerde işçiler ve küçük esnafla atölye sahipleri 1873’te başlayan ve 1878’e dek süren ekonomik krizin yıkıcı sonuçlarından özellikle olumsuz etkilenmişti. Buna bir de fiyatlarda hızlı bir yükselişe neden olan dolaylı vergilerdeki artış ekleniyordu.
Vergi artışı Bismarck’ın devlet politikasının bir sonucuydu. Bismarck yasal düzenlemeler yoluyla “jünkerlerin”  alt katmanlarının aleyhine politik bir sınıf uzlaşması sağlamayı başardı. Ağır krizin sonuçları büyük burjuvazi ve büyük toprak sahipleri için koruyucu gümrük vergilerinin sağlanmasıyla hafifletildi: Demir vergisi karşılığında tahıl, iplik vergisi karşılığında hayvan vs. Ancak bu kaçınılmaz olarak geçim maliyetinde bir yükselişe neden oldu. Buna işsizlik eklendi. Halkın alt tabakalarında, özellikle de sanayi kentlerinde hoşnutsuzluk yayılmaya başladı. Tüm kriz dönemlerinde olduğu gibi suç oranları hızla yükseldi. Hükümete sık sık, şu ya da bu kentte halk arasında yaşanan ve yer yer sokak çatışmalarına varan öfke patlamaları rapor ediliyordu.
Emniyet müdürlüğü, 1874’ten itibaren düzenli olarak, beklenen ya da planlanan kitlesel işçi atmalar hakkında raporlar topluyordu. İşten atmalar 1877’de sıçramalı bir şekilde yükseldiğinde, basına, izin almadan işten atma ve yeniden işe alım haberlerini yayınlamasını yasakladı. Aynı yıl Berlin’de toplam 39 bin evsiz gözaltına alındı ve büyük bir kısmı sınır dışı edildi.
1877/78’de sosyal çatışmaların keskinleşmesi, halkın içinde –imparatorluğun kalbi Berlin’de de– mayalanan şeyin ne olduğuna dair belirsizlik, hükümeti endişelendiriyordu. Huzurunu kaçıran, özellikle, sosyal demokrasinin sayısal artışının yanı sıra gözle görülür hale gelen örgütlü gücüydü.
Mart 1878’de Genel Alman Birliği’ne bağlı Matbaacılar Derneği’nin henüz genç yöneticisi ve Berlin işçi hareketinin örgütçülerinden olan August Heinsch veremden öldüğünde sosyal demokrasi, 10 Mart’ta Heinsch için bir kitle gösterisi niteliğinde büyük bir cenaze töreni düzenledi. Cenaze günü kızıl karanfiller ve başkaca kızıl sembollerle (polis bayrak taşınmasını, hatta dürülü bayrakların getirilmesini yasaklamıştı) yaklaşık 100 bin kişilik bir kalabalık Berlin’in doğu bölgesinin sokaklarında yürüyüşe geçti. Birçok evin penceresinden matem bayrakları sarkıtılmıştı. Burjuva “Magdeburger Zeitung” [Magdeburg Gazetesi] cenazeye katılan kalabalıktan, “alaylar, bölükler, tugaylar, daha da fazlası; bunlar, koca koca ordu birlikleri” diye söz ediyordu.
Üstünden daha yedi hafta geçmişti ki benzer bir olay yaşandı. Paul Dentler, “Berliner Freie Presse” [Berlin Özgür Basını] gazetesinin editörü, gözaltındayken hayatını kaybetti. Bu cenaze de bir kitle gösterisine dönüştü. Almanya açısından, halkın alt tabakalarının bu yeni türdeki eylem birliği ve kamusal alanda alenen sergilenen örgütlü tutum ve özgüven, Bismarck ve onun memurlar aygıtı için kabul edilebilirlik sınırını aşmıştı. Onlar açısından yeni bir 1848’in doğuşuna engel olmak artık elzemdi.
Başka muhafazakârlar da bunu aynen böyle görüyordu. Ağustos 1877’de Saksonya’daki Prusya elçisi, oradaki hükümetin kültür bakanının yaptığı bir açıklamayı Berlin’e rapor ediyordu: “Sosyal demokrat hareketin başarıyla engellenmesi için, Reich anayasasınca bu akımın yasaklanmasının dışında bir yol yoktur… 1. Sosyal demokrasi yasaklanmıştır. 2. Bu akımın üyesi olan hapsi boylar.”
1877’nin sonunda, fabrika işçilerinin kitlesel olarak örgütlenmesi henüz gerçekleşmemişse de sendikaların var olduğu iş kollarındaki yaklaşık 2 milyon işçiden 50 bini örgütlü durumdaydı. Kimi sanayi merkezlerinde ise bu örgütlenme düzeyi belirgin olarak daha yüksekti. Sosyal demokrasi bu örgütleri, “modern işçi hareketi içerisinde önemli ve değerli bir faktör” olarak selamlıyordu.
Keza büyük burjuvazi ve onun partilerinde, örgütlü işçi hareketine yönelik olağanüstü bir yasa çıkarılması isteği büyüyordu. Onların huzurunu özellikle kaçıran, puro işçilerinin, matbaacıların ve terzilerin kurduğu türden bölgeler üstü sendikalardı.
1878 yılının başında ekonominin ağır ağır yeniden yükselişe geçtiğinin işaretleri belirmeye başlamıştı. Bu konjonktürel gelişimin sürmesi için burjuvazinin, işletmelerde “huzur ve düzene” ihtiyacı vardı. Bu nedenle yasal önlemlerin alınmasını zorunlu görüyordu. Sendikal hareketin hızlı büyümesi durdurulamayacaksa da en azından frenlenmeliydi. Gümrük politikasındaki ekonomik uzlaşmadan sonra burjuva partileri de artık “Sosyalistler sorununda” muhafazakârlarla politik bir uzlaşmaya varmaya hazırdı.
Şubat ayının başında, içişleri bakanı yardımcısı, Prusya İçişleri Bakanlığı’ndaki bir toplantıda “Mevcut dernek ve basın yasasının, sosyal demokrasinin devrimci çabalarını kamu çıkarına uygun bir şekilde engellemeye yetmediğini” saptıyordu. Sosyalist ve işçi hareketine baskı yoluyla bir son verme konusundaki uzlaşma niyeti, Alman Kaiserine düzenlenen peş peşe iki suikastin “uygun” fırsatı sağlamasıyla reel politika haline geldi.
11 Mayıs 1878 günü, 23 yaşındaki sıhhi tesisatçı Max Hödel, üstü açık faytonla “Unter den Linden” caddesinden geçen Kaiser I. Wilhelm’e birkaç kez ateş etti. Tabancasının namlusu eğriydi ve Kaiser bu saldırıdan yara almadan kurtuldu. Hödel, politik olarak tutarsız biriydi. Sosyal demokrasiden ihraç edilmişti, zaman zaman ulusalcı liberaller için faaliyet yürütürken Saray Vaizi Stoecker’in Sosyal-Hıristiyan partisi üyesiydi ama kendisini anarşist olarak tanımlıyordu.
“Suikast”ten yalnızca beş saat sonra Bismarck, müsteşarı von Bülow’a çektiği telgrafta şunu öneriyordu: “Suikasti sosyalistlere ya da onların basınına karşı bir yasa tasarısı çıkarma vesilesi yapmak gerekmez mi?” Bu şaibeli olaydan 14 gün sonra Reichstag, Bismarck’ın sunduğu bir olağanüstü hal yasasını görüştü; ne var ki çoğunluk oyunu alamadı.
Bir ay sonra, 81 yaşındaki Kaiser, gerçek bir suikast sonucu ağır yaralandı. Yine sosyalistlerle ilişki içinde bulunmayan Dr. Nobiling adında bir şahsın düzenlediği bu ikinci suikast, Bismarck’a daha kararlı hareket etme olanağı sundu ve Reichstag’ı dağıttı. Terör ve baskı ortamında geçen yeni Reichstag seçimleri, muhafazakârlara eskisinden çok daha fazla oy getirdi.
Ağustos ayı ortalarında hükümet basını, “Sosyalistler Yasası”nın yeni taslağını yayınladı. Bu taslak Alman eyaletlerinde polis merkezlerine, yardımlaşma sandıkları dâhil olmak üzere işçi derneklerini ve birliklerini kapatma, yasaklama ve “kamu barışını” ve mevcut devlet ve toplum düzeninin temellerini “tehdit” eden tüm yayınları toplatma hakkı tanıyordu. Tüm sosyal demokrat örgütlerin toplantıları, parti amaçları doğrultusunda her türlü para toplama faaliyetleri yasaklanmak isteniyordu. Yerel yönetimlere, asgari bir yıllık sürelerle sıkıyönetim ilan etme hakkı veriliyordu. Bu da basın, toplantılar, dernekler vb. üzerinde ağır polis denetiminin getirilmesi anlamına geliyordu. Her şeyden önce polise, “kamu güvenliğini ve düzenini” tehdit edebileceklerinden şüphelendikleri kişileri sınır dışı etme hakkı tanınacaktı. Yasanın geçerlilik süresi konusunda herhangi bir sınır öngörülmemişti.
Yasa üzerinde yürütülen tartışmalar sırasında gericiler, yasanın işçi düşmanı içeriğinin üstünü örtmeye çalışıyor ve yalnızca anti-sosyalist niteliğini ön plana çıkarmaya çalışıyorlardı. Bismarck demagojik bir şekilde şunları söylüyordu: “Daha ilk oturumda, işçilerin durumunun iyileştirilmesine yönelik her çabayı; yani işçilerin durumunun iyileşmesini, işçilere sanayinin getirilerinden daha yüksek bir pay tanınmasını ve çalışma saatlerinin olanaklar ölçüsünde kısaltılmasını amaçlayan bir derneği de destekleyeceğimi ifade etmiştim.”  Ulusalcı liberallerin lideri Bennigsen de bu minvalde bir konuşma yaptı. Ancak kısa sürede, bu söylenenlerin, sabun köpüğünden ibaret olduğu görüldü.
19 Ekim 1878’de Reichstag uzun tartışmaların ardından Bismarck’ın sunduğu “sosyal demokrasinin toplum için tehlike oluşturan faaliyetlerine karşı yasa tasarısı”nı onayladı.

GERİCİLİK SALDIRIYOR
Üç gün sonra “Sosyalistler Yasası” yürürlükteydi. Yasanın 1. maddesi şunları söylüyordu: “Sosyal demokrat, sosyalist ya da komünist emellerle mevcut devlet ve toplum düzenini yıkmak amacındaki dernekler yasaklanacaktır. Aynı şey, mevcut devlet ve toplum düzeninin yıkılmasına yönelik sosyal demokrat, sosyalist ya da komünist emelleri, toplumsal barışı, özellikle de toplumsal sınıfların barışçı uyumunu tehlikeye atan bir biçimde yürüttüğü anlaşılan dernekler için de geçerlidir. Her türden birlik derneklerle bir tutulacaktır.”
Önceleri yasanın süresi iki buçuk yıl ile sınırlandırılmıştı ama daha sonraki süreçte bu süre uzatıldı ve 1890 yılına dek yürürlükte kaldı; yani tam 12 yıl boyunca. Yasanın amacı, işçi partisini proletaryadan izole etmek ve onu yok etmekti. Ancak yasanın hedefinde yalnızca sosyalistler değil, tüm işçi sınıfı ve onun tüm sınıf örgütlenmeleri vardı.
Gericilik saldırıya geçti. Birkaç hafta içinde polis, 17 sendika örgütünü ve yaklaşık 62 yerel derneği lağvetti.  “Offenbach Tagesblatt” ve “Fränkische Tagespost” dışındaki tüm parti gazetelerini yasakladı. Aynı şey sendika basınının da başına geldi. Tek istisnayı Matbaacılar Birliği’nin yayın organı “Korrespondent” oluşturdu. Bu aynı zamanda faaliyetine devam etmesine de izin verilen tek sendikaydı. Diğer tüm sendikalar –Hirsch-Duncker sendikaları hariç– yasaklandı. Kısa süre içinde tüm işçi derneklerinin faaliyetleri sonlandırıldı. Bunların arasında eğitim, müzik ve jimnastik dernekleri de vardı. Birkaç büyük kentte, örneğin Berlin, Hamburg, Leipzig ve Stettin’de “küçük sıkıyönetim” ilan edildi. Polis sosyal demokratları yakalıyor ve sınır dışı ediyordu. Burjuvazi, sosyal demokrasinin artık ipinin çekildiğini ve bir daha asla ayağa kalkamayacağını düşünerek bayram ediyordu.
Bu yasa, Alman sosyal demokrasisini en zayıf noktasından, henüz sağlamlık kazanamamış parti örgütünden vurmuştu. Alman sosyal demokrasisinin liderleri başlangıçta yasa karşısında son derece büyük bir kafa karışıklığı içindeydi. Yasanın kabul edileceğinden artık hiçbir şüphenin kalmadığı eylül ayında sosyal demokrat Reichstag milletvekilleri, Parti yönetimiyle olağanüstü yasanın etkilerine karşı alınacak önlemleri tartışmak üzere Hamburg’a gittiler. Yönetimin çoğunluğu öyle bir çaresizlik duygusuna kapılmıştı ki partinin feshini önermek dışında bir çözüm göremedi. Buna uygun olarak aldığı kararla, 21 Ekim’de “Vorwärts” [İleri] gazetesinde, partinin feshini ilan etti. Bu yolla yasaklamanın önüne geçilmek istenmişti. İşçi hareketinin geleceğine dair derin teslimiyet duygusuna kapılmış parti yönetimi, neredeyse tüm parti gazetelerinde, şu andan itibaren artık merkezi bir örgütün bulunmadığını, planlı örgütlenme devrinin geçtiğini, aidat toplanmasının durdurulduğunu, kısacası tüm üyeliklerin feshedildiğini bildiriyordu. Parti yönetimi tüm parti üyelerini, polis merkezlerine bu kararı ilettikleri konusunda bilgilendiriyordu. Dahası, yönetimin açıklaması, tüm yerel parti örgütlerine kendilerini derhal feshetme yönünde bir çağrıda bulunuyordu ve şu muğlâk ifadeyle sonuçlanıyordu: “Sıkıntılı zamanda da taktikte birlik, daha iyi bir geleceğin teminatıdır”  Açıklamada illegal bir parti merkezinin oluşturulacağından söz edilmiyordu. Bu, parti yönetiminin çoğunluğunun, gericiliğe karşı mücadeleye hazırlıklı olmadığının ve herhangi bir direniş göstermeden silah bıraktığının ifadesiydi.
Ancak çok geçmeden August Bebel’in yönetiminde Leipzig’te fiilen partinin Merkez Komitesi görevlerini yürüten bir Yardımlaşma Komitesi kuruldu. Bu komite, olağanüstü hal yasasına karşı mücadelenin öncüsü oldu.

İŞÇİ SINIFI PARTİSİ TOPARLANIYOR
Gerici saldırı dalgası karşısında Alman proleterlerinin silah bırakmaya hiç niyeti olmadığını, 18 Temmuz 1879’da yapılan Wroclaw (Breslau)  seçimleri gösterdi. Şiddetli polis baskısına rağmen sosyal demokrat aday seçimden zaferle çıktı. Hükümet ve gericilik neye uğradığını şaşırmıştı. Ağustos 1879’da, o dönemki koşullara göre, Hamburg işçilerinin muazzam bir gösterisi gerçekleşti. Aralık 1879’da parti, Magdeburg’daki seçimlerde bir zafer kazanırken, Mayıs 1880’de on binlerce işçi Braunschweig’ta yürüdü. Ne var ki bunlar henüz birbirinden kopuk, ortak bir önderliğe sahip olmayan eylemlerdi.
Sosyal demokratlar ancak yavaş yavaş parti faaliyetini yeni koşullar altında yeniden canlandırmanın, iletişim ağını yeniden kurmanın, ajitasyonu geliştirmenin ve mali dayanakları sağlamlaştırmanın biçimlerini keşfetmeye başladılar. Başlangıçta dört bir yana dağılmış üyelerini bir araya toplama işini, başta Leipzig’teki merkez komite olmak üzere, yardımlaşma komiteleri üstlendi. Bu komiteler sınır dışı edilenlere yardım ediyor, aynı zamanda seçim bölgelerindeki bağlantıları ve başka kentlerdeki tehlike altında bulunmayan yoldaşlarla irtibatı sağlıyorlardı.
Sosyalistler yasasının ikinci yılında Bebel, “Sosyalistler Yasası bizleri eski örgütümüzü dönüştürmek zorunda bıraktı. Biz de kendimizi koşullara göre uyarladık. Orada bu şekilde, burada şu şekilde; şartlar nasıl gerektirdiyse öyle. Bir yerde örgüt daha çok gevşek bir yapıya sahipken, başka bir yerde daha merkezi bir yapıda; duruma göre.”
1880’de yapılan Wyden Kongresi ve 1882 yılında Zürih’teki Ağustos Konferansının ardından, iç örgütlenmenin kuralları kısmen standartlaştırılabildi. Sosyalistler yasasının son yıllarında imparatorluğun çeşitli bölgelerinde seçim dernekleri, halkçı seçimler için dernekler, belediye ve mahalle seçim dernekleri ve de çeşitli komiteler, sosyal demokrasinin neredeyse legal politik örgütleri olarak etkin olabildiler. Julius Motteler’in yönetimindeki “Kızıl Sahra Postası” parti gazetesi “Sozialdemokrat”ın Zürih’ten, 1888’den itibaren de Londra’dan Almanya’ya dağıtımı güvence altına alınmıştı.
Sosyal demokratlar, kişisel çevrelerinden gizli faaliyetleri için yararlanmayı bildiklerini ortaya koydular. Bu ilişkilerin işe yaramadığı, yasanın olası ya da gerçekleşen sonuçlarının baskısı altında dostlukların bozulduğu yerde, yeni biçimler devreye giriyordu. Karşılıklı dayanışma ve güvene dayalı ilişkiler, yabancı ve akraba olmayan insanlara kadar uzanabiliyordu. “Ana dayanaklarımız o dönemde yalnızca kişisel dostluklar ve tanışıklıklardı. Bunlar da sık sık çökebiliyordu. Kimi ürkek dost kapıyı yüzümüze çarpıyordu… Sonra yine tüm ailesini davamız için kazanan, ne zaman yardıma ihtiyaç varsa fedakârlıklarda bulunan, çıkar yol bulan dostlar vardı.”
Partinin örgütlenme yapısı, yerellerde birliği sağlama biçimleri ve de parti gazetesi “Sozialdemokrat”ın ülke çapındaki dağıtımı, sürekli olarak hep yeniden işçilerin yaşam şartlarına uydurulmak durumunda kalıyordu. Bunun nedeni, tuzaklarla dolu yasanın kendisi değildi sadece, örgütçüleri yaratıcılık göstermek zorunda bırakan aynı zamanda işçinin günlük yaşamıydı da. “Konut ve kent değişiklikleri, işten atılma, ölümler, ev aramaları, posta yasağı ve daha birçok durum sürekli olarak adres değiştirmeyi zorunlu kılıyordu. Tehlikeye girmiş adreslere gönderilerin yolda olduğu her yöne doğru, güvenlik önlemleri almak ve her türden düzenlemeler yapmak gerekiyordu. Hararetli bir faaliyetin ortasındayken birdenbire ülkenin her köşesine yolculuklar yapma zorunluluğu doğuyordu.”
Özellikle politik olarak aktif işçileri en çok yetkili makamların sınır dışı etme pratiği etkiliyordu. Ancak politik hareket bundan da faydalanmayı bildi. “Partinin kendisi, sınır dışı etmeler nedeniyle en ufak bir zarar görmedi. Tam tersine, eskiden, sosyalizmin ilkeleri doğrultusunda faaliyet yürütmek üzere maaşlı ajitatörler ülkenin dört bir yanına gönderilmek zorunda kılınırken, şimdi bunların yerini, sınır dışı edilmiş işçiler fazlasıyla dolduruyordu.”  İmparatorluk şansölyesi Bismarck, bu nedenle ciddi ciddi ve alenen sosyal demokratların Almanya’dan da sınır dışı ve sürgün edilmelerini planlıyordu.
Bu, aynı zamanda işçilerin direniş biçimlerinde büyük bir çeşitlilik geliştirdikleri bir dönemdi. Ustaca tasarlanmış tuzaklarla ajanlar teşhir ediliyor ve isimleri parti basınında yayınlanıyordu. Parti kongreleri başka “tabelalar” altında gerçekleştiriliyordu. Örneğin Wyden kongresi, “İsviçre’deki Alman hasta, gezgin ve yaşlılarla dayanışma sandığı derneklerinin genel kurul toplantısı” adı altında gerçekleştirilmişti.
Bu dönemde işçi hareketinin sembolleri, özellikle de kızıl bayrak, öylesine yüksek bir siyasi önem değeri kazandı ki, yaşı ilerlemiş işçiler bile, sırf bayrağı ortaya çıkarıp göstererek ya da hatta ve hatta yükseklere asarak adeta gençlik taşkınlığı içinde polise meydan okumaya yöneliyordu.
Örgütlü işçiler oldukça basit yöntemlerle, üst makamların “yukarıdan” sıkıştırmasıyla takip ve gözetime yöneltilmiş sinirli polislerin önlemlerini aşabiliyorlardı. 18 Mart 1882’de, 1848 Berlin’deki devrimci mücadelelerin yıl dönümünde, “Friedrichshain’deki mezar ziyareti, burjuva basının bizzat itiraf ettiği üzere gerçek bir kavim göçüne benziyordu… ‘Öğle olduğunda’ deniyordu, ‘kortejler dipdibe derin bir suskunlukla mezarlığın yollarında ağır ağır ilerliyorlardı.’ Kızıl kurdelalı çelenklere elbette polis müsaade etmedi, bunun yerine ‘isimsiz’ bir mezarın üstüne konan defne yapraklarından yapılmış bir çelengin tam ortasına herkesin büyük ilgisini çeken kan kırmızısı bir lale oturtulmuştu.”
Örgütlü işçiler, büyük bir kahramanlık ve yaratıcılık ortaya koydular. Sosyalistler yasası sırasında, zanaatçı kalfa dernekleri geleneğine dayanarak sayısız yerel mesleki birlikler, dernekler doğdu. Alman sosyal demokrasisi, yasanın sınırlayıcı hükümlerini atlatmak için iki yönteme başvurdu. Bir yandan yürürlükte olan 1869 seçim yasası gereğince, seçim birliklerinin kurulması ve seçim toplantılarının düzenlenmesine izin veriliyordu. Böylelikle sosyal demokrat seçim dernekleri bu dönem boyunca parti örgütünün legal biçimlerini oluşturdular. Diğer yandan da tek tek, her yerel derneğin “mutemet” (kendisine inanılıp güvenilen kimse) olarak adlandırılan bir yöneticisi bulunuyordu. Bu mutemetler, üyeler ve parti yönetimi arasındaki dolaysız bağı oluşturuyordu.
Sosyal demokratların toplantıları sık sık bu ‘paravan’ örgütlerde gerçekleştiriliyordu. Kiel’deki “Klimperkasten Derneği”  –1884’te Schleswig eyaletinin tamamında yasaklandı– gibi gevşek birlikler bile, Partinin önceleri varlığını sürdürme ve yeniden inşası için, sonraları bağlılığın ve ajitasyon faaliyetinin sürdürülmesi için bir tür örgütsel çerçeve işlevi görüyordu. Eğlence, spor, müzik, eğitim, tiyatro vb. dernekler, çoğunlukla işçilerin, artan boş zamanlarını kendi benzerleriyle anlamlı bir şekilde geçirmek ihtiyacı üzerinden doğuyordu.
Sosyal demokratlar, tek tük önceden planlayarak böyle paravan örgütler kuruyorlardı; ama bu örgütler de yalnızca işçilerin boş zaman ihtiyaçlarını karşıladığı için etkili olabiliyordu. Sosyal demokrasi bu boş zaman dernekleri içinde ve onlarla birlikte başarılı politik bir faaliyet yürütebiliyordu; çünkü bu örgütler işçi mahallelerinde kök salıyor, işçilerin günlük yaşamına dahil oluyor ve örgütlü işçilerin günlük yaşamının bir parçasını oluşturuyordu. Dernek yasasının, legal yöntemlerle, yani ajanlar olmaksızın bu derneklerde olup bitenler hakkında haberdar olma yönünde polise sunduğu olanaklar pek kısıtlıydı. Buna rağmen 1878-1888 yılları arasında 101 eğitim, müzik, spor ve eğlence derneği yasaklandı.
“Yaşı geçkin yoldaşlar, böylesi ciddiyetsiz ve apolitik örgütlenmelere kuşkuyla bakıyorlardı. Ben… büyük bir hevesle bir tiyatro kulübüne katıldım. Amacı partiye özellikle nakit para olanakları sağlamaktı. Ayrıca genç, yaşam dolu insanlar olarak kadın ve erkek üyelerine önemli oranda eğlenme imkânı sunuyordu. Ve bu, derneği hiç de aşağı görmeme neden olmadı, çünkü ben yaşamdan kimi oldukça rahatlatıcı, neşeli yönlerini kazanmaya başlamıştım. Bu nedenle zevkli olanı yararlı olanla birleştirmeye çalıştım. Tiyatro kulübümüzde gönlümce mim yapıyor, dans ediyor ve eğleniyordum, bu sırada da bunu yaparak partinin çıkarına hizmet ettiğimden emindim ve bundan hoşnutluk duyuyordum.”

OLAĞANÜSTÜ HAL YASASI KOŞULLARINDA SAĞ VE ‘SOL’ EĞİLİMLERLE MÜCADELE
Sosyal demokrasinin önderlerinin büyük bir hünerle kitlelerin her devrimci inisiyatifini yalnızca desteklemekle kalmayıp aynı zamanda da olabildiğince enerjik bir şekilde yardımcı olmasının elzem olduğu bir dönemde partide, devrimci ilkelerden tamamen vazgeçilmesini ve mevcut legal koşullara uyum sağlanmasını isteyen bir çizgi ortaya çıkmıştı. Bu görüşler en açık biçimde, “Sosyal Bilimler ve Sosyal Politika Yıllığı”nda yayınlanan (Zürih) “Almanya’daki sosyalist harekete geriye dönük bakışlar” isimli makalede ifade buldu. Yazarları –Höchberg, Schramm ve Bernstein– makalenin altına imzaları yerine üç tane yıldız koymuşlardı. Makale, devrimci taktiğe karşı sert saldırılarda bulunuyor, sınıf mücadelesinin terkini ve partinin illegal örgütlenmelerinin feshini talep ediyordu. Ama her şeyden önce partiyi, işçilerin çıkarları için “tek yanlı” mücadele etmekle suçluyordu. 
Engels bu konuda, Schramm, Höchberg ve Bernstein, “tümüyle adi birer burjuva olarak üçü de kendilerini barışçıl filantroplar yerine koyan bir makale üretmişler” diye yazmıştı.
A. Bebel, W. Liebknecht, B. Bracke vb.’e yönelik bir mektupta Marx ve Engels “Üç Zürihlinin manifestosu”nu ayrıntılı bir eleştirel analize tabi tuttular. “Üç Zürihli” diye saptıyordu bilimsel sosyalizmin kurucuları, uzlaşma ve uyum politikası izlenmesini, hükümet ve burjuvaziye karşı mücadeleden vazgeçilmesini, eğitimli ve mülk sahibi sınıflar arasından çok sayıda sempatizanın partiye dâhil edilmesini istiyorlar. Parti faaliyetinin “köhnemiş toplum düzeninine yeni dayanaklar oluşturan, böylelikle de nihai felaketi belki de yavaş yavaş, adım adım ve olabildiğince barışçıl bir çözülme sürecine dönüştürebilecek olan yamavari küçük burjuva reformların” elde edilmesine yöneltilmesini talep ediyorlar.
Almanya’daki parti ve işçi hareketi için bir diğer tehlikeyi de “sol” akım oluşturuyordu. Bu akımın sözcüsü Johann Most idi. “Solcular” teröre başvurma çağırısı yapıyor, Reichstag seçimlerine katılmaktan ve Reichstag kürsüsünden ajitasyon amacıyla faydalanılmasından vazgeçilmesini talep ediyorlardı. Anarşist unsurların yayın organı Most’un Londra’da çıkardığı “Freiheit” [özgürlük] gazetesiydi. Gazete monarklara ve gericilere yönelik küfür salvoları yayınlıyordu. Most, el yapımı bomba ve patlayıcı tarifleri basıyor, “eylem yoluyla propaganda” olarak adlandırdığı ve “Parlamentodaki gevezeliklerin” yerine geçirilmesini istediği terör politikasını savunuyordu.
Bebel’in anılarında Most hakkında şunları okuyoruz: “1883 Sonbaharından itibaren gözünü tam anlamıyla kan bürümüştü. Kışkırtıyor ve suikastların düzenlenmesi için tahrik ediyordu; yandaşları böyle bir eylem gerçekleştirdiklerinde sevinç nidaları atıyor ve suikastçıları insanlığın kurtarıcıları olarak nitelendiriyordu.”  “Freiheit”ın yazı kuruluna ve muhabirleri arasına bu gazetenin partiye verdiği zararı daha da büyüten polis muhbirleri sızdı. Sorge’a yazdığı bir mektupta Marx, Most’un gazetesinin “devrimci bir içeriğe sahip olmadığını, yalnızca boş devrim söylemlerinden oluştuğunu” söylüyordu.
Marx ve Engels, partinin taktik çizgisini ve yönetimini yeniden doğru rotaya girmesini sağlayabildiler. Bunun en önemli göstergesi, Ağustos 1880’de İsviçre’deki eski Wyden Şatosu’nda illegal toplanan partinin olağan kongresiydi. Kongre, partinin ajitasyon faaliyetini olağanüstü yasayı dikkate almaksızın ve ona rağmen güçlendirme taktiğini onayladı. Sosyal demokrat Reichstag fraksiyonu, parti yönetimi işlevini üstlenmekle görevlendirildi. “Sozialdemokrat” partinin resmi organı olarak kabul edildi.
Kongre, 1881 Reichstag seçimlerine katılmayı ve seçim ajitasyonunu olabilecek en enerjik şekilde geliştirmeyi karar altına aldı. “Solcular”ın liderleri Most ve Hasselmann partiden ihraç edildi.
Kongre, Gotha programı üzerinde önemli bir düzeltme gerçekleştirdi. Programın ikinci maddesinde yer alan, partinin hedeflerini bütün “yasal araçlara” başvurmak yoluyla gerçekleştireceğini belirten cümleden, “yasal” sözcüğü çıkarıldı.

SOSYALİSTLER YASASI DÖNEMİNDE SOSYAL DEMOKRASİNİN BAŞARILARI
1881 sonbaharında Reichstag seçimleri gerçekleştirildi. Alman sosyal demokrat parti bu sınavdan yüz akıyla çıktı. Seçimler, partinin kendine ait matbaasının olmadığı, bu nedenle de el ilanları, bildiriler çıkarabilecek ya da sosyal demokrat adaylar için oy pusulaları basacak durumda olmadığı bir dönemde gerçekleştirilmişti. Hükümet birçok kentte “küçük sıkıyönetim” ilan etmişti. Bu da sınırdışı edilenlerin sayısının yükselmesine neden olmuştu. Buna rağmen parti seçimlerde üç yüz binden fazla oyu kendisinde birleştirmeyi başardı. Bu inkâr edilemez bir başarıydı. Seçim sonuçları parti üyelerine umut ve özgüven aşılamıştı.
Kısa bir süre içerisinde parti merkez organı “Sozialdemokrat”ın düzenli bir şekilde yayınlanmasını sağlayabildi. 1879’dan itibaren gazete İsviçre’de, 1888-1890 yıllarında da İngiltere’de basıldı.  Birinci sayının yayınlanışdan üç ay sonra “Sozialdemokrat” Stuttgart, Köln ve Burgestädt’te de yayınlandı. Baskı sayısı hızla 3 600’den 10 000’e yükseldi. Gazete dünyanın dört bir yanında dağıtılıyordu. 1886 yılında ona Zürih’te, Kopenhagen’de, Londra’da, Bükreş’te, New York’ta, Buenos Aires’te ve başka kentlerde abone olmak mümkündü.
“Sozialdemokrat”, sosyal demokrasinin Bonapartizmin Prusya versiyonuna karşı yürüttüğü mücadelenin en önemli sorunlarını aydınlatıyor ve Marksizmin ilkelerini propaganda ediyordu. Lassallecılığa, sağ ve sol oportünizme karşı, proleter ideolojinin kirlenmemesi için çetin bir savaş veriyordu. “Devlet sosyalizmi” ve militarizme karşı makaleler, gazetede önemli bir yer tutuyordu. Almanya İmparatorluğu’ndaki sınıf mücadelesinin en önemli gelişmelerini ele alıyordu.  Bu literatür ve çok sayıda bildiri zengin deneyimlere sahip bir parti üyesi olan Julius Motteler yönetimindeki “Kızıl Sahra Postası” aracılığıyla Almanya’ya ulaştırılıyordu.
Sosyal demokratlar gizli çalışma sanatını öğrenmişler ve ardı arkası kesilmeyen takiplerden sıyrılmakta ustalaşmışlardı. Sosyal demokratların ormanlarda, tarlalarda, taş ocaklarında vb. düzenledikleri toplantılar büyük bir rol oynuyordu. Parti, polisin takiplerine rağmen kongrelerini düzenli olarak gerçekleştirdi. 29 Mart – 2 Nisan 1883 tarihlerinde Kopenhagen Kongresi toplandı. Bu kongrede, sağ oportünistlerle devrimci kanat arasında şiddetli tartışmalar yaşandı. Bebel’in önderliği altındaki Marksistler kesin bir başarı elde ettiler. Sağ kanadın direnişine rağmen Kongre, Reichstag seçimleri için yalnızca partinin devrimci ilkelerini tereddütsüz benimseyen ve savunan adaylar çıkarmayı karar altına aldı.  Bu kararın ardından sosyal demokrat vekillerin parlamenter faaliyetleri etkinlik kazandı. Reichstag’taki, eyalet meclislerindeki ve belediye meclislerindeki temsilcileri, bu legal kürsülerden, sosyal demokrat görüşleri yaymak, hükümetin icraatlarını eleştirmek ve emekçilerin politik eğitimi için yoğun olarak faydalandılar.
Kısa bir süre sonra yeni başarılar kaydedilebildi. 1884 yılında sosyal demokratlar Reichstag’ta 24 koltuk kazandılar. 550 bin seçmen parti lehine oy vermişti. Oy sayısı 1881 yılına göre neredeyse 250 binlik bir artış göstermişti.
Sendikal harekette de önemli başarılar elde edildi. Tüm yasaklamalara rağmen sendikalar, çeşitli legal örgütlenmeler; yardımlaşma ve hasta sandıkları, eğitim dernekleri vs. vs. görünümü altında faaliyetlerini sürdürdüler. Olağanüstü yasa yürürlüğe girdiği yıl sendikalar 50 bin üyeye sahipti. 1885 yılında bu sayı 80 bine ve 1891’de yaklaşık 278 bine yükselmişti. Sosyalist ve sendikal gazetelere abone olanların sayısı 1878’de 160 bin iken, 1890’da 250 bine ulaşmıştı.
Sosyal demokratların önderlik ettiği grev hareketleri ülke çapında büyüdü.
İşçi hareketindeki önemli bir gelişme, 1885 yılında yaşanan demirciler greviydi. Grevin merkezi Berlin’di, burada tek tek derneklerin merkezi örgütü olarak Demirciler Federasyonu kuruldu. Federasyon işverenlere yönelik ekonomik talepler formüle etmiş ve grevi örgütlemişti. İşçiler birliklerini korudular ve meslektaşlarının dayanışması sayesinde zafer kazandılar. Berlinli demirciler Hamburg, Hannover, Leipzig ve Dresden’den önemli miktarda para yardımı aldılar. Parisli demirciler 500 frank gönderdi. Demircilerin grevi, işçi mücadelesinin yeni bir aşamasının –yerel bir hareketin hızla ülke çapındaki bir harekete dönüştüğü– başlangıcını oluşturdu. Demirciler Federasyonu güçlendi ve büyüdü. Leipzig, Eberfeld, Elbing, Lübeck, Hamburg-Altona, Hannover, Wroclaw (Breslau) ve başka kentlerdeki yerel işkolu dernekleri federasyona katıldı. 
İşçi sınıfının en büyük eylemlerinden biri, 1889’da Ruhr bölgesinde 90 bin maden işçisinin iş bırakmasıydı. Grevciler ücret artışı ve iş gününün 8 saatle sınırlandırılmasını talep ediyorlardı. Grevi Saksonya, Saar ve Yukarı Silezya bölgelerinin maden işçileri destekliyordu. Polisle kanlı çatışmalar yaşandı.
1889’da toplam 134 bin işçi greve çıktı. 1 Ocak 1889’dan 30 Nisan 1890’a dek Almanya’da yaklaşık 400 bin işçinin katıldığı 110 grev yaşandı.
İşçi kitleleri arasında devrimci ruh güçleniyordu. Artık hükümete karşı politik gösteriler gündemdeydi. Olağanüstü hal yasasının 10. yıl dönümünde Berlin’in birçok evinden kızıl bayraklar sarkıtıldı. Alman sosyal demokrasisinin uluslararası itibarı önemli oranda arttı.
Artık egemen sınıflar için bile, baskıların amacına ulaşmadığı açıktı. Hükümet, işçilere tavizler vererek onları sosyal yasama alanının sınırları içinde tutarak sınıf mücadelesinden uzak tutmaya çalışıyordu. 1878 yılında çocuk işçiliğini sınırlayan bir yasa kabul edildi. 1883 yılında Reichstag hastalık sigortasıyla ilgili bir yasa kabul etti ve bunu kaza sigortasıyla ilgili bir yasa takip etti. Ancak bu yasalarda ciddi boşluklar vardı. Bu yasalara göre örneğin primlerin üçte ikisi işçiler tarafından ödenirken yalnızca üçte birlik bölümünü işveren ödüyordu. Kaza sigortasıyla ilgili yasa, yalnızca çalışma yetisinin tam kaybı halinde sigorta miktarının ödenmesini öngörüyordu.
20 Şubat 1890’da yeniden Reichstag seçimleri yapıldı. Bu seçimler sosyal demokrasinin tam bir zafer geçidine dönüştü. Sosyal demokrat adaylar neredeyse 1,5 milyon oy aldı. Ki bu, tüm oyların yüzde 20’siydi (1887’deki oylara göre 665 binlik bir artış). Parti 35 koltuk kazandı. Bu başarının olağanüstü bir önemi vardı. Seçim sonucu Sosyalistler Yasasının fiyaskosunun ilanıydı. Egemen çevrelerde, baskıcı yöntemleri nedeniyle “Demir Şansölye” olarak anılan Bismarck’ın “işçi politikası”na ve sosyal demokrasiye karşı mücadele yöntemlerine ilişkin hoşnutsuzluk büyüyordu. Grev hareketinin yayılması, sosyal demokratların seçimlerde kaydettiği başarılar ve büyük burjuvazinin politikaların değiştirilmesi talebi sonuçta “demir şansölye”yi koltuğundan etti. Bismarck Mart 1890’da görevden çekildi. Sosyalistlere yönelik olağanüstü hal yasası yürürlükten kaldırıldı.
Alman sosyal demokrasisinin tarihindeki bu kahramanca dönem, mücadelesinin Sosyalistler Yasası yıllarındaki kesiti, legal ve illegal olanaklardan ustaca yararlanmanın, işçi hareketine rehberlik etmenin çeşitli biçim ve yöntemlerini başarıyla birleştirmenin örneklerini sergiliyor. Parti bu dönemde çelikleşti, örgütsel ve ideolojik olarak güçlendi ve yalnızca Almanya’nın sınıf bilinçli işçileri arasında değil, birçok ülkenin proleterleri ve devrimci önderleri arasında da büyük bir saygınlık kazandı.
İki işçi partisinin 1875’teki birleşmesinden ve 1878-1890 yılları arasındaki Sosyalistler Yasası nedeniyle yaşanan fiili illegalite dönemini atlattıktan sonra Almanya Sosyal Demokrat Partisi, 1891 Erfurt Programı ile birlikte Marksist bir anlayış benimsedi. Birinci Dünya Savaşı’na kadar milyonları kapsayan bir örgüt haline gelişti.


Kaynaklar:

August Bebel; Aus meinem Leben [Yaşamımdan Anılar], Berlin 1961.
Horst Groschopp; Proletarische Organisation als Kulturprozess [Kültür süreci olarak proleter örgütlenme]. Yayımlanmamış kitap çalışması. http://www.horst-groschopp.de/sites/default/files/Arbeiterorganisation%20als%20Kulturprozess%20[1988-1990,%202002].pdf
L.I. Subok (sorumlu editör), B.A. Aisin, V.M. Dalin, G.G. Kuranov, M.I. Mihailov, A.L. Narotniçski, J.I. Rubinstein, V.M. Turok;  Die Geschichte der zweiten Internationale [İkinci Enternasyonal Tarihi], cilt 1, Akademie der Wissenschaften der UdSSR, Institut für Geschichte der UdSSR [SSCB Bilimler Akademisi, SSCB Tarih Enstitüsü]; Verlag Progress Moskau 1983, sf. 71-82.
Marx-Engels Werke [Eserler]; cilt 19 ve 34.

Yorumlar kapatıldı.

Özgürlük Dünyası 2022

Yukarı ↑