Ahmet Cengiz
Temmuz’un ortasında bu satırlar kaleme alındığında, “Yunanistan krizi”yle ilgili belirsiz- likler özü itibarıyla devam etmekteydi. Atina’da muhalefetin de bir kısmının oylarıyla, emperya- list kurumlarca dayatılan ağır tasarruf ve yaptı- rım paketine Meclis’ten onay çıkmasına karşın, ülkenin cari harcamalarını sürdürebilmek için ih- tiyaç duyduğu “köprü finansman” sorunu henüz çözülmemişti. Euro Bölgesi maliye bakanları, bu ihtiyacın karşılanması için Brüksel’den yeni kay- nak aktarmak yerine, Yunanistan Hükümetinin bu yakıcı sorunu “borç senedi”yle çözmesini tar- tışırken, Euro Bölgesi üyesi olmayan İngiltere’nin Maliye Bakanı George Osborne, Avrupa Birliği üyesi ülkelerin katkıları ile oluşturulan Avrupa Finansal İstikrar Mekanizması’nın (EFSM), Yuna-
Bölgesi’nin devlet başkanı ve başbakanlarının on yedi saatlik müzakere maratonunun ardın- dan, Yunanistan Başbakanı Çipras’ın dayatıl- mış olan ağır koşulları kabul etmesine rağmen, Grexit şıkkı (Yunanistan’ın Euro Bölgesi’nden ayrılması) hâlâ gündemden düşmüş değildi (bu şık, özellikle de Alman Maliye Bakanı’nın ısrarı üzerine, Almanya’nın Euro’ya ilişkin çizgisinin geleceğini ilgilendiren bir iç tartışma boyutları kazanmaktaydı). Dahası, Uluslararası Para Fonu (IMF), sözü edilen zirvenin hemen ardından yap- tığı yeni bir analizde, “Yunanistan’ın Avrupalı kreditörlerinin gözden geçirmeye istekli olduğu miktardan ‘çok daha öte’ bir borç hafifletmesine ihtiyaç duyduğunu“ (yani aslında mevcut şart- larda Yunanistan’ın bu borcu ödeyemeyeceğini)
nistan’a köprü finansman sağlamak için kulla-
nılamayacağını buyurmaktaydı.1 Kısacası, Euro
1 Makale tamamlanmak üzereyken, Avrupa Konseyi Başkan Yardımcısı Valdis Dombrovskis, “Yunanistan’a Pazartesi günü 7,16 milyar Euro kısa dönem finansmanın, Avrupa Finansal İstikrar Mekanizması (EFSM) aracılığıyla sağla- nacağı”nı açıkladı. Kredinin Yunanistan’a 3 ay vade ile verildiğinin ve maksimum 2 taksit halinde ödenebileceği- nin belirtildiği açıklamada, söz konusu krediyle “Yunanis- tan, 3 yıllık yeni kurtarma programının uygulanmasına
başlanıncaya dek IMF ve Avrupa Merkez Bankası’na olan birikmiş borçlarını ödeyecek” ifadeleri yer aldı. Açıklama- da ayrıca, “Euro üyesi olmayan AB ülkelerin fonlarının garanti altında olduğu vurgulanırken”, “Yunanistan’ın borcunu şartlara uygun şekilde geri ödememesi duru- munda bu ülkelerin sağladıkları kredilerin iade edileceği” belirtildi. Son güvenceyle İngiltere’nin onayının alındığı anlaşılıyor! (Bkz.: http://www.bloomberght.com/haberler/ haber/1813762-yunanistana-7-16-milyar-euro-kopru-finans- man-saglanacak)
belirterek, bir yerde Almanya’nın konseptine ay- kırı bir tutum sergilemişti. Aynı anda ise, ABD Maliye Bakanı “Yunanistan krizi” dolayısıyla, Av- rupa Merkez Bankası ve Alman ve Fransız mev- kidaşlarıyla görüşmek üzere bir Avrupa turuna çıkmıştı…
MEVZU NE?
Olaylar böyle seyrederken, şu soruyu sor- makta fayda var: Ekonomik gücü ve büyüklüğü belli ve AB’nin görece en zayıf ekonomilerinden birisine sahip olduğu aşikar olan bir ülke, nasıl oluyor da, AB gibi “demokrasi, dayanışma ve re- faha” dayalı olduğu iddia edilen bir birlik içinde yılları kapsayan “trajik bir sorun” haline gelebi- liyor? Ortada hem ekonomik hem de politik bir krizin olduğu gayet açık, ancak bunun yalnızca ve esas olarak da Yunanistan ile sınırlı olduğunu söylemek için, olup bitene özel bir çabayla yü- zeysel bakmak lazım. AB’nin ve özelde de Euro Bölgesi’nin, “Birlik”e mensup bir ülkenin soru- nunu yıllarca şu ya da bu biçimde aşamaması, daha doğrusu aşma amaçlı olduğu söylenen adımlarının sonuç vermemesi, onun dinamizmi ve diriliğinin bir göstergesi olmasa gerek.
Aslen “Yunanistan krizi”nde kendini açığa vuran Yunanistan’ın mecalsizliği değildir. Daha ziyade tersi doğrudur; AB ile Euro Bölgesi’nin bünyesel sorunları, aynı zamanda ve en belirgin bir biçimde “Yunanistan krizi”nde kendini ortaya koymaktadır. AB ve özelde de Euro Bölgesi’nin temelli sorunlarının Yunanistan’dan ibaret olma- dığı, gelişmeleri az çok izleyen ve İspanya’sından
benzetmesiyle söylenecek olursa, “bölgenin 2.,
3. ve 4. büyük ekonomilerinin yürüyen zombiler durumunda” oluşu)2 bir sır değildir şüphesiz.
AB, belirli bir ekonomik çıkar ilişkileri ağı- na ve bunların dolaylı ifadesi olan siyasi den- gelere ve hukuka dayanmakta. AB, emperyalist bir entegrasyon projesidir. Euro Bölgesi ise, bu entegrasyon projesinin en ileri biçimidir. Dola- yısıyla, emperyalist bir entegrasyon projesi ola- rak AB’nin bugünkü dünya koşullarında yüzyüze kaldığı sorunları anlayabilmek için bizzat bu ile- ri biçimine bakmak lazım. “Yunanistan krizi”nin bu bağlamda genellikle “Euro krizi” kavramıyla birlikte anılması, nedenselliği tersyüz etmemek koşuluyla, bütünüyle yanlış değildir. Şöyle de ifade edebiliriz: Gelinen yerde, AB bağlamında çeşitli ekonomik-politik sorunları çözme kabili- yeti ve esnekliği ne denli genişse henüz, en ileri biçimi Euro Bölgesi’nde o denli daralmaktadır.
Anahtar soru şudur: Euro Bölgesi’ni düzenle- yen ve yönlendiren ekonomik ilişkiler, dengeler ve ilkeler, genelde dünya ekonomisinin ve özelde de Avrupa ekonomisinin bugünkü gerçekliğiyle ne denli uyumludur? Almanya’nın Agenda 2010 ve Hartz IV yasalarıyla ün kazanmış eski baş- bakanı Gerhard Schröder’in zamanıyla, “maraz- lı bir erken doğum” olarak tabir ettiği Euro’yu, mevcut şekliyle sürdürülebilir kılan ekonomik ve giderek de politik koşullardaki seyir ne yönde ilerlemiş ve ilerlemektedir? Vurgulamak gerekir ki, Euro ortak para sistemini, mevcut biçim ve bileşimle ayakta kalmasını sağlayan temel eko- nomik denge ve göstergelerde, son büyük eko- nomik krizden bu yana, çok ciddi ağırlaşmalar vuku bulmuştur. Kapitalist dünya ekonomisinin
–ABD dışta tutulursa– krizden bu yana ciddi bir
toparlanmaya girememiş olması, dahası, krizle birlikte akut hale gelen üretim ile tüketim arasın- daki orantısızlığın giderilmek şöyle dursun daha da büyümesi, Euro’nun doğuştan gelen marazla- rını oldukça tehlikeli boyutlara vardırmıştır. Ve ekleyelim ki, bu bakımdan hiçbir şekilde Yunan olmayan bu “drama”nın henüz birinci perdesin- deyiz. Mecazi olarak ifade edersek, Euro ortak
İtalya’sına pek çok ülkenin somut ekonomik du-
rumu hakkında genel bir fikri olan herkes açı- sından (Bloomberg HT’den Cüneyt Başaran’ın
2 Cüneyt Başaran, 25.06.2015: http://www.bloomberght. com/yorum/cuneyt-basaran/1809081-keske-abnin-tek-der- di-yunanistan-olsa
para sisteminin hayatta kalabilmesi için acilen tedaviye ihtiyacı vardır! Tedavi masraflarını şu ya da bu ülkeye yıkarak, ancak, tedavinin sürdü- rülebilirliği bir yere kadar güvence altına alınabi- lir. Ne ki bu, kendi başına, uygulanan tedavinin kendisinin de doğru ve başarılı olduğunun bir güvencesi olarak görülemez!
ALMANYA’NIN ACIMASIZLIĞI MI, AÇMAZI MI?
Başta Almanya olmak üzere, Euro Bölgesi ile- ri gelenlerinin dayattığı tedavinin başarılı olma- dığı ve olamayacağı giderek daha görünür hale gelmektedir. Düşününüz ki, dünya ölçeğinde çeşitli çevrelerin (aralarında Nobel ödüllü eko- nomistler de olmak üzere!) “darbe”, “kölelik”, “aşağılama”, “işgal” vb. kelimelerle sıfatlandır- dığı küstahça bir dayatmada bulunuluyor, ilgili ülkenin başbakanı ve ardından meclisi buna bo- yun eğiyor; fakat buna rağmen, yapılan yorum- ların pek çoğunda bu pilavın daha çok su kaldı- racağı söyleniyor. Bu çarpıcı durumla ilgili çok sayıda örnekler verilebilir. Ama biz Almanya’dan sağcı ve neoliberal çevrelerden iki örnekle yeti- nelim. Örneğin Heike Göbel, muhafazakâr FAZ gazetesinin 14 Temmuz 2015 tarihli nüshasında Yunanistan ile Euro Bölgesi liderleri arasında- ki son “anlaşmayla” ilgili şu tespiti yapmakta: “Bu anlaşma; birlik sağlayan ve Avrupa’yı ger- çekten ileriye götürecek bir anlaşma değildir.” Aynı konuda daha sert bir değerlendirmeyi ise, Financial Times yazarı Wolfgang Münchau’dan okumaktayız: Alacaklı ülkelerin hafta sonundaki icraatları, “demokratik politik birliğe yönelik bir adım olarak para birliği düşüncesini ve böylece de bildiğimiz şekliyle Euro Bölgesi’ni yıkmıştır… Zira onlar, yalnızca Almanya’nın çıkarlarına hiz- met eden ve egemen düzene meydan okuyanla- rın mutlak yoksullukla tehdit edilmesiyle bir ara- da tutulan” Euro Bölgesi’ni, “sabit kurlu toksik bir sistem derekesine düşürdüler.”3
Son büyük krize kadar AB’nin (özellikle de Almanya’nın), tabiri caizse, “lüks” bir sorunu vardı: Örneğin AB’nin yeni üyelerle genişlemesi- nin, giderek daha fazla ulusal egemenlik hakkı-
3 Junge Welt, 15.07.2015; Rainer Rupp’un makalesinden
nın “ulus üstü” kurumlara devri suretiyle politik entegrasyonun ilerleyişini sekteye uğratmama- sını sağlamak gibi, derinleşme ile genişleme arasındaki diyalektik ilişkinin sorunlarıyla baş etmek. Büyük kriz ve onun çeşitli tahribatları ise, bir taraftan derinleşme adımlarına özel bir acillik kazandırmış, öte taraftan ama genişleme- nin derinleşme etaplarına doğası gereği getirdiği bariyerleri olağanüstü büyütmüştür. Bu açmaz, krizin AB’nin yapısal sorunlarına yaptığı etkileri- nin bir ifadesiyken, meselenin diğer boyutunda ise, krizin, kapitalist ülkelerin eşitsiz ve sıçramalı gelişmesi yasasına yaptığı etkiler bulunmakta- dır. Kriz dönemleri, bu müessir yasanın adeta önünü açarak, ona ayrı bir dinamizm katar. Bazı ülkelerin daha hızlı gelişmesini sağlarken, bazı- larının da daha hızlı gerilemesine neden olur. Bugünkü dünya ekonomisinde apaçık gözlemle- nebilen bu süreç, karşılıklı ilişki ve dengeleri, AB gibi belirli bir bağlayıcı korelasyonu bulunan ya- pılarda cereyan eden kapitalist ülkeler bakımın- dan genelde olduğundan ya daha yıkıcı (Fran- sa-İtalya örneği)4 ya da daha yapıcı (Almanya
4 Başaran, Fransa ve İtalya ile ilgili şu verileri aktarıyor adı
örneği) yaşanır. Bu gerçeklik ise, ister istemez, emperyalist bir proje olarak AB’nin temel bir açmazını –hukuki eşitliğin ekonomik eşitsizliği kamufle etmekten öteye gidememesi nedeniyle, geride kalanların ekonomide yitirdikleri mevzi- leri hukuki (yapısal) değişikliklerle telafi etmesi ve karşıtı eğilimler– giderek idare edilemez kılar. İşte bugün AB bünyesindeki her bir emperyalist devlet kendi çıkarlarını, Avrupa bağlamında, bu somut koşullar ve açmazlar içinde hakim kılma- ya çalışmaktadır.
Bu koşullar ve açmazın kendini “Yunanistan krizi”nde nasıl dışa vurduğunu kısaca Almanya ve Fransa’nın tutumu üzerinden somutlaştıra- lım. Bill Clinton’un eski danışmanlarından ünlü ekonomist Stiglitz, bu makalenin kaleme alındığı günlerde, bir panelde, Yunanistan’a verilen kre- dilerin “en azından yüzde 90’nın alacaklı ülkele- rin finans şirketlerine geri aktığını”, “en başta da Almanya ve Fransa’daki bankalara” verildiğini ve “Yunanistan değil, bankaların kurtarıldığı”nı açıklamaktaydı. Bu olgu, Almanya ve Fransa’nın; değişiminin gerekliliği pratik bir zaruret haline gelmiş Euro Bölgesi’nin geleceğinin nasıl yapı- landırılacağı ve bu çerçevede nasıl bir politika izleneceği konusundaki derin görüş ayrılıklarına rağmen, neden “Yunanistan krizi” konusunda ta- yin edici bir noktaya kadar birlik sergilediklerini gayet net açıklamaktadır. Tersinden söyleyecek olursak, Fransa ve Almanya’nın son “cezalandır- ma” örneğindeki birliktelikleri, Euro Bölgesi’n-
geçen makalesinde: “Her iki ülkenin de durumu vahim. Gırtlağa kadar borç var. İtalya’nın kamu borcu Yunanis- tan’ın yüzde 170’ler seviyesindeki borç/GSMH oranına yaklaşmış vaziyette. Fransa’da da özel sektör inanılmaz borçlu.
“Peki bu ülkeler bu borcu çevirebilecek şekilde ‘büyüme sergileyebiliyorlar mı?’
“İtalyan ekonomisinin son 10 yılda ortalama büyümesi ‘0’. Yazı ile ‘sıfır’. Krizin başlamasından önce, yani 2007’den bugüne kadar ise İtalyan ekonomisi yüzde 10 küçülmüş vaziyette.
“Fransa’da da durum benzer. Son yılda ortalama büyüme yüzde 0.90. Son 7 yıldır ise Fransa ekonomisi dolar bazın- da yüzde 5 oranında küçülmüş vaziyette. Kısaca, Fran- sa’nın son 7 yılda borcu dolar bazında yüzde 30 artarken ekonomisi yine dolar bazında yüzde 5 küçülmüş. İtalya’nın aynı dönemde borcu aynı kalmış ama ekonomisi yüzde 10 daralmış.”
deki çelişkileri aşma dolayısıyla bu eksenin ciddi bir sınavla yüzyüze bulunduğunun görülmesini engellememelidir.
Nitekim bu süreci yakından takip edenler bunu açıktan belirtiyorlar da. Örneğin Jacques Delors Enstitütüsü’nün direktörü ve Berlin’deki Hertie School of Governance’de profesör olan Henrik Enderlein bunlardan biridir: “Geçtiğimiz hafta sonu [Yunanistan’a bilinen ağır koşulların kararlaştırıldığı hafta sonu kastediliyor – A.C.], Almanya ve Fransa’nın, kur birliğinin hangi yönde gelişmesi gerektiği konusunda tamamen farklı tasavvurlara sahip olduklarını ortaya koy- muştur… Mevcut yapısıyla kur birliği uzun vade- de yaşayabilecek durumda değildir.” (15.07.2015 tarihli Spiegel-Online’de Stefan Kaiser’in maka- lesinden).
Fransa Devlet Başkanı François Hollande ise, müzakere maratonunun hemen ertesi günü, “14 Temmuz Ulusal Günü” kutlamaları nedeniyle televizyonların ortak yayınında halka yaptığı ko- nuşmada, “Yunanistan krizi”nden Euro Bölgesi için çıkartılması gereken dersleri sıraladı: Birinci etapta, Almanya ile anlaşarak, Euro Bölgesi’nin ekonomik-politik içiçeliği daha da ilerletilmeli, nam-ı diğer bir “ekonomi hükümeti” kurulmalı. İkinci etapta, ülkeler, özellikle kamusal yatırım- ları finanse edecek ortak bir bütçe oluşturmalı.
Ve üçüncüsü, aynı zamanda bir “Euro Bölgesi parlamentosu” kurulmalı (“Daha fazla demokra- si yaratmalıyız”!).1
Belirtelim ki, bu dersler yeni çıkartılmamış- tır. Fransa bir süreden beri bu tür önerilerde bulunmaktaydı zaten. Dolayısıyla, Hollande “Yu- nanistan dersi”ne işaret ederek, aslında Alman- ya’nın çıkartmasını istediği dersi ifade ediyor. Yani: Euro Bölgesi bu şekliyle yürümez. Ben de mevcut düzenleme ve şartlarından zarar görü- yorum. Ekonomik üstünlüğünü, demokrasiyle sı- nırlamak lazım. Madem ortağız, madem ilkemiz dayanışmadır, salt tasarruf politikasıyla olmaz bu, birliğimizin sana sağladığı kaynakları bizim- le de paylaşmalısın!
“BERLİN BULDOZERİ” NE YAPACAK?
ABD’nin önde gelen dergilerinden Foreign Policy’den Philippe Legrain, “Berlin buldozeri ve Atina’nın yağmalanması” başlıklı makalesinde, şu soruyu soruyordu: “Avrupa’nın baş kreditö- rü; demokrasi ve ulusal egemenlik gibi değerler üzerinde tepindi ve kendi dümen suyunda vasal bir devlet yarattı. Bir sonraki ülke hangisi ola- cak?” Legrain’e göre, “ekonomik olarak yardıma muhtaç ve demokratik utanç kalıntısı haline” ge- len Euro Bölgesi, “kendini, kabusa dönüşen bir açmaz biçiminde gösteren bir kapana kıstırıldı”. Bu kapanda, bir taraftan korku, onun “kurban- larının ayrılmasını engellerken”, diğer taraftan “Alman gücünü dizginleyip yerine Avrupa Mer- kez Bankası’nı geçirecek ortak kurumların yara- tılması” önlenmektedir. “Bu, Avrupa rüyası için çok fazla.”2
-
http://www.bloomberght.com/haberler/haber/1813162-hol- lande-euro-bolgesi-parlamentosu-kurulmali
-
http://foreignpolicy.com/2015/07/13/the-berlin-bulldo- zer-and-the-sack-of-athens-greece-eurozone/?utm_sour-
Bilindiği gibi, Alman emperyalizmi son bü- yük krizden görece güçlenerek çıktı. Artan gücü, AB’deki ortakları üzerinde daha bugünden ağır bir baskı oluşturuyor. Ve geçen her gün, kendi- siyle ilgili beslenen kaygıları artıran bir seyirde ilerliyor. Margaret Thatcher’in Almanya’nın bir- leşmesini izleyen yıllarda dile getirdiği kaygı (“Siz Almanlar, Almanya’yı Avrupa’ya değil, Av- rupa’nın kalan kısmını Almanya’ya bağlamak istiyorsunuz.”), pratik bir gerçekliğe dönüşüyor. İleri kapitalist ülkelerin yazarları ve ekonomistle- rince, çift anlamlı “Almanya geçmişini unutma” hatırlatmaları daha sık dile getiriliyor. ABD ve Al- man ekonomistleri arasında Almanya’nın ekono- mi politikasıyla ilgili sert polemikler yapılıyor…
Gidişata ilişkin örnekler çoğaltılabilir. Fakat, AB içinde oluşmuş bulunan ve giderek büyüyen orantısızlık ve dengesizliklerden kaynaklı riskle- rin artık idare edilerek, ötelenerek denetleneme- yeceği, Almanya’nın bir şekilde AB ve özellikle de Euro Bölgesi politikalarını yenilemesi gerekti- ği, bu gidişattan da anlaşılacağı üzere, pratik ve ertelenemez bir sorun haline gelmiş bulunuyor.
Bugün Almanya, Avrupa’nın diğer ülkelerine kendi politikasını, AB ve Euro Bölgesi üzerinden dayatır durumda. Ancak, ona bu gücü sağlayan bu mevziinin kendisi bu dayatmalara ne kadar dayanır? Öte yandan Almanya, sahip olduğu mevzilerden büyük tavizler vermeksizin ve AB konusunda iç politikada büyük sarsıntılar ya- şamaksızın mevcut politikasını yenileyebilecek mi? Bunları önümüzdeki süreçte göreceğiz…
Hiç şüphesiz “Yunan draması”nın yazarı Al- manya’dır; bununla birlikte, son perdesinin de Atina’da inmeyeceğinden emin olunabilir.
ce=Sailthru&utm_medium=email&utm_term=*Editors%20 Picks&utm_campaign=2015_EditorsPicks_Swiss_Jul8
35