1. KRİZİN ETKİLERİ VE İŞÇİLERİN, GENÇLERİN VE HALKIN TEPKİLERİ
Kapitalizmin genel krizi, kapitalist emperyalist sistemin üst ve altyapısını sarsmaya devam etmektedir.
Kapitalizmin ürettiği en ciddi krizlerden birisi olarak tanımlanan 2008 Krizi, belli başlı büyük emperyalist güçlerin mali ve ekonomik yapılarını, siyasal ve sosyal burjuva-kapitalist mekanizmalarını yerinden oynatmış, ve domino etkisi göstererek, tüm kapitalist dünyayı sarmıştır.
Bu süreç, toplumsal sınıfların tavırlarında, burjuva kurumların rollerinde ve güçler arası ilişkilerde durum değişikliklerine yol açan etkilerde bulundu.
Özellikle ABD ve Avrupa Birliği’nde emperyalist burjuvazi, krizin etkilerini, iflasın eşiğindeki bankalara, bazı büyük sanayi korporasyonlarına, yani en başta spekülatif alana milyarlarca fon aktararak, bunların çökmesine engel olmaya, uluslararası bankaların ve tekellerın kârlarını artırarak aşmaya çalıştı.
Ancak krize sözde “alternatif” olarak öne sürülen bu tedbirler hiç bir işe yaramadığı gibi, başka ters etkilere yol açtı. Bir fasit daire yaratarak, krizden en çok etkilenenleri iflasın ve çöküşün eşiğine getirdi.
Portekiz, İrlanda, İspanya ve Yunanistan’da yaşananlar, belki de krizin şiddetinin ve derinliğinin, kapitalist ekonomiyi tehdit eden ekonomik çöküntünün en belirgin örneğidir.
1. A. Krizin esas yükü emekçilerin sırtına yıkılıyor
Son krizde emperyalist burjuvazinin saldırdığı üretici güçlerin ana bileşeni emek gücüdür.
Üretici güçlerin aşırı tahtibatı büyük oranlara ulaştı ve beklenmeyen etkilere yol açtı. Başta ABD ve AB olmak üzere emperyalist güçlerin çoğunda sanayinin önemli kesimleri tahribata uğramıştır.
Resmi raporlara göre, 2007 – 2010 yılları arasında sadece sanayi sektöründe 9,5 milyon işyeri kaybı yaşanmıştır. Sadece 2009 yılında genel olarak 22 milyon kişi işini kaybetmiş, 2010’da 27,6 milyon işsiz daha, 2007’deki işsiz sayısına eklenmiştir. Böylece dünyada toplam 205 milyon kişi işsizdir.[1] (Tablo 1’e bakınız)
Tablo 1 : Sektörel istihdam (toplamın yüzdesi olarak), 1999-2009
Belli başlı emperyalist ülkelerde krizin derinliğinin bir göstergesi de, toplam global işsizlik artışının yüzde 55’inin bu dönemde gelişmiş ekonomilerde (emperyalist ülkeler) gerçekleşmiş olmasıdır. Bununla birlikte bu ülkeler dünyadaki iş gücünün yüzde 15’ini temsil ediyorlar.
Veriler, en çok etkilenen kesimin gençlik olduğunu gösteriyor. 2010’da dünyadaki genç işsizler oranı yüzde 12,6 iken, gelişmiş ekonomilerde bu oran, 2007’deki yüzde 12,4 rakamını aşarak, yüzde 18,2’ye yükselmiştir.
Raporlarda ayrıca şuna işaret edilmektedir: “Genel olarak işten atılan işçilerin yeni bir iş bulma şansları giderek azalıyor…” Aynı şekilde istihdam durumu kritik olan (işini kaybetme tehlikesi bulunan) kişi sayısının da, 1999’daki seviyesinden 146 milyon artış göstererek, 2009’da 1,530 milyona ulaştığı tahmin edilmektedir. Bu da, toplam işgücünün yüzde 50,1’ini oluşturmaktadır.
İşsizlik sorunu öyle bir düzeye ulaşmıştır ki, kapitalist sistemin kendisine dönmüş ve ters etkide bulunmaktadır. Sundukları alternatifler ve ekonomik iyileşme tedbirleri, bu ciddi soruna alternatif çözümler üretmekten oldukça uzaktır. 2010’da kaydedilen bazı makroekonomik “iyileşme” belirtileri (Tablo 2’ye bakınız) kesinlikle istihdamı artırma olanaklarını ifade etmemektedir.
Tablo 2 : Dünyadaki resesyon ve iyileşme, 1995-2010
Ücret sorunu da krizin işçilerin sırtına yıkıldığının bir başka kanıtıdır. IMF paketlerinin doğrudan ücretlerde kesintileri empoze ettiği durumlar yanında genel olarak ücretler üzerinde negatif etkiler gözlenmiştir. İleri ekonomiler olarak adlandırılan ülkelerde ortalama ücretler 2008’de yüzde 0,5 düşmüş, 2009’da yüzde 0,6 iyileşme göstermiştir. Latin Amerika’da 2008’de yüzde 1,9, 2009’da yüzde 2,2; Orta ve Doğu Avrupa’da (AB dışı) 2008’de yüzde 4,6, 2009’da yüzde -0,1; Doğu Avrupa ve Orta Asya’da 2008’de yüzde 10,6, 2009’da yüzde 2,2; Asya’da yüzde 7,1 ve yüzde 8; Afrika’da yüzde 0,5 ve yüzde 2,4 seviyelerinde seyretmiştir.
Bu ortalamaları ele alırken (ki bunlar bölgeden bölgeye ve ülkeden ülkeye büyük farklılık göstermektedir), başta ABD ve AB olmak üzere emperyalist ülkelerde işçilerin reel ücretlerinde düşüş ya da en iyi ihtimalle donma durumu gözlenmektedir.
Kriz döneminde hedeflenen alanlardan biri de sosyal haklar ve sosyal güvenliktir.
Dünya işçilerinin sadece yüzde 20’sinin tam sosyal güvenlik kapsamında olduğu tahmin edilmekte ve bunların var olduğu yerlerde gündeme getirilen yıkım amaçlı karşı reformlar sosyal güvenliğin önemli kazanımlarını etkilemektedir.
Piyasaya dayalı sosyal güvenlik mantığını onaylamak için emperyalist burjuvazi, iflasın eşiğindeki bankalara ve tekellere verilen milyarlarca sübvansiyonun yol açtığı mali dengesizlikleri birçok sosyal hakkı keserek gidermeye çalıştı. Emeklilik hakkını edinmek için ödenmesi gereken katkı payı ve bunu ödeme süresi arttırılmış, emeklilik yaşı 67’ye çıkarılarak standardize edilmeye çalışılmış, sağlık sigortasının kapsamı daraltılmıştır.
Avrupa’da uygulamada olan tipik neoliberal tedbirler de öncelikle sağlık ve eğitim gibi sosyal alanlara saldırıyı içermekte, kamu emekçilerinin sayısını azaltmayı hedeflemektedir. İşlerini koruyan işçiler ise, birçok hakkından vazgeçmeye ve ücretlerinde kesintiyi kabullenmeye zorlanmıştır.
Elbette bu durumdan etkilenen sadece işçiler değil, bu hizmetlerden yararlanan büyük bir kesim olmuştur. Özellikle öğrencilerin eğitime erişme hakkı kısıtlanmış, kamu eğitiminin büyük bir bölümünün özelleştirilmesi sonucu eğitimin maliyeti artmıştır.
Son olarak da, aşırı yoksulluk içinde yaşayan işçi sayısının dünya çapında yüksek oranlara ulaşması, krizin yükünü kimlerin çektiğinin bir kanıtı durumundadır. ILO’nun verilerine göre, dünyada her 5 işçiden biri ailesiyle birlikte günde 1,25 doların altında, aşırı yoksulluk koşullarında yaşamakta, 1,2 milyar kişi de 2 dolara geçinmeye çalışmakta ve bunlar yoksul statüsünde yer almaktadır.
Büyük kamu işletmelerinin ve hizmetlerin özelleştirilmesi süreci de, beraberinde, özel sektörü teşvik etmek ve çalışanları mağdur etmek gibi sonuçlar yaratarak devam ediyor.
1.B. İşçilerin tepkisi krizin yükünü omuzlamayı reddettiklerinin göstergesidir
Son aylarda Yunanistan’da birçok genel grev, İngiltere’de büyük bir kamu emekçileri
grevi, Polonya’da büyük bir grev hareketi, Şili’de büyük öğrenci, gençlik ve öğretmenler hareketi ve Venezulea’da doktorlar ve sağlık çalışanlarının eylemleri gerçekleşti. 11 Temmuz’da Dominik Cumhuriyeti’nde sendikalar ve kitle örgütleri vergi paketlerine karşı genel grev ilan ettiler. Eylem neoliberalizme karşı güçlü bir mücadele gününe dönüştü. İtalya’da genel grev yapıldı. Çin’de, Hindistan’da sayısız grevler yaşandı. 15 Ekim’de 86 ülkede düzenlenen koordineli eylemlere iki milyondan fazla insan katıldı.
Bu, sınıf mücadelesinin uluslararası alanda ulaştığı ve milyonları harekete geçiren dinamiğin bir göstergesidir. ML partilerin bu sürece katılması ve etkilemesi gerekir.
Tabanda haklar için mücadele eğiliminin gelişmesi, işçi aristokrasisi ve sendika bürokrasisinin işbirlikçi çizgisine de darbe vurmakta ve geriletmektedir. Gençlik, bu mücadelelere daha aktif olarak katılmaktadır.
2010 sonlarında ve 2011’de halen devam ettiği şekliyle Kuzey Afrika’nın Arap halkları, özgürlük ve demokrasi talepleriyle ve olağanüstü bir canlılıkla mücadele sahnesine çıkmışlar, Tunus ve Mısır’da, kendi halkını on yıllarca baskı ve sömürü altında tutan ve emperyalizmin işbirlikçileri olan diktatörleri yenilgiye uğratmışlardır. Bu olaylar, Arap halklarının demokrasi ve özgürlük mücadelesinde yeni bir sayfa açmış, Yemen, Bahreyn, Ürdün, Fas, Cezayir ve diğer ülkelere de sıçramış ve tüm kıtalarda yankı yaratmıştır.
Libya’da ise halkın özgürlük ve demokrasi özlemi Fransa, İngiltere, ABD ve Nato tarafından manipüle edilerek, bu ülkenin işgal edilmesi, bombalanması ve sivil halktan 5 bini aşkın kişinin öldürülmesiyle sonuçlanmıştır. Büyük güçler gerçekte bu ülkenin petrol ve gaz kaynaklarına göz koymuş ve halkı bölmüşlerdir. Sonuçta, eski mütteffikleri Kaddafi’yi iktidardan düşürüp, yerine bir başka gerici ve işbirlikçi yönetimi yerleştirmişlerdir. Emperyalistler bir muharebeyi kazandılar, ama Libya’da mücadele devam ediyor.
Emperyalist güçler Suriye’de de benzer bir senaryoyu hayata geçirmek arzusundalar. Esad yönetimini düşürmek, yerine ise kendilerinin isteklerini yerine getirecek, halkı ezip, petrol ve gaz yollarını açacak, İran etrafındaki askeri kuşatmaya dahil olacak bir yönetim tesis etmek istiyorlar. Bu amaçlarına ulaşmak için de, Suriye halkının ve gençliğinin meşru demokrasi ve özgürlük istemlerini kullanmaktan geri durmuyorlar. Biz, halkların kendi kaderlerini tayin etme hakkını savunan Marksist Leninistler olarak, emperyalist müdahaleleri mahkum ediyor ve ülkenin kaderini belirleyecek olanın, Suriye’nin işçileri ve halkı olduğunu ifade ediyoruz.
AB ülkelerinde ise son on yıllarda görülmemiş büyüklükte işçi ve gençlik mücadeleleri yaşandı.
Geçen yıl Avrupa’da biraraya gelen Avrupa ülkeleri ML partilerinin işaret ettiği gibi: “Sermayenin saldırılarına karşı işçi sınıfının ve halkların direnişi her yerde büyümektedir. Değişik ülkelerde birçok genel grev ve eylem günleri gerçekleşmiştir. Ne sistemin krizinin ne de oligarşinin borçlarının ve kemer sıkma politikalarının yükünü üstlenmemek için mücadele azmi ve öfke artmaktadır.
“Bu öfke, burjuvazi ve kemer sıkma politikalarının uygulanmasını kabul eden reformist partiler için ciddi bir kaygı nedenidir. Bunlar ‘ortak fedakarlık’tan söz etmekte ama bu politikaları sadece işçilere ve halka uygulamaktadırlar.”[2]
Yunanistan işçi sınıfının, gençliğinin, halkının ülkenin sözde iflasını engelleme amaçlı empoze edilen aşırı kemer sıkma politikalarına karşı olağanüstü cesaretle direnmeleri de, burada, özellikle söz etmeye değer hareketlerden biridir.
Mücadeleye katılan geniş işçi kitleleri açısından kapitalizmin krizine tek gerçek alternatifin devrim ve sosyalizm olduğu gerçeği netlik kazanmış olmasa da, bu kitlelerin giderek artan bir kesimi tutumlarını radikalleştirecek ve alternatif bulmak için tartışmalar yürütecek, kötülüklerin nedeni olarak kapitalizmi görmeye başlayacaktır.
ABD’de ise, işçi sınıfı ve gençlik hareketinin büyük bir kesimi krize karşı, saldırgan emperyalist politikaları teşhir eden ve karşı duran bir eyleme başvurmuştur. Wisconsin eyaletindeki binlerce kamu emekçisi ve öğrencinin mücadelesi, belki de ABD’de sosyal mücadelenin son yıllardaki en önemli göstergesi olmuş, bunun yanında yabancı düşmanı göçmenlik yasalarına karşı göçmen işçilerin sayısız eylemi de gerçekleşmiştir.
İspanya’da, yüz binlerce genç kapitalizme ve saldırılarına karşı meydanlara çıktılar. Bunların oluşturduğu hareket kendine “indignados” adını verdi ve kısa sürede başka Avrupa ülkelerine de yayıldı. Ve 15 Ekim günü dünya çapında milyonlarca kişi aynı adla ve sloganlarla sokağa çıktı. Bunlardan bir bölümü açıktan tekelleri hedefliyorlar ve bir süredir tekellerin merkezi olan Wall Street’i işgal ediyorlar. Özellikle gençlerin ve kadınların kitlesel olarak katıldıkları bu hareket, kriz karşısında kapitalist önlemlere, işsizliğe, sosyal sigorta, eğitim ve sağlık alanındaki kısıtlamalara karşı çıkıyor, burjuva demokrasisini ve yolsuzlukları mahkum ediyor. Açık ve belirgin bir ufka sahip olmamakla birlikte, sorgulayıcı bir karaktere sahip ve değişim talep eden bu hareket, kapitalizme ve emperyalizme karşı mücadele potansiyeli taşımaktadır.
Latin Amerika örneğinde ise özgül bir senaryo sözkonusudur. Oligarşik sağcı partilerin yoz hükümetlerinin neoliberalizmine, baskı ve emperyalist yağmaya karşı büyük işçi, gençlik ve halk mücadelelerinden ortaya çıkan ilerici, demokratik, yurtsever değişim eğilimi güç kazanarak, Orta ve Güney Amerika’da yayıldı. Bu değişim alternatiflerinin seçimlerdeki başarısı, bölgedeki siyasi haritayı değiştirdi. Şu anda, Şili ve Kolombiya dışında, Güney Amerika’daki bütün ülkelerde farklı derecelerde olmak üzere neoliberalizm karşıtı, hatta kendilerini devrimci olarak adlandıran hükümetler vardır.
Özgürlük mücadelesinin gelişimindeki bu olumlu adım, sınıf mücadelesinin yeni bir aşaması olmuştur. Kapitalizmin dinamikleri, krizin içeriğinin tanımlanmasına dair kaçınılmaz süreç, bu ülkelerde, bu akım içerisindeki çelişkileri keskinleştirmektedir. Sosyal demokrat güçler kaçınılmaz bir biçimde sağa doğru kayıyor, iktidarlarını uzatma arayışıyla emperyalizme bağımlılıklarını yeniliyor; işçi, sosyal ve halk hareketini kontrol altında tutmaya ve evcilleştirmeye, devrimci sol güçleri karalamaya çalışıyor ve onlara karşı mücadele ediyorlar. Bunu yaparken, çoğu zaman da revizyonizmin ve oportünizmin desteğine dayanıyorlar.
Bu durum, Ekvador’da işçiler, yerliler, öğrenciler, öğretmenler ve diğer kesimlerin Correa hükümetinin sosyal mücadeleleri kriminalize eden gerici içerikli tedbirlerine ve yasalarına karşı giriştikleri mücadeleleri açıklamaktadır. Rafael Correa yönetiminin değişim projesini terkederek otoriter ve baskıcı bir hükümeti dayatması, onu kesin olarak değişim akımından ayırmış ve uzaklaştırmıştır. Bolivya’da da benzer bir durum yaşanmış, güçlü bir genel grev “gasolinazo”da Evo Morales hükümetine geri adım attırmıştır. Benzer olaylar Arjantin, Uruguay, Paraguay ve hatta Venezuela’da görülmektedir. Bugün bölgedeki sosyal huzursuzluk diğer zamanlardaki boyutlarına ulaşmış olmasa da, sınıf mücadelesinin yüksek bir ifadesi olarak ideolojik ve politik tartışmayı şekillendirmiştir. Bu ortamda geleneksel sağcı politik güçler, en gerici görüşlere dayalı bir muhalefet yürüterek kendi pozisyonlarını korumaya çalışmaktadır.
Brezilya, Meksika, Kolombiya ve Latin Amerika’nın birçok ülkesinde, işçi sınıfının patronlara, işçi karşıtı politikalara, baskıcı burjuva hükümetlerine karşı mücadelesi; resmi çevrelerden beslenen sendikacıları, devrimci örgütleri ve siyasi liderleri işbirliğine itmek isteyen oportünizm ve reformizm ile arasına ayrım çizgisi koymak için yürütülen ideolojik ve politik mücadele ile iç içe geçmiştir. Bölgenin tüm ülkelerinde, ama özellikle de “ilerici hükümetler”in işbaşında olduğu ülkelerde, reformizm ile devrim arasındaki çelişki derinleşiyor ve kendini her alanda hisettiriyor.
Genel olarak şunu diyebiliriz ki, dünyada son yıllarda işçilerin ve gençliğin genel ve kısmi eylemlerine sahne olmamış hiçbir ülke yoktur.
Sonuç olarak, günümüzün sıkıntılı emperyalist kapitalist dünyasında sınıf mücadelesinin geliştiği özgül bir anda yaşamaktayız. Burada işçi sınıfı, kapitalizmin krizine karşı direnişin ana aktörü konumundadır ve bu durum, Marksist-Leninistlerin işçiler arasındaki çalışmasına oldukça uygun koşullar sunmaktadır.
2. İŞÇİ SINIFI VE GÜNCEL GÖREVLERİMİZ
2. A. Emekçilerin hakları için mücadelelerini ilerletmek, devrim ve sosyalizm fikrini geliştirmek için koşulları değerlendirmek
Kapitalist dünyanın krizinin sonucu olarak gelişen olaylar, emperyalist burjuvazinin aldığı tedbirler, işçilerin, gençliğin ve halkın tepkisi, aynı zamanda ona karşı alınan “tedbirler”in sonucu olarak ortaya çıkan krizin yeni görünümleri, farklı ve yeni koşullar yaratmaktadır.
Bunun en önemli unsurlarından biri, uluslararası ve yerel çapta burjuva-emperyalist kurumların yaşadığı büyük erozyondur. Uluslararası siyasal ve finansal kurumların prestij kaybı artmış ve büyük sermayenin araçları olduğu gerçeği gün yüzüne çıkmıştır.
BM, NATO, IMF, DB, Avrupa Merkez Bankası vb., halkları kendi plan ve politikalarına hazırlayan ve tabi kılan saldırgan ve doğrudan müdahaleci bir rol üstlenmişlerdir. Bu kurumlar, gerici emperyalist burjuvazinin krizin yükünü işçilerin ve halkların sırtına yıkma planlarını uygulamışlardır.
Buna yakından bağlı olarak, burjuva demokrasisinin kurumları, hükümetler ve parlamentolar, bakanlıklar ve mahkemeler vb. belirgin ve derin bir yozlaşma ve itibar kaybına uğramıştır.
Başta hükümettekiler olmak üzere geleneksel burjuva siyasi partiler, seçmenlerle aralarındaki mesafeyi giderek açmış ve seçimlerde de cezalandırılmışlardır.
İşçilerin anti-kriz paketlere karşı direnişleri ve burjuva kurumlarının yaşadığı çözülmenin sonucu olarak, kapitalist devletler tarafından korporatizme itilen eski sendikal yapılar da, krizin etkilerine maruz kalarak, içten büyük çatlaklar yaşamışlardır. Bununla bağlantılı biçimde ve “sosyal devlet”in dağılmasının sonucu olarak, sendika bürokrasisinin ve işçi aristokrasisinin işbirliğiyle, burjuvazinin işçileri demobilize etmek için onyıllarca kullandığı bildik “sosyal pakt” kaynağı yıpranmış ve itibardan düşmüştür.
İşçi ve sendikal hareket, hesaba katılması zorunlu olan bir dizi önemli sorunla karşı karşıyadır:
I- Sendikalaşma oranı oldukça düşüktür. Yaklaşık yüzde 5-6 civarında işçi sendikalıdır ve bu, işçilerin ezici çoğunluğunun örgütlü olmadıkları ve kendi sınıf çıkarlarını savunabilecek bir yapılanmadan yoksun oldukları anlamına gelir.
II- İşçi aristokrasisinin ve sendika bürokrasisinin etkisi dolayısıyla sendikaların çoğunluğu salt dayanışma kurumlarına dönüşmüş, sermaye ile uzlaşma politikasının ve hatta bazı durumlarda direkt patron politikalarının sözcüsü konumuna düşerek, işçilerden uzaklaşmışlardır.
III- Sendika bürokratları aldıkları yüksek maaşlar ve sahip oldukları ayrıcalıklarla da sınıfın ana kitlesinden kopmuşlardır.
IV- Revizyonizm ve değişik oportünist akımlar, sendikaların bu halde kalmalarına destek olmuşlardır.
V- Sendikalar, mevcut yapılarıyla, kapitalist cins ayırımcılığının devam ettiği, kadın emekçilerin ikinci plana itildikleri örgütler durumundalar.
VI- Sendikal örgütlerin bir başka sorunu ise, göçmen işçilere karşı ayırımcılıktır.
VII- Düşey örgütlenme, yönetici kliğin ayrıcalıkları, sendika bürokrasisinin manevra ve dayatmaları, iç demokrasi yoksunluğu, işçilerin kararlara katılma imkanlarının sınırlılığı vb. durumlar, sendikaları işçilere yabancı kılmakta ve onların mücadele ve özlemlerinden uzaklaştırmaktadır.
Yani sendikalar mevcut konumlarıyla, işçi sınıfının çıkarlarını savunmaktan uzaklaşmış, işçi aristokrasisi ile sendika bürokrasisinin ve dolayısıyla da patronların çıkarlarına hizmet eden yapılara dönüştürülmüşlerdir.
Uluslararası federasyonlar bakımından ise, “hür” Amerikan sendikalarıyla bağlantılı olan ve Kasım 2006’da Uluslararası Hür Sendikalar Konfederasyonu (ICFTU) ile Hıristiyan Demokrat kökenli Dünya İşçi Konfederasyonu’nun (WLC) birleşmesi sonucu kurulan Uluslararası Sendikalar Konfederasyonu (ITUC), eski Sovyetler Birliği ve Doğu Avrupa’da revizyonizmin çökmesi sonucu sarsılan Dünya Sendikalar Federasyonu (WFTU)’nun karşı karşıya olduğu krizden faydalanmıştır. ITUC 151 ülkede 175 milyon üyesi olduğunu iddia etmektedir.
Dünya Sendikalar Federasyonu ise, son yıllarda, Güney Afrika ve Latin Amerika ülkelerinden gelen destekle belli bir canlanma yaşadı. 120 ülkede 80 milyon üyesi olduğunu iddia ederek, ILO yönetiminde sandalye talebinde bulunuyor ve ITUC’u bu tür kurumları tekeli altında almakla suçluyor. Sendika, federasyon ve konfederasyonları çekmek için yoğun bir kampanya yürütüyor. Burası da uluslararası bir merkez olup, kendilerine sınıfsal, solcu, hatta komünist diyen sendika ve işçi örgütlerinin entegre olduğu, fakat revizyonizmin ve oportunizmin denetiminde olan ve kullanılan bir alandır.
Sendikal hareketin bir kesiminin ise her iki sendika örgütüyle de bağlantısı bulunmamaktadır.
Avrupa ve Latin Amerika’da yapılan Sendikacılar Toplantısı’nı yeniden canlandırmak, istikrarlı kılmak ve genişletmek acil bir görevdir ve diğer sendikal güçleri ve devrimci sınıf sendikacılarını katmak, işçi sınıfı mücadelesini ve örgütlemesini ilerleten somut kararlar almak ve görevler belirlemek gerekir. Bu faaliyetleri işçi sınıfının ve sendikacıların diğer kesimleri için de bir referans haline dönüştürmek gerekir.
İşçi, gençlik ve halk kesimlerinin krize ve onun sonuçlarına karşı gösterdiği tepkiler, büyük gösteriler, genel ve tek tek grevler ve son dönemlerde yapılan her türlü eylem bir tarafa, yeni bir mücadele eğilimi ve mevcut rejim karşısında alternatif arayışlarının birçok ifadesini görmekteyiz.
Bütün bunlar devrimci hedefler lehine işleyen ve daha hızlı ilerlememizi sağlayacak olan yeni bir durumla karşı karşıya olduğumuzu göstermektedir.
Bu durum, ayrıca krize ve kapitalizmin iflasına karşı alternatif olarak devrim ve sosyalizm fikrini yaymak için de uygun koşullar yaratmaktadır.
“Kriz karşıtı tedbirler”in, uygulanan neoliberal politikaların, özelleştirmelerin, işçi haklarında ve sosyal güvenlikteki kesintilerin deşifre olması; krizin sorumlularını ve nedenlerini teşhir için, halkın talepleri ve ihtiyaçları kaşısında kapitalizmin tarihsel iflasını ilan etmek için, tarihte yeri doldurulamaz aktörler olarak işçi sınıfı ve emekçi kitlelerin rolünü doğrulamak için büyük fırsat yaratmıştır.
2.B. Devrimci bir sendikal alternatif ileri sürerek işçi sınıfı içerisinde çalışma zorunluluğu
Burjuvazi sadece krizin yükünü işçilerin sırtına yıkmakla kalmıyor, aynı zamanda sömürüyü yoğunlaştırıp artı değer çıkarımını yükselterek düze çıkmaya çalışıyor. Kriz ve sonrasındaki gelişmeler derin izler bıraktı ve işgücünün istihdam koşullarını değiştirdi. Fakat bir şey kesindir: burjuvazi, işçi sınıfı olmadan yapamaz, değer yaratamaz. Bu sınıfa mensup milyonlar üretimde bulunmakta, üretim araçlarının sahipleri için çalışmakta ve her biri kapitalist birikim mekanizmasında bir rol oynamaktadır.
Şu ya da bu faaliyet ile bağlantılı işçi oranları bakımından farklılıklar olsa da, sanayi ve tarım proletaryası üretimin temelinde yer almaya devam etmektedir. Devrimciler açısından bunlar öncelikli kesimleri oluşturur. Bununla birlikte, artan sayısı ve burjuva kapitalist mekanizmada teşkil ettiği önem bakımından hizmet sektöründe çalışanlara da büyük önem vermekteyiz.
Son zamanlarda, özellikle son krizin patlak vermesiyle birlikte, işçi sınıfı, gençlik ve halkların bütün mücadelelerinde Marksist-Leninist parti ve örgütler, şu veya bu şekilde yer almışlardır.
Bu eylemlere katılım derecesi ve etkileriyse, ilişki düzeyine, sendikal örgütlenmeye, işçi sınıf ve emek hareketi içerisindeki siyasal-sendikal ve partinin gösterdiği varlık derecesine bağlı olmuştur.
Ancak şu açıktır ki, hareketlerin karakteri, doğası ve yönünü tayin etme yeteneği bakımından gücümüz hala sınırlıdır.
Tarihsel deneyim, esas olarak da yakın zamandaki deneyimler Lenin’in tezini doğrulamaktadır: “Ama biz mücadeleyi, “işçi aristokrasisi”ne karşı mücadeleyi, işçi yığınları adına, bu yığınları kendi tarafımıza kazanmak için yaparız: İşçi sınıfını kendi yanımıza çekmek için oportünist ve sosyal şoven liderlerle savaşırız. Bu kadar açık ve belli bir ilkel gerçeği görmemek saçmalık olur.” (Lenin)
Aynı eserde Lenin şunları da belirtir:
“Politika sanatı (ve bir komünistin görevlerini doğru olarak anlaması) proletaryanın öncüsünün iktidarı ele geçirebileceği koşulların ve anın, iktidarı alırken ve aldıktan sonra işçi sınıfının ve proleter olmayan emekçi yığınların yeteri kadar geniş tabakalarının yeterli desteğinden yararlanabileceği ve iktidara geçince gittikçe daha geniş emekçi yığınlarını eğiterek ve kendine çekerek egemenliğini genişletebileceği koşulların ve anın tam ve doğru olarak değerlendirilmesini gerektirir.” (ibid.)
2.B.1. Nasıl sendikalar istiyoruz?
İşçi sınıfının ve onunla birlikte tüm emekçi sınıfların çıkarları, üretim sürecinde işgal ettiği yer ve toplumsal politik bakımdan oynadığı merkezi role uygun bir sendikal örgütlenme tipi talep etmektedir. Bu, sınıfın kısa ve orta vadeli hedeflerine ulaşmasını amaçlayan, onun özlem ve taleplerini temsil eden bir sendikadır:
1- Programı ve örgütüyle sınıfın çıkarlarını ifade etmeli, işçi sınıfının bir parçası olmalı, haklarını savunmalıdır. Sınıf sendikası olmalıdır.
2- Kararların alınmasına işçilerin katılımını mümkün kılan demokratik işleyişe sahip bir örgüt olmalıdır. Kurul ve komisyonlarda üyelerinin oyu ve sesine kulak veren, buradan güç alan bir yapı olmalıdır. Demokratik bir sendika olmalıdır.
3- Üyelerinin hakları için mücadele eden bir örgüt olmalıdır. Sınıfın tümünün taleplerine sahip çıkmalı, patronların işçi düşmanı politikalarına karşı mücadele etmeli, tüm emekçi sınıfların, halkın ve gençliğin demokratik hakları ve politik özgürlükleri için bir cephe örmelidir. Bir mücadele örgütü olmalıdır.
4- Sendikalar işçilerin politik ve sendikal eğitimlerine katkıda bulunmalı, topluma dair fikirlerin, ülke sorunlarının, işçi hareketinin uluslararası durumunun, halkların özgürlük mücadelelerinin tartışıldığı birer alan olmalıdır. İşçi sınıfının politik eğitiminin gerçekleştiği bir okul olmalıdır.
5- Sendikalar işçi sınıfının, işçilerle ve öteki emekçilerle dayanışmasının gerçekleştiği bir yer olmalıdır. İşçilerin davası ve bizzat kapitalist sömürü ve baskıdan kurtuluşları, işçi sınıfı ve halkın tüm kesimlerinin, kendileri de mağdur durumdaki kesimlerin her alandaki desteğine ihtiyaç duyar. Sendika, dayanışmacı bir örgüt olmalıdır.
6- İşçi sınıfı, her memlekette zenginlikleri yaratan, ama patronların sömürüsüne ve kapitalist devletlerin baskısına maruz kalan, uluslararası karaktere sahip bir sınıftır. Her sendika, dünyanın tüm emekçilerinin ve halklarının davasını kendi davası olarak gören bir tutum içinde olmalı ve bunun eğitimini yapmalıdır. Enternasyonalist bir örgüt olmalıdır.
7- Sendikalar, bürokrasinin ayrıcalıklarına son veren, yöneticilerle taban arasındaki ücret farklılıklarını ortadan kaldıran örgütlere dönüşmelidir. Saflarından, görevlerini yerine getiren ve hesap veren bilinçli yöneticiler çıkaran bir örgüt olmalıdır.
8- Sendikaların gelirleri ve üye aidatlarının kullanımı, tabanın denetimine açık olmalıdır. Sendika aidatı mücadele için, sendikal eğitim ve örgütün sağlamlaştırılması için bir silah olarak değerlendirilmelidir.
9- Sendikal yaşam, işçinin karşılaştığı sorunları ele alan, çözmek için mücadele eden, işçi sınıfının kültürel düzeyinin yükseltilmesine hizmet eden, sanat ve eğlenceye olanak yaratan bir yaşamdır. Sendika işçiler için bir kültür evi olmalıdır.
İşçi sınıfının kendisini gösterdiği her yer ve durumda, sınıf sendikalarında olduğu kadar sarı sendikalarda da, her türlü araçla işçiler üzerindeki etkilere karşı mücadele ve onların mücadelesine önderlik devrimciler için bir zorunluluktur ve M-L parti ve örgütler buna uygun davranmış ve davranmaktadır ve bunlar farklı biçim ve alternatifler halinde gelişir.
Bununla birlikte, devrimci güçlerin ve M-L partilerin, işçilerin belli bir kesiminde, sendikada yönetimi ele geçirdiği durumlar olmuş, önemli mücadeleler örgütlemiş, prestij kazanmış, sendikal ve halk hareketinde referenas kazanmış ve böylece bütün harekete kolaylık sağlayan, emekçi kitlelerin daha geniş kesimlerinde etki yaratan bir durum oluşmuştur. Bu mevziler korunmalı, savunulmalı ve genişletilmeli, işçi sınıfını devrim ve sosyalizme kazanma sürecinin bir parçası olarak düşünülmelidir.
ML partilerin işçi sınıfının bütününe yönelik ajitasyon-propaganda çalışmasının yanı sıra, sendikal hareket içerisinde sınıfsal alternatifler inşa etmesinin büyük yararı vardır. Bu durum, sınıfsal ve devrimci ilkelerin, yönlendirmenin, önermelerin uygulanması ve geliştirilmesini kolaylaştırıp yaygınlaştıracaktır.
Sözkonusu olan işçi hareketinin bir kesiminin, ana gövdeden ayırmaksızın, ML rehberliğinde eğitilmesidir. Devrimci önderlikle hareket etmek, işçi sınıfının diğer kesimlerinin de kararlı, sınıf tutumuyla devrimci bayrağı dalgalandırmasını etkileyecektir.
Koşullara bağlı olarak bu kesim farklı örgütsel biçimler ve özellikler kazanabilir: akım, cephe, sendika ya da sendika merkezi, hatta sendikal hareket içerisindeki diğer sınıfsal ve devrimci güçlerle ortak bir tutum olabilir. (Burada en önemli mesele, işçi sınıfının en geniş birliğini sağlama perspektifinden asla taviz vermemektir.)
Son zamanlarda birçok ülkede sendikal bürokrasiye, oportunizme ve ihanete karşı mücadele eden sendikal ve siyasal güçler bulunmakta ve işçi örgütlerinin yönünü tartışmak üzere bunların sendikal temelde biraraya gelmesi gerekmektedir. İşçilerin mücadelesi, politik eğitimi ve sendikal birliği amacıyla devrimci proletaryanın bu süreçte aktif yer alması gerekir.
Bahsedilen ihtimallerin hiçbirisi, sekter ve kendini izole edici, hareketin dışında ve reformist revizyonist sapmalardan uzakta, pürüpak durma şeklinde anlaşılmamalıdır. Hayır, böylesi bir tutum, işçi hareketinin en bilinçli ve ileri kesimi olma iddiasına uygun düşmez. Oysa hedef, kendi eylemini yapma becerisi gösterecek, fakat aynı zamanda işçi sınıfının bütününe ve kapitalizme karşı olan diğer sosyal güçlere karşı görev ve sorumluluklarını yerine getirecek bir gücü harekete geçirmek, örgütlemek ve yönlendirmektir.
Genel işçi kitlesindeki bu devrimci karakterdeki güçlerin oynayacağı rol, sınıfın bütününün çıkarlarını gözeten bir tarzda istikrarlı bir çalışma eşliğinde partiyi güçlendiren iyi bir politikanın uygulanmasına bağlıdır.
İşçileri ilgilendiren ve etkileyen özgül sorunlardan bağımsız hiçbir devrimci bilinç sağlanamaz. Emekçi kitlelerin haklı talepleri için mücadeleye önderlik etmek sınıf sendikacıları ve devrimci sendikacıların kaçınılmaz görevidir. Bu tecrübeye dayanmak, sınıfı bilinçlendirmek, politize etmek ve devrimin gerekliliği, onların rolü ve bu hedefe varma olanakları konusunda onları tartışmaya katmak Marksist-Leninistler açısından zorunlu bir görevdir.
2.C. Sendikalı olmayanlar ve güvencesiz emekçiler içerisinde çalışma
Kapitalizm kendi dinamiğiyle, özellikle kriz dönemlerinde geniş oranda işsizlik yaratır. Dahası, uluslararası finans kurumlarının krizden en çok etkilenen ülkelere kestiği reçete, işsizlik oranlarında kaçınılmaz yükselmeye, iş koşullarında kötüleşmeye ve dolayısıyla da esnek çalışma koşullarına yol açar.
ILO tahminlerine göre, dünya çapında 1 milyar 530 milyon emekçi, 2009’da korunmasız işçi konumunda çalışmaktaydı. Bu bütün dünya işçilerinin % 50,1’ine tekabül etmektedir ve 1999’a göre 146 milyon daha fazladır.
Sürekli işi ya da iş güvenliği olmayan, geçici kontratla, yarı zamanlı veya taşeron olarak çalışan bütün işçi kesimleri belirsiz ve korunmasız iş koşullarında çalışmaktadır. Genellikle temel işçi hakları tanınmamakta, sendikal örgütlenmelerine engel olunmakta ve emeklerinin aşırı sömürüsü yükselmektedir. Bu sektörlerin önemli bir parçası, genellikle oturumsuz, en zor sosyal ve ekonomik koşullarda çalışmaya zorlanan göçmen işçilerdir. Bu sektörlerin örgütlenmeleri, yapıları dolayısıyla çok zor olsa da, imkansız değildir. Çünkü içerisinde bulundukları çalışma koşulları nedeniyle, bunlar, hakları için mücadele ve bazı koşullarda da sosyal patlamalara yatkındır. Marksist-Leninistler, bu kesimlerin haklı talep ve mücadelelerini mümkün kılacak değişik yöntem ve örgütlenme çeşitleri üretmelidirler.
Aynı şekilde işsiz emekçilere yönelik politik ve örgütsel bir çalışmanın organize edilmesi zorunludur. Bu sektörün ulaştığı sayı, bulundukları kötü durum ve çoğunlukla gençlerden oluşması, mücadele için büyük bir potansiyeli olduğu anlamına gelir. Son dönemlerde İspanya, diğer Avrupa ülkeleri ve ABD tecrübeleri bunu göstermiştir.
Bir başka ilginç deneyim, Arjantin’de konvertibilite krizi döneminde kapanan bazı fabrikaların işçilerinin fabrikaları tekrar çalıştırmaya başlayarak, devletten kredi ve garantörlük talep etmiş olmaları örneğidir.
Krizin bu aşamasında büyük genişleme gösteren bir alan da bağımsız çalışmadır. (Çoğunluğunu seyyar satıcıların oluşturduğu güvencesiz emekçiler.- Ç.N) Çoğu zaman bu girişimler, vazgeçilmez ihtiyaçlara çözüm sağlamaktan ziyade, yetersiz istihdam nedeniyle bir nevi kaçış yolu olmuş oluyor. Genellikle sokak satıcıları ve evde değişik hizmet verenlerden oluşmaktadırlar. Çalışmalarını geliştirme koşullarının zorluğu ve çoğu zaman gelirlerinin neredeyse asgari ücrete bile ulaşamaması bir yana, maruz kaldıkları regülasyon ve uygulamalar onları her gün şehirlerde baskı güçleriyle karşı karşıya getirmektedir.
Kendilerine dayatılan çalışma koşulları, engeller ve baskıcı uygulamalar, örgütlenme ve mücadele için uygun koşullar yaratmaktadır. Marksist-Leninist parti veya devrimci güçlerin örgütlenmelerine katkıda bulunduğu ve sürekli eğitim çalışması yaptıkları ortamlarda, bu sektörler ekonomik mücadele sınırlarını aşarak örgütlü politik bir güç haline gelebilirler.
Bizzat kapitalistlerin kendileri ve hükümetleri, kredi ve borçlandırmalar yoluyla geniş bir ‘otonom çalışanlar’ kesiminin ortaya çıkmasını besliyorlar. Ücretli emek sömürüsü sayesinde orta sınıf ve tabaka haline gelen bunlardan bazıları ile, büyük sermayeye, emperyalizme ve bağlı hükümetlerin politikalarına karşı birlikte hareket edilebilir.
2.D. Sendikal ve halk hareketinin birliği için çalışma
Marksist-Leninist partilerin sorumluluğu işçi hareketi içerisinde bir fraksiyona karşı değil, tüm işçi ve sendikal harekete karşıdır. Kendi güçlerimizi sağlamlaştırmanın, hareketin tümünün birliği doğrultusunda sistematik bir çalışma için kalkış noktası teşkil ettiğinin ise, altını tekrar çiziyoruz.
Birincisi, sendikal hareketin birliğinin, emekçi haklarını savunmanın temel koşulu olduğunun farkındayız. Devrimci sendikal güçlerin -tüm emekçi hareketle işbirliği içerisinde-, işçilerin mücadele ve protestolarını yükseltmek, birleştirmek ve koordinasyonunu sağlamak ve güçlü temel birlik hissini artırmak için, etkinliklerin en geniş çapta gerçekleştirmesi gereklidir. Genelde birliğin, öncelikli olarak durumun gerektirdiği şekilde, kapitalizme karşı işçi sınıfı taktiklerini kullanmasını içerir. Bu aşamada birlik, diğer güçlerle farklarını, çekingen liderlik, fırsatçı hainler ve gericilerin davranışlarını göz ardı etmemeli, tam aksine birleşik emekçi yığınları eylemlerini delil olarak kullanıp, bu davranışları ve diğer ögelerini yargılayan ve ortadan kaldıran bir rol oynamalıdır.
İkinci olarak, sınıf sendikacı ve devrimci güçlerin birlik sürecini, diğer bütün kapitalizm karşıtı toplumsal ve halkçı kesimlerle birlikte yükseltmesi şarttır. Kayda değer bütün işçi mücadeleleri, genç ve öğrenci sektörleri katabildiği oranda ve baskı altındaki halkların, yerlilerin, emeklilerin, şehirli halkın, sanatçı ve entelektüellerin sosyal davaya bağlı kaldığı ülkelerde yüksek seviyelere ulaşmışlardır. Bazen, belirli sosyal, demokratik ve anti-emperyalist bayrağın dalgalandığı, kentsel sol ve demokratik güçlerce yönetilen birliklerde kayda değer tecrübeler edinilmiştir.
En geniş birliğin sağlanması, işçi kitlelerinin sınıf bilinci ve devrimci ruhunu yükseltmek için zorunludur. Özellikle ulaşılamaz kurum veya sendika görüşünün ortadan kaldırılması, “bazı gerici ögeler, daralmış bir birlik, apolitik eğilimler ve ruhani yaklaşımların” (Lenin, age.) üstesinden gelme olanağını artıracaktır. Lenin’in belirttiği gibi, sendikaların gelişmesi ve gerçek sınıf bilincini teyit edecek daha geniş bir ufuk, sadece işçi sınıfının kendisine bakmayı bırakıp, toplumun bütün diğer sınıflarının yaptığı ya da yapmadıklarını görüp, tavır alıp, harekete geçmesiyle mümkün olacaktır.
Üçüncü olarak, devrimci sendikacılar ve örgütleri, emekçi yığınları politik mücadele için birlik pratiğine katmalı ve eğitmelidirler. Demokratik ve devrimci politik bayrak altında –Marksist-Leninist partinin kılavuzluğu ve denetiminde– politik faaliyete katılmadığı sürece, emekçi sınıfının bir devrimci bilinç geliştirmesi mümkün değildir.
Bayraklar, önermeler ve alternatif siyasetler konularında birlik, emekçi sınıfı içerisinde devrimci çalışma kanallarının en önemlilerinden birisidir. Bu emekçilerin iktidar mücadelesinde politik aktivitelere katılması ve katkısı anlamına gelir. Bu seviyede bir birlik, işçilerin, yasal ya da değil, barışçıl ya da şiddetli, seçimle ya da gizliden, bütün mücadele şekillerini kullanması ve birleştirmesini gerektirir. Bu, işçiler arasında siyasi, taktiksel ve stratejik tartışmaların artırılması anlamına gelir ve bu birlik programını yükseltecek sosyal ve politik güçler yaratarak, detaylarını ve fedakarlık gerektirecek eylemlerini belirlemeyi sağlar.
Dördüncü olarak, emekçi sınıfının gerçek bir uluslararası birliği, proleter enternasyonalizminin pratiğe geçmesi için çalışıyoruz.
Emperyalist globalleşme ve onun krizi, her seferinde daha genel bir çözüme elverişli, önemli ögeler yaratmaktadır. Her ülkenin emekçi sınıfı ve halklarının yerel mücadeleleriyle uluslararası bir dayanışma seviyesine duyulan ihtiyaç giderek acilleşmektedir. Krizlere yazılan emperyalist reçetelerin farksızlığı, ifade edilen sorunların ortaklaşmasına sebep olmuştur. Bu, dinamik ve çok yanlı proleter enternasyonalizm ögelerinin geliştirilmesini vazgeçilmez kılmaktadır.
Her ülkede sendikalılığın örgütlü gelişmesi açısından, enternasyonal destek mutlaka gereklidir.
Kapitalizm ve emperyalizmle mücadeleyle birleşmeleri açısından, sendikal hareketi güçlendirmek amacıyla, enternasyonal birliği sağlayacak kanalları belirlemek şarttır.
2.E. Sendika tabanının sistematik eğitimi ve devrimci sendikal kadroların yetiştirilmesi
Devrimci sendikal pratik, sistematik politik-sendikal eğitimi gerektirir. Marksizm-Leninizmin teorik temellerini, devrimci ve sınıf sendikacılığının ilkelerini, iş yasası ve işçi haklarını, mücadele biçim ve taktiklerini, işçi sınıfının tarihsel misyonunu, ülkenin ve dünyanın ekonomik, sosyal ve politik gerçekliğini vb. işçilere açıklamak, bilinçlerini yükseltmeleri açısından vazgeçilmezdir.
Bu gereksinimi varsayarsak, sendikal örgütlerin tecrübelerini aktarmada kullanılacak birçok yöntem mevcuttur.
Kısa kurslar, seminerler, atölyeler, tartışma forumları vb.’nin yanı sıra kalıcı sendikal eğitim merkezlerinin, işçileri sendikal eğitime çekmek yönünde, sendika eğitiminin sendika örgütünün devrimci etkinliğinin bir parçası olduğu göz önüne alınarak, örgütlenmesi önemlidir.
Gazeteler ve sendikal veya politik-sendikal örgüt yayınlarının, politik materyallerin, klasik Marksist-Leninist materyallerin, diğer komünist literatür ve devrimci Enternasyonal Marksist-Leninist Parti ve Örgütler Konferansı materyallerinin, Birlik ve Mücadele vb. basımı ve dağıtımı çalışmanın önemli bir parçasıdır.
İşçi sınıfının politik ve sendikal eğitiminin en önemli yanlarından birisi kadroların yetişmesidir. Sendikal ve politik kadrolar, bir teorik laboratuardan değil, sınıf mücadelesinin yaşam tecrübeleri içerisinden çıkarlar. Önderlik eğiliminin, mücadelenin her safha ve seviyesinde emekçi yığınların tavrının tam devrimci perspektife ulaşması, sadece kadrolar pratiklerini devrimci temel ve teoriye dayandırdığı zaman mümkün olacaktır.
Bu nedenle, geniş politik ve sendikal kadroların yetiştirilmesi için planlı ve sistematik bir çalışmanın yapılması önemlidir. Bu kadrolar bütün sınıfa ya da kendi dar çevresinden daha geniş kesimlere önder, yönelten ve örnek olma görevini üstlenecektir.
2. F. İlerlemenin garantisi, partinin işçi sınıfı içerisinde kurulmasıdır
Tarihsel tecrübe ve somut gerçekler, bize, işçi hareketi içerisinde devrimci bir etki ve egemenliğin ancak, işçi sınıfı ile kurulacak sıkı ve yakın ideolojik, politik –ve her şeyden de önemlisi– organik bağlar sayesinde mümkün olabildiğini göstermiştir.
İşçi ve sendikal hareket, eğer sınıfın bağımsız politik partisi yani Marksist Leninist partiyle derin bağlar içindeyse, devrimci mücadelenin bir tarafı, yöneticisi ve örgütleyicisi olabilir. İşçi ve sendikal hareket toplumsal devrimin öznesi haline geldikçe, proletaryanın devrimci partisi de büyüyüp gelişebilir. İşçi sınıfı ve halk, kurtuluşu için devrimci teorinin rolüne ihtiyaç duyar. Bu, Marksist Leninist partinin, saflarını ileri işçilerle besledikçe görevini yerine getirebileceği manasına gelir.
Partiyi işçi sınıfının bağrında inşa etme çalışması, devrim için güç biriktirme görevinde ilerlemek için vazgeçilmezdir.
İlişkileri geliştirmek, Marksist Leninist partiyi emekçilerin sosyal ve politik hayatına katmak, örgütlü politik partiye ilgilerini canlandırmak ve destekçileriyle örgütsel bağlarını sağlamak bu çok yanlı çalışmanın parçasıdır.
Militan işçileri, fabrika, şirket ve hizmet alanlarındaki hücre ve komiteleri saflarına katarak, parti yapısının köklerini ve inşasını işçi sınıfına dayandırmak için emekçilerin sistematik ve çok yanlı komünist eğitimi gereklidir. Bu parti kurma girişimini, emekçi sınıfı saflarından gelen geniş komünist parti kadroları teşvik etmeli ve her düzeyde parti yönetimine gelmelerini sağlayabilmelidir.
Bu çalışma partilerin organik yapısını geliştirmeyi, saflarındaki işçi militanların oranlarını artırmayı amaçlamalıdır.
Sonuç olarak, Marx’ı bir kez daha hatırlatarak, devrimci kararlılığımızı bir kez daha teyit ediyoruz: “İşçi sınıfı zaferin ögesine sahiptir: sayı üstünlüğü. Fakat sayı, eğer bilginin kılavuzluğunda birlik ruhu ile birleşmemişse, herhangi bir ağırlığı söz konusu olamaz.” (Karl Marx, Uluslararası İşçi Derneği açılışındaki konuşma).
[1] İstihdam verileri ILO’nun “Dünya İstihdam Eğilimleri” raporundan alınmıştır.
[2] Avrupa ML Parti ve Örgütler toplantısı raporu, Haziran 2010.