Her yılın Haziran ayında bir önceki yıla ait sektörde faaliyet gösteren tüm bankaların, bilanço ve gelir tabloları ile diğer özet bilgilerin yer aldığı rapor, Türkiye Bankalar Birliği tarafından yayınlanır.
Yayınlanan bu bilgiler, basında çeşitli yönlerden incelenir.
Bu çalışmada aynı bilgiler, bir dönem (1975-1988) açısından belli yönleriyle analiz edilir. Çıkarılan önemli bir sonuç: Holding Bankalarının sektöre egemenliği…
Zaten yapılan diğer çalışmalarda da sektörün yapısı incelendiğinde, oligopolist piyasa özelliğini koruduğu vurgulanır.
Burjuva ekonomi politiğine göre iki piyasadan birisi olan eksik rekabet (siz, tekelci okuyunuz) piyasası da kendi içinde çeşitlendirilir; piyasada tek satıcının (monopolist), iki satıcının (düapolist) ve ikiden fazla ama az sayıda satıcının (oligopolist) varlığına göre piyasasının durumu ayrı ayrı incelenir. Sektöre oligopolist yapının az sayıda ama ikiden fazla bankanın hakim olduğu, bir eksik rekabetin açık anlaşılır nitelendirmeyle tekelci yapının varlığı yazılır.
Oligopolist yapının varlığına gerekçe olarak, sektörde kamu (Ziraat Bankası), diğer üçü özel sermayeli ticaret (İş Bankası, Akbank, Yapı Kredi) bankasının yer aldığı dört büyük bankanın kredi ve mevduat toplamında nispi payları bulunur ve yorumlanır.
Bizim açımızdan çalışma bu bankalar içinde yapılabilirdi, fakat tercih edilmedi. Çünkü ’80’li yıllarda özel sermayeli ticaret bankaların yeni kurulanlar dahil hemen hemen hepsinin birer Holding Bankası olduğu gözlenir. Yani güçlenen holding bankacılığı. Zaten bu yapı dışında bir bankanın kurulması ya da faaliyet sürdürmesinin zorluğu basına sürekli konu olur; Çaybank örneği. Bundan sermayenin kendi içinde çelişkisiz bütünlüğünün olduğunu söylemek/yazmak istemiyoruz. Çünkü kârını maksimize etme ve pazardan daha büyük pay kapma gibi gerekçelerden kaynaklanan rekabetin kıyasıya sürdüğü, ’88-Ekim ekonomik kararları sonrasında mevduat faizi konusunda yaşanılanlar daha taze hatırlarda.
Bu sebeple, kamu bankasının da olduğu gruplandırma yerine, özel sermayeli bankaların irilerinden oluşan gruplandırma tercih edilir.
Gruplandırma içinde hangisinin ne kadar payının olduğu, dikkate alınmadan çalışma yapılır.
1- PARA SERMAYESİ VE BANKALAR
1.1- Bankalar ve İşlevleri
Kapitalist ekonomik hayatın yapısı ya da işleyişinin zorunlu bir sonucu olarak, ticari kredinin sınırlarını aşan başka kredi biçimleri oluşur. Ve bunlar; mali kurumlar banker yahut banka tarafından nakit / para olarak banker ya da banka kredileri olarak verilir ve gelişir. Bu işleyişin kurumu bankalar nedir, işlevleri nelerdir? Bankalar; fon toplama ve bunları kullanıcılara fon olarak aktarma işlevlerini yapan mali aracı kuruluşlardır. Diğer bir anlatımla, fiyatı faiz geliri olan para sermayesinin alım ve satım işlemini gören para piyasasının aracı kurumu; bankalardır.
Fon alım-satımı işlemiyle bankalar, atıl-para sermayesini faal yani gelir sağlayan sermayeye dönüştürürler. Bunun gereği olarak her çeşit para gelirini / tasarrufu toplayarak, fon kullanıcıların yani kapitalistlerin / burjuvazinin hizmetine sunarlar.
İlk başta ekonomik yaşamada esas olarak ödemelere aracılık etme ve elde varolan / serbest paralan biriktirme işlevlerini gören bankalarda, zamanla kapitalizmin gelişmesine bağlı olarak büyük para miktarları yoğunlaşır ve bunun üzerine kredi işlemlerindeki aracılık fonksiyonu artar.
Önceleri ödemelerde aracılık hizmeti gören bankalar; bu işleyişte, topladıkları fonlara akıcılık yaratma işlevini yapar ve o sebeple de atıl sermayeyi faal sermayeye yani kâr sağlayan sermayeye dönüştürürler. Bunun gereği olarak her çeşit para gelirlerini toplar ve bunları, kapitalist sınıfın-kullanım emrine verirler. İşte onun için kapitalizm, iş yapabilmek için illa ki, “kendi sermayesinin” olması zorunluluğu gerekmediği ve bu ihtiyacın mali sistemden özellikle bankalardan sağlanabildiği “reklamını” sürekli yaparlar. Başarılı “olabilmen” içinde biraz yetenekli olmanın yeterli olduğunu hemen eklerler. Çünkü sistemin kaynak yaratması ve bunu hizmetine sunmasına ek olarak beşeri sermayenin de zorunluluğu vurgulanır. Yani “akıllı olan, kazanır; emeğinin karşılığını alır ” düşüncesi sürekli tekrarlanarak, emeğin sömürüldüğü esprisi gizlenmeye çalışılır.
Mali sistemde bankaların gelişmesi ve etkinliğin artmasına koşut olarak, mütevazi aracılar olmaktan çıkıp, maddi kaynakların ve üretim araçlarının çoğunu, kapitalistlerin ve sınırlı da olsa küçük üreticilerin ihtiyaç duyduğu ya da duyacağı para-sermayelerinin hemen hemen tamamını emirlerinde bulunduran mali / ekonomik güç sahibi tekeller haline gelirler.
Yani ödünç sermayenin hareketi, bankalar sistemi aracılığıyla yürür; bunun zorunlu olarak gelişmesi, tekelci ekonomik gücün gelişmesi sebebi olur.
Belirtilen işleyişte bankaların kullandığı fonun arzı; hem sermayenin dolaşımı sırasında serbest kalan paralarını bankada tutan kapitalistlerin yatırdıkları paralardan, hem de rantiyelerin biriktirdikleri ve de çalışanların, toplumsal örgütlerin ve benzerlerin tasarrufundan oluşur.
Anlaşıldığı üzere bankalar, fon fazlası olan kişi ya da kuruluşlarla, fon talebinde bulunanlar arasında aracılık yaparak; kaynaklara akıcılık sağlama ve kullanımı rasyonelleştirme; kaydi / banka parası (çek) yaratma ve para politikasının etkinliğini (Merkez Bankaları) artırma gibi işlevleri vardır.
Anlatımlardan bankaların yatırılan fonun kullanımından ne değer, ne de artı-değer ürettiği sonucu çıkarılamaz. Çünkü öz olarak banka sermayesi, işçi sınıfı tarafından yaratılan artı-değerin paylaşımına katılır.
Nasıl mı?
Emek-değer teorisinin açıkladığı üzere, ekonomide yaratılan tüm değerin kaynağı: Emektir. Çünkü değer, bir eşyada billurlaşmış ya da maddeleşmiş emektir.
Fon kullanıcısı aldığı fonu üretimde kullanır ve buna bağlı olarak kâr (artı-değerin piyasada fiyat mekanizmasıyla gerçekleşmesi) elde eder. İşte faiz, bu kârın bir kısmı olması sebebiyle, burjuvazi, önceden belirlenmiş miktarı, yani faiz borcunu o dönemde elde ettiği artı-değerden yapar. Yani faizin kaynağı artı-değerdir.
Bu anlamda kapitalizmde bankalar, fonu kullanıcıya vermekle artı-değerin paylaşımına katılmış olur.
1.2- Kredi ve Mevduat
Hem sermayenin dolaşımı sırasında serbest kalan paralarını bankada tutan kapitalistlerin yatırdıkları paralar, hem de rantiyecilerin ve benzerlerinin tasarrufları; bankaların kaynağını yani toplam mevduatı oluştururlar. Bankaların toplam kaynağı bu sayılanlarla sınırlı olmayıp, yapılan dolaşım araçları emisyonu yani banknotlar / kâğıt paralar, senet garantileri ve hayali hesaplar (bankanın müşteriye belli bir miktarda karşılıksız hesap açması) gibi çeşitli bankaların kredi fonlarım artıran kaynaklardır.
Toplam kaynağın, kullanıcılara belirli bir süre için bir fiyatla (faizle) sunulması kredi işlemi olup, verilen bu fona da kredi denir. Bir başka anlatımla kredi, bir malın başka bir malla derhal değiştirilememesinden, araya zorunlu olarak bir zaman girmesi sebebinden doğar.
Kredinin işlevi ve gelişimi:
Kredi ilişkilerinin gelişmesiyle her kapitalistin sermayesi, sermeye mülkiyeti ve sermaye işlevi şeklinde ikiye ayrılır. Serbest kalan para sermayesi, artık üretim sürecinde işlev görmemesine karşın, ödünç verilmesi halinde sahibine gelir getirir. Bu işleyişten kapitalist, hem sermayenin üretimde kullanılmasıyla işletme kârı, hem de ödünç verdiği serbest sermaye bölümünden faiz elde eder.
Bankalar tarafından biriktirilen fonlar, yine bu kurumlar aracılığıyla daha yüksek kâr oranlı sektörlere aktarılır. Yani bankaların kredi aracılığıyla, kapitalist üretimin düzenleyicisinin (hem değer kanunu ve hem de üretim fiyatlarının) kendiliğinden etkisi gerçekleşir.
O sebeple kredinin, sermayenin yoğunlaşması ve merkezileşmesi için sağladığı ekonomik güçle, tekelci kapitalistler emeği azgınca sömürme imkânını artırır. Bu haliyle emek ve sermaye çelişmesini keskinleşmesi yönünde etkiler.
Doğrudan sanayi sermayesinin üretimi ve dolaşımından ortaya çıkan kapitalist kredinin ilk biçimi, başlangıç biçimi ticari kredi olup; bu, diğer kredi biçimlerinin oluşmasının ve gelişmesinin nedeni olur.
Bu kredi bir yönüyle meta biçimindedir. Yani burada ödünç sermaye, meta sermayesinin hareketi ile içice geçer. Şöyle ki; kendi sermayesi yeterli olmadığında kapitalist, genel olarak, üretimi kesintisiz sürdürebilmek amacıyla metaları, ödemeyi erteleyerek, kredili olarak sağlamaya çalışır. Bu türlü bir kredi alış-verişi her iki taraf (alan-satan) içinde faydalıdır. Çünkü kredi veren üretilmiş olan metalleri satarken, kredi alan ise üretici sermayenin gerekli unsurlarını sağlar.
Anlaşıldığı gibi ticari kredi temeli üzerindeki alış-veriş, ikili bir işlemi ifade eder: Birincisi varolan metaların satılması ve ikincisi bu metaın satıcının alacaklı olarak yer aldığı ödünç vermedir.
Bu kredi işleminin önemli bir aracı: Senettir. Bir kapitalist elindeki senedi genel olarak üçüncü birisiyle olan işlerinde (ödemesi gereken para yerine elindeki senedi verir) senedin arkasını ciro ederek kullanır. Yani dolaşım alanına gerçek para katılmadan meta hareketinin tamamlanmasıdır.
Bunun sonucu olarak senet, ticari kredi tarafından oluşturulmuş bir kredi parası haline gelir.
Değinilmesi gereken bir özelliği de, kredi miktarının alınan ya da ihtiyaç duyulan metaın birim miktarı toplamıyla sınırlı olmasıdır. Genellikle bu tür krediler, kısa vadeli olarak ihtiyaç duyulan ya da kullanılan bir kredidir.
Bankanın aktif kalemlerinin / işlemlerinin en önemlisini krediler oluşturur. Bunlar verilen kredinin özelliğine göre, yukarıda değinildiği gibi senet kredisi, meta kredisi ya da esham ve tahvilat ve açık kredi gibi gruplara ayrılır. Ayrıca krediler veriliş sürelerine göre kısa, orta ve uzun vadeli olarak da ayrılır.
Burada bir konuya değinmek gerekiyor: Para ödünç / borç verme ile sermaye ödünç / borç verme, dış görünüş itibariyle aynı olarak görüldüğü halde, esasında birbirinden farklıdır. Gerçi işlem olarak her ikisinde de banka elindeki fonu, fazlasıyla geri almak koşuluyla belli bir miktarda para verir. Fakat belirtilen fark, paranın kullanımında ortaya çıkar. Kredi olarak verilen para, işlev yapan sermayeyi büyütüyor ve artı-değer üretimi için kullanıyorsa; o zaman söz konusu olan bir sermaye ödünç vermedir. Buna karşılık para sadece üretimin genişletilmesi ile hiçbir şekilde ilişkili olmayan alanlarda kullanma durumunda para ödünç verme söz konusudur.
Günümüzde fon toplama (pasif) ve kullanma (aktif) işlemlerin dışında bankalar; altın, döviz ve değerli kâğıtlarla (tahvil, hisse senedi ve devlet bonolar vs.) ticaret ve komisyon işleri de yapar.
Para biçiminde verilen banka kredisi, meta biçimiyle belirli olan ticari krediden daha uzun vadeli olarak verilebilir. O sebeple banka kredisi, üretim kapasitesinin artırılması, sabit sermayenin büyütülmesi, yeni, büyük ve teknik bakımdan iyi donatılmış işletmelerin oluşmasında büyük bir rol oynar.
Kullanıcıya etkisi: Banka kredisi, bir yandan sermayelerin yoğunlaşması ve merkezileşme / tekelleşme sürecini, ayrıca da üreticilerin farklılaşma sürecini hızlandırır. Nüfusun bütün sınıfların paralarını toplayan banka; bunu, herkese kredi olarak vermez. Genel olarak banka kredisi en büyük ve geri dönme riski olmayan ya da yok denecek kadar az olan sağlam işletmelere verilir. Bu ek finansman işletmelerin rekabet gücünü artırır. Buna karşılık küçük, orta yada pek sağlam olmayan ve bu anlamda riskli işletme söz konusuysa, o zaman banka buna kredi vermez; yahut öyle ağır hükümlerle kredi verir ki, verdiği krediyi geri ödeme koşullarından dolayı söz konusu işletmenin durumunu daha kötüye götürür ve iflasına yol açabilir.
O anlamda banka kredisi küçük üreticinin pazar dışına itilmesi demek olan iflasına sebep olurken, aynı zamanda büyük kapitalistlerin / tekellerin gücünü artırır.
Kredi kullanımının ekonomide sebep olduğu değişiklikleri, Marks şöyle yorumlar: “Kredi sisteminin özünde yatan iki karakteristiğinden birisi, kapitalist üretimin itici gücü olan başkalarının emeğinin sömürülmesi yoluyla zenginleşmeyi, en katıksız ve en dev boyutlara ulaşmış bir kumar ve sahtekârlık sistemi halini alıncaya kadar geliştirmek ve toplumsal serveti sömüren azınlığın sayısını gitgide azaltmak, diğeri de, yeni bir üretim tarzına geçiş’ biçimini oluşturmaktır.” (1)
1.3- İştirakler / Tekeller
Bir banka, bir sanayicinin senedini ıskonto ettiği / kırdığı zaman, ona bir cari ya da benzeri hesap açar; ve bu işlemler tek tek incelendiğinde, o sanayicinin bağımsızlığına zarar vermez; bu ilişkide bankada etkin bir aracı rolünün dışına çıkmış olmaz. Bu işlemlerin çoğalması ve yerleşik bir durum kazanması halinde, o sanayi işletmesi, git gide daha büyük ölçüde bankaya karşı bağımlı olmaya başlar. Ve devam eder.
Bu biçimde sanayide iştirak edeceği yatırımları olabileceği ya da kendisi de yeni bir sanayi / ya da ticaret işletmesi kurabilir. Sermayeyi toplamış olduğu fonlardan sağlar. Fon kullanıcı yani kredi alan bir firma açısından en büyük riskten bir tanesi de, aldığı fonların ve bunun faizini ödeyememesi halinde, bankaya bağımlı hale gelmesidir. Bir banka açısından da en büyük risklerden birisi de, şüpheli alacakların artmasına bağlı olarak yükümlülüklerini zamanında yerine getirememesi üzerine, kendisinin bir başka banka tarafından yutulmasıdır.
Böylece sanayi ve banka sermayesinin fiili birlikteliğin sonucu olarak, bankaların kapitalist ekonomide pek çok işlevi olan kurumlar olduğu anlaşılır.
Bankaların gelişmesi ve az sayıda işletmelerde yoğunlaşması üzerine, belli bir ülkenin ya da pe kçok ülkenin kaynaklarının ve üretim araçlarının çoğunu “kapitalistlerin ve küçük – patronların para – sermayelerinin hemen hemen tamamını” emirlerinde bulunduran tekeller haline gelirler. (2)
1.4- Kapitalizmde Bankacılık
Genel olarak kapitalist sistemde bankacılığın esas görevi, özel mülkiyete konu olan işletmelere kaynak aktarmasıdır. Bir başka anlatımla; parası olanlarla, sermayelerini ödünç fonla artırmaya çalışanlar arasında aracılık yapmasıdır. Yani durgun – atıl sermayeyi, faal- gelir getiren sermayeye dönüştürme görevidir.
Bu işleyiş gereği olarak bu ülkelerde, zamanla ekonomik yapıdaki gelişmeye paralel olarak üç-beş banka bu sektöre hâkim olur.
Yani, tekelci yapılanım…
Lenin, “Emperyalizm” adlı çalışmasında bankaların yeni rollerinin neler olduğunu incelerken ileri sürdüğü tezlerden birisi de, “bankaların, sermaye yoğunlaşma ve tekellerin oluşumu sürecini” kuvvetlendirmesi ve hızlandırmasıdır, der. (3)
Kapitalizmde ekonomik hayata hâkim olan mali sermayenin oluşum tarihi ve özü: Üretimin yoğunlaşmasına bağlı olarak tekellerin var olması, sanayinin ve bankaların kaynaşması ya da içice girmesidir.
Bu oluşum, meta üretimi ve özel mülkiyet rejimi yani kapitalizmde kaçınılmaz olarak, mali-oligarşinin egemenliğini sağlar.
Ekonomik yapılanımda ana şirket Holdinge bağlı ve ona bağlı şirketleri denetlemek mümkün olabilmektedir. Sermaye piyasasında küçük miktarlı hisse senetleri çıkarılması, bu işleyişi perdeleyen önemli maske olmakta ve yasal gerekçe olabilmektedir. Hem bununla özel mülkiyetin kutsallığı vurgulanmakta ve hem de bu senetler alınıp satılmakta ya da rehin bırakılmaktadır. Küçük ve dağınık hisse sahiplerinden bir kısmının pratik olarak, genel kurul toplantılarına katılma olanağının olmaması, değinilen (yaklaşık toplam hissenin üçte birine sahip olan) işleyişi ve dolayısıyla da sonrası gelişmeleri daha da kolaylaştırmaktadır.
Tekelin oluşması sonrasında, toplumsal yaşamın bütün alanlarına sızması engellenemez.
1.5- Sosyalizmde Bankacılık
Emeğe dayanan ekonomik ve sosyal düzende bankacılığın temel işlevi, merkezi bir biçimde uygulanan planlamanın finansmanına yöneliktir. Bir başka anlatımla bankalar, planlanmış ekonomik sektörler olarak bilinen belli üretim sektörlerinin ve genel ekonominin finansman sorununun çözümünü amaçlayan mali planlamanın aracıdırlar. Anlaşıldığı üzere mali sistemde, hisse senedi ve tahvil türü mali araçların olmaması sebebiyle “sermaye piyasasının” varlığından söz edilemez. Onun için kapitalizmde bankacılık ve sermaye piyasası aracılığıyla tasarrufların yatırımlara yöneltilmesi söz konusuyken; sosyalizmde bu görev bankalar aracılığıyla yerine getirilir. Yani mali sistemde bankalar etkindir. O sebeple bu sistemde kredileme uğraşı, özel tasarrufların özel kişilere kredi olarak aktarılması değil, üretici birimlerin genel ekonomik plan ve özel üretim planları çerçevesinde finanse edilmesi uğraşıdır. Anlatılan işleyiş tasarruflarında oluşumuna yol açar.
Anlaşıldığı üzere sosyalist bir ekonomide bankacılık sektörünün işlevi kapitalist bir ekonomikten iki önemli noktada ayrılır: Birincisi, özel mülkiyet söz konusu olmaması sebebiyle bankalar, ana ekonomik yapıda gelişmeleri önceden belirlenmiş bir planın gereklerine tabi olur; ikincisi, bankalar, kapitalizmde olduğu gibi sermaye piyasası ve ikinci mali kuruluşlarına olmamasından dolayı, daha etkin faaliyet sürdürür. Bunun gereği olarak toplam kaynaklar, bölgeler ve sektörler arasında etkin ve verimli dağılımı sağlanır.
‘80’LERDE BANKACILIK SEKTÖRÜ
2.1- Holding Bankacılığı
Holding; kendisi ticari veya sınaî bir faaliyette bulunmayan, denetim altına almak amacıyla başka firmaların sermayelerine katılan, hukuken bağımsız bir şirket olarak tanımlanabilir. Esas olarak günümüz ekonomisinde belli sermaye gruplarının üst örgütlenmesi olarak varlığını sürdürür. Bu oluşum, mali sistemi de etkiler. ’70’li yıllar, tekelci sermayenin gelişmesine ve dolayısıyla da holdingleşmesine bağlı olarak da holding bankacılığın geliştiği bir dönem olur. Sermayeye sağlanan teşvikler ve holdingleşmeye o yıllarda sağlanan vergi avantajları (yani devlet desteği), az miktarda öz-sermaye ile diğer firmaların denetimlerini ele geçirme olanağı, bu oluşum bünyesinde işletme yönetimine ilişkin bazı fonksiyonların daha ekonomik ve etkin olarak yerine getirilebilmesi ve benzen sebeplerden, tekelci sermayenin holding olarak kurumlaşması hızlanır. İşte bu yapılaşmanın bir gereği olarak da, holding bankacılığı gündeme gelir.
Bu konuda ilk örneği, Sabancı Holding denetimindeki Akbank oluşturur ve modelin başarılı bulunması, diğer holdingleri de etkiler ve onları, ya banka kurarak ya da küçük yerel bankaları satın alıp, geliştirerek holding bankacılığına yöneltir.
Adı geçen holding bankacılığı, banka yönetimi ve denetiminin bir holdinge ait olmasıdır. Bu holding denetiminde bir banka olabileceği gibi (Akbank), ayrıca bir bankanın iştirakler yolu ile holding haline gelmesiyle de olabilir (İş Bankası).
’80’li yıllarda izlenen ekonomi politika gereği olarak, bankacılık sektöründe bu oluşumun yani holding bankacılığın fiilen teşvik edilmesi ve destek görmesi sonucu, holdingler yeni bir farklılaşmayı yaşar: Bazılarının çok geride kaldığı ve bazılarının da çok öne çıktığı görülüyor.
Bankalarda bir ortağa ait sermaye payında banka öz-sermayesinin yüzde 30’unu geçemez şeklinde varolan sınırlama; 1983 yılında yapılan değişiklikle kaldırılır. Ve böylece toplam 100 ortağın olması kaydıyla bir ortağın payının yüzde 99 ve hatta daha üstü de öngörülür. Çünkü en düşük pay senedi 500 TL kadardır. Sermayede bu kadar büyük paya sahip olma koşulu, bu yıllarda holding bankacılığına verilen büyük bir destektir. Yine daha önce iştiraklerine ya da kuruluşlarına vereceği toplam kredi öz-sermayesinin yüzde 20’sini geçemez hüküm (fakat istisnalarının da olduğu hatırlanmalı), istisnaları saklı kalması kaydıyla varolan sınırlama öz-sermayesinin tamamı yani yüzde 100’ü kadar olarak değiştirilir. Bu iki değişikliğin bile, holding bankacılığı açısından ne büyük teşvik olduğu kolayca anlaşılıyor.
Yine bu dönemde ’80’li yıllarda izlenen “serbest” ya da “yüksek” faiz politikası, bu sektördeki tekelci yapının daha da pekişmesinin bir aracı olur. Onun için derinleşen krizin sermaye gruplarına farklı yansımasına bağlı olarak, bazı bankalar iflas ederken bazı yerel bankalar da holdingler tarafından satın alınır.
Kısaca, neden holding bankacılığı ve bunun desteklenmesi?
1- İhtiyaç duyulan finansman gereksinmesini karşılama,
2- Az sermaye ile çok geniş büyük sermayeyi denetim altına alma, diğer bir anlatımla holdingleşmenin piramitleşme yani yoğunlaşma etkisinden yararlanma.
3- Para ve sermaye piyasalarında fon akımlarını denetim altında tutma.
4- Herhangi bir ekonomik kriz halinde holdinge bağlı kuruluşlara fon sağlanmasını güvence altına alma,
5- Diğer holdinglerle rekabeti artırma.
6- Kamuoyunda bankası olan holding görüntüsü, imajı yaratarak itibar sağlama gibi nedenler sayılabilir.
Bu sebepler temelinde varolan holding bankacılığı şahsında; sanayi ya da ticari ya da birlikte, banka sermayesi bütünlüğü sağlanıyordu.
Belirtilen türden bütünleşme ’80 öncesinde 11 bankada gözlenirken, sonrasında sağlanan teşvikler ve sermaye birikimi temelinde bu sayı 20’ye çıkar. Ki yabancı bankalar dışında faaliyette bulunan banka sayısı da 34 olduğu dikkate alındığında etkinlik boyutu daha iyi anlaşılır.
2.2- Mevzuatta Değişiklikler
Sermaye birikimin yapılanmasında yaşanılan gelişme yani sanayi ya da ticari veya birlikte banka sermayesi bütünlüğünün yarattığı güç birliği ve gelişen holding bankacılığı, sermayenin kendi içindeki çelişkisini artırır. Çünkü anlatılan türden bir sermaye grubu kolaylıkla ve düşük faizle finansman ihtiyacını gidermesine karşılık diğerlerinin zorlanmadı ve bunun ülke pazar paylaşımına etkisinden dolayı sermayenin kendi içinde bir bütünlüğünden bahsedilemez. Sermaye, mezar kazıcı emek karşısında bütün olarak varolur ve bu varlığını korur; fakat kendi bütünselliği içinde, daha fazla kâr elde etme ve pazar paylaşımında daha çok pay sahibi olma gibi faktörler sebebiyle kendi iç çelişkileri artar ve çeşitlenir.
Bu tür bir gelişme sonucu olarak, 1978 – Aralık’ta Ecevit Hükümeti bankacılık mevzuatında değişikliğe gider. Ve dönemin başbakan yardımcısı ve Devlet Bakanı Dr. Faruk Sükan, 22 Aralık 1978 tarihinde yaptığı basın toplantısında bankalardan 11’inin sermaye ve yönetiminde, 11 sanayi ya da ticaret sermayesi grubunun ya da 11 “aile”nin bulunduğundan söz eder. (4)
4. BYKP’ında bankacılık sektörünün durumu şöyle anlatılır: “7129 sayılı Bankalar Yasası’nda öngörülen kredi olanaklarından yararlanmak” için “… özel sektör holdingleri bankaların sahipliğini elde etme çabalarını yoğunlaştırmışlardır. Bu durum sınırlı sayıdaki kişi ve grupların, halkın tasarruflarını kullanarak ekonomide bir kısım fizik kapasitelere sahip olmalarına ya da egemenliklerini artırmalarına yol açmıştır. Bu uygulama ekonominin istenen yönde geliştirilmesine engeller yarattığı gibi gelir dağılımı açısından da sakıncalar getirmiştir.” (5) Evet, holding bankacılığı sermayenin bir iç çelişkisinin ürünü olarak, resmi kayıtlarda ilk defa bu biçimde yar alır. Yani bu plan ile bankalar yasasında, holding bankacılığını dikkate alan değişiklikler yapılması ilke olarak benimsenir. Bunun üzerine 23 Temmuz 1979 tarihli 28 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile sektörde holding bankacılığını “önlemeye” yönelik bazı düzenlemeler yapılır. Bunun gereği olarak bir ortağın bir bankada sahip olabileceği pay yüzde 30 ile sınırlandırılır ve genel kurullarda vekil olarak kullanılabilecek oya da tavan konulurken, ayrıca da bankanın holdinge ve iştiraklerine vereceği kredilerde yüzde 20 sınırlama getirilir.
Yapılan bu değişikliğin yaşanılana uygun olması farklı olup, hayatta hiç de öyle olmuyor. Özellikle iştiraklere verilecek kredilerde sınırlama hükmüne uyulmayacağının yasal yollarının da var olduğu hatırlanmalıdır. Nitekim gerçek veya tüzel bir kişiye vereceği kredi miktarı öz-sermayesinin yüzde 10 ile sınırlandırıldığı halde, kanun da öngördüğü hallerde yüzde 25’e ve 30’a çıkarılacağı da yer alır. Ayrıca iştiraklere açılan kredi miktarına sınırlama getirildiği halde, yine aynı yerde hangi koşullarda (bu, kalkınma planı yıllık programlarında belirtilen sektörlerde iş yapanlar) bu sınırlamanın, hem de Öz-sermayesinin 3 katına kadar artırılabileceği hükmünde yer alır. Bir de ek olarak iştirak tanımı, bankaların sermayesinin en az yüzde 20’sine sahip oldukları ortaklıklar olarak tanımlanır. (6)
1983 yılında yürürlüğe giren 70 sayılı Bankalar Hakkında KHK ile yapılan değişiklikler; bir gerçek ya da tüzelkişinin bir bankada sahip olabileceği en fazla paya ilişkin sınırlama tümüyle kaldırılır, ayrıca iştiraklerin banka kaynaklarından daha fazla yararlanılması öngörülür. Gerçek ya da tüzel bir kişiye verilen kredi genel sınırı öz-kaynağın yüzde 10’dan yüzde 25’e çıkarılır ve bu istisnalar halinde bu oran yüzde 40’a kadar yükselir. Ayrıca sermayesinin yüzde 15’ine sahip olduğu işletmeleri bankaların iştirakleri olarak tanımlayan yasa ile bunlara açacağı kredi miktarı öz-kaynaklarıyla sınırlı olduğu hükmü olduğu halde bazı koşullarda bunun yani öz-kaynakların 3 katına kadar çıkarılabileceği de yasada yer alır.
Hem ’70 yılında ve hem de ’83 yılında bankalar kanununda yapılan değişiklikler sonrasında, hem bankası olan holding sayısı ve hem de bankanın iştiraklerini kaynaklarından daha fazla yararlandırma imkânı artmıştır. Özellikle, bu gelişmenin ’80’li yıllarda daha yoğunlaştığı görülüyor.
2.3. Kaynakların Kullanımı
Banka, toplam kaynaklarını kredi olarak üretici ya da tüketicilerin kullanımına sunabildiği gibi aynı zamanda bazı işletmelere ortak olabilmede yahut altın vs. alım ve satımında kullanabilir.
Bankaların kredilendirme dışkında ülke sanayileşmesine, kalkınmasına katkıda bulunmalarının bir yolu olarak da, diğer kuruluşların sermayelerine katılmaları veya yatırım yapmaları olarak iştirakler, gösterilir.
1975 ve 1979 yıllarında yüzde 2,2 ve 1,8 olarak gerçekleşen aktif toplamında iştiraklerin payı, 1981’de yüzde 1,6’ya geriler ve sonrasında artarak 1985’de yüzde2,3’e yükselir ve 1988 yılında tekrar yüzde 2,0’ye geriler.
5 Büyük Banka Grubu’nun oranı ise 1975’de yüzde 2,7 olup, sonrasında gerileyerek 1981’de yüzde 2,3’e iner ve devamında artarak 1985’de yüzde 3,3’e ve geçen yılda yüzde 3,8’e yükselir. İştiraklerde önemli artışların sebebi, iştiraklerin önemli bir bölümünün yeniden değerlendirme yapmaları ve bu değer artışların sermayelerine ekleyerek ortak bankalara bedelsiz hisse senetleri vermeleri ve bunların iştirakler kalemine eklenmesiyle iştirakler tutarı kabarmaktadır. Ayrıca donuk krediler sebebiyle de, işletmeler banka denetimine girmesiyle iştirakler artmaktadır. Ek olarak bankalar kanununda bu türden yatırımlara yönelik teşviklerin olması da hatırlanmalıdır.
Sektör açısından 1975’de yüzde 56,4 olan toplam aktiflerde kredilerin payı, sonrasında azalır ve 1985’te yüzde 39,7’ye iner; 1987’de yüzde 43,4’e yükseldiği halde bir yıl sonra yeniden 39,1’ye geriler.
5 Büyük Banka Grubu açısından incelendiğinde, 1975 yılında yüzde 56,3 olan toplam aktiflerde kredilerin payı sonrasında sürekli azalır; 1983 ve 1988 yıllarında yüzde 46,8 ve 35,0’e iner.
Demek ki, bankalar kaynaklarını diğer alanlarda değerlendirmeyi yeğlemişlerdir. Bu, kredi talebinin varlığına karşın böyle olmuş ve kredi maliyetinin artması bunda büyük etkendir.
Ayrıca bankaların özellikle iştiraklerine verdikleri kaynakların yani kredilerinin maliyetini / faizi düşük tutma gayretinde olacakları ve bundan doğan ek maliyetin diğer müşterilere yansıtılacağı ve ek olarak, kayıtların tutuluş biçimleri de dikkate alındığında iştirak kredilerin hepsinin kayıtlara geçmeyeceği hatırlanmalıdır.
2.4- Faiz Gelirinden Yararlanan Kim?
Günümüzde burjuva ekonomi politiğin özellikle Friedman ekolüne göre, “yüksek” ya da “serbest” faiz politikasının hem gelir dağılımını adilleştirdiği ve hem de tasarrufları artırdığı iddia edilmektedir. Ve onun içinde ’80’li yıllarda “serbest” faiz politikası izlenir.
İzlenen bu politikayla, kaynakların tüketime harcanmayıp bankalarda mevduat olarak toplanmasıyla hem tasarrufların ve hem de bu tasarruf sahiplerinin gelirlerinin arttığı, ANAP hükümeti ve onun ekonomik kurmaylarınca hep anlatılır oldu.
Tasarruf, klasik iktisatçılara (Ricardo, A. Smith vs.) göre faizin ve Keynes’e göre gelirin bir fonksiyonudur. 19. yüzyılda klasiklerin tasarrufun faize bağlı olarak arttığı tezinin yerine, bu yüzyılda 1930’larda Keynes tasarrufun gelir düzeyine bağlı olduğu tezini savunur.
’80’li yıllarda reel pozitif faiz politikasının hâkim kılındığı ve bu sebeple tasarruf sahibinin korunduğu, ekonomi kurmaylarınca sürekli söylenir. Fakat ekonomi genel dengesinde özel tasarrufun özel harcanabilir gelire oranı, resmi verilere göre reel negatif faizin olduğu 1987 yılında yüzde 19.3 iken, reel pozitif faizin söz konusu olduğu 1985 ve 1986 yıllarında ise yüzde 11,4 ve 14,5 olarak gerçekleşir.
Çıkarılacak önemli bir sonuç: Özel tasarrufların faize karşı duyarlı olmadıklarıdır.
Mevduat toplamında tasarruf mevduatının payı 1981 yılında yüzde 54,7 iken sonrasında 1985’de yüzde 59,1’e yükselir ve 1988 yılında da yüzde 36,5’e kadar geriler. Yani mevduat toplamında tasarruf mevduatının nispi payı 1981 yılına göre 1986’dan itibaren sürekli azalır.
Demek ki: Reel pozitif faiz politikasının, özel tasarruf oranı ve tasarruf mevduatı üzerinde, klasiklerin tezlerini doğrular yönde etkisinin olmadığı sonucu çıkarılabilir. Buna karşın reel pozitif faiz, rantiyelerin kaynaklarını altına mı, dövize mi ya da bankaya mı vs. yatırmaları konusunda belirleyici etkisi olurken, esasında makro olarak tasarruflar üzerinde ileri sürüldüğü türden etkisi yoktur.
Yani faiz gelirinden yararlananlar: Rantiye gelir sahipleri…
Sektör açısından çalışmanın yapıldığı bu dönem kendi içinde ikişerli yıllar halinde birbirleriyle karşılaştırmalı olarak tasarruf mevduatı hesap adedi ve toplam tutarı incelendiğinde yine benzer sonuca varılıyor.
Tablo 1- TASARRUF MEVDUATININ DAĞILIMI (Yüzde Olarak)
1975 1979 1986 1988
H T H T H T H T
En alt grup 66,0 4,2 62,7 2,7 97,8 44,6 97,0 40,8
En üst grup 1,3 38,8 3,5 64,7 0,05 4,9 0,03 9,5
5 büyük banka 57,0 57,7 57,0 58,4 54,3 64,4 51,4 57,3
AÇIKLAMA: H- Hesap Adedi; T- Tutan
En Alt Grup: 1975/1979 için 1 milyon ve daha az 1986/1988 için 3 milyon ve daha az
En Üst Grup: Toplam 4 yıl için 50 milyon ve daha üstü
KAYNAK: Türkiye Bankalar Birliği.
1975-1979 Yılları: 1975 yılında 19 milyon 353 bin olan tasarruf mevduatı hesabı, yüzde 25,8 artarak 1979’da 24 milyon 341 bine yükselir. Aynı yıllarda tasarruf mevduatı tutarı yüzde 184,6 artarak 82,9 milyardan 235,9 milyara (cari fiyatla) çıkar.
Tablo. 1 ‘de görüldüğü üzere 1 milyon ve daha az mevduat hesabı olanların, toplam hesap sayısının yüzde 66,0’sını oluşturmasına karşılık, mevduat toplamının yüzde 4,2’sine sahiptirler; aynı oranlar 1979 yılında ise yüzde 62,7’ye karşılık yüzde 2,7’dir. Benzer hesaplama üst yani 50 milyon ve daha fazla tasarruf mevduatına sahip olanlar (1975 ve 1979 yılları) için yapıldığında, tasarruf mevduatının yüzde 38,8 ve 64,7’si, hesap sayısının yüzde 1,3 ve 3,5’ine karşılık geldiği bulunur. Yani dağılımda bir yoğunlaşma olduğu gözlenir. Yine aynı yıllarda incelemenin yapıldığı 5 Büyük Banka Grubu’nun toplam mevduat hesabında payı her iki (1975 ve 1979) yılda yüzde 57,0 olarak bulunurken, mevduatta payı da yüzde 57,7’den 58,4’e yükselir. Yani bu grup bankalarının etkinliğini koruduğu görülür.
1986-1988 Yılları: 1986’da 29 milyon 795 bin olan tasarruf mevduatı hesabı, 1988 yılında 29 milyon 217 bine gerilerken, mevduat toplamı yüzde 121,0 artarak 5 trilyon 752,6 milyardan 12 trilyon 711 milyara (cari fiyatla) yükselir.
Tablo 1’den anlaşıldığı üzere 3 milyon ve daha az tasarruf mevduatı hesabı olanların, 1986 ve 1988 yıllarında toplam hesap sayısının yüzde 97,8 ve 97,0’sini oluşturmasına karşılık, toplam mevduatın yüzde 44,6 ve 40,8’ine sahiptirler. Diğer bir anlatımla 1986 yılında toplam mevduatın yüzde 55,4’ine yalnızca yüzde 2,2’si sahipken; bu oranlar 1988 yılında sırasıyla yüzde 59,2 ve yüzde 3,0 olarak bulunur. Yine bu iki yılda 50 milyon ve daha fazla tasarruf mevduatı sayısı sırasıyla 3 bin 228 ve 11 bin 762 olup, toplam hesabın on binde 5 ve 3’ünü oluşturmasına karşılık, mevduatın yüzde 4,9 ve 9,5’ine sahip bulunmaktadırlar.
Yine bu iki yılda (1986-1988) tasarruf mevduat hesabı toplamının yüzde 54,3 ve 51,4’üne 5 Büyük Banka Grubu hâkim olup, bunların mevduat toplamında payı yüzde 64,4 ve 57,3’tür.
Mevduat gruplarının toplam tasarruf mevduatı ve hesabında karşılaştırılmasından çıkarılabilecek önemli bir sonuç: Mevduatın bireyler arasında dağılımındaki dengesizliği göze çarpıcı bir biçimde ortaya koymaktadır. Kaldı ki, yukarıda ayrım hesap sayısına göredir. Bir rantiyecinin, kaynaklarını birden fazla hesaba yatırdığı hatırlanırsa, çalışmanın hesap adedine göre olmayıp mudi sayısına göre düzenlenen dağıtım esas alınarak yapıldığında, mevduatın dağılımındaki çarpıklığın boyutu daha çarpıcı bir biçimde görülebilecektir.
Buna göre 1975 yılına göre 1988’de faizlerde yükselmenin tasarruf mevduatı hesap sahipleri çoğunluğunun geliri üzerinde etkisi, hemen hemen yok denecek kadar cüzidir. Bu anlamda, emekçi halkın rantiyeden faiz gelirinden yararlanacağını söylemek mümkün olmayıp; aksini iddia etmek ise bir aldatmacadır. Ek olarak, ekonomide tasarruf edenlerinde emekçi halkın “olmadığı” da sonucu çıkarılabilir.
Ayrıca 5 Büyük Banka Grubu hem toplam mevduat hesabının ve hem de tutarının yarısından fazlasını bünyelerinde toplaması anlamında, gerçek kişilerin tasarruflarını çoğunlukla bu bankalara yatırdığı anlaşılır.
2.5- Personel Harcamaları Payı Azaldı
Bankaların belli başlı gider kalemleri: Personel giderleri, amortismanlar, şüpheli alacaklar için ayrılan karşılıklar, kambiyo zararları, ödediği faiz ve komisyonlar vs. sayılabilir.
’80’li yıllarda izlenen ekonomi politika ve artan resmi terör sebebiyle, toplam maliyetler içinde personel için yapılan harcamaların payı sürekli azalan bir trend izler. Bu durum, bankacılık sektöründe de farklı değildir.
Tablo 2- PERSONEL GİDERLERİNİN TOPLAM GİDERDE PAYI (1975-1988) Yüzde Dağılımı
1975 1979 1981 1983 1985 1986 1987 1988
Sektör 32,1 42,6 22,5 13,9 9,1 7,9 8,3 7,8
5 BB 33,3 43,2 22,8 15,3 10,3 8,5 10,2 9,3
YB 33,3 30,0 21,5 11,4 8,3 8,1 8,4 6,7
AÇIKLAMA: 5BB- 5 Büyük Banka Grubu / YB- Yabancı Bankalar
KAYNAK :Türkiye Bankalar Birliği
Nitekim Tablo 2’de görüldüğü üzere, toplam giderlerde personel için yapılanların nispi payı, 1979 yılına kadar arttığı halde sonraki yıllarda sürekli azalır. Sektör açısından yüzde 42,6’dan 7,8’e; 5 Büyük Banka Grubu’nda yüzde 43,2’den 9,3’e ve yabancı bankalarda da yüzde 30,0’dan 6,7’ye kadar geriler. Esas olarak düşüşün 1980 ile 1983 yılları arasında yoğunlaştığı gözleniyor. Bu yıllarda ücret ve maaşlara artan saldırı sonrası yıllarda da devam eder. Hem de Eylül Cuntası’nın çalışma hay atındaki emir-komuta örgütü YHK sayesinde, imzalanan satış sözleşmeleriyle.
Personel harcamalarının nispi olarak azaldığı bu yıllarda, sektör ve özgülünde Holding bankalarının kârlılığının artması bir tesadüf, hiç değil. Ayrıca çıkarılan yeni yasa ile banka emekçilerinin sendikal örgütlenme alanı hem daraltılır ve hem de bu sektör grev yasağı kapsamına alınır. Getirilen bu yaptırımlarla, Eylül Karaçalma Kampanyası tarafından yaratılan fiili durumun devamı sağlanmak istenir. Çok değil genelinde olduğu gibi dört yıl sonrasında giydirilen “deli gömleği” sökülmeye başlar. Geçen yıl Akbank ve bu yıl yoğunlukla Yapı Kredi çalışanlarının onurlu çıkışları, bu sektörde yarına güvenli yürüyüşün ve bakışın bir yönden açık mesajıdır.
2.6- Ödenen Vergilerin Payı Azaldı
’80’li yıllarda yaşanan ekonomik krize karşın izlenen ekonomi politika gereği olarak sermaye birikimi artırımı öz ve ana amaç olarak belirlenir; bunun için emek gelirlerine bu derece saldırılır ve ek olarak sermaye gelirinden alınacak vergi oranı (kurumlar vergisi yüzde 46), getirilen muafiyet ve istisnalar sebebiyle hayli küçülmesi sağlanır. Zaten resmi kayıtların yeterince güvenli olmadığı ve hatta yıllık toplanan vergiler kadar kaçağın olduğu iddiasının var olduğu koşullarda, vergi kaçakçılığına resmi kolaylıklar sağlanır. Böylece gayrı resmi görülen duruma resmiyet kazandırılır. O sebeple getirilen istisna ve muafiyetler sonucu:
Tablo 3- ÖDENEN VERGİLERİN BRÜT BİLANÇO KÂRINA ORANI (1975-1988) – Yüzde Dağılım
1975 1979 1981 1983 1985 1986 1987 1988
Sektör 40,0 46,0 24,0 33,7 17,0 11,0 8,2 8,8
5 BB 46,7 50,0 39,6 35,4 21,8 8,6 7,0 6,5
Akbank 40,5 45,4 41,0 30,7 26,8 3,8 2,2 1,0
İş bank 55,3 49,4 38,8 31,0 16,9 9,2 11,5 10,7
YB 52,6 37,7 29,7 17,4 4,9 9,3 8,0 4,9
AÇIKLAMA: 5BB- 5 Büyük Banka Grubu / YB- Yabancı Bankalar
KAYNAK :Türkiye Bankalar Birliği
Tablo 3’te anlaşıldığı üzere, ödenen vergi ve harçların bilanço kârına oranı, 1979 yılına kadar arttığı halde sonraki yıllarda sürekli azalır. En fazla düşüşünde 5 Büyük Banka Grubu’nda olduğu görülüyor. 1983 sonrasında nispi olarak azalma daha da hızlanır. 1985 yılı sonunda vergi kanununda yapılan değişiklikle kurumlar vergisi yüzde 46’ya çıkarıldığı halde, bankalarda ödenen verginin bilanço kârına oranı değil yüzde 40, 30 ve hatta yüzde 10; yüzde 8 ya da 6’lardadır. Bu muafiyet ve istisnalardan yararlanamayan firmalar bayıla bayıla yüzde 46’yı vermek zorunda oldukları da hatırlanmalıdır. Çünkü benimsenen ekonomi politika gereği olarak, sermaye birikimi teşvik edilir; rant gelirleri tahvil, hazine bonosu ve faiz gelirlerinden alınan vergi almıyorlar demesinler kadar düşük olmasından, bankalarında ödemiş oldukları verginin bilanço kârına oranı da hayli azdır. Bununla rantiye gelir korunur.
Hatırlatma: Bu kısa değinmeden şu çıkarılamaz, ’80 öncesi sermaye birikimi teşvik edilmiyordu da sonrasında mı edilir oldu?
Elbette ki, hayır!
’80 öncesi ve sonrasında bu ülke topraklarında, Emeğe dayanan üretim tarzı / ekonomik ve toplumsal düzen hiç var olmadı.
Fakat ’80 öncesi halkın demokrasi mücadelesinin vardığı boyutu, burjuvaziyi bu türden önlemler alması önünde bir engeldi. Bu engelin aşılmasının sonucu, öngörülen önlemler acele edilmeden tek tek alındı. Alındı fakat her işverende getirilen teşviklerden ya da vergi istisna ve muafiyetlerden aynı oranda yararlanamadı. Yararlanamaz da. Çünkü getirilen istisna ve muafiyet koşullarına, ancak tekelci sermaye gruplarının gerçekleştireceği ekonomik koşullara göre belirlenir de onun için. Sermayeye dayanan bu üretim tarzında, sermaye birikimi teşvikine bağlı olarak tekelcilikte güçlenir. Nitekim dış ticarette kaymağı, hayali ihracatla yiyenlerin başında Koç’un Ram’ı, Enka’sı vs. gelir. Ayrıca ödedikleri vergi miktarının toplam gelirlerine oranı yüzde 10’ların altında iken, bir asgari ücretlinin ki ise yüzde 25’tir. Bir başka küçük üreticinin ki yasada yazdığı gibi yüzde 46’dır.
Yani az kazanandan az oranda ve çok kazanandan çok oranda vergi alınmıyor. Bu da “vergi adaleti” olarak sunuluyor.
Ödenen vergi ve harçların toplam gidere oranı sektör açısından 1975 ve 1979 yıllarında yüzde 5,3 ve 5,0 iken 1983’de yüzde 2,9’a ve 1986’da yüzde 1,0’e ve 1988’de de yüzde 0,9’a kadar iner. Aynı hesaplama 5 Büyük Banka Grubu için yapıldığında bulunan sonuçlar sırasıyla, yüzde 8,3 ve 5,0 olur ve yıllarda yüzde 2,6’ya ve geçen yılda yüzde 0,8’e kadar düşer. Yabancı bankalarda aynı oran yüzde 16,6’dan 1,1’e kadar iner.
Görüldüğü üzere ödenen vergilerin bilanço karına oranı ve giderler toplamında vergilerin payı azalan bir trend izlemesinin anlamı: Ekonomik krizin derinleştiği bu yıllarda bu tür önlemlerle sermaye teşvik edilirken, emeğin geliri ve örgütlülüğüne saldırının artması, yaşanan bugünkü ekonomik ve siyasal düzenin varoluş koşulunun burjuvazi olduğunun bir başka açıdan anlatımıdır.
2,7- ’80’lerdeki Gelişmeler
24 Ocak ekonomik programı ile hedeflenen ekonomik amaçların gerçekleştirilmesi için izlenen para politikası gereği olarak bankaların rolü artar.
Bankacılık sektörünü etkileyen faktörler:
“Serbest” ya da “yüksek” faiz politikası: Para politikası her ne kadar etkin kılınmak istenirse de, emisyon sürekli artar; fakat buna karşın enflasyon oranının yüksekliğinden ve tasarruf sahibinin korunması yani reel pozitif faiz gerekçeleriyle faiz oranları artar. Yaşanılan “Bankerler Olayı” bu politikanın sonucu olup, o yıllarda hükümetin Maliye Bakanı Kaya Erdem’in tabiriyle “halk kumar oynamış” ve yetkililerde böyle bir sonucu bekler olduklarını sonradan açıklar olmuşlardır.
Yabancı Bankalar: 1929 sonrasında Türkiye’de faaliyette bulunan yabancı banka sayısı sürekli azalırken, ’80 sonrası 14 yabancı bankanın şube açması ve yeni bir yabancı bankanın kurulması ile 1988 yıl sonunda yabancı banka sayısı 19’a yükselir. Ayrıca bu yıllarda yabancı bankaların ortak olduğu yeni yerli bankaların kurulduğu veya yabancı bankaların yerli bankalara ortak oldukları gözlenir (Koç – Amerikan Bank AŞ, BNP – Akbank). Bu yıllar yabancı sermaye için sanayi yatırımlar açısından anlatıldığı kadar cazip gelmezken bankalar için bu derece revaçta olmasının anlamı nedir? Ya da bu bankalar ne tür bir fonksiyonun ürünü olarak faaliyet sürdürür oldular? Zaten gelen bu bankalar esas olarak tek şubeyle çalışıyorlar. Gelenlerin çoğu Amerikan sermayelidir.
Yeni ticaret bankalarının kurulması: Sisteme giriş genellikle zorlaştırıldığı bu yıllarda sermaye kendi çelişkisinin ürünü olarak bazıları kolaylıkla banka kurar. Bazıları ise böyle bir imkâna kavuşamıyor. Yeni pek çok banka kurulduğu koşullarda Derborsa sahibi Derviş Temel Çaybank’ı satın alır, ama faaliyete geçemez; bürokrasi engeline takılır. Yani bu anlamda sisteme giriş, sahibine göre olması sebebiyle hem kıyasıya rekabetin hem de tekelci yapının olduğunun ifadesidir. Bir sermaye grubu açısından banka kurma girişimi, sermaye birikiminin ürünüdür. Bunun gereği olarak: Titibank (1984), Adabank (1985), Tekstil Bank (Akın Holding – 1986), Finansbank (ESKA – 1987) vs. kurulur.
İflas eden bankalar: Evet sisteme girmek bazılarına kolay ve bazılarına imkânsızsa da, çıkış gayet kolaydır, iflas eden bankaların tüm mali yükümlülükleri, bu bankaları devralan kamu bankası tarafından üstlenilmiştir. İflaslar izlenen para-kredi politikası gereği bankalar arası rekabetin sonucu olarak gerçekleşir. Giden yani sistemden en çıkan banka aynı zamanda varsa arkasında grubunu da götürmektedir: Hisarbank (Çavuşoğlu – Kozanoğlu 1983), İstanbul Bankası (Has Holding – 1983), Ortadoğu İktisat Bankası (Okumuş Holding – 1983) vs. İflas eden bankaların yükümlülükleri Ziraat Bankası, Vakıflar Bankası, İş Bankası vs. tarafından üstlenilir.
Bankası olmayan sermaye grupları Bankerlik kuruluşu kurarlar: Oyak (Oyak Holding), Meban (Transtürk Holding – iflas eder), Eczacıbaşı Menkul Değerler (Eczacıbaşı Holding) vs.
’80’li yıllarda bankacılık sektöründe tahsil edilemeyen batık kredilerin artıyor olması sebebiyle, sektörün krizi atlattığı söylenemez. Fakat öbür yandan tatlı kârların varlığı da bir gerçek.
3- SEKTÖREL ANALİZ
Bu kısımda, sektör genelinde 5 Büyük Banka Grubunun, bilançonun pek çok kaleminde (cari fiyatlarla) nispi payı bulunarak incelemeye ve yorum yapılmaya çalışıldı.
3.1- Nakit Değerler
Her an kullanılabilir kasa mevcudu olup, dolaşımda kullanılır para ve yabancı paralar toplamı nakit değerleri oluşturur.
Sektörün toplam nakit değerleri (cari fiyatlar) 1975 yılına göre 1979’da yüzde 353,8 anarak 41,3 milyara yükselir ve devamında sürekli artar; 1988 yılında 2 trilyon 933,7 milyara çıkar. Sektör toplamında incelemeye tâbi tutulan 5 Büyük Banka Grubunun 1975’de yüzde 50,5 olan payı 1979 yılında yüzde 41,4’e iner ve sonraki yıllarda sürekli artarak 1987’de yüzde 73,0’e yükselir ve bir yıl sonra da yüzde 62,2’ye iner.
Sektöre göre 5 Büyük Banka Grubunun nakit değerleri toplamının daha hızlı artıyor olmasından, nispi payını artan oranda korur ve bu, yüzde 60’lar altına inmez. O anlamda sektöre bu grubun hâkim olduğu anlaşılır.
3.2.- Bilanço Kârı
Kâr-Zarar tablosu olarak adlandırılan gelir tablosu, bir işletmenin, belirli bir hesap döneminde (ki genellikle bir yıldır) elde ettiği gelirle yaptığı giderleri tasnifli bir şekilde gösteren ve dönem faaliyetinin sonucu, kâr veya zarar olarak özetleyen bir listedir.
Bulunan bilanço brüt kârından o faaliyet dönemine ait vergi ve harçların çıkarılmasıyla, vergi sonrası net kâr bulunur. Ve bu çalışmada net kâr dikkate alındı.
1975 yılında 1,8 milyar olan toplam net bilanço kârı (cari fiyatla), 1979’da 4,1 milyara ve 1981 yılında 49,7 milyara yükselir; devamı yıllarda artar ve’1988’de bir önceki yıla göre yüzde 95,4 oranında artarak 1 trilyon 703,9 milyara çıkar.
1975 yılında 5 Büyük Banka Grubunun toplam bilanço net kârında yüzde 50,0 olan nispi payı azalarak 1981’de yüzde 22,7’ye kadar iner ve sonrasında sürekli yükselerek 1983’de yüzde 42,5’e ve 1987’de yüzde 50,2’ye yükselir, bir yıl sonra da yüzde 47,0’ye geriler.
Sektörde yabancı bankaların 1975’de yüzde 5,0 olan payı 1983’de yüzde 14,5’e kadar yükselir ve diğer yıllarda düşer. 1987’de yüzde 6,1’e geriler ve sonraki yıl da yüzde 8.5’e yükselir.
Bilanço net kârı toplamında, 5 Büyük Banka Grubunun özellikle ’80’li yıllarda nispi payının yüzde 45’ler civarında seyretmesinden, sektör bazında etkinliğini, önemli oranda koruduğu gözlenir.
3.3- Mevduat
İstenildiği anda veya belirli bir süre sonunda geri alabilmek üzere bankalara yatırılan paraların toplamı olan mevduat, banka bilançosu pasifinde ve toplam kaynağında büyük paya sahiptir. Mevduat mülkiyetine göre kamu ve özel (hane halkı, işletmeler vs.) olarak ayrılabileceği gibi, kaynağına göre resmî (resmî kuruluşların), ticari fişletmelerin), tasarruf, bankalar (yurtiçi ve yurtdışı bankaların),ve diğerleri (spor kulüpleri, elçilikler vs.) olarak da gruplandırılabilir. Bu sektöre yönelik yapılan analizlerde genellikle mevduat kaynağına göre dağılımı esas alınarak inceleme yapılır. Gerçek kişilerin bankalara yatırdığı vadeli ya da vadesiz paraların toplamı; tasarruf mevduatıdır.
İncelenen bu dönemde (1975-1988), genel mevduat hacmi (1984 yılı ve sonrası, Döviz Tevdiat Hesabı hariç), 1975’e göre yüzde 229,3 artarak 1979 yılında 490,0 milyar (cari fiyatlarla) TL ulaşır ve devamı yıllarda da sürekli artar; 1988 yılında 28 trilyon 968 milyara çıkar.
5 Büyük Banka Grubunun mevduat toplamı 1979 yılında 1975’e göre yüzde 237,9 artışla 287,2 milyara yükselir; sonrasında sürekli artar ve 1988’de 13 trilyon 494,8 milyara ulaşır. Bu grubun sektör toplamında payı, benzer bir gelişme gösterir; 1979’da yüzde 58,6’ya yükselir ve bu, 1983 yılma kadar devam eder yüzde 68,8’e çıkar. Sonraki yıllarda azalır ve 1987’de yüzde 49,8’e ve bir yıl sonra da yüzde 46,6’ya iner. Bunda döviz tevdiat hesabının sürekli artıyor olmasının etkisi vardır. .
Mevduat bileşimi incelendiğinde, tasarruf mevduatı payının 1980 öncesinde azaldığı ve sonrasında 1984 yılına kadar yükseldiği, ancak yeniden 1987’ye kadar azalmasına karşılık, bir yıl sonrasında (1988) az da olsa arttığı gözlenmektedir. 1985 öncesinde tasarruf mevduatı içinde gösterilen diğer kuruluşlar mevduatı ile mevduat sertifikası, o yıldan itibaren ayrıca gösterilir. Bu tasnif değişikliğine ek olarak, tasarruf mevduatı artış hızında yavaşlama olduğu da bir gerçektir.
5 Büyük Banka Grubunun (kendi) mevduat toplamında, tasarruf mevduatının payı, 1975 yılında yüzde 56,2’dir. Bu oran, 1983 yılına kadar artar ve yüzde 59,0’a yükselir. Devamı yıllarda azalır ve 1988 yılında yüzde 39,6’ya iner. Bulunan bu oranların, sektörün mevduat bileşimin de tasarruf mevduatı payından büyük olduğu görülür. Sektörün toplam tasarruf mevduatında, 5 Büyük Banka Grubunun payı incelenen dönemde sürekli yüzde 50,0’nin üzerinde gerçekleşir; yani, sektörün toplam tasarruf mevduatının yarısından fazlasının bu banka grubunda toparlandığı anlaşılır.
Ticari mevduatın payı, 1980 yılına kadar sürekli artışı gözlenirken, sonrasında işletmelerin içinde bulunduğu likidite/nakit sıkıntısı sebebiyle giderek azalmış ve bu düşüş 1985 yılında yüzde 21,6’ya kadar indiği halde, devamı yıllarda artar, 1987’de yüzde 27,9’a yükselir ve bir yıl sonra da yüzde 22,5’e iner.
5 Büyük Banka Grubunun 1975 yılında mevduat toplamında yüzde 25,3 olan ticari mevduatın payı sürekli artar ve 1981’de yüzde 32,6’ya kadar yükselir. Sonraki yıllarda azalarak 1987’de yüzde 25,3’e ve bir yıl sonrasında yüzde 18,3’e geriler.
Tablo 4- TEMEL GÖSTERGELER – Cari Fiyatlarla (1975-1988) – Milyar TL.
1975 1979 1981 1983 1985 1986 1987 1988
Nakit S 9,1 41,3 197,0 352,0 749,0 1286,8 2476,1 2933,7
Değerler G 4,6 17,1 108,3 193,4 435,1 781,3 1806,8 1826,5
Bilanço S 1,8 4,1 49,7 61,9 217,2 463,3 872,0 1703,9
Karı (net) G 0,9 1,9 11,3 26,3 90,8 218,5 422,1 751,4
Mevduat(1) S 148,8 490,0 1648,1 3630,2 8822,3 13237 18554 28968
G 85,2 287,2 964,3 1791 4495 6673 9238 13494
Krediler(2) S 138,4 439 1418,1 2602 5757 10468 16988 24496
G 57,9 194,5 578 1160,7 2526,6 4350 6200 9262,2
İştirakler S 5,5 17,3 44,5 136,4 336,4 614,4 706,6 1304,7
(net) G 2,8 10,8 28,4 91,1 208,7 302,4 596,2 1005,7
Toplam S 18,8 73,4 203,4 738,5 990,2 1834 2798,9 4600,6
Öz-sermaye G 2,9 9,2 25,1 160,5 351,1 516,9 1134,5 1981
Ödenmiş S 13 38,8 127 273,2 410 739,9 1035 1923
Öz-sermaye G 1,0 3,2 11,7 38,8 131,9 207 448 778,3
Toplam S 245,6 936,9 2844 6176 14510 24440 39176 62574
aktif G 102,9 426,5 1235 2479 6344 10167 16783 26432
Personel S 100073-127920-132714-140393-145600-151200-156924-159088
(adet) G 43037 51653 52557 55435 56199 57067 57704 58500
Şube S 4605 5767 6265 6305 6322 6424 6517 6651
(adet) G 2322 2819 2970 2998 3012 3036 3058 3105
AÇIKLAMA: S- Sektör Toplamı; G- 5 Büyük Banka Grubu
1) Döviz Tevdiat Hesapları (1984-1988) hariç
2)Kalkınma ve Yatırım Bankaları hariç
KAYNAK: Türkiye Bankalar Birliği Yıllık Raporları
Sektörün toplam ticari mevduatında S Büyük Banka Grubunun payı 1983 yılma kadar yüzde 60,0’lar üzerinde olmasına karşın devamı yıllarda azalır; 1987’de yüzde 59,3’e ve 1988 yılında yüzde 40,9’a geriler.
Yabancı bankaların 1975 yılında yüzde 3,8 olan toplam mevduatta payı, sonraki yıllarda düşer ve 1981’de yüzde 1,9’a kadar geriler, devamında artarak 1988 yılında yüzde 5,1’e yükselir.
Sektörün toplam mevduatında, 5 Büyük Banka Grubunun önceki yıllarda yüzde 58’lerde olan payının son iki yılda yüzde 45’lere kadar gerilediği gözlense de, etkinliğinin zayıflamasına karşın yine de önemli bir payının olduğu sonucu çıkarılabilinir.
3.4- Krediler
Bankalar bilançosunda önemli bir aktif kalemi olan kredi, bankaların topladığı fonu kullanıcılara ödünç olarak vermesidir.
İncelenen dönemde genel olarak 1975 yılında 138,4 milyar TL (cari fiyatlarla) olan banka kredileri (Kalkınma ve Yatırım Bankaları hariç), devamı yıllarda sürekli artarak 1988’de 24 trilyon 496,3 milyara yükselir.
5 Büyük Banka Grubunun sektör toplamında kredi payı 1975 yılında yüzde 41,8 olup, I979’da yüzde 44,3’e çıkar; fakat sonrasında 1983 ve 1987 yıllan arasında azalır ve 1988’de bir yıl öncesine göre az da olsa bir artışla yüzde 37,8’e yükselir. Toplam kaynakların sektörde kredi olarak kullanımında bu bankaların önemli oranda payını koruduğu anlaşılır.
’80’li yıllar donuk/batık kredi miktarının arttığı ve bu sebeple bankaların kredi politikalarında gelişen durum dikkate alınması üzerine, iştiraklerinin arttığını görüyoruz. Ayrıca bankaların topladıkları fonu, döviz aüm-satı-mı ve devlet tahvilinin alternatif yatırım alanları olması, kredi fonunu olumsuz yönde etkileyen sebeplerdir.
3.5- İştirakler
İştirakler, banka bilançoların aktifte yer alan önemli bir kalemi olup; bankanın sanayi ya da ticari bir işletmeye yatırım yapmasıdır. Yatırım yaptığı kurumda ortaklık payına yönelik herhangi bir sınıflama yoktur. Ayrıca iştirakler, sanayi ve banka sermayesi birliğini göstermesi açısından da önem kazanır.
Bankalar niçin iştirakte bulunur?
1- Fon toplamından doğacak riski dağıtması,
2- Fon giriş-çıkışını dengelemesi,
3- İştiraklerinden kâr payı alması,
4- İştirakin mevduatını bankada toplaması ve ihracatı bu banka aracılığıyla yapması,
5- Bu tür yatırımların beklenmeyen riskler için bir rezerv olması,
6- Bankanın iştiraklerinden alacağını kolayca tahsil etmesi gibi sebeplerden dolayı bankalar iştiraklerde bulunurlar.
İştirakler bir kredi işlemi gibi görünse de birbirinin aynısı değildir.
Kredi ve iştirakler farkı; kredi ilişkisi borç-alacak ilişkisiyken, iştirakinki bir mülkiyet ilişkisidir. Ayrıca vade açısından iştirakler krediye göre daha uzun süreli bir yatırımdır.
Sektörün iştirakler toplamı, 1975 yılında 5,5 milyar iken 1983’de 136,4 milyara ve 1988’de 1 trilyon 304,7 milyara yükselir; yani büyük oranlarda arttığı gözleniyor. Aynı yıllarda 5 Büyük Banka Grubunun iştirakleri, 2,8 milyar; 91,1 milyar ve 1 trilyon 5,7 milyar olarak gerçekleşir. Sektör toplamında bu bankalar grubunun 1975 yılında yüzde 50,9 olan payı, 1983 yılına kadar artar ve bu yılda yüzde 66,8 olarak hesaplanır. Devamı yıllarda bazı yıllar azalsa da tekrar artar ve 1988’de yüzde 77,1’e yükselir.
5 Büyük Banka Grubu iştirakleri sektörün toplam iştiraklerinden daha büyük oranlarda artması sebebiyle, sektör toplamında payı ’80’li yıllarda yüzde 60’lar üzerinde bulunur. Derileşen kriz şartlarında bankaların artan iştirakleri, yani sermayenin bütünselliğinin sağlanması anlamında yoğunlaşmanın arttığı gözlenir.
3. 6- Öz-sermaye
Bilanço kaynakları ve borçları toplamı olan pasifin önemli bir kalemi öz-sermaye olup; sermaye, yedek akçeler ve ’80’lerde uygulamaya konulan yeniden değerlendirme fonu toplamından oluşur. Fakat sermayenin ne kadarının ödenmiş ve ne kadarının ödenmemiş olması önemlidir; tüm sermayesinin ödenmiş olması halinde işletmenin ya da bankanın likidite ihtiyacını giderebilme imkânı olabilecektir. Sermayenin ödenmemiş kısmı, ödenmemiş sermaye olarak aktife yazılır. Şayet aktifte ödenmemiş sermaye yoksa sermayenin tümü ödenmiş demektir.
1975 yılına göre yüzde 290,4 oranında artarak 1979’da 73,4 milyar olan öz-sermaye toplamı (cari fiyatlarla) 1983’de 783,5 milyara, 1986 ve 1988 yıllarında 1834,2 ve 4600,6 milyara yükselir. Aynı yıllarda 5 Büyük Banka Grubunun öz-sermaye toplamı (cari fiyatla) sırasıyla 2,9; 160,5; 516,9 ve 1981,0 milyara çıkar. Bu grubun toplam sektörde öz-sermaye payı, 1979 yılında yüzde 12,6 ve 1983’de yüzde 21,7 olur; sonrasında ise artarak 1986’da yüzde 28,2’ye, 1988 yılında ise yüzde 43,1’e yükselir. Hem sektör toplamında ve hem de 5 Büyük Banka Grubunun öz-sermaye artışlarında enflasyon sürekli arttığı ’80’li yıllarda varlıkların (ve iştiraklerinde) yeniden değerlendirilmesinden doğan fonların etkisinin olduğu hatırlanmalıdır. Nitekim 1988 yılında toplam 4 trilyon 600,6 milyar olan öz-sermayenin (cari) yüzde 19,6’sı yeniden değerlendirme fonuna aittir. Yine bu yılda aynı oran 5 Büyük Banka Grubunda yüzde 26,3’tür. Bunun öz-sermaye toplamını artırması sebebiyle, bankanın bazı faaliyetlerinin öz-sermaye miktarıyla getirilen sınırlandırmaları (ör: Öz-sermayesi kadar iştiraklerde bulunacağı ya da genel kredi sınırının öz-sermaye toplamının 20 katı kadar olması gibi) bir yönüyle işlevsiz kılmaktadır; çünkü öz-sermayede olan her artış, faaliyetlerine de yansımaktadır.
Sektörün 1975’de 13,0 milyar olan ödenmiş sermayesi (cari), 1979 yılında 38,8 milyara yükselir. Bu artış sonraki yıllarda da devam eder ve 1988’de 1 trilyon 923,0 milyar olur. 5 Büyük Banka Grubunun ödenmiş sermayesi (cari), aynı yıllarda 1,0 milyar; 3,2 ve 778,3 milyar olarak gerçekleşir. Bu banka grubunun ödenmiş sermayesinin sektör toplamına oranı 1975 ve 1979 yıllarında yüzde 7,7 ve 8,2 olarak bulunur. Devamı yıllarda da bu oran artış seyri gösterir; 1983’de yüzde 14,2’ye, 1985’de yüzde 32,2’ye ve 1988 yılında yüzde 40,5’e yükselir. Bu grubun ödenmiş sermayede payının artmasının anlamı: sermayenin yoğunlaşmasına bağlı olarak sermaye biri-kinin artmış olmasıdır. Yani bazı bankalar için batık krediler vs. sebeple karanlık olan (sistemden çıkışların olması ya da kriz içinde olmaları) bu yıllar, demek ki bu grubun bankaları için apaydınlık (kârlılığı daha da artan) olan bir dönem olduğu anlaşılıyor.
3.7- Toplam Aktifler
Genel olarak sermaye edinmeye yarayan ve bir işletmenin/bankanın amacına uygun faaliyete konu olan ya da bu faaliyeti oluşturan; taşınır ve taşınmaz maddi ve gayri maddi varlıkların/değerlerin bütünü aktif hesaplardır. Belli başlı aktif kalemler; nakit değerler, krediler, iştirakler, sabit kıymetler vs. sayılabilir.
1975’te 245,6 milyar ve 1979’da 936,9 milyar olan sektörün toplam aktifleri (cari); 1983’de 6 trilyon 176,5 milyar ve 1988 yılında 62 trilyon 574,8 milyara yükselir.
5 Büyük Banka Grubunun toplam aktifleri 1979 yılında 1975’e göre yüzde 314,5 oranında artarak 426,5 milyar olarak gerçekleşir ve 1983’de 2 trilyon 479,2 milyara ve 1988 yılında 26 trilyon 432,3 milyara yükselir. Bu banka grubunun aktifler toplamında, 1975’de yüzde 41,9 olan payı sonraki yıllarda artar ve 1979’da yüzde 45,5’e yükselir. Devamı yıllarda bu oran azalır; 1981’de yüzde 43,4’e ve 1988’de yüzde 42,2’ye geriler.
Sektörün toplam aktiflerinde bu banka grubunun payı, yüzde 42’ler üzerinde gerçekleşir. Bu nispi pay, 5 Büyük Banka Grubunun sektörde önemini koruduğunu gösteriyor.
3.8- Personel Sayısı
İncelenen dönemde çalışanlar toplamı sürekli artar; 1983 yılında 1975’e göre yüzde 40,3 artarak 140 bin 393’e yükselir ve 1988’de 159 bin 88’e ulaşır. Kadın çalışanların yüzde 35,6 olduğu 1975 yılı sonrasında sürekli azalır ve 1988’de yüzde 34’e kadar iner.
Sektörün toplam çalışanlarında 5 Büyük Banka Grubunun payı, 1975’de yüzde 43 olup, sonrasında 1983’de yüzde 39,5’e ve 1988 yılında yüzde 36,8’e iner. Bu dönemde, istihdamı kısıcı politika izlemenin ve son yıllarda bankacılık faaliyetinde bilgisayar kullanımın etkisiyle, bu banka grubunun payı azalır. Bilgisayar kullanımın istihdam azaltıcı etkisinin, önümüzdeki birkaç yılda gündeme gelebilir.
Sektör açısından toplam kadın çalışanlarda, bu banka grubunun 1975 yılında yüzde 45,6 olan payı ’80’li yıllarda sürekli azalır; 1985 ve 1988’de yüzde 38,8 ve 36,7’ye kadar iner.
3.9- Şube Sayısı
1975 yılında 4605 olan şube sayısı sonraki yıllarda sürekli artar, 1981’de 6 bin 265*e ve 1988’de 6 bin 651’e yükselir. ’80’ler öncesi sürekli şube açma politikasının terk edilmesi üzerine, artış hızında yavaşlama olur. Şube toplamında, 5 Büyük Banka Grubunun 1975’de yüzde 50,4 olan payı, 1983’de yüzde 47,5’e ve 1988’de yüzde 46,7’ye geriler.
4- SONUÇ
Fiyat artışı yani enflasyonun sebebi, talep artışı olduğu ve onun için de talep cephesinde harcamayı/tüketimi kısıcı ve tasarrufu (kimin yaptığı ya da yapma ekonomik güce sahip olduğu hatırlanmalı) artırıcı önlemler, ’80’li yıllar ekonomi kurmaylarınca “benimsenir”. Bunun gereği, mevduat sahiplerine reel pozitif faiz vermekle tasarrufun artacağı, tüketimin kamçılanmayacağı ve tasarruf sahiplerinin gelirinin artması sebebiyle gelir dağılımın düzeleceği iddia edilir. Ayrıca “serbest” mevduat faizin kredi maliyetlerini de yükselteceği ve onun için de kredi talebinin düşeceği anlatılırdı. Anlatılırdı, diye yazıyorum; çünkü en geç bir yıl öncesinde söylediklerini reddetme alışkanlığına sahip ANAP hükümeti şahsında burjuvazi, bu politikalarını unutturmaya çalıştılar.
Kredi faizi yükseldi ama kredi talebi azalmadı.
Mevduat faizi arttı, ama gelir dağılımında söylenen türden bırakın iyileşmeyi, varolan durum bile korunamadı (çalışanlar açısından).
Alım gücünün yoğunlukla düştüğü ve rant gelirlerinin arttığı, bu yıllarda enflasyon daha da arttı.
Ekonomiye, çelişkiler yumağı hâkim. Bunu varolan sermayeye dayalı ekonomik ve siyasal düzen besliyor.
Bu genel/kaba hatlarıyla çizilen ekonomik koşullarda bankaların durumu incelenmeye çalışıldı.
Ve özellikle adı geçen bankacılık sektörünün yapısal durumu da analiz edildi.
Çalışma, Türkiye Bankalar Birliği yayınları esas alınarak yapıldı. Fakat genelinde istatistikî verilen için ileri sürülen güvenirlik, bu sektör verileri için de geçerli. Çünkü tahsili gecikmiş kredilerin halen alacaklar yerine kredi toplamında gösterilmesi; bu şüpheli alacaklar için yeterince karşılık ayrılmaması; dönem sonunda mevduat hacminin şişirilmesi; taşınmaz mal ve iştiraklerin yüksek bedelle değerlendirilmesi ve dönem giderlerinin aktifte gösterilmesi gibi bilanço kalemleri oyunlarının varlığı, bu verileri de tartışmalı kılıyor.
Bankacılık sektöründe sendikal örgütlenme:
Yeni yani 1983 yılında yürürlüğe giren 2822 sayılı yasa ile bu sektörde grev yasaklanır. Yine bu yasa ile birlikte yürürlüğe giren 2821 sayılı Sendikalar Yasası’na göre banka çalışanlarının sendikalaşma hakkı kısıtlanır. Özel sermayeli ticari bankalarda sendikalaşma hakkı varken, kamu bankalarında bu hak kısıtlanır; kamu iktisadi teşekküllerinde çalışanların memur olarak yasayla kabul edilmeleri sebebiyle. Resmî sendikasızlaştırma politikasının sonucu olarak sendikal örgütlenme alanı kısıtlanırken, ayrıca da sözleşmeli personel yasasıyla ve toplu sözleşme düzeninde yaratılan tıkanıklıklarla da varolan örgütlülük dağıtılmak istenir. Bütün bunların sonucu olarak, 1985’de banka çalışanların sendikalaşma oram yüzde 45,1 iken, sonrasında 1986’da yüzde 44,3’e iner; 1987 ve 1988 yıllarında ise yüzde 43,0 ve 42,4’e geriler.
Bu sektörde endüstriyel ilişkilerin bu durumundan dolayı, personel başına brüt kârın (1981:100) endeksi: tüm sektör için, 1983’de 135’e, 1986 ve 1988 yılların da 699’a ve 2384,4’e yükselir. Aynı yıllarda endeks 5 Büyük Banka Grubu için 206,3; 1178 ve 3863,2 olarak bulunur.
Her bir çalışan başına düşen personel giderinin (1981:100) endeksi: sektörünki 1983’de 130,7 olur ve devamında 1986’da 362’ye, 1988’de 1046,8’e çıkar. Bu yıllarda 5 Büyük Banka Grubu için aynı endeks 159,5; 395,8 ve 1183 olarak hesaplanır.
Sektör ve banka grubu açısından, personel başına brüt bilanço kârı ve çalışan başına düşen personel gideri (1981:100) endeksleri karşılaştırıldığında, birinci yani personel başına brüt kârı endeksinin daha hızlı arttığı gözlenir.
Sektörde 5 Büyük Bankanın Payı:
Nakit değerlerde, yüzde 60’lar altına inmez.
Net bilanço kârında, yüzde 45’ler civarındadır.
Mevduatta, yüzde 58’lerde olan payı yüzde 45’lere iner.
Toplam kredide, yüzde 40’lar kadardır.
İştirakler toplamında, yüzde 60’lar altına düşmez.
Toplam öz-sermayede ve ödenmiş sermayede, yüzde 40’lara yükselir.
Toplam aktiflerde, yüzde 42’lere iner.
Bilanço bütünlüğünde önemli olan bu kalemlerde, anılan banka grubunun payı, sektöre yön verecek kadar yüksek olduğu gözlenir.
Bu çalışma özel ticaret ya da holding bankaları için değil de, dört büyük (yani T. Ziraat Bankası, T. İş Bankası, Akbank ve Yapı Kredi) banka açısından yapılsaydı, bulunacak sonuç yine değişmeyecekti. Çünkü 1982 ve 1988 yılları arasında, bu dört bankanın mevduat toplamında payı yüzde 60’lann altına inmez; toplam kredi açısından dunun yüzde 55’lerdir.
Bu yapıda olan bir sektörde mevduat ve kredi faizlerinin “serbest” olduğunu değil iddia etmek, söylemek bile kargaları güldürür.
Evet; bu sektöre holding bankaları egemen. Bu, makro olarak ekonomide gelişen yapılaşmadan koparılamaz. Aksi, eksik gözlem olur.
KAYNAKÇA:
1- Karl Marx, Kapital, Çeviren: A.Bilgi, Sol Yayınları, Ankara, Cilt 3, sf.469.
2- V. İ. Lenin, Emperyalizm, Çev. Cemal Süreyya, Sol Yayınları, 7. Bası, sf.38-39.
3- İbid, sf.45.
4- Tuncay Artun, Türkiye’de Bankacılık, Tekin Yay. İstanbul, 1980, 1. Basım, sf.61.
5- 4. BYKP (1978-1983), sf.74, Aktaran, İbid, sf.60.
6- Prof.Dr. Faruk Erem / Akın Altıok, Banka Hukuku Bilgisi, Banka ve Ticaret Huk. Araş. Ens. Yayın no: 33.
EK-
5 BÜYÜK BANKA GRUBU
1- İŞ BANKASI GRUBU
T. İŞ BANKASI- 1920’li yıllarda ekonomik modelin gerçekleştirilmesinde en önemli araçlardan biri ve İzmir İktisat Kongresi’nin kararlarının bir sonucu olarak, her türlü bankacılık işlemlerin yapılması ve pek çok alanda ortak yatırımlar yapması, iştirak etmesi amacıyla T. İş Bankası 26. Ağustos 1924 Tarihinde kurulur. Kurulduğunda 1 milyon nominal sermayesinden, 250 bini ödenmiş olup, bu hisse de M. Kemal’e aittir.
TÜRK DIŞ TİCARET BANKASI- Dış ticaretin finansmanında uzman bir banka olması öngörülen Amerikan-Türk Dış Bankası, Bank of America’nın yüzde 20 ve yine aynı bankanın İtalya’da filyali olan Banca d’A-mericae d’İtalia’nın yüzde 4 oranında katılımı ile 1964 yılında kurulur. Bu bankada İş Bankası’nın hissesi yüzde 76’dır. Bu Banka’nın bir özelliği de Cumhuriyet döneminde yabancı sermaye ile kurulan ilk banka oluşudur. Zamanla yabancı ortakların sermaye artırımına katılmadıkları için, Banka’daki yabancı sermaye payı giderek azalır. Banka, T. İş Bankası’nın bir filyalidir. Yani Banka, gerek sermaye gerek yönetim açısından İş Bankası denetimi altındadır. 1970 yılında unvanı, Türk Dış Ticaret Bankası olarak değiştirilir.
İş Bankası, Türk Dış Ticaret Bankası ilişkisi açısından bir örnek: İş Bankası Genel Müdürü Ünal Korukçu’nun 1988 yılı banka kârını yükseltebilmek için, iştiraki Dışbank’tan istediği 30 milyar TL’nin verilmemesi üzerine çıkan tartışma sonrası altı yıldır Dışbank Genel Müdürü Vecdi Aksoy görevinden ayrılmak zorunda kalır. Ayrıldığı günün ertesinde yaptığı açıklamada “İş Bankası yönetimi Mafya gibi” der. (8. Ocak. 1989- Hürriyet).
İştirakleri- Şişe-Cam; Türkiye Petrolleri; Çukurova Elektrik; Tarım Koruma; Rabak; Karadeniz Bakır İşletmeleri; Erdemir ve Elektronik Bakır Sanayi vs.
2- ÇUKUROVA GRUBU
YAPI VE KREDİ BANKASI (YAPI KREDİ)- 1944yılında 1 milyon TL sermaye ile kurulur. Banka isminde “yapı” sözcüğünün bulunmasına ve bankanın ülkenin en önemli toplumsal sorunlarından biri olan konut sorununu çözmek amacıyla kurulduğunun açıklanmış olmasına karşın; Banka, konut yapımını ve konut sektörünü finanse eden bir ihtisas bankası olarak değil, bir mevduat ya da ticaret bankası olarak gelişir ve faaliyetini sürdürür.
İştirakleri: AUER imalat AŞ; Ak-AI Tekstil San. AŞ; Çukurova Mak. İmalat AŞ; Eternit San. AŞ; OYAK Renault Otomobil Fab. AŞ; TİFDRUK Matbaacılık San. AŞ; Türk kablo AO ve Turyağ vs.
PAMUKBANK- 1955 yılında 17 milyon TL sermaye ile İstanbul ve Adana’da yerleşik bir grup işadamı tarafından her türlü bankacılık faaliyetinde bulunmak üzere kurulur. Banka, daha sonra kurucuları arasında bulunan Çukurova Grubu’nun eline geçer.
İştirakleri- Ankara Çimento San.; Akdeniz Gübre San.; Türkiye Şeker Fab.; Erdemir; Altın Yunus Çeşme Tesis, ve Türk Pirelli vs.
ULUSLARARASI END. VE TİCARET BANKASI- 1988yılında yabancı sermayeli, Selanik Bankası olarak kurulur ve 1970’de Yapı Kredi’nin de iştirakleriyle “Uluslararası End. ve Ticaret Bankası” adı altında yeniden faaliyete geçer.
3- SABANCI GRUBU
AKBANK- 1948 yılında Adana’da 5,7 milyon sermaye ile kurulur. Hızlı gelişme gösteren bankanın hisse senetleri kurucu ortağı olan Sabancı Holding elinde toplanır. Akbank 1983’de Londra’da faaliyete geçen 5 milyon sterlin sermayeli Ak İnter. Ltd. kurar.
BNP-AKBANK-1986yılında Fransa’nın en büyük bankalarından biri Banque Nationale de Paris ile ortak Türkiye’de kurulur.
İştirakleri: Ak Çimento; Sasa; Bossa; Ayeks; Oto-Yol ve Çelik Halat vs.
4- DOĞUŞ HOLDİNG
GARANTİ BANKASI-1946yılında Ankara’da 103 tüccar tarafından 2,5 milyon sermaye ile kurulur. ’70’li yılların sonunda bu bankanın hisse senetlerinin önemli bir bölümü, Koç ile Sabancı Holding elinde toplanır. Banka’nın yüzde 62’sine sahip olan Koç Grubu ile Banka’daki hissesi yüzde 35’e ulaşan Sabancı Grubu’nun, Banka’nın yönetiminden çıkan sorunlar sebebiyle ’80’li yılların başında önce Koç ve daha sonra da Sabancı Grubu, hisselerini Ayhan Şahenk’in Doğuş Grubu’na satarlar.
İştirakleri: T. Sınai Kalkınma Bankası; Kocaeli Bankası; Goodyear ve Garanti İnşaat vs.
5- TÜRK TİCARET BANKASI- Büyük ve önemli devlet bankalarının kurulduğu veya yeniden organize edildiği dönemde, 1913 yılında, Adapazarı Türk (İslâm) Ticaret Bankası 1179 TL sermaye ile kurulur. Önce kolektif şirket olarak kurulan ve 1919 yılında AŞ şekline dönüştürülen, 1930’lu yıllarda dünya ekonomik bunalımın etkisiyle mali açıdan zor duruma düşen Banka’ya, bu dönemde Hazinenin katkısı ile de sermayesi yükseltilir. Bu dönemde adı, bugünkü gibi değiştirilir. Banka’da kısmen de olsa, bugün iflas eden Ercan Holding’in de payı vardır.
Ağustos 1989