ABD emperyalizminin İngiltere’yi de yanına alarak Irak’a karşı başlatmış olduğu emperyalist saldırı, yeni saflaşmalarla birlikte üçüncü bir dünya savaşını da tetikleyebilecek gerilimleri biriktiriyor. 2. Dünya Savaşı sonrasında oluşan iki kutuplu dünya dengelerinin bir ürünü olarak ortaya çıkan ve Sovyet Bloku’nun dağılmasının ardından ABD ve İngiltere’nin çıkarlarının diplomatik düzenleyici aygıtı konumuna dönüşen Birleşmiş Milletler (BM) gibi kurumların bile ayak bağı olarak görülüp bir tarafa itildiği zincirlerinden boşanmış bir emperyalist saldırganlığın dayattığı yeni saflaşmaların işaretleri 11 Eylül’ün hemen ardından kendini çok açık bir biçimde dışa vurmuştu.
Sovyet Bloku’nun dağılıp dönemin ABD Başkanı George Bush tarafından “Yeni Dünya Düzeni”nin (YDD) ilan edilmesi süreci, ABD’nin, batının diğer emperyalistlerini arkasına alarak davranabildiği dönemin de sonunu başlatmıştı. “Sol”un liberal kesimlerinin, “Lenin’in emperyalizm çağında savaşlar kaçınılmazdır” sözünün artık hükmünü yitirdiğini, dünyanın tek kutuplu barış dönemine kapı açan bir küreselleşme sürecine girdiğini iddia ederek destek verdikleri YDD’nin çöküşü, hem Lenin’in emperyalizm tezini harfiyen doğruladı, hem de bugüne kadar ABD’ye iman eden ideologların kafasını fazlasıyla karıştıracak gelişmelere sahne oldu. İçine girilen süreç, dün ortak hareket edenlerin bugün karşı karşıya geldikleri, yeni kutuplaşmaların doğduğu, bu kutuplaşmaların birçok ülkenin iç ve dış siyasetlerini derinden etkilediği bir dönemin kapısını açtı.
11 Eylül’ün ardından “terörle mücadele” doktirini etrafında, dünyayı “ya benden ya da terörden yanasınız” diyerek saflaştırıp, bütün etkinlik alanlarını bunun üzerinden yeniden yapılandırmaya yönelen ABD’nin, bu dizginsiz gidişinin yarın kendilerinin de sonunu getireceğini fark eden diğer emperyalistlerin itirazlarına rağmen Irak’a saldırının düğmesine basması, dünya emperyalist zincirinin halkalarının tümünü etkileyecek bir nitelik taşıyor. Balkan saldırısında ortak hareket ettiği AB’nin patronu Almanya ile Fransa’nın itirazlarının Rusya, Çin, Japonya gibi diğer etkin emperyalistlerin tepkileri ile birleşerek karşısına dikildiğini gören ABD’nin, Irak’a saldırıdan vazgeçerse başlayacağını öngördüğü geri düşüşünü önlemek için attığı adım, onun açısından, önlemeye çalıştığı sonun başlangıcı sayılabilecek bir dönemi de tetiklemiş oldu. Çünkü dünyanın diğer emperyalistleri bu savaşın, Irak’tan çok kendilerini, kendi etkinlik alanlarını hedef aldığını ve yarın Ön Asya’dan Pasifik’e kadar uzanan bir büyük adımın ön adımı olduğunu görüyorlar. Bu bölgedeki pozisyonlarını yitirmek istemeyen Almanya ve Fransa ile birlikte, Amerika’nın kapısına dayandığı Rusya ve gelişmeleri dikkatle izleyen Çin de, altlarındaki zeminde artçı şoklar yaratan depremin farkındalar. Tek tek hiçbiri Amerika ile silahlı bir mücadeleye girebilecek bir silahlı güce sahip olmayan bu güçlerin şu anda kullandıkları tercih, ABD’nin Irak’a dönük saldırısının hiçbir meşruiyeti olmayan bir çıkar savaşı olduğu tezinin yaygınlaştırılması ve bu yolla ABD’nin diplomatik açıdan sıkıştırılarak frenlenmeye çalışılması biçiminde seyrediyor. Amerika ise, elindeki güç yoğunlaşmasını dünyanın kayıtsız şartsız tek patronu olmaya vardıracak bir biçimde kullanırken, geçmişe göre çok daha büyük çaplı bir mayın tarlasının içine girmiş olmanın bütün risklerini taşıyor.
11 Eylül’de ikiz kulelerin vurulduğu New York dahil olmak üzere birçok Amerikan kentine de yayılan kitlesel protestolar, dünyanın her yerinde giderek yaygınlaşıyor. ABD ve İngiltere bu kez, emperyalist rakipleriyle birlikte, kendi halklarını ve dünyanın bütün halklarını daha önce hiç olmadığı kadar karşılarında buldular. 1. Körfez Savaşı sırasında, savaşı “kansız” bir biçimde sunarak gelecek tepkiyi azaltmaya çalışan CNN gibi medya tekellerinin tamamen çöktüğü bir savaş bu. Dünya halkları bu emperyalist saldırganlığı meşrulaştırmaya çalışan medya kurumlarının hiçbirine inanmıyor. Irak’tan yayın yapan Arap televizyonlarının gerek Irak’ın ortaya koyduğu direniş, gerekse ABD ve İngiliz güçlerinin giriştikleri katliamlara ilişkin olarak geçtiği görüntüler, onlarca yıldır hüküm süren bir yalan perdesinin yırtılmasını getiriyor. “Yenilmez” olduğu propaganda edilen Amerikan askerlerinin Arap televizyonları aracılığıyla dünyaya yansıyan çaresizlikleri ve Irak halkının ortaya koyduğu onurlu direniş, bu savaşın sonucu ne olursa olsun, ABD’nin yenilebilir olduğuna dair gerçeğin dünya halkları tarafından fark edilmesine yol açtı. “48 saatte” Bağdat’ı düşüreceğini öne süren Amerika ve ona bağlı propaganda merkezlerinin ortaya attıkları senaryolar, Irak halkının onurlu direnişi karşısında yerle bir oldu. Saddam’a karşı Amerikan birliklerine destek vereceği kesin bir dille propaganda edilen Şiilerin de Amerika’ya karşı savaşması, “kitle imha silahlarından arındırma” demagojisi ile Irak’a giren Amerikan güçlerini “kitle katliamları” yapmadan yol alamayacak bir noktaya kilitledi.
Tüm bu gelişmeler, bu savaşın sonucu ne olursa olsun, ABD açısından sonun başlangıcının da habercisi durumunda. Dünyaya egemen olmak isteyen bir emperyalist gücün dünya halkları gözünde kurmak zorunda olduğu meşruiyetin, bir daha inşa edilmesi kolay kolay mümkün olmayacak bir biçimde ortadan kalktığı gerçeği, bir başka gerçeği de ortaya koymaktadır: ABD bugün artık yalnızca silah zoruyla ayakta duran bir emperyalist güçtür. Ve yaşadıkları işsizlik, hak gaspları gibi birçok gerçeğin ABD’nin patronu olduğu sistemden kaynaklandığı görmeye başlamış olan işçi ve emekçilerin, dünya genelinde savaşın saldırgan güçlerine karşı ortaya koydukları direniş, dünya halklarının emperyalizme karşı direnişinin bundan sonra çok daha büyüyeceği bir döneme girildiğinin de işaretlerini vermektedir. Savaşın kapitalist politikaların ve içinde yaşanılan emperyalist barbarlığın, sosyalizmsiz bir dünyanın kaçınılmaz sonuçları olduğunun görülmeye başlanması, savaşlarla birlikte yeni bir devrimler döneminin potansiyellerini de içinde barındırmaktadır.
SAVAŞ CEPHESİNİN DERİNLEŞEN KAOSU
Savaşın daha ilk on gününde emperyalist cephenin derinleşen bir kaosun içine doğru sürüklendiği görülmektedir. Savaş karşıtı eylemlerin en kitlesel boyutta yaşandığı ülkelerden birisi olan İngiltere’de Blair köşeye sıkışmış durumda. En son teknolojik silahların kullanıldığı saldırılara, 1. Körfez Savaşı’nı fazlasıyla geriden bırakan bombardımana rağmen Irak halkının çetin bir direniş göstermesi, savaşa karşı ciddi bir muhalefetin örgütlendiği İngiltere’de Blair’i her geçen gün daha da köşeye sıkıştırıyor. Bunun ardından emperyalist saldırı koalisyonuna aktif destek veren İspanya’da da iktidar giderek yalnızlaşıyor. Savaş karşıtı gösterilere milyonlarca kişinin katıldığı İspanya’da Başbakan Jose Maria Aznar’ın Halk Partisi (PP) ile koalisyon yapan UNP, emperyalist işgalin yedinci gününe gelindiğinde, bundan sonra muhalefetle birlikte hareket edeceğini açıkladı. UNP, Irak işgalini protesto eylemlerine de katılmaya başladı. Seçimlerde Aznar’ın partisi PP ile ittifak yaparak milletvekili çıkaran UA partisi de parlamentodaki PP grubundan ayrılmayı tartışıyor. UNP ve UA’nın, Aznar’dan desteğini çekmesi durumunda hükümet parlamentodaki salt çoğunluğuna kaybetmiş olacak.
Savaş cephesinde yaşanan kaos, sadece İngiltere ve İspanya değil, emperyalist işgalin başını çeken ABD’de de firelerin yaşanmasına neden oldu. Tam bir katliam şebekesi olarak örgütlenmiş olan Bush yönetimi, savaşın ilk dokuz gününde stratejilerinin çökmesinin diyetini ilk kurbanlarını vererek ödemek zorunda kaldı. Irak’a saldırının Washington’daki en ateşli savunucularından biri olan Pentagon Savunma Politikası Kurulu Başkanı Richard Perle, savaşın dokuzuncu gününde görevinden istifa etti. 1980’lerde nükleer silahların kontrol altına alınmasına karşı çıktığı için “Karanlıklar Prensi” olarak anılan Perle, Irak’ın işgalinin “çok kolay olacağı”nı savunanların başında geliyordu.
ABD Savunma Bakanı Rumsfeld ve Yardımcısı Paul Wolfowitz’e çok yakın bir isim olan Perle’nin “kurban edilmesi”, Bush yönetiminde Irak’ın yarattığı ilk çatlak. Bu çatlağın giderek büyümesi de sürpriz olmayacak.
TÜRKİYE YÖNETENLERİ DE KAOSTA
Türkiye açısından da tüm çelişkiler geçerlidir. Amerikan işbirlikçisi medyanın yoğun bombardımanına rağmen, yapılan anketlerin halkın yüzde doksan beşinin savaşa karşı olduğunu göstermesi, ülke içinde yarım asrı aşkın bir süredir yürütülen Amerikancı propagandanın önemli oranda erozyona uğradığının bir işaretidir. Bugüne kadar ABD ile arasındaki ilişkiyi, her zaman Türkiye’nin arkasında olan “stratejik müttefik”le kurulmuş, doğru ve Türkiye’nin çıkarına bir ilişki olarak sunan Amerikancı güçler inanırlılıklarını yitirmiş durumdadır. Türkiye’yi, IMF dahil birçok kurumu da kullanarak savaşa sokmak isteyen Amerika’nın Türkiye ile arasındaki ilişkinin bir sömürü ve çıkar ilişkisi olduğu gerçeği, bugün düne göre çok daha geniş oranda kabul gören bir gerçek haline gelmiştir. Bu giderek yaygınlaşma eğilimi gösteren savaş karşıtı eylemlerin de etkisiyle Amerikancı iktidar güçlerini baskı altına alan bir gerçekliktir. Amerika ile halkın arasına sıkışmış olan işbirlikçi AKP hükümeti, bu baskının yarattığı çatlak nedeniyle tam bir kaos yaşıyor. Halkın gözünde yıpranmamak için ikinci tezkerede AKP’ye açık destek vermeyen generaller de bu kaosu kendi açılarından yaşıyorlar. İkinci tezkerenin Meclis’ten geçirilememesinin ardından Genelkurmay Başkanı Özkök’ün, hükümetle aynı görüşte olduklarını bildirerek, Türkiye’nin sınırında gerçekleşen bu savaşa kayıtsız kalamayacağını öne sürmesi, “ateşin” artık onların da tutmak zorunda kaldıkları kadar yakıcı hale gelmesinin bir sonucuydu. Bugüne kadar “sadakat” gösterilen Amerika’nın taleplerinin karşılanmamasının kendilerini de Amerika karşısında güç duruma düşürdüğünü gören generaller, dışa bağımlı politikanın doğal bir sonucu olarak üslerin ve hava sahasının Amerika’ya açılmasına önayak oldular. Ancak buna rağmen Genelkurmay’ın da, savaşın ilk gününden itibaren televizyon ekranlarından eksik olmayan emekli generaller kadar “rahat” davranamadığı görülüyor. ABD ve İngiltere’nin Irak’a saldırı konusunda kendi güdümlerinde hareket eden BM’yi bile ayaklar altına alıp, bütün dünyayı karşısına alarak giriştikleri bu saldırının, daha kapsamlı bir savaşın çelişkilerini de içinde barındırdığını gören generaller, şimdi atılacak bir adımın Afganistan kadar kolay olmayacağının farkındalar. Genelkurmay Başkanı Özkök’ü, “Bu savaş, bizim savaşımız değil” demeye iten temel gerçeklerden birisi ABD’nin Kuzey Irak’ın denetlenmesi konusunda Türkiye’ye “mesafeli” durması ise, diğeri de bu savaşın içine gireni boğabilecek kadar riskler içerdiğinin görülmesidir.
Ancak bugüne kadar, bütün bölge politikalarını, Türkiye’nin çıkarlarını ABD’nin çıkarları içinde eritme üzerine kuran generallerin Amerika’ya desteklerinin sınırının nerede biteceği konusunda öngörüde bulunmak yanıltıcı olabilir. Çünkü bu, birçok değişken tarafından belirlenmektedir. Amerika’nın, Türkiye’nin Kuzey Irak’taki talepleri konusundaki tutumunda olabilecek değişimler, Amerikan ve İngiliz birliklerinin savaştaki pozisyonu ve uluslararası dengelerde görülebilecek kimi değişimler, Genelkurmay Başkanı Özkök’ün “sıkıyönetim düşünmüyoruz” yollu açıklamasından çark edilerek Kuzey Cephesinin bir kara savaşına açılmasına kadar varan ihtimalleri gündeme getirebilir.
Elbette bu noktada içeride gösterilen direnişin düzeyi de belirleyici olacaktır. Ve asıl önemli olan da içinden geçilen dönemin olanaklarından doğru bir biçimde yararlanıp, bağımsız ve demokratik bir Türkiye’nin kurulması mücadelesinde mevzilerin güçlendirilmesidir. IMF programların terk edildiği, başta ABD olmak üzere tüm emperyalistlerle yapılan ikili anlaşmalara son verildiği bir Türkiye kurabilmenin olanakları bugün düne göre çok daha güçlüdür. Kürt yoksullarının kimlik ve kültür taleplerinin karşılandığı, Kürt sorununun demokratik halkçı bir tarzda çözüldüğü bir Türkiye’nin Kuzey Irak’taki gelişmeleri kendisi için bir tehdit olarak görmeyeceği, ama bunun yerine geleneksel yöntemlerde ısrar edilmesinin, Irak Savaşı sırasında da görüldüğü gibi, Amerikan emperyalizmi ya da başka emperyalistler tarafından bir “koz” olarak kullanılabileceği gerçeği, herkes tarafından daha çıplak bir biçimde görülmüştür.
Bu gerçeklerden hareket eden yaygın bir aydınlatma ve örgütlenme faaliyetinin biricik aracı ise kuşkusuz günlük gazetedir. Emperyalist çıkarlar için savaş çığlıkları atan işbirlikçi medyanın, halkın gözünde itibar erozyonuna uğradığı bir dönemde, halk güçlerinin emperyalizme karşı birleştirilmesinde daha etkili başka bir araç yoktur.